Showing posts with label graffiti. Show all posts
Showing posts with label graffiti. Show all posts

Tuesday, November 24, 2015

Breathe-Respire IV

Cidden özlemiştim. Uzun zaman olmuştu gitmeyeli. Gittim ve çok iyi geldi. Gerçi bu ülkeden uzaklaşılan her an insanın mutlu etmeye yetiyor. Hiç öyle " aaaa ama milli değerler milli duygular" filan diye beyinsizce konuşulmasın, geçti gitti o "yüce" devirler. O havalı büyük lafların telaffuz edildiği sözde büyük inanç devirleri milli çirkinlik yıllarından önceydi, artık milli çirkinlik günlerini yaşıyoruz, her şey farklı hiçbir şey aynı değil. İnada inat bebeğim artık. 

Amsterdam, J.A., üç günlük nefes alma tatili, pek özlediğim pek sevdiğim Amsterdam, pek bir soğuk hatta don yağan bir Amsterdam, her daim insanı mutlu eden Amsterdam, bol bol yemek bol bol içki, bol bol eski A'dam arkadaşları ve üç günlük nefes alma mutluluğu...

herengracht, the seafood bar, the plantage deyip bir de üstüne içilen proseccoları biraları ekleyince buraları okuyup hırslanan ardından da acıklı mesajlarla kendi ifade edenlere de benden giden şöyle geniş bir big up olsun o halde. 

P.S. Amsterdam seyahatinin herhalde en güzel tarafı flamingoları görmem oldu. O kadar mutlu oldum ki ... Ne diyeyim, I heart flamingos...  

Wednesday, April 30, 2014

Arada yaşananlar, VI

Gerçekten de garip geçen nihayetinde bitmeye çok yaklaşan nisan ayı, yaşananlar, öğrenilenler, deneyimlenenler, eğitimler, eğitim dersleri, eğitimde gelen hayat dersleri, sıkıcı hayat dersleri, herkesin kendisini hayatın içinde bir otorite olarak görmesi neticesinde sürekli insanlara bir "öğreten adam" tadında ders vermesi, başöğretmen tavırlı yaklaşması, aylar ama aylar ama cidden aylar sonra gördüğüm İsveçli, uzun uzun oturup rakı içtiğim onun şarap içtiği, sakin ve huzurlu saatler geçirdiğim İsveçli, güzel bahçeli parklı karşı taraf, geceyarısı gece dönüşü, # 8, beklenen 23 nisan, gidilen sıkıcı şehir, ankara, ciddi konferans, gerçek dertler ama karşılığında verilen en güzel cevap olarak gerçek umutlar, pasif şiddet, etraftaki pasif şiddet, telefondaki, sesteki, yazıdaki, söylemdeki pasif şiddet, ankara'nın en güzel yanın hala ve her zaman istanbul'a dönüşü oluşu, kadim dostum sekvotka'nın doğumgünü partisi, eğlenceli ve güzel doğumgünü partisi, küvetteki buzlar, buzun altındaki içkiler, #8= nemiroff süksesi, nihayet son hafta, bitsin artık nisan ayı dedirten son hafta, strasbourg-tropea-paris-avrupa konseyi-birleşmiş milletler insanları derken, sekvotka'nın doğumgünü günündeki kutlaması derken, yaşanan, düşünülen, hissedilen muhtelif ama bilinen varlığını hissettiren durumlar...

p.s. gerçekten de "what's your damage?". o kadar sıkıldım "damage"dan patlamış ve dağılmış insanların hiç kendi derinliklerine eğilmeden her konuda bencilce kendilerini haklı görme iddialarından. gerçekten "offfff". mesele "damage"da, hasarda, geçmişin yaralarında değil (olamaz da zaten. neden olsun ki? derdin varsa ismini koyarsın sonra da halledersin, sen sağ ben selamet). yalan değil, içimden gerçekten denemek geçiyordu, "belki olur, işe yarar, belki bir şeyler bir yerde değişir" diye. niyetliydim. ama artık içimden gelmiyor. ne konuşmak, ne anlatmak, ne de anlatmaya çalışmak. en azından şimdilik. muhtemelen daha uzunca bir süre daha. istemiyorum. ne anlamaya çalışmayı, ne de kendisini kendisi ile tanıştırmayı. belki sonra. belki de hiçbir zaman. yetişkinler kendi hayatlarından sorumludur. nasıl çocuklarına yaptıklarının ve tercihlerinin sonuçlarına katlanmayı öğretiyorlarsa bunun kendi hayatları için de geçerli olduğunu bilmelidirler. o yüzden benden "basta". epeyce bir süreliğine ferahlıkla basta, uğraşarak boşa kürek çekemeyeceğim çünkü.

p.s. (2) rakı masası denilen yer gayet önemli bir yer de işte arada bir yanlış insanlarla oturduğum, ehemmiyete samimiyetsizlik ve talihsizlik kattığım oluyor. genelde bu saçma hatayı yapmamaya çalışsam da var işte birkaç talihsiz rakı masası ve yanlış insanlar birleşimi. whatever. olur böyle şeyler, dert değil. o şarap içse de yine isveçli ile oturduğum "rakı masası" idi. neredeyse iki yılı aşkın bir süre sonra, ilk defa yalnız olarak, başkaları olmadan. güzeldi, ilginçti, rahattı. 

p.s. (3) cumartesi gecesi sekvotka partisi'nde ile bir kez daha "tamamdır" dedim. gerçekten de geri dönüşün imkanı yok. yani elbette hayatta her şey olur, öyle katı ve iddialı hareketlere gerek yok da o geri dönüşte hiçbir şey aynı olmaz. olmasın da zaten. aynı suda iki kere yıkanılmayacağı gibi, geri dönüşler de hiçbir zaman aynı olmaz. insanın aklı, beyni, yüreği bir kere birisinden, bir haneden, bir ilişkiden gitmişse geri dönüş hiçbir zaman gittiği seferki gibi olmaz. dönse de aynı olmaz. iyi bir şey ama bu.

p.s. (4) arada yaşananlar süresindeki "eğitim günlerine" denk gelen bir başka fantastik arada yaşananlar durumu ise iddialı laflar etme müessesinden ne denli hazzetmediğimi hatırlattı. gerçekten de var böyle bir müessese ; "iddialı laflar etme müessesi". nedense herkes kendisini yüksek merci kabul ettiği için iddialı laflar etmek de bu mercinin olmazsa olmazlarından. iş hayatından, aşk hayatına, arkadaşlıktan, sevgililiğe, evliliğe, ebeveynliğe her yer tarafta iddialı lafların yankıları işitiliyor! ilginç tabii insanın kendini gördüğü yüksek yüksek tepelerde giriştiği bu iddialı hareketler, söylemler. hayır, derdim bu lafların edilmesinde değil. eden eder, kaale almak isteyen de alır. kim engelleyebilir , kim susturabilir ki? inanmış ki ediyor işte. "sen hayatımın kadınısın", "benim evim artık mirgün", "benim miladım ata", "büyük aşkı bitirdim", "artık orada değilsin", "seni doğurduğum gün benim de doğumgünüm" gibi türlü türlü iddialı laflar var işte ortada. dediğim gibi hiç itirazım yok da, bu kadar iddialı ve büyük laflar ediliyorsa  şayet o halde edilen lafların iyi veya kötü de olsa altı doldurulsun, ona göre yaşanılsın, eğer edilen lafların karşı tarafta bir sonucu oluyorsa da bu da kabul edilsin. büyük laflar edilirken  içine girilen çok havalı çok iktidar göstergesi haller sonrasında karşı taraftan beklenti taşınıyorsa, eh işte o pek olmuyor. sorry ama o hava civa iktidar yüklü hareketler elde patlamış oluyor. eh hayatta bu da var.

p.s. (5) gülen, mutlu bir sekvotka = arkadaşının mutluluğundan mutlu olan bir anotherstar. arkadaşlık denklemi bu kadar basit olmalı. gerisi çok da fifi !

Sunday, October 31, 2010

wish list'e çizik

"ich bin ein berliner" tatilinden en sonunda yurda dönen J.A. biricik, tek evladının yakarışlarına, taleplerine dayanamayıp 3 kg eden Supreme 'i Berlin'nin doğusundaki graffiti-kaykay mağazasında bulup bavulunda taşımış. Bu kadar mı mutlu olabilirim? Diğer getirdikleri, kılık kıyafetler vs zerre umrumda değil, 'cos I have my Supreme book...

Monday, June 28, 2010

Ev gibi sanki # 2

Resmen gittik ve geldik. Gerçekten de "ev" gibiydi. Eve gelip gittik gibi oldu.

londra, r., gey kapılım z., görümce büyük k., elbette national gallery, saatlerce pub (ki ben bütün günü geçirebilirim kalkmadan), kötü otel, merkezi yer, p't déj à prêt-a- manger, navy bir insanım, covent garden'da sokakta çalan " show me love ", heyecan, the shunt heyecanı, kapalı demir kapı, kapalı demir kapının açılmaya çalışılması, ama ertesi gün açılan shunt kapısı, "me and my girls", stainer street, bomba şekilde patlayan kıyafet krizi ve coco chanel'in haklılığı: "her kadının bir adet une petite robe noire'ı olmalı", siyah bir elbise ve muhtelif renkteki kemerlerle her güne ayrı tasarım, kimsenin kimseye bakmaması, şort diye pazen don (ama cidden pazenden beyaz don) ile sokağa çıkan kızlar ve tabii kimse bakmasa da bizim bakmamız, portobello, nothing hill, 15+25=40 pound, audrey hepburn chic hediyesi, the castle, duke of wellington, prince albert, the forge, steak tartare, prosecco, konserlerde ilk gün, ağır aksak hyde park'a ilerlerken "aaa better man değil mi çalan? aaa çıkmışlar mı? şok!", yaşlanmış ama çökmemiş eddie vedder, jeff ament, kötü çökmüş stone gossard, çalmaya başlanınca "nasıl olduysa hayret black'i kaçırmamışız" söylemi,, 35 bin kişinin "dudududdudu" nidası ve tabii "we belong together together together", yerdeki plastik bira şişeleri, 35 bin kişinin dağıldığı daracık alanda sıfır olay, sıfır kavga, sıfır polis şiddeti, konserden çıkanlar için kesilen olay, durdurulan trafik, "medeniyet", cidden eğlenceli polis memuru, hammersmith, shoreditch, the albion, brick lane, pis, şahane, graffiti, shepard's bush, ikinci konser gecesi, 50 bin kişi, stevie wonder, yorumsuz ve son şarkı konserlerinde uzun yıllardır çalmadığı "another star", fırlayan ve bir daha asla inmeyen yüreğim, bıraktığım her türlü manasız gereksiz tasa, dönüş ve londra için bir sonraki seferi bekleyiş ...

* olay shoreditch 'dir... saatlerce oturulan kalkılmak istenmeyen pub'dır. malt vinegar sostur. soho'dur. müzik dükkanlarıdır. graffitidir (evet her tarafta banksy baskıları var da stencil sevmiyorum, banksy'e de bayılmıyorum açıkcası graffiti varken). yani sokaktır. forever!
* televizyonda glastonbury.
* yemişim pearl jam'i. ben harper'ı ya, stevie wonder konserini seyrettikten sonra.
* istanbul yağmur sel derken londra günlük güneşlik, 30 dereceydi, r.'nin ilk london şansınaydı bence.
* sakallı (sarışın veya brunette fark etmez ama esmer değil, onu anladık), kolları dövmeli (ama öyle tribal mribal değil, daha başka bir tarz). istikrarlıyım.

Friday, April 30, 2010

Cuma eğlencesi # 6

Geç oldu belki de olmadı, belki çıkarım belki üşüdüğüm için çıkmam, belki kendimi test sorularına veririm ama cuma eleştirisini yazmadan önce ki o eleştiriye sonra geleceğim cuma eğlencesini yazıp devamı ona göre getirmek istedim. Beğenmediğim, sevmediğim ve feci sahte bulduğum amerikan mucizesi Hollywood prodüktörü ile yine bir Hollywood aktrisinin yeteneksiz kızları makrobiyotik yogi, sürekli şişmanlığından ( ki hangi şişmanlık bu anlayabilmiş değilim). şikayet eden Gwyneth Paltrow ile başlıyorum. Üzerindeki Victoria Beckham'mış bayağı da kötüymüş. Kötü renk, kötü tasarım, kötü boy.
Şaşırtıcı ama yine beğenmediğim insanı bir kez daha koyuyorum kalbim kadar temiz blog sayfama. Gayet taş gibi bir insan olan Kate Hudson ile poz vermiş üzerindeki Yemekteyiz programındakilerin dantelli masa örtülerine benzeyen elbisesi ile Amerikan mucizesi Gwyneth Paltow. Hiçbir zaman giyinmeyi bilememiş bir insan olarak aynı şekilde yaşamaya devam ediyor. Lütfen mümkün olduğunca uzakta ve ortalıklarda gözükmeden olursa daha da şahane olur.
Yetenesizlikte ve sıradanlıkta (ki bence sıradanlık bir insanın şahsiyeti düşünüldüğünde başına gelebilecek en tatsız şey olabilir)Gwyneth Paltrow ile yarışabilecek ama onun gibi zengin ve güçlü Hollywood ailesi ve yalan değil şimdi daha sevimli ve meleksi bir yüz ifadesi olmayan Claire Danes. Kendisini yaşlı mı yaşlı gösteren sarı saçları, ten rengine uymayan Lanvin elbisesi ile kötü değil, sadece sıkıcı. Keşke kötü olsaydı daha çok tepki uyandırabilirdi oysa sıkıcı olmak herhalde kayıtsızlıkla aynı şey.Nihayetinde güzel bir insan. Natalie Portman ve harikulade Lanvin elbisesi. Şu sıralar sıklıkla kırmızı giymek istiyorum sanıyorum ama tahminim aksine düşündüğümden daha az kırmızı elbisem var ki kırmızıyı çok severim, hele kırmızı ruja bayılırım ama kırmızı elbisem sanıyorum yok. Acaba doğum günümde kırmızı bir elbise mi giysem? Uuuu çok heyecanlı. Kırmızıdan gidersek tanımadığım ama deri olduğunu tahmin ettiğim kırmızı bir elbise ile Chanel gecesinde salınan bir insan. Yüzü idare eder ama bacakları tamamdır, yani gideri var. Yani elbisenin! İsmine hayranlığımdan koydum resmini, ayrıca elbise de bir bale galası için -bizim topraklarda değil de NY veya La Scala'dakilerde insanlar böyle giyiniyor- gayet başarılı. İsmi ise Fe Fendi. Müthiş başarılı değil mi? Fendi Ailesi'nden Fe Fendi. Basquiat için belgesel çekilmiş, galası yapılmış NY'da. Katılanlardan. Mankenlerden ama adını bilmiyorum isveçli olsa gerek (!), tarzı güzel ama bence şapka Borsalino olmalıydı.Asla beğenmediğim, itici bulduğum insanlardan ama burada bayağı güzel çıkmış. Üzerindekiler de güzel. Olmuş yani. Yalnız şu bir gerçek ki kollarını kapaması çok iyi olmuş çünkü geçenlerde çıkan resimlerindeki kolları çirkinlik ötesiydi O yüzden kapanmak iyi bir şeydir bazen. Bu resmi sadece kendime koydum. Fab 5 Freddy ve Shepard Fairey. Stencil sevmiyorum. Cidden. Birkaç sanatçı dışında ilgimi çekmiyor ama Shepard Fairey tamamdır. Fab 5 Freddy ve graffiti zaten tamamdır, geçiyorum. O kadar Lanvin, Chanel, people tayfası demişken bir yanımdaki içimdeki streets de sıkıntıdan patlayabiliyor. Yani fani işler bunlar moda vs. Önemli olan tarz ve duruş Hem de forever. Hayatta bir duruşun varsa bu sensindir , senin yansımandır yoksa her sezonun yükselen ve düşen değerleri var gelip geçici. Bir gün sarı, bir gün mavi, bir gün yılan derisi bir gün organik koton. Her gün değişmek mi yoksa her gün zaten engellenemez şekilde değişen hayatta belli ve haysiyetli bir duruşla durabilmek mi ?

Tuesday, April 27, 2010

Gidip geldikten sonra


açılışı gattuso ile yapıp totti ile bitirmek güzeldi: roma-yine, yeniden, del piano ve belki de hayatta yediğim en güzel pizza, caprese, prosecco ( forever), peroni, nastro azzuro, p. navona, p. poppolo, gusto, tiramusu, tazza d'oro (belki de içtiğim en lezzetli kahvenin yeri. evet, bunu ben söylüyorum, kahveden anlayan, nescafe'ye, starbucks'a kahve demeyen ben), SPQR, napoli, pompeii, graffiti writer:folle, sunday fiesta:porta portese ve funky sicilian djs, average white band "pick up pieces"-this is for you- maneabrea bira, sette oche, via salumi, "monti ", "trastevere", "yahudi gettosu", kosher bar, borsalino (*2) ve tarifsiz mutluluk keyif, kıymet ettiklerine kıymet göstermek ...

Saturday, November 28, 2009

Zut! Bin kunduz

Bazen bazı şeyleri kendi istediğim zamanda yapamayınca sinir oluyorum. Evet var bende bazı şeyleri önceden bilme, önceden isteme, önceden keşfetme isteği - hadi "hırsım" diyeyim de nefret edenlerimi sevindireyim-. Ama öyle oluyor yapacak bir şey yok; öngörü sahibi yüce bulutlarda oturan Zeus gibi bir insanım.

Sabah sabah okudum haliyle sinir oldum, "aman" dedim "şimdi bu herif evinin duvarına yaptırtacak sonra ben yaptırtınca da Kanat Atkaya'dan gördü" olacak diye ayrıca bir kez daha sinirlendim, Turbo'ya da beni aylarca bu kadar zaman bunalım, iş, yoğunluk diye ihmal ettiği için kızdım AMA bugün yarın buluşacağımız ve ben de graffitime kavuşacağım için affettim. Neyse hem zaten gazeteci bey stencil istiyormuş, ben pek stencil sevmem, birkaç iş birkaç isim dışında işim de olmaz evimde ama graffiti forever , her daim, ayrıca oldskool rocks forever...

P.S. Duvara " Tagged by Turbo" gelince...Asılı olan üç taneden bir tanesini kadim dostum Sekvotka 'ya vereceğim. Üzerini de imzalayıp MSGSÜ'deki odasına göndereceğim.

Sunday, September 27, 2009

Never on sunday : " sicilya notları"


r., sevdiğimiz insan kool şahsiyet k., 9 mayıs insanı z., çok çok erken havaalanı, sicilya, yine çok erken sabah saati ve catania havaalanı, dakka bir gol bir o saatte pasaport kontrolünde karşımıza çıkan kalkık yakaları, kapalı alanda bile gözünden çıkarmadığı güneş gözlükleri ve ağzındaki cigarillo'su ile marcello, alfa romeo'muz, kaktüs -ama her yerde her duvarda her evde her balkonda her yolda her toprak alanda kaktüs- catania, her duvarda graffiti, muhtemelen çoğunluğun pis bulduğu ama güzel şehir, bizim bayıldığımız şehir, öteki italya'nın rahat keyifli insanları, meydandaki üstleri çıplak işçiler, "şoktayımmm" , "cidden kırosun sen. evet biliyorum altın saatimi sallarsan görürsün şimdi", sant' agata, pescheria, elbette bir paket camel, dublo espresso-her yerde her köşede, her bar'da, siracusa, yunan tiyatrosu, taormina (bir nevi porto fino) villa schuller, theodore w. adorno, öğle yemeği antica porta:insalati di mare, birra moretti, caffe wunderbar, prosecco-forever-, otel ve denizin neredeyse içindeki havuzu ve bunu bize sağlayacak olan carlo'nun bulunması, -forever carlo- via filomena, akşam yemeği il sale art café, sokakta lokantalar, büyük ama kocaman pizzalar, deniz mahsülleri, etna, çok soğuk ama nasıl olup da üşümeyen ben ve "etna gibiyim, içimdeki ateşi püskürüyorum", bilmem kaç kilometrelik etna yolu'nu yürüyen beyazlar içerisindeki rahibe, lavlar, terrazza dell'etna, agrigento, mafia, sinatra, valle dei templi, film karesi resimler (ama giden resimler), yine catania gecesi, trattoria al gabbiana, risotto, birra moretti, prosecco (une bouteille. une vraie), vanity fair, totti ve gerzek karısı, forever totti (ama adama da o çocuklara da o kadınla beraber geçirilen hayata yazık. hani tamam kadın güzel de üç gün sonra herkes yaşlanıyor, çirkinleşiyor), noto şehri, yağmur, barok şehir, tüm şehir, yine birra moretti, yine dublo espresso, yol, trafik, asıl ismi jane ama bizce elisabeth olan tomtom (arada bir de irlandalı liam), bear left , bear left, biten şarjlarım, havaalanında türklerin saldırması freeshoplara, biten prosecco (buzdolabımda bekler 2 şişe) ve tabii üşenmeyip taşıdığım makarnalarım, soslarım, kahvelerim, peynirlerim acı kırmızı biberlerim, f.a. için topladığım şekerler, j.a. için yemek yediğimiz lokantadan istediğim marin masa kağıdı ve pek sevgili r., k. ve z.'nin bu anı utanç içerisinde izlemesi, geciken uçak, karşımdaki ingiliz kızın kolundaki altın casio'su ile bana altın casio kardeşliğini göstermesi ve bu olaya k.'nın gözlerine inanamaması-görüyorsun ki dünyada tek kıro ben değilim- ve her bu kadar güzelliğin en kötü olayının yaşanması yani geciken uçak sebebiyle sıkıntıdan karıştırdığım fotoğraf makinesinde başka bir şey yapmak isterken güzelce format atıp tüm resimleri-daimi olarak- silmem ve şok anı, kıpırdayamama anı ve uçak ...

fantastik cümleler, laflar ve olaylar:
"şahane hayatımız var" her yemekte en az 1 kere (ama valla öyle şimdi, ne yalan söyleyeyim. mamafih biliyorum ki bu "şahane" hayatlar çok insana batıyor hatta bana bile "siz ne kadar kazanıp ne kadar harcıyorsunuz" gibi cümlelerle gelinebiliyor. ne diyeyim ki buna ben? kendiminki dışındakilerle ilgilenmiyorum şahsen, dileyen şato diksin, dileyen porsche alsın, dileyen salonunun duvarını 800*1000 ekran televizyon ile kaplasın üzerinden de ışın kılıcı çıksın, açıkcası umrumda değil, olmaz da).

"prosecco" - 188 kere. sadece ben. 188 kere.

"carlo"- 488 kere. 4 kişi 122'şer kere "carlo"

p.s. sicilya'dan sonra ben uzun bir süre burada pizza da yemem, makarna da. almayayım, alan alsın benden uzakta.
p.s. (2) okuyup sonra da arayıp telefonda "höööö palermo'ya gitmediniz mi, palermo gezilmeden sicilya gezilmiş sayılmaz" diyeceklere şimdiden " buyur kendin git" diye kısa bir cümle telaffuz edeceğim çünkü sonrasında yorulmak istemiyorum.

ama never on sunday... hem de o kadar never on sunday ki yüzümdeki muzır tebessümüm baki.

Thursday, September 24, 2009

Sicilya'dan dönüş


Daha uzun yazardım ama ne yazık ki çalışmak zorundayım, uyanmak zorundayım, yapmam gerekenleri yapmak, yazmam gerekenleri yazmak (ki bunların içerisinde çok ama çok önemli bir şey var) zorundayım, Sicilya'da dünyaları -ama cidden dünyaları- yiyip içtikten sonra üşenmeyip taşıdığım ve getirdiğim lezzetleri yememek ve uzunca bir süre perhizime dikkat etmek zorundayım (kiloyu gayet geçtim ama reflüm ve şekerim beni bitirecek, süründürecek seviyedeler, o kadarını diyeyim ben.).
Ama Sicilya güzeldi. Hayat güzeldi. Duvarlarındaki graffitiler güzeldi. Biz güzeldik. O halde sorun yok...

Thursday, July 9, 2009

Forever "streets"

Yer: eski hipodrom, laval şehri, fransa
Tarih: haziran 2009
Sonuç: duvardaki coşku ve mutluluk
MC: emin olmasam da saul williams olabilir.

Monday, June 15, 2009

Bristol Müzesi'nde "the streets"









Sokak çocuğu müzeye girmiş. Banksy doğup büyüdüğü şehrin müzesi olan Bristol Müzesi'nde ilk sergisini açmış. 31 Ağustos'a kadar sürecekmiş. Hani gitmek isterim de İngiltere'nin Londra dışında kaç şehri 1-2 günden fazla çekilir tartışılır, buna birasız, patates kızartmasız, viskisiz yürek dayanmaz.
İşlerini sevsem de öyle pek Banksy'ci olduğumu söyleyemeyeceğim. Yeteneğine, çizgisine, tarzına edilecek lafım pek yok ama benim için fazla popüler, fazla mainstream artık. Hele hele türk moda-tasarım alemlerinde konuşulan bir isim olmaya başladıysa bana fazla gelir. Ama tabii yeteneği filan orası başka, onlarla derdim yok. Bilmem belki de artık sokak çocuğu olmadığını kabul etse daha çok sevebilirim. Neticede müzeye girmek bir nevi sokaktan eve girmek gibi bir şey. Hem de öyle tribute filan değil, bayağı kendisinin yaptığı one man show.
İşte bunlar da ikilemler. Ne yani şimdi adam sanatından para kazanmasın mı, iyi yaşamasın mı? Peki ama iyi yaşaması yaratıcılığını, tavrını etkiler mi? Etkilemediğini idda da etse parasını aldığı bir devlete, müzeye, sisteme tavır sergileyebilir mi? Sergilese bile bu tavır gerçek midir?
Ya hayat da böyle zor işte.

Monday, April 27, 2009

Balon etkisi

Bugün eski bir arkadaşım uğradı, Asmalı Mescit'in havalı mekanın jentrifié olmuş şubesinde oturmuş dedikodu yaparken beraber çalıştığmız müzik sektörünü atıp tutarken Hande Yener'in "tamamdır artık o" olduğuna hem fikirdik. Seviyoruz.

Yine bugün, later on, güzelce patlayan balon etkisinde aklıma eski bir şarkısının nakaratı geldi "senin aşkın balondu söndü". Tamam belki bir Kelepçe, bir Romiio değil ama Sen Yoluna Ben Yoluma tamamdır, bir yerlere gelmek için söylenir bu sözler.

seni çektiğim yıl geçen seneydi
bak herşey nasıl tersine döndü
senin aşkın balondu söndü

sonra da Kelepçe gelir

gönül su bende yazı yazılamaz
haklı sensin
sen öyle san



Friday, April 3, 2009

T.A.G.

Eğer London Calling hali olmasaydı kesinlikle bir şekilde haftasonunu geçirmek üzere Paris'e gitmek ve bu sergiyi görmek isterdim. Le Grand Palais'de ayın 26'sına kadar. This is Paris.
"Be my beautiful loser!"

Sunday, February 15, 2009

"kaybeden" böyle olsun, benim olsun!


"Beautiful Losers", dir. Aaron Rose, 2008

Yıllar öncesinden bildiğim isimler, takip ettiklerim vardı (sanılanın aksine sokak hadisesine ilgim barcelona'dan beri ilgim oluşmuş değil). Zaten seviyordum daha bir sevdim, tekrardan kendimi kaptırdım.
Gerçekten de eğer "loser" olacaksa böyle olsun, benim olsun, graffitisini sırtıma stencil dövme olarak yapsın, ömür boyu taşıyayım; bence mahsuru yok, olmadığı gibi ziyadesiyle memnun olurum. Ancak hayatta klişe bir tanımla kasım kasım kasılarak dolaşan ve loser olarak gözükmeyip aslında loser- ezik- olan o kadar tip var ki insanın midesi kalkıyor.
be my beautiful loser, boy!
espo, streets of ireland
mike mills, los angeles
ed templeton
margaret kilgallen

Friday, November 21, 2008

Haykırış


İnsan bazen haykırma ihtiyacı duyar. Her şeye bağlı ve her şeyden ayrı olarak. Kaçınılmazdır.

Hayatın kendisi, yaşananlar, yaşanamayanlar, eldekiler, elde ol(a)mayanlar, sevilenler, sevilemeyenler, beklenenler, bekleyenler, beklenip de gelmeyenler, dostlar, arkadaşlar, sevgililer, beraber yaşananlar, beraber ortaya çıkartılanlar, beraber yaşamlar, beraber kaderler, beraber yaşanan sessizlikler ve beraber yaşanan pişmanlıklar, yıllar önce beraber poz verilmiş resimde beklenmedik şekilde ortak gelişen ama bireyce yaşanan yalnızlıklar, her ay hesaba yatırılan paranın harcaması, yemek masasında hesabı kimin ödeyeceğinin kavgası, büyük laflarla edilen ama hiç gidilemeyen yemeklerin ne kadar tutar düşüncesi, yeni yaptırılan mutfak-banyonun fayansları, zeytin ağacından yeni bir masa siparişi, alınan hediyeler, verilen ve verilmeyen hediyeler, doğum günü hediyesi kanlı elmasın hala ödenen borçları, aidat borcu, telefon faturası borcu, telefona gelen indirim mesajlarının bütçeyi yıkacak çekincesi, alınan kitapların hala okunamaması, dergi sayfalarının hala layığı ile çevrilememesi, hediye edilmiş 3 beden büyük gömleğin hala giyilememesi, sabah güneşini görmek istememek, müziği ise hissedememek haykırmaya iter insanı ( ... gibi herkesin her yerde, her zaman, her şekilde, her koşulda yaşayabileceği, düşünebileceği milyonlarca sebepten bazıları veya hiçbiri).
Sebeplice veya sebepsizce haykırma isteği herkesin başına gelir. Oysa haykırmak rahatlatır insanı, iyi gelir sakinleştirir, öfkeyi durdurur. Sanki zehir olarak görülen gitmiştir vücuttan.
Peki ya o zehir yine gelirse? Her seferinde haykırmak mı lazım? Kim bilir belki de. Duyguları içinde çok tutmamak lazım derler. Belki. Neden olmasın?

P.S. e. munch da hiç ama hiç sevmem ama en azından bu graffiti olanı.

Thursday, November 13, 2008

Sokak



Şişli'de açılmış ama nerede bilmiyorum ama hemen gitmek istiyorum, tanışmak evimin bir duvarına"gelin graffiti/stencil yapın" demek istiyorum, belki kitap belki plak bulurum, mutlu olurum, mutlu ederim, happy together baby...oh baby...


Donut Graffiti Store...

Take me ... take me to the store...
p.s. biz kızlar için bu tip "özel" dükkanlarda şöyle komik bir durum oluyor; dükkan sahipleri veya dükkan müdavimleri genelde erkek olduğu için kızların böyle daha alternatif , daha özellikli ürünler satan dükkanlara gidebileceği gibi bir de üstüne üstlük bu konularda bilgili olabileceklerine hiç ihtimal vermiyorlar. haliyle de ortaya fantastik konulu diyaloglar çıkıyor.
çok havalı alternatif karşı cins - bizde sadece plak var, cd satmıyoruz ancak pikabı olanlara hitap ediyoruz.
anotherstar - yani?
çok havalı alternatif karşı cins - yani cd yok gördüğünüz gibi eğer evde minik müzik setiniz varsa ...
anotherstar - &#!$* (= ben seni minik müzik seti yapıcam ama neyse) koçum, eski bir caz albümü arıyorum, 1964 yılı argo'dan çıkmış early in the morning arıyorum var mı?
çok havalı alternatif karşı cins- eee...aaa...yok galiba, kim dediniz...:(:(:(
ve tabii böyle gelişen diyaloglardan sonra çocuğumuz hayran oluyor telefonla aramalar e-mail göndermeler vs ama ne gerek var böyle şeylere. baştan medeni ol medeni davranılsın. gerçekten bazen o kadar gülüyorum ki bu karşı cinsin sonradan sönen hareketlerine.

Wednesday, November 5, 2008

İlk defa

"vote obama" stencil, by obey giant /shepard fairey

Dünya üzerindeki birçok ülke kadar bir geçmişe sahip olmayan ama neredeyse 200 yıllık bir geçmişe iç savaş, endüstri devrimi, sivil hak elde edinimi, siyah-beyaz ayrımı, kölelik, black thuesday, soğuk savaş, atom bombası, 11 eylül, vs... derken 1960'da 40lı yaşlarındaki John Ftzgerald Kennedy'in ilk kez başkan seçilen katolik olmasından sonra 2008'de yine 40lı yaşlarındaki ismi bilindik anglo-sakson isimlere hiç uymayan Barack Hussein Obama II, Amerika tarihindeki ilk siyah (siyahi değil, böyle yumuşatılmış sıfatlardan hiç hoşlanmıyorum) olarak seçiliyor.

Belki tarih her zaman tekerrürden ibaret değildir, belki hiç beklenmedik ilkler yaşanabilir ama belki sonrasında bazı benzerlikler gelişebilir ( j.f. kennedy'nin uğradığı suikastin bir benzerinin yine yaşanma ihtimali olması gibi). Ancak o zamana kadar bu güzel bir değişim, beklenen bir değişim, istenen bir değişim. Keşke bazı beklenen ve istenen değişimler bu topraklarda da yaşansa...

Monday, September 1, 2008

Wish list: adidas-123 klan

Pantalon giyen bir insan olmasam da bunları göreyim hemen alırım sanat eseri niyetine. Hem Adidas hem de 123 Klan. Taytımın altına giyerim-veya giymem- ya da evde plakların yanına koyarım graffitici çocukları etkilerim ... "sana pul koleksiyonumu göstereyim mi bebeğim?"