Tuesday, July 30, 2013

Bugün bayram!

" Deliye her gün bayram " diye devam eder birileri başlığa ama belki öyle, belki değil. Kimin deli kimin akıllı olma durumu ise aynen para ile imanın kimde olduğunun bilinmediği gibi bir bilinmezlik hadisesi. Gerçi modern zamanlarda herkes kendisinin çok çılgın çok deli olduğunu dile getiriyorsa da bunun gerçek olmadığını biliyoruz. whatever.

Ama bugün bayram! Ne yaklaşan şeker bayramı, ne geleneksel haftasonu bayramı, ne müzik bayramı, ne "tatile gitcem denizden hiç çıkmıcam" bayramı, ne brezilya kurgulu bossa nova'lı bayram, ne şampanya bayramı, ne yüzük bayramı, ne bebek bayramı, ne karne bayramı, ne darth vader & star wars bayramı, ne ödül hediyesi bayramı filan. Kısacası hiçbir şeyin bayramı değil ama bugün bayram! Hem de gerçek bir bayram! Kişisel tarihin önemli bir bayramı bugün. Hatırlamak istediğim, içinde bulunduğum re-naissance yıllarının en güzel günlerinden biri. *Tamamen kişisel, tamamen özel.*

Geçen senenin ajandasından başlamış bugüne kadar devam etmiş daha uzun yıllar da devam edecek bir sürecin bayramı. Ajandadan gidersek bu yıl ikincisi, ajandadan gitmezsek ise 2010'un son iki ayı gibi başlamak lazım. Her şeyi o kadar net ve berrak hatırlıyorum ki ... Detayların çarpıcılığı, yersiz anekdotların hadsiz unutulmazlığı, arada yaşananların gerçekliği hafızamda korkutucu derecede etkileyiciliğini koruyor.  Ajandadan gittiğimizde ise bu etkileyici tabloya her karesi daha dün gibi hatırlanan günler, geceler giriyor, hele hele tam bayram gününe denk düşen günlerin yaşanmışlıkları neticesinde tablo iyice genişliyor, "şaşkın, bıkkın, bitmiş, sıkılmış, yorulmuş, tahammülü zorlanmış" haller iyice bayram sevincine bürünüyor.

Bugün gerçekten bayram! Verdiği hissettirdiği tiril tiril ruh hali de oradan geliyor. Bayram hediyesi de olması lazım. Gerçi söylemediğim için ancak yarına kalır da o hediye, yine de kıpır kıpır hal yeterince hediye gibi zaten.

Anotherstar Bayramı bile olur, bugün!

Foto şipşak instagram'dan önce New York

Instagram veya benzeri sosyal medya hadiseleri benim için bir nevi paralel evren. Başka diyarlarda olup bitenler ve her şeyden daha da komiği başkalarının hayatlarında olup bitenleri izlemek, takip etmek... Bayağı umrumda değil. Ama öyle. Ne yazık ki gürültücülüğümle meraklı gözüken ama büyük meraksızlardan, ilgisizlerden olduğum için instagram/twitter gibi sosyal paylaşımlarla ne tam olarak ilgileniyorum, ne de varlığını hatırlıyorum. Elimde telefon olduğunda aklima da gelirse bakıyorum, kim ne yapmış ne yemiş ne içmiş diye bir de üstüne bazen tutamayıp zibidi ve gerzek ötesi yorumlar yazıyorum. Ama sonra ilgim bitiyor, geçip gidiyor. Hele hele herkesin fotoğrafçı herkesin müthiş bir göz ile yaptığı istisnai çekimler filan iyice sıkıyor beni. Ama yapacak bir şey yok; durum bu, olay bu. Böyle de devam edecek. Herkesin her şey olduğu bir dünyadayız (hele şöhretli takımın bu dünyadaki instagram halini filan iyice geçiyorum, evlere şenlik resimlerine bakamıyorum zaten). 

whatever.

Yine de her ne olursa olsun, "son model çok pahalı dijital makinem var diye, instagramda deli takipçim var" diyerek fotoğrafçı olunmuyor. Allah'tan ! Hala fotoğrafçılık diye bir meslek var. Hem de öyle fotoğrafını çektiklerine Gene Simmons vari korkutucu kanlı manlı maskeler giydirip üzerinde fotoşop çalışmaları gerektirmeyen. Bayağı, dümdüz, çiğ pişmemiş haliyle fotoğraf. Bizim tercihimiz. 

new york, 70lerin sonu 80ler, daha jantrifikasyon (gentrification-soylulaştırma) olmamış, soylulaştırma lower east side'ı henüz güzelleştirmemiş, sokakların kahramanı graffiticiler ruhunu bulmuş, the Bronx-manhattan arasındaki 5 numaralı metro hattı vagonları writer'ların yaptıkları ile iyice efsaneye dönüşmüş, fuhuş, uyuşturucu kullanımı almış başını gitmiş, upper east side'taki manhattan sakinleri village'ı filan neredeyse 3. dünya ülkesi olarak kabul ediyorlar. işte o günleri makineleriyle yaşatan, ölümsüz kılan sokak fotoğrafçıların belgeseli. everybody street. merceğin arkasında  boogie var, martha cooper var, bruce davidson var ve tabii makineler dijital değil. her kare değerli, öyle arka arkaya basabilmek biraz g.t istiyor. bittiğinde gidip film alınıyor, fotoğraflar film ile çekiliyor, sonra o filmler tab ediliyor, her film pahalı, 36 kare, dikkat etmek ziyan etmemek lazım anı yakalamak, o karelerde anı hissettirmek lazım. 

Instagram (twitter) öncesi her şeyi daha çok seviyorum galiba. NY'i ise daha çok. 





Friday, July 26, 2013

Cuma eğlencesi # 7


Son cuma eğlencesinin üzerinden o kadar zaman, o kadar çok yaşanmışlık geçmiş ki... Gerçekten de mayıs sonu itibariyle herkesin hayatları daha bir farklı, daha bir gergin oldu, istenmeden de olsa olumsuzluk en basit veya en mutlu ilişkilere yansıdı, gerilimli anlar, günler yaşandı. Kimi atlatıldı kimi atlatılmadan ya bitti, ya gerilimli de olsa yaşanmaya devam ediyor. Kısacası mayıs sonu itibariyle içine ister istemez girilen Gezi süreci her şeyi ama derinden ama yüzeyden fazlasıyla değiştirdi. Değil kıyafetlerin uçuştuğu, davetlerin parladığı ota boka sallanan cuma eğlencesi, sıradan bir dışarda yemek, keyifle ve kahkahalarla geçirilen vakitler dahi insanı garip hissettirdi, "acaba yanlış mı yapıyorum" diye düşündürttü. Oysa öyle olmamalı. Belki de karşı tarafa her zaman en iyi cevabın kendini bilen, mümkün olduğu ölçüde huzurlu, dingin, kendi içindeki barışı sağlamış şekilde süregelen iyi yaşamlar olduğu hatırlanmalı. Elbette hiç kolay değil de artık ne kadarı olursa bu hayatta. Olduğu kadarı bile hırçınlıktan, çetele tutmaktan, küçük hesaplar peşinde koşmaktan iyidir. Deyip bu yüce ve ulvi düşüncelerden şişip en sevdiğimiz şey olan beautiful people'a sallamaya geri dönebiliriz. Evet yahu, biraz eğlenmek coşmak hepimizin hakkı.

Carine Roitfeld ve devasa imparatorluk LVMH 'nin jr. patronu ve Louis Vuitton'nun büyük patronlarından biri ve yanında da bir süredir beraber olduğu hem zengin hem de mavi kan ingiliz kocasından üç çocuğu ile ayrılan bir zamanların küçük kibritçi kızı iken zengin prensese dönüşmüş rus model. Resimde tek kaale alınacak kişi elbette Carine Roitfeld olup, üzerine giydiği ceket bu temmuz sıcağında bana fazla geldi.Diğer ikisini geçiyorum çünkü çok sıradan buluyorum. Yani bir erkeğin siyah takım ve beyaz gömlek giymesi zaten yeterince başarılı, kız da işte, bilmem, muhtemelen herkesin çok beğendiği ama bence oldukça sıradan güzel kızlardan. Sıkıcılığın sıradanlığı hatta kötülüğün sıradanlığı gibi diyeyim ve Hannah Arendt'e göz kırpayım. 
Mick Jagger 'ın kadınları. Dünden bugüne. Ex-aşkından bugünküne. Gerçi arada bir Jerry Hall eksik ki varlığı büyük fark atar herkese bu hikayede. Bir de arada çocuk. Çocuk olan ortadaki oluyor. Evet, inanması güç ama ortadaki Jade Jagger, solda, zamanında Studio 54 'e at sırtında efsane bir giriş yapan annesi Bianca Jagger ve sağda selvi boylum dore elbiselim adının yazılışını hep unuttuğum modacı üvey annesi ile poz veren çocuk oluyor. Gerçi artık herkes aynı yaştaymış gibi durduğu için pek bir şey anlaşılmıyor ama işte büyük ve modern aile görüntüsü böyle bir şey. Hiç de fena değil. "tutkulu milletiz biz" mazereti ile çıkarttığı bıçağı sapladığı Kırmızı Pazartesi hikayeleri yaşanmasından çok daha iyidir, doğrudur. L'Wren Scott 'ın muhtemelen kendi koleksiyonu olan dore elbisesi ise ayrı güzel de onun içine girecek vücudun biraz dar olması gerekiyor sanki. Yani biz faniler geçebiliriz.

 Ünlüler ve çocukları. Kim olursa olsun çocukların ebeveynlerle karşılaştırılmaktan kaçamayacağı hadise. İster dünyaca ünlü olsun ister yerel seviyede ünlü. Mutlaka çocuklar ailelerine göre eleştirilir, başarısızlıkları çirkinlikleri iyi özelliklerine göre daha çok konuşulur, ön plana çıkartılır. Jade Jagger 'dan sonra ünlülerin çocuklarından bir başkası; Chiara Mastroianni . Yani gençliğinde özellikle de Belle de Jour ' da filan inanılmaz derecede güzel olan Catherine Deneuve ve italyanların efsane aktörü Marcello Mastroianni 'nin yaşlandıkça güzelleşen kızları. Gerek oyuncu olarak gerek fiziksel özellikleri bakımından hiçbir zaman ailesi ile yarışamayacak da olsa yıllar geçtikçe güzelleşen insanlardan (yarışmasına gerek var mı? elbette yok. ama işte o karşılaştırma bitmez gitmez bu hayatta). Fendi 'nin Paris'teki mağaza açılışında, siyah elbisesi, toplu saçları ve bir şekilde daha da oturan yüz hatları ile iyice güzelleşmiş. Bana birini anımsattı ama emin değilim, eskiden gördüğüm ama artık görmediğim biri gibi sanki. Olur ya, her şey olur.


Yine Fendi açılışı ama bu seferkiler olmamış. Soldakinin ki o taşlanmış kot gibi duran pantalonu ve o kezban saçları ile sağdakinin garçon manqué hali üzerine geçirdiği klasik Fendi pantalon ile beraber ikisi Starsky & Hutch'in Fendi versiyonları gibi. İki korkunç saç modeli, iki çirkin clutch, iki depresif bakış fazlasıyla şişirdi beni. Cidden uzaklaşalım biraz.
Paris'ten NY'a Londra'ya ve değişen kıyafetler, tarzlar, algılar... Sadece leopar olduğu için koydum resmi. Sağdaki olmaz da soldakinin elbisesi gayet başarılı. Sağdaki ise garip işte, bilindik leopar deseni zorluğu bu. Hiç kötü,  olmamış tarafı yok ama olmamış işte. Öbürü ise daha bir tiril tiril sakin yaz elbisesi gibi. 
 
Elbiseyi çok beğensem de kimseler pek beğenmemiş. Viktor and Rolf bir tasarım için fazlasıyla giyilebilir, gündelik hayatta sorunsuzca sokağa çıkılabilir bir elbise. Androjin olmadığı gibi, kadınsı bile sayılabilir kesimi, süsleri, rengi. Bayağı güzel.
Off...Şirin, antipatik Amélie tipli kızlar leopar desenli kıyafetler giymesinler, komik duruyor.
Çiçek deseni ile sorunum var. Ki çok güzel bir Ungaro çicek desenli saten kumaşa yaptırdığım ancak giymenin bir türlü kısmet olmadığı elbisem de var ama işte (acı ile b. ve t.'nin çeşme'deki düğününde giyemediğimi, başıma geleni hatırlarım hala.) ...Bir şekilde çiçekli ve puantiyeli desenler benlik değil. Bak, çizgili olur ama. Çizgili, marin her şey olur ama her şey ...Kızlara geri dönersek; belki ortadaki suratsız olan. Ama o kırmızı ruj o kadar fazla ki. Sağdaki korkunç varoş kaşlıyı, sütyensiz elbisenin duruşunu görebilecek durumda değilim, o kadar kötü. Soldaki de iyi aile kızı, Allah sevdiğine bağışlasın, kaynanası çok sevsin...O kadar sıradan!
Belki Cate Blanchett  kendisinin kişisel kıyafet tarihinde böylesine kötü bir kıyafetle ilk defa ortalıklarda. Balenciaga. Bayağı kötü bir kıyafet; bir tarafı uzun bir tarafı drape gibi, hem pembe hem çiçekli hem tafta filan...Off...

Allah'tan hayatta Kate Moss var da tarz sahibi insanların varlığını anımsatıyor. Saint Laurent elbisenin kendisi güzel, ceketi güzel, saçları güzel. Ha başkası giyse böyle güzel olur mu? Hiç sanmıyorum ama işte aradaki fark da bu.

İşte fark...Tarz sahibi olanla takipçisi arasındaki fark iki resimde de görülüyor. Şimdi o pijama mı? Geçen yıllarda vardı böyle bir hadise anlaşılan yine var. Nasıl kötü, nasıl zorlama! Hele o çanta. Cidden aynanın önünde çalışılmış bu kıyafetle bu poza da olmamış işte.

Soldaki Sting 'in antipatik karısı olup hiç ilgimi çekmese de sağdaki yakın zamanlarda hayata veda eden ressam Lucian Freud 'un kızı Bella Freud. Beyaz elbiseleri zaten çok beğeniyorum ve her ikisi de oldukça güzel. Burada güzel olmayan tek şey Sting'in karısının donuk ve gergin elmacık kemikleri çıkık dolgulu karısının yüzü.
Hem hipster hem lezbiyen hem anne hem başarılı ve zengin iş kadını...Herkesin tanışmak istediği insanlar listesinde ilk sıralarda. Tarzını beğenip beğenmemek tamamen kişisel bir şey ama tarz denilen şey de beğenilerin istikrarından geliyor biraz da. O halde tamamdır; beğen beğenme ama istikrar tamamdır. Biter gider ve geri dönüş başlar.

Breathe- Respire, III

... yeşile yatmak, yeşile uyanmak, yeşile gitmek, yeşili düşlemek, yeşile yatmak, yeşile yatmak mutluluğu ...

#8 'in önündeki koca ağacı zaten bir ben, bir de o seviyormuş. Diğer herkes "şunu kessen manzaran daha da güzel olur" diyormuş. Oysa yeşile bakmak, yeşile uyanmak diye bir şey var. Varmış. Önce farklı hanelerde sonra ise bir hanede. Oluvermiş. Olması gerektiği gibi, olması gereken zamanda.  

Thursday, July 25, 2013

Gereksiz # 9

Gereksiz #9 : şeref listesi 

 Türkiye'deki birçok insan gereksiz bu hayatta. Yalnız Türkiye'deki değil dünya üzerindeki birçok mühim (!) isim her nefes alışlarında bizlerin hayatlarından da çalıyorlar, vaktimizi, gündeliğimizi işgal ediyorlar. Ancak dünya işleri büyük ve kudretli insanların işi olduğu için, kişinin kendi çöplüğünden başlaması herhalde daha anlamlı olur. Güzel bir temizlik için. Şöyle sağlam bir ruh temizliği gibi mesela. Gereksiz ama büyük (!) isimlerin kendi  vicdan temizliklerini ise zaten geçiyorum; yaşlandıklarında içlerindeki çirkinliğin yüzlerine yansıdığı günlerde karşılaşmayı bekliyorum...Muhtemelen bu sefer  gelecek de çok uzun sürmeyebilir, Althusser bizi yanıltabilir bu sefer.


1) Şafak Sezer- Elbette hakkında yazmanın müthiş gereksiz olduğu insanlardan ama işte ne yazık ki kendisi sürekli "bana bakın ilgi gösterin" diye çırpınıyor. Yine benim talihsiz hayatımdan örnek ama ne yazık ki zamanında, sanki buraya da yazmıştım ama hatırlamıyorum, bir televizyon kanal açılışında görmüştüm bunu-yine ne yazık ki-. Servis yapan garsonlardan bir tanesini çağırmış, garson tabağı ona doğru sabit bir şekilde tutarken o da sanki masaya uzanır gibi uzanarak garsonun kendisi için tuttuğu tabaktan yemeğini yemişti. Haliyle bu kadar çirkin bir görüntüyü yakından görmenin ne kadar mide kaldırıcı bir deneyim olduğunu geçip son günlerdeki zavallı haline doğal olarak zerre şaşırmıyorum, sadece varlığının gereksizliğine inancım artıyor.


2) Okan Bayülgen- Seveni, beğeneni, geceleri izleyeni (ki benim için 2006 yazı boyunca etrafımdakilerin hanelerinde gördüğüm şaşırdığım) bol olsa da, yıllar geçtikçe garip bir şekilde artsa da ilk çıktığı günden bugüne değin, değil takdir etmek ilgilenmek takip alanıma dahi girmiş değil. Elbette kendisi ile iletişim kanalları gereği karşılaşıyorum ama bayağı bayağı umrumda değil. . Hal bu olunca da kendisini panpa (biliyorum iğrenç ama son günlerde ağzıma takılan laf bu ne yazık ki. ama evet, kesinlikle feci bir laf, # 8 filan afallayıp bakakalıyor her söylediğimde) olarak görüp "Okan" diye çağıranları geçiyorum ama en çok da onun çok akıllı, çok kool, çok asi, çok bilgili, çok kendine güvenli olduğunu düşünenlere ise yarılarak gülüyorum. Frankofoni gazıyla kurguladığı romantik kısa boylu çirkin ama yetenekli erkek  Serge Gainsbourg hayalini Doğan Apartmanı'nda yine kendisini "kudretli kocam" olarak nitelendiren karısı ile gerçekleştirmeye çalışsa da, kopya olan hep kopya kalırmış, sakilliğe devam edermiş. Yani hayatta gerçekten asi olmak, farklı olmak, tavırda sergilemek, hayatta bir duruş sahibi olmak davet edildiği üniversite konferansında sigara içme yasağını delmek, kendisini uyaran öğrenciyi de uyarmak ile olmuyormuş. Hele hele öyle romantik hallerde parka gidip de bebelere kitap okuyarak hayat dersi vermek ile hiç olmuyormuş. Böyle ele alırmışsın işte. Yok "hava güzelmiş de gençlerin yapacak başka işi yokmuş da,ailemi tehdit ediyorlarmış da...". Ninni gibi geliyor resmen, uzaktan uzaktan bir tını misali... Uyutuyor ama bir yandan da sussa da daha fazla insanlar acımasa kendisine diye düşündürüyor. Evet ya, birine karşı hissedilen duyguların en kötüsü acımak ve kayıtsızlık. Gri bir şey! Ne kırmızı, ne mavi, ne yeşil, ne Johnny Cash koolluğunu yansıtan "siyah" yahut o çok hayran olunan "ak". Sadece gri. Öyle kaykaycı kapüşonlusu grisi filan elbette değil, bildiğin sönük insanlar grisi gri. Bürokrat, devlet memuru, şakşakçı, çanta taşıyan, kurdele kesimlerinde makasın durduğu gümüş tepsiyi tutan, kalabalık açıkhava toplantılarında kabine/gençlik kolları yoklamasından kaçamayan tiplerin giydiği griden. Once a loser, always a loser....

Bu içinde bulunduğumuz yaz günleri, Gezi günleri bizlere hayatlarımızdaki insanların, şirketlerin, tanıdıkların yani beraber vakit geçirdiklerimize dair kimin kim olduğunu göstermedi mi? Peki bu da şahane bir deneyim değil mi? Üzülmeye hiç gerek yok. Aynen biten aşk ilişkileri, arkadaşlıklar, iş bağlantıları, ev kontratları gibi. Gerçek olsun tam olsun benim olsun. Gerisini istiyorsan sen al, benden sana hediye ama benden uzakta. 



Dream on # 5

Kavga etmiş olarak uyanmak ne kadar boktan bir şey. Özellikle de sabahları erken uyanan, mutlu uyanan, şu hayatta early bird olanlar için. Gündelik yaşamda kavga etmek, kavgacı insan tripleri, kavgacı sinirli insanın gündelik hayattaki varlığı, ağızdan tükürükler çıkararak konuşmalar, "bak, kavga ederim hiç acımam" gözdağı ile hareket etmek filan zaten tahammülümü zorlayan, nefret ettiğim şeyler iken bir de rüyamdan kavga etmiş olarak uyanmak, üstüne üstlük uyanır uyanmaz bunu hatırlamak iyice can sıkıcı bir durum. Ehh... Sıkıldım ama. Varlığından da, aptallığından da, içi boş özgüveninden de, acıklı gösterişinden de. Ne bitmeyen sevgiymiş ya, bozuk plak gibi aynı şeylerle hep karşıma çıkıyor. Ayrılsak da beraberiz resmen ya ! Off şiştim!

Wednesday, July 24, 2013

Mira

gece 22, rey 'den "geliyormuş, hadi çık evden" telefonu, hazırlanırken soon-to-be new dad i.'den "gelmeyin, kimseyi istemiyor, haber vereceğim" bilgisi ile evde kalış, 1 saat sonra ise "doğdu! hadi koş!" ile gelen mutluluk, güllüoğlu bohçası, insanın aklını alan o bohça denilen şey, kalabalık, deli gibi yorgun ama bir o kadar rahat idila, çok çok ufak mira, bir anda yeşilköy hali, bir o kadar rahat # 8 hali, herkes, uzun zamandır hissettiğim büyük mutluluk,büyük sahiplenme, büyük teyze hali, "tamamdır; her şey aynı ve hiçbir şey aynı değil, sadece daha ilerde". bir şekilde olması gereken olmuş, zaman denilen şeyin içerisinde yaşanmış ve bugüne gelinmiş yani " her şey yerini bulmuş, süreçler, yaşanması gerekenler, göz kamaşmaları yaşanmış  ve hiçbir şey aynı olmadığı gibi bir şekilde ise yerli yerinde oturmuş".    

Karnı burnunda olmasına rağmen D. aka Louboutin'in gerek kınasına, gerek gündüz nikahına katılan, en az bizim kadar eğlenen, işe gitmeye devam eden, gayet sakin bir şekilde doğumu bekleyen, doktoru "ben tatile çıkıyorum sen merak etme dönünce doğururuz" diyen ve nihayetinde dün yine işe gidip dönerken "galiba geliyor" deyip, direksiyonu hastaneye çevirip otoparkına arabayı sakince parkedip, doğuma giren ve ağrılar sancılar falan fişmekan derken işte 1 saat içerisinde doğuran İdila. Ve Mira. Kahramanım aynı zamanda kendisi. Konuşmuştuk; kişi nasıl oluyorsa çocuk da, hayat da öyle oluyor demiştik. Eh işte, pıt diye çıktı işte. Hem normal, hem de epidural olmadan, olamadan. Bu da varmış. Olabiliyormuş. Artık olmadığını düşünüyordum ama doğal olan da mevcutmuş hatta ilk günler dadısız bile geçebilecekmiş. Gerçekten gülümseyerek yazıyorum. Değil gülümsemek, aptal bir mutluluk sırıtışıyla hem de.

tiffany's. acilen.


Tuesday, July 23, 2013

Benzeyene

"Kimse benzemez sana" gibi herkesin bayıldığı, bütün kızların kendisine söylendiğini düşünüp çok farklı insanlar olduklarına kanaat getirdikleri benim de elbette benim tahammülümü zorlayan hiç de güzel gelmeyen şarkı başlığı ile girişmeyeceğim (grubu da şarkıyı da... kapıdan sokmam). Bir şekilde herkesin benzeyeni öyle veya böyle vardır dünyada. Kabullenmek lazım.

G.G. göndermiş. İlk anda gördüğümde sana çok benzettim demiş. O ilk resimde benzetmiş ben ise ikincide. Daha zibidi, daha sersem gözüken yani. Elbette kendimi o sahnede düşündüm ve yine o simidin içinde ne kadar gerzek görüneceğimi filan; bayıldım!


Marilyn Monroe. Nedense hep ayrı güzel ayrı bir yerde.


Sunday, July 21, 2013

Never on sunday # 10

mayıs sonu itibariyle girilen gezi süreci neticesiyle yaz başından beri gelen belki de ilk never on sunday gibi never on sunday yazısı, tam olmasa da "kinda" never on sunday duygusu; cuma sabahından gelen yüksel hanım ve çat çat çat pat pat pat diye patlayanlar, yakanlar, batanlar, fışkıranlar, gönderilenler, çağrılanlar, hafifletenler, "tamam gitti işte" diye hissettirenler, tebessümler, sakinlik derken cuma akşamı ile gidilen yaz aşkım s. ve kendisinin şahane finlandiya macerasının başlangıcı, hiçbir şeyin aynı kalmadığının göstergesi gibi olan geleneksel yemek mönüsü olan "nerede et nerede fast food" çılgınlığına "her şeyin başı sağlık" deyip eve dönüş, anlaşamamazlık, ifade edememezlik derken yine de kendiliğinden gelen bir garip huzur; bir o kadar garip sayılabilecek ama oldukça iyi bir cumartesi hali, yorgun savaşçı gibi olan # 8, nicedir istenilen ama işte popüler olmasın, yalan olmasın, manasız romantik yazıları paylaşan kadın triplerinden olmasın diye aranan ama bir türlü bulunamayan olan reiki1, varolduğunu bildiğim ama işte belli sebeplerler zerre ilgilenmediğim enerjinin sıcaklığının karşımdakinin neredeyse elini yakması, "bunu iyi değerlendirin az bulunur" nasihatı üzerine suyun akması gerektiği gibi aktığı bir cumartesi gecesi, neredeyse bir ramazan eğlencesi; ve beklenen sakin pazar, "hırsızlık, polise ifade, gözaltına alınma, sokaklardaki barikat, yüreğin toplumsal olaylara sıkışması gibi herhangi bir istisnai durum olmadan yaşanan bir pazar günü, never on sunday gibi, tam olmasa da işte kinda, biraz temizlik, ruh temizliği, ev temizliği, kaykay vs derken geçip giden haftasonu. su olması gerektiği gibi akıyor. ara ara tıkansa da olması gerektiği gibi akıyor işte, en doğal haliyle yani istenildiği gibi. hallelujah!  

p.s. her şeye rağmen insanoğluna dair merakım dinmeden sürüyor: "bu reiki meiki harika bir şey, mucizevi bir hadise" diye oradan oraya gidenler, takip edenler konuşanlar, insan ilişkilerinde, iletişim becerisinde karşısındakine ahkam kesenler neden hala gergin ve bir o kadar mış gibiler? insana belli bir hafifliğin, başka bir algılama, hayatı kabullenme halinin, dinginliğinin gelmesi gerekmiyor mu? benim anladığım gerekiyor zaten amaç da bu. peki tüm bu takiplere, gidilen seanslara rağmen süregelen bencillik neden ki? acaba bilirkişi olmadan kişinin önce içtekini, kend olan sorunu halletmeleri mi gerekiyor? ya da hiç laf etmeyeceksin, hayat dersi vermeyeceksin böylece en azından rengin belli olmayacak.

Saturday, July 20, 2013

- 4 : Leyla Erbil

Daha da geçen gün Tribün Çocukları ile konuşmuştuk masada. Boğaziçi Şıngır Mıngır derken, Şule Gürbüz zarafetine ve üslubuna hayranlık derken, büyük proje insanlar listesindenben küçük cümlelerin kadını olamam Perihan Mağden" derken ...
Elif Şafak derken, "

- 4 Leyla Erbil 'miş. Kalsın burada artık, bu yıl giden çok oldu. Duralım bir süre...


Friday, July 19, 2013

Arada yaşananlar, III

              this is manhattanhenge...yılda iki kere oluyor. arada yani!

Demek "arada yaşananlar " veya  "arada yaşamak" diye  bir durum varmış, demek bazen olayların gidişatı "arada yaşanan" birçok hadiseyi de beraberinde getiriyormuş; acarkent gibi dünyanın bir ucundaki kına gecesinden ellerin içine yakılmış kına ile çıkıp da kadim dostum sekvotka'nın bir cumartesi gecesi manasız ve zorbalıkla gözaltına alınışına gitmek varmış, telefonunun çantada kaldığı 40 dakikada dünyanın mesajının aramasının gerçekleşmesi varmış, telaş, heyecan, kıpırdamak- kıpırdamamak, mesaj beklemek gel-gelme, git-gitme derken her şeyin yoluna girmesi, bir şekilde rahatlama, nisbeten sakin pazar ama never on sunday hafifliğinden uzak bir pazar, zaten ramazan zaten kaput, ağırlık hali, haftaya ağır başlayış, sporu tamamen unutmak, gel-gitli haller gibi, "aman gelmesinler" çabası, yüreğimdeki yeşilköy günleri üzerinden bugün yeşilköy çıkışlı mutlu günlere geri dönüş, artık doğuma günler sayan i.k. & geri dönen rey. , tiffany gümüş kaşığı vermek için duyduğum büyük heyecan, benzer heyecanlara dair olarak da hayatın içindekilere dair neredeyse duygularımı tek cümle ile ifadesini çoktan yapmış olan halit ayarcı gibi "ben aldandığımı anladım" halini kabul edişimin daimi mutluluğu, hafifliği ve huzuru; okul halledişleri, yaz aşkım s.; hafta ortası tribün çocukları ile tesadufi buluşma eğlence, chianti, vs derken şak diye karşımıza çıkan mehmet tez ve beraberinde gelen yanlış anlamanın kahkahaları; benzer 2012 fantastikliğini yaşadığımız d. aka louboutin'nin bodrum'daki düğün öncesi ıhlamur'daki nikahı, güzel "gündüz gelinliği", ortancalarla dolu bir bahçenin keyfi, cici'nin bombaları, i.k. 'nın zorunlu birkenstock tercihini kıskanma ile ayakların arnavut kaldırımlı bahçede bitmesi, mutlu gelin ile damat, dışı değil de içi parlayan damat, "tamamdır, oldu bu iş" damat, cidden "tamamdır" gelin ve damat hali, her şeyin olması gereken zamanında olmasının güzelliği,  d. 'nin aynen beklediğim gibi aynen kolundaki söküğe rağmen üzerinden çıkartmadığı güzel ralph lauren ceketi gibi varoş olmayan aksine babaanne mütevazılığı taşıyan yüzüği ile bir kez daha yeni evli-evlilerin parmaklarına çekilen dikkatim ve genç genç insanların korkunç çirkinlikteki (ama tabii bir o kadar pahalı) tek taşları, o parmaklara, o sözde genç yaşam tarzlarına yakışmayan bir anda abuk bir hierarşi varmışcasına sınıf atlattığı düşünülen "pahalı" ve bir o kadar "sıradan" yüzükler, "aman allah bunları parmağıma takmaktan korusun"u düşündüren yüzükler, her zamanki gibi veremediğim pozlar, çirkin çıktığım çirkin fotoğraf kareleri derken...

anlamakta zorlandığım insan halleri, "ben öyle sevmiyorum" davranışları, ve gerçekten anlamakta zorlandığım insan halleri, bir o kadar anlamakta zorlandığım darth vader kavgası, zerre kaale almadığım düşünceleri ile düştüğü acizliğini beyanlarına yansıtmış  başbakanına ölmeye hazır bir yiğit bulut, yine bir o kadar zerre kaale almadığım müktedir insan beyanları ve gülünçlükleri, geri alınan fahri akademik sıfatlar, helal kan helal doktor derken asıl meselenin helal para ve o helal paranın elbette helal insanlara akması filan derken cidden çok da fifi ... eeeeh... hiçbir şey artık eskisi gibi değil. ne toplumsal ne de kişisel hayatta...

   






Friday, July 12, 2013

Yüzyıllardır değişmeyen " yalama, yandaş olma, yalancı olma" hadisesi

Oraya çıktık; hendeğin dibinde insanlar vardı pisliğe gömülmüşlerdi belli ki pislik keneflerden cekilmisti. Gözlerimle tararken hendegin dibini birini gördüm öyle boka bulanmıştı ki başı anlayamadim din adami olup olmadığını.

Bağırdı bana doğru "ötekilere değil de niçin bana bakıyorsun bunca dikkatle?"


Dedim ki "Belleğim yaniltmiyorsa beni saçlarin kuruyken de görmüştüm seni: Lucca'li Alessio Interminei'sin sen; ötekilere değil de sana bakma nedenim bu".


Bunun üzerine ellerini başına vurdu: "El etek öptüğüm için pisliğe gömdüler beni, dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi"...


Dante, Cehennem, XVIII. Kanto

Sunday, July 7, 2013

Never on sunday: arada yaşananlar, part 2

Ne kadar çok şey varmış arada yaşanan da ancak yazılıyormuş ...

tatili dönüşü sendromu, evin rahatsız eden dağınıklığı, pisliği, temizlik gününün beklenişi, her türlü bekleyiş, bitmeyen bekleyiş, beklerken aşağı kapıya dayanan hırsız, apartmandaki hırsız telaşı, aynı daireye aynı kişinin oturduğu eve ikinci kez giren hırsız, fantastik tanışma, giden kaykay ve macallan üzerinden hırsızın kalitesi, olayı uzaktan kumanda ve beraber halletme halleri, ne var ki polis ile bitmeyen münasebet, gelen telefon, "ifade vermeye bir buyrun lütfen" konuşması, gayrettepe cuma sabahı, gayet rahat durumlar, koskoca büyük yapımcı, efsane televizyon insanı, yüce şahsiyet fatih aksoy'un yemeyip içmeyip hakkında girilen entrylere takıp şikayette bulunması, koskoca bir cuma sabahımın bu manasız insanın manasız şikayetine verdiğim ifade ile geçmesi, kendisi ile büyük dalga geçmem, küçük işlerle uğraşan büyük beyefendi ile herkesin dalga geçmesi, ilk defa # 8'den duyup da kendime de uyarladığım "ne ile uğraşırsan osun" lafının hep kafamda çınlaması, avukata verilecek gereksiz danışma parası, biraz okul, biraz tez, biraz bile kennedy, cumartesi oldu kaldı geriye -2, boş sokaklar, r., ailecek r., temsili cumartesi yemeği, vira vira, h.& u., g.g., çok sevdiğim ve artık her gördüğümde "kim klon kim orijinal" diyekonuştuğumuz m., yine patlayan olaylar, yine ortaya çıkan pislikler, yine insanın tahammülünü zorlayan haller ve bekleyişin son saatleri...

*** bomba, bomba, bomba, bomba*** şok, şok, şok, şok***

p.s. rothko değil mi o tablo? 

#direnbekleyiş  
#direnvuslat
#direnten
#direnyol
#direnmotor
#direnkarnıyarık

Monday, July 1, 2013

Dream on # 4

isyan günleri olsa da hayatın devam eden süreci, tatil, iassos, j.a., easy rider # 8, deniz, deniz, deniz, yemek yemek yemek, karnıyarık, midye dolması, balık ve türevleri, bütün tatilin polisiye romanlarda, viking ve ege mitolojisinde geçmesi, yasak tevrat,tom egeland , agatha christie, ardarda star wars, no fight no light, biten yarı tatil ile beklemenin devamı, denizden dönüş, kızılın sarıya dönüşen hali vs derken her şeyden öte bütün tatil süresi boyunca istemdışı olarak fantastik rüyalar, dream on, önce hayaletlerle başlayan kabuslar, geçmişte sevildiği sanılan ama sevilmemiş insanlarının-hayaletlerinin- rüyalardaki kendi gösterme halleri, gerçekliğe yakınlıkları, kabus ve nihayetinde bitmeleri ile gelen tanıdıklar, sevilenler, sevilmeyenler, beraber vakit geçirilenler, geçirilmeyenler, beautiful people, axl, erdoğan falan filan. her şeyiyle fantastikler geçidi olarak dream on, yazılmayı hak eden bir dream on ve eve dönüş ve yaşama dönüş ve hayatın deniz kıyısında olmayan haline geri dönüş. 

#direnbekleyiş
#direnapartman
#direna&a.
#direnhawaiikılıkları
#direngeceyarısısohbetleri
#diren#easyrider
#direnanotherstar