Sunday, July 1, 2007

Yeraltından notlar

- Yeraltından Notlar, Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, 1864

Garip bir ironi olarak St.Petersburg çok güzel ve bir o kadar etkileyici bir şehir de olsa şehrin her tarafı boş içki şişeleri ile dolu. Öyle çok romantik biri de olmadığımdan pek maceralı geçen Rusya seyahatinin resmi olarak bunu uygun gördüm.
* Pazartesi günü yola çıktık A. ailesi olarak (yakın olsak da her daim beraber seyahata çıkan, beraber bir yerlere giden ailelerden değilizdir). J.A.'nın dediğine göre 3'lü olarak bir yere gittiğimizde bize nazar değiyor çünkü her seferinde bomba niteliğinde olaylar gerçekleşiyor. Bu sefer de kural değişmedi. Havaalanına gittik, her şey çok hoş ama benim pasaportum yok ortalıkta. Tur düzenleyicileri herkese zarf içerisinde pasaportunu, biletini verdikten sonra yaptığım kontrolde ortaya benimkinin içinde olmadığı ortaya çıkıyor. "Aa nasıl" filan derken gerizekalıların benimkini bir sonraki tur ile karıştırdıkları ve ofiste bıraktıkları anlaşılıyor, pasaport Elmadağ'dan Yeşilköy'e taksi ile getiriliyor, bu arada biz gidip gitmeyeceğimize karar vermeye çalışıyoruz, organizatörlerin lakayıt tavrı karşısında hep sakin olan F.A. sinirleniyor ben ise çok sakin ancak gözlerimden ateşler parlayarak konuşuyorum, nihayetinde uçağa biniliyor 3 saat sonra St. Petersburg'a varılıyor ve anlaşılıyor ki bize rehberlik edecek kimse yok, öylece kalakalıyoruz orada, daha önce tatil köylerinde animatör olarak çalışmış ve bir rus kızın peşinde St. Petersburg'a gelmiş garip bir tip eşliğinde otele gidiyoruz vs vs... Kısaca "sanat turu" adı altındaki organizasyon tek kelimeyle facia idi, en çok da J.A. bu işe önayak olduğu için çok üzüldü ve bir daha Fest dışında bir şirket ile gitmemeye karar verildi.
* Yine de güzeldi...
* Beyaz geceler diye tabir edilen şeyin denli etkileyici olduğunu düşünmezdim. Öyleymiş. Saat gece 1'de dahi hava hâlâ aydınlık, insanlar sokakta, garip bir ruh hali vesselam. Sokaklar, caddeler geniş, herkes dışarda (ellerinde şişelerle) ve gökyüzü ise maviden beyaza geçmiş durumda insanın yüreğini alıyor.
* St. Petersburg 'da herkes içki içiyor, sokaklarda ellerinde kocaman bira şişeleri ile dolaşıyor (gerçi moskova'da da durum aynı ama büyük şehir olduğu için çok farkedilmiyor). Gündüz veya gece, kadın veya erkek farketmiyor, çantadan bir şişe bira çıkıyor ve o sokakta yürürken, işe giderken, mola vermişken dikiliyor.
* İstanbul kavrulurken biz ise oralarda donuyorduk. Ne var ki bir şekilde güzeldi. Seviyorum soğuk havayı (yağmur olmasın yeter). Komik olan bize soğuk gelen havada rusların yaz kıyafetleri ile sokaklara çıkması, tiril tiril dolaşmasıydı.
* Evet, rus ırkı güzel bir ırk. St. Petersburg'daki insanlar güzel, Moskava ise çok karışık olduğundan pek anlaşılmıyor hatta çirkin bile geliyor insana. Kızlar güzel ve herkesin düşündüğünün aksine rus erkekleri de yakışıklı. Biraz fazla sarışın olsalar da, uzun ve ince yapılarıyla, çıkık elmacık kemikleriyle çekiciler.
* St. Petersburg'dan sonra Moskova çok sıkıcıydı.Tıpkı İstanbul'dan sonra Ankara gibi. Ya da İstanbul'dan sonra herhangi bir şehir gibi.
* Rusya neredeyse havyar ile kaplı. Kendimi kaybettim desem yalan olmaz. ( en kısa zamanda havyar + şampanya).
* Yabancı bir şehri, ülkeyi en iyi tanımanın yolu bence süpermarketten geçiyor. O kadar eğlenceli ki hiç bilinmeyen bir yerdeki yerel markete girmek, oradan alışveriş etmek.
* Ayrı evlerde ikamet eden aile üyelerinin beraber tatile çıkması kimi zaman zor olabiliyor. Bir şekilde bir yerde tartışma patlak veriyor. Bizde de aynısı oldu doğal olarak. Sonrasında her şey yoluna girse de zor bir şey neredeyse 9 yıldır ayrı yaşayan aile üyelerinin uzak diyarlarda tatile çıkması.
* Demiştim "kardeş nedir", "kan bağı önemli olan tek şey midir" diye... Binlerce kilometre uzakta, St. Petersburg'dan Moskova'ya trenle giderken sabahın 6'sında Bodrum'daki B.'den gelen komik mesaj ya da M.'den gelen "gel artık, eksiksin" veya Sekvotka'dan "iç, iç, bol bol votka iç" mesajı. Ben ve progéniture'üm- yine dediğim gibi- büyük bir aileyiz.
* Komik bir Moskova anısı: Moskova'da bir gece ailecek bir yerde yemek yiyip içtikten sonra F.A. biraz kendi başına kalıp dolaşmak isteğinden onu bırakıp J.A. ile çıktık. Biz otele döndükten epey sonra hâlâ dönmeyen ve telefonlarını duymayan F.A.'yı merak ettiğimizden beklemeye başladık. Bir süre sonra gelen telefon ve gerçekleşen konuşma:
j.a.& a. - nerdesiiinn? başına bir şey geldi sandık.
f.a. - yürüyorum, geliyorummm (votkaların etkisiyle birbirine karışan kelimeler), ama metroyu çözdüm.
j.a &a. - bravo ama nerdesin?
f.a. - otele yaklaşıyorum
j.a. & a. - bekliyoruz, hadi.
10 dakika sonra hâlâ gelmeyen f.a.'dan telefonlar
f.a. kaçıncı katta bu oda?
gülmekten kırılan j.a. & a. - 17. kat
f.a. nasıl çıkılıyor ya? yok öyle bir kat. bu asansör 15. katta duruyor. nerde bu kat?
j.a.& a. - hahahahahah, diğer asansöre bineceksin 17'ye çıkacaksın
f.a. - başka asansör mü var?
j.a. & a. - hahahahaha, 3 tane asansör var, 17. kata çıkana binmen lazım
f.a. - offfff
* Hermitage Müzesi, The Tretyakov Gallery, Puşkin Müzesi, I. Petro, II. Katerina, Romanov Ailesi, Dostoyevski, Beyaz Geceler, votka, havyar, beyaz tenli slav insanı, geniş sokaklar +, +, +

No comments: