Showing posts with label Fantastiik. Show all posts
Showing posts with label Fantastiik. Show all posts

Wednesday, January 31, 2018

Cool in the air ...


Bir şeyler hafif olmalı değil mi? 

Hafifliğe, keyife, mutluluğa, sevinçlere ihtiyacımız var. 

Müzik... Evet, kesinlikle.
Edebiyat...Net, kesinlikle. 

Ha evet, gerzek "All You Need Is Love" durumu değil belki ama yine de biraz kıymet, biraz saygı, biraz özen her şeyi daha kolaylaştırabilir. 

Monday, January 1, 2018

31 Aralık

Güzellikler, mutlu, sağlıklı günler dileyelim mi? Neden olmasın? Zaten bok çukurundayız belki şans güler bize. 

P.S. Bir tane sığır var (tabii ülke o kadar zengin ki, sayıları binlerle ifade edilir de bu yine biraz ilginç), çıkmış evin damına Noel Baba'yı bekliyormuş. Beklemek yetmiyormuş, gelince de "imana gel" diyecekmiş... Benim bir dileğim daha var; oksijen israfı olan bazı insanlar mümkünse en kısa zamanda dünya üzerinden silinsinler, ölüp gitsinler. 

P.S. (2) Yine bu sığırlara inat gayet güzel eğlendim. Hem de beklenmedik şekilde. Güzel de içtim. Ohhh. Daha ne? 



 

Sunday, December 24, 2017

Vol. - X ( veya hatırlanamayan)





Muhtemelen 10 yıl oldu ilk partiden bu yana. Ve o günden beri neler neler değişti, evrildi veya sonlandı. Bu yılki de efsane şekilde yaşandı bitti. Yani biz yine yeni yıla girdik. Şimdi ayın 31'inde tüm dünya ile bir kez daha girmemiz gerekiyor ama bizim cephede her sene olduğu gibi pre-yılbaşı partisi her türlü kalabalığı, eğlencesi, coşkusu, mutluluğu, diskosu, müziği, şampanyası ve tabii leşliği ile gerçekleşti...

Mutluyuz, gururluyuz, canım İstanbul'un parti günü saat 3'te başlayan ve ertesi gün yine öğleden sonra 3'e kadar yani 24 saat süren su kesintisine her şey olabileceğinin en iyisiydi. 

# Mutluluk... Şurası kesin ki bu yıl, 2016'nın iğrençliğinden pisliğinden sonra insanlar nisbeten daha hafif, daha keyifli daha umutlu daha mutluydu. Hemen herkesin hissiyati bu yönde bu çizgide olunca ortaya çıkan da mutluluk oluyor. 

# Payet... Zorunlu hiç değildi ama isteyene Studio 54'e gider gibi gelsin demiştim. Elbette kızlar için eğlenceli oldu, şahane oldu. İyi ki oldu. 

Evet, mümkünse yenisi bugünleri aradığımız değil, aydınlığın güzelliğin yılı olsun.... Şampanya hep olsun. 

Not: Her yerde Moet&Chandon fotoları paylaşımları var da, Moet bildiğin vasat bir şampanya. Bayağı sıradan. Onu içeceğine iyi bir Venedik prosecco'su iç daha iyi. Daha lezzetli, daha anlamlı daha ucuz. Ama Veuve-Clicquot, Louis Roederer (ki malum Cristal bu markanın), Ruinart, Dom Perignon gibi markaları mümkünse hep içelim, hep içme fırsatı bulalım.


Wednesday, December 20, 2017

Nefes Aldıran Haftasonu




kış çocuğu olmak vs yaz çocuğu olmak...

Arada kesin belirgin farklar var ama yine de çok ehemmiyet göstermemek lazım. 

Manasız bir kış çocuğu (ki Allah'tan ocak-şubat doğumlu değil) hatta Şeb-i Arus çocuğu olan #8 ile beraber gelen komik doğumgünü eğlence paketi.

Pazar gününe denk düşen bir doğumgünü günü ile yemeğin haliyle cumartesine alınışı, taaa Etiler'deki adını unuttuğum (ama yemeklerini merak ettiğim) İtalyan lokantasından bildiğimiz sevdiğimiz evimizde hissettiğimiz Cavit'e dönüş, akabinde eller havaya insanı T'nin mekanı Nan'a uğrayış, yağmur, sortie nocturne deyip doğumgünü ile hiç sabah insanı olmayan #8 ile brunch ve tabii Star Wars, patlamış mısır ile özel hazırlanmış doğumgünü eğlence paketinin sonu...

# Brunch denilen şey zor iş...Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada brunch, kahvaltı filan uğraştırıcı işler, beklemeli, rezervasyonlu, sıraya girmeli işler. Man Repeller'da bile NY'taki brunch sendromu yazılmış. Bizde de bence en komiği özellikle yazın Nişantaşı'ndaki o bazlama mı ne, onu yapan mekanın önünden caddenin başına kadar giden kuyruk mesela. İnanamıyorum resmen. En komiği de taksi şoförlerinin her seferinde "ya hanımefendi burada ne var ne zaman geçsem kuyruk, ne ki burası?" diye sorması. Gerçekten de "bazlama ne?" mesela? Veya "serpme kahvaltı", "Van kahvaltısı" nedir bunlar? Nereden türüyor, ürüyor bir de bilinmeyince "garipseniyor". Efsane ülke Türkiye, her şeyin olduğu ama hiçbir şeyin tam olmadığı ülke... Brunch'a geri dönersek de eğlence paketinin parçası olarak Star Wars'a yakın yer olsun diye aranınca ve mevsimlerden kış olunca eldeki tabii otel brunch'ı oluyor. Güzel miydi? Evet. İstisnai miydi? Hayır. Mutlu olundu mu? Evet. Eğlenildi mi? Evet. Son görüş: yani gitsem de olur gitmesem de olur ama sınırsız sushi ve istridye yemek için gidilir. Yoksa türk usulü kahvaltı için manasız, gerekiz ve pahalı. Ama evet, sushi ve istridye için olur ki sanıyorum çay içmeyen, beyaz peynir yemeyen, çiğ istridye peşinde dolaşan bir ben, bir de birkaç avrupalı turist ile uzak doğulu bakıcıydık. Onun dışında herkes sucuk beyaz peynir poğaça çay gelenekselliğine bir de ocaklarda pişen muhtelif kırmızı etleri ekliyordu. 
Brunch'ı bir yana bırakırsak, bir de çıktığı her yurtdışı seyahatinde ettiği kahvaltıdan söylenerek ayrılan, "aç kaldığını" söyleyen Türkler var değil mi? Hayır, bir insan beyaz peynir domates zeytine ne kadar yapışık olabilir? Bu kadar mı dar hayatlar? Allahım hatırlıyorum İtalya'daki otelin kahvaltısı salonunda "bu tip kahvaltıyı hiç sevmediğini neden çay beyaz peynir olmadığını anlamadığını" söylenişini, benim ruhumun çekilişini filan...Ahhhhh... bir kez daha düşününce ürperdim. 

# Star Wars... Laf eden çok etmiş de ben etmedim. Hayran olarak ben pek beğendim. Ayrıca manasız anlam yüklemelerden, romantikliklerden kurtuluş da şahane olmuş. 

# Irréversible... Güzel ama zor film. Belki anlatmak istediği vermek istediği mesaj, filmin rahatsız edici insanı zorlayan sahnelerinin arasında kaynıyor. Ve tabii tersten seyredince düşününce daha farklı seyrediliyor, daha güzel oluyor.  Ayrıca eski de film artık; nereden baksak 15 yıl geçmiş. 15 yılda neler oldu neler? Belki de en dramatiği filmde başrollerdeki Monica Bellucci ile Vincent Cassel'in çoktan boşanmış oldukları. Gaspar Noé de yani iyi ama çok zorlayıcı bir yönetmen. Gerçi bugünlerde sanıyorum daha minnoş filmler çekiyor da o manasız Seul Contre Tous filmini Strasbourg'dayken seyrettiğimi hatırlıyorum da...Aman yarabbim, bu kadar mı gereksiz zorlama olur?

Sunday, May 28, 2017

Cuma "Cannes" Eğlencesi

Elbette bugünün cuma olmadığının farkında olmadığını bilmekle beraber "canım isterse yaparım, canım istemezse yapmam" mottosunu bir şekilde hayata uydurmanın fena olmadığı kanaatindeyim. 40 yılda bir yıllar sonra içimden Cuma Eğlencesi yazmak gelmiş, Pazar da yazarım, Salı da. Hem ayrıca artık 40 yaşında olmanın getirdiği bir eğlenceli hal var; oooo her yerde kullanıyorum bu "40 yaş ayağını". 

O yüzden bebeğim, hazır kanayan dünyaya, ülkeye rağmen, içimde bir eğlence kıpırtısı olmuş neden olmasın, hazır Cannes da bitiyor bugün, o halde 40'larının sonlarında Eva bir şey gelsin. 

Cannes sadece filmlerin değil, bu AMFAR gibi galaların veya L'Oreal gibi sponsorların kendini gösterme yeri. Eva da L'Oreal reklam yıldızı olarak gitmiş de nedense bir türlü giyinememiş. O kıyafet, o ruj hiçbir şekilde olmamış kendisinde. Ama saçları iyidir herhalde diye düşünüyorum, L'Oreal bir şekilde yapmıştır artık ama o kıyafet o bünyene nayn bebeğim. L'Oreal demişken neredeyse 10 yıl önce orada yönetici bir kadın ile tanışmıştım tam Efsane ile ayrılmışken, o da meğer kendi yakın arkadaşını Efsane'ye ayarlıyormuş. Olur öyle şeyler gayet normal de çok gülmüştüm. Meğer garip garip beni takip ediyorlarmış filan. O zaman bir de öyle takip için Instagram filan yok, Facebook bile Türkiye'ye henüz uğramamış, işte bir şekilde buluyorlarmış yolunu. Bayağı komikti. Michel'li bir kızdı, adını tipini hiçbir şekilde hatırlamasam da Michel'li olduğunu hatırlıyorum. Velhasıl L'Oreal markası beni pek güldürür.





Offf...Sıkıcı Almanlardan Diane Kruger. Amerikalı kocasından da ayrıldı, Fatih Akın'nın filminde oynamış filan Cannes da Alexander McQueen elbisesi ile tasarımcı Jason Wu ile poz vermiş de elbise o kadar kötü ki bu fotodan anlaşılmaması ciddi bir şans. Efendim, giydiği elbise değil, uzun ve yamuk bir tuniğin içinden çıkan oversize bir pantalon... Facia...Bir de püskülleri tüyleri filan da var. Oy ki oy ... Keşke yanındaki Jason Wu'dan bir şeyler giyseydi...

Üzülerek güzeller güzeli Coco Rocha 'nın yeni kestirdiği kısa saçlarıyla müthiş çirkin olduğunu söylemek durumundayım. Hani ben ki kısa saça tav, kısa saç hayranı bir insanım, şu an uzamış saçlarımı kestirmemek için zor tutuyorum kendimi, gerçekten yazık etmiş güzelliğine. Ve bir de o kadar kötü bir kesim ki... Siyaha da boyamış. Yalnız sanıyorum ki bu biraz o platin beyaz boyanın cazibesine kapılıp sonrasında saçları eline almakla ilgili de bir durum. Saçını bu fantastik güzellikteki renge boyatan herkes bir eline alıyor saçları ve kestirmek durumunda kalıyor. Ama kendisi güzel bir insan.



Ooooooo... İşte giyinebilenler, götüne güvenenler böyle giyinsin....Hele o Anja Rubik...Aman yarabbim, ne kadar müthiş olmuş (saçını filan daha güzel yapabilirdi ama elbisesinin bacaklarının muhteşemliğine sallarım kendisini). Yorumsuzum o kadar güzel...

Hah işte overrated kızlardan...Ha belki kendisinin böyle mankenlik bilmem ne gibi kaygıları yoktur ama bilmiyorum, pek öyle durmuyor da kestirmek zorunda kaldığı saçlarıyla tek kelimeyle facia...Benim teorim yine bu platin-beyaz saç rengi yüzünden bu ingiliz socialite Cara ve kankası Kristen Steward saçlarını kısacıktan da öte bir vaziyette kestirmek zorunda kalıyorlar. Elbise de olmamış, kendi de olmamış, o rujun rengi hiç olmamış. Bir nevi epic fail de celebrity olunca kurtarıyorsun paçayı. 

Anoreksik evlat sahibi anoreksik Donatella Versace, Black don't crack lafının yaşayan örneği Naomi Campbell, boktan oyunculuğu ve ultra antipatikliği ile her tarafta gözüken, manasız hareketler yapan adını unuttuğum koca burunlu oyuncu ve yıllardır film çekmeyen, çektiklerinde ise sıradanlıktan ileriye gidemeyen Ben Affleck ile bir türlü boşanamayan yine adını unuttuğum kadın oyuncu. Hepsi "celebrity sıradanlığı" içerisinde yani çok pahalı markaların elbiseleri üzerinde bir bok yapamayan cinsten. Gereksizler ordusu. Ama people mı people...
Güzel ingiliz manken, beyaz tenli, kızıl Karen Elson kırmızı elbisesi içerisinde. Şimdilerde Nashville'de mi ne yaşıyor, galiba Jack White'dan da ayrılmış. Ama yine de Amerika'nın değişik bir coğrafyasında gül gibi yaşıyor.





Evet, biraz kısa bir Cuma eğlencesi ile biter gider bu sefer. Yapacak bir şey yok.  Kısa olsun ama yine de olsun diyelim...Cuma eğlencesi ruhumuza iyi gelsin, ileriye bakalım, biraz ruhumuz dinlensin.  

Bu arada canım Türkiye insanı da Cannes'a sözde çıkarma yapmış-her zamanki gibi-... Offff o kadar varoş o kadar sıradanlar ki...Yazık bir de festivalin gösterim programında değil, bu L'Oreal Moreal gibi markaların düzenlediği geceye katılan ışığı olmayan ama işte Türkiye şartlarında meşhur olan şarkıcı-türkücü-oyuncu tayfası kendisinin fotoğraflarının çekileceğini zannetmiş de almış eline oturmuş. Yemin ediyorum loser'lıkta #1 ilerliyoruz.

Sunday, May 14, 2017

Koskoca Bir 10 Yıl




Gerçekten de koskoca bir 10 yıl geçmiş hayattan...

2007'de ilk yazıların yayınlandığı bizim dükkan şaka maka 10 yaşına basmış hatta ortalamış bile. Mayıs ayı ise başka bir şey; dükkan sahibinin doğumgünü ayı (hayır, doğumgünü birleşik yazılır; windows'un otu boku kendiliğinden düzeltmesi salaklığından sonra her şey ayrı yazılmaya başlandı) . 

2007 9 Mayıs'ında 30'a basmışken, bugün 40'a... 

Şahane değil mi? Gerçekten!

Hayatın akışında değişen şeylere inanamazsın ama değişimin güzelliğine de inanamazsın. Çok acayip bir şey... Yalan değil, yaş büyüdükçe insanoğlunun gelişebilme yetisini kullanabilenler (var çünkü hala kıçının kılları ağırlamasına rağmen beyinsizce hareket edenler) sorgulamalara, gerçeklere yöneliyorlar ve muhtemelen "40" denilen rakam o yüzden insanlara ağır geliyor. "Allah'ım neler yaptım? Neler yapmadım? Nelerden sözde onu mutlu etmek için kendimi kandırarak vazgeçtim? Hayatımı mahvettim. Hayatımı bu hıyar (ve hıyarlarla) harcadım, değerimi bilmedim"... vs vs vs sorularıyla ve gerçekle yüzleşme halleriyle karşılaşınca o an artık her şey ağır geliyordur. 

Genelde hayatının büyük kısmını 3 yıl fazla 5 yıl eksik yaşıtlarıyla geçiren biri olarak bugünlerde hemen herkesin büyük sorgulamalarda olduğunu söylemem yanlış olmaz. Ben hariç... Belki biraz şans belki de bu sorgulama, ruh temizliği, aydınlanma (!) işini yaklaşık 5 yıl önce halletmiş olmam. 

Bilen biliyor; konuşurken, kimilerine bazı garip durumları, şaşırtıcı ayrılıkları, hayat seçimlerini anlatırken komik bir şekilde "aydınlandığımı (müthiş klişe ve komik olsa da var böyle bir şey bebeğim) neleri veya kimleri hayatımda istemediğimi" söylüyordum. 

Sonuç o günden bugüne getirdi. Şu meşhur lafım hatta İdila'nın her söylediğimde çok güldüğü "dün bugün, bugün de yarın" değil mi hayatın özü? 

10 yıl geçmiş bu blogda. 
10 yıl önceki değerler, inanışlar, duygular, hayatlar ve insanların bir kısmı yok artık. 

Bugün her şey yepyeni mi? Bir şekilde evet; çünkü her gün bir yenilik demek. Fakat bir yandan da hiç de değil. Sadece dün yapılan tercihler, seçilen arzular, sahip olunması istenilen ilişkiler daha gelişmiş ve aslında gerektiği gibi yaşanan, yakışan gibi ifade edilen olmuş. Hani o sarhoşluk dönemindeki boğan, boğdukça sarhoşluğa (metaforik ve gerçek) iten dar gelen gömlek hissi vardı ya, o durum tamamen değişip yerini tiril tiril bir gömlek taşıyormuş haline dönüşmüş; "tamamdır" olmuş. 

Gel gör ki tiril tirilliğe ulaşmak pek kolay değil. Ama biraz kıçı sıkarsan "hayatında neyi istediğin önce, neyi istemediğini" bilirsen ve seçimlerini yaparsan bir şekilde geliyor o ruh hali.

Ha bir de bu tiril tirillik yolunda olmaması gereken en önemli şey; "günü kurtarma operasyonu" yani kendini kandırıp "We See What We Want" hali. O işte tehlikeli çünkü herkes gerçeği görmeyip kendine göre yorumlarla abuk subuk çıkarımlarla kendi görmek ve göstermek istediği kıvama getiriyor ve öyle sunuyor. Oysa kıvama gelen hiçbir şey yok sadece sen önce kendini sonra da ötekini kandırıyorsun (ya da sanıyorsun) ve sürekli hayatının "müthiş" olduğunu dile getiriyorsun. Bir şeyi de bu kadar çok dile getirince aslında orada büyük bir eksiklik/yokluk olduğunun işaretini çoktan karşıdakine vermiş oluyorsun ama Instagram State Of Being' de like'ı aldıkça coşku da artıyor.

whatever.
  
Teknede, dükkanda artık ne boksa her şey bir şekilde yolunda. Gerçeklik de yolunda. O halde "congrats". 10 yıllık bilanço için her şey yolunda. 

P.S. Parti büyüktü...Öyle böyle değil. Ama asıl büyüklük şampanyalarda değil,  ruhundaydı, o yükselen ruh halinde. 2000 Strasbourg ruhunun kapısı 2017'den açılmış gibiydi; yüksek, afili, tiril tiril. Eksikler, hastalanıp evde yatanlar, iş gezisinde olanlar filan oldu ama tiril tiril yüksek ruh gayet bizimleydi. Daha ne?  9'unu takip eden günler ile #8 ile, J.A. & F.A. ve M.U. yenilen geleneksel yemekleri saymıyorum, mutlulukla cebe atıyorum. 

P.S. (2)  #8 ile yemekteyken uzaktan organize olmaya çalışan Virginie ve Roberto'nun efsane harketi karşısında ağlamam pek olmadı ama Allah'tan kimse görmedi, makyajım da akmadan devam edebildim. 

P.S. (3) Dore renkli elbise alıp siyah elbise ile gitmem partiye nedense manasız oldu ama dore elbisenin rengi güzel, formu çirkin. Neden aldın sorusu ise, gereksiz manasız hareketlerden biri daha. Yaşın ilerlemesi gerzekliği kimi zaman engellemiyor. 





Friday, December 30, 2016

Her şeye rağmen "parti"






Sıkıcı ve karanlık gündem, dinmeyen patlamalar, kapanmayan yaralar, bitmeyen acılar, sönmeyen yangınlar derken hiçbir şey hayatın devam etmesini engelleyemiyor, güneşin doğması ve her gün yeni bir güne başlanması ertelenemiyor... Ne yaparsak yapalım hayat devam ediyor; bebekler doğuyor, cenazeler kalkıyor, insanlar işe, çocuklar okula gidiyor ve her an her şeyin olabileceği hissiyatını bir hissedip bir unutuyoruz...

Bu boklukta eğlenmeyi, gülmeyi, hafifliği, kahkaha atmayı, tiril tiril ruh halinde yaşamayı da unutuyoruz. Unutturuluyoruz. Yüzlerimizde çirkin bir ifade ile ciddi vaziyette oturuyor, her an umudu kaybedecek şekilde oturduğumuz koltuğa tırnaklarımızı geçirerek bekliyoruz. 

whatever...

Her şeye ama her şeye rağmen bu yılki partiyi özellikle yapmak istedim. Doğru, artık iyice kalabalık, masraflı, yorucu, sağlam hazırlık gerektiren bir parti haline dönüştü ama yine de beni mutlu ediyor, insanları mutlu ediyor ama en çok da insanların mutlu olması şahane. 

Bu yıl yapmak istememin en büyük sebebi de herkesin böyle bir eğlenceye duyduğu özlemdi. Yalan değil, hepimiz biraz olsun hafiflemek, eğlenebilmek, gülmek, dans etmek, flört etmek, sarhoş olmak arzusu içerisindeyiz. O halde neden olmasın, her şeye rağmen güzel bir pre-yılbaşı partisi. En sevdiğimiz, en ihtiyacımız olan...

tam 23 aralık günü, cuma günü, büyük hazırlık, güzel yemekler, güzel içkiler, güzel kalabalık, güzel insanlar, güzel müzik, güzel ilişkiler, güzel gece, güzel parti ve biraz olsun mutluluk biraz olsun "oh be" hali... elbette mutluluğun şampanya halinin güzelliğini hep hatırlamalıyız, değil mi?

Saturday, May 21, 2016

9 Mayıs'tan geriye kalanlar ve devam edilenler




Bir şekilde harikaydı...Devamı da benzer bir şekilde hem kutlamalı, hem de hafifleticiydi. Sonuç ise, bebeğim, "tamamdır". 

Sıra ile gidilmesi gerekirse; evet gün güzel başlamış, havanın ısınmasıyla gelen ve durmaksızın öten kuşlar muşlar derken hafif, keyifli, alkollü, masajlı, yine alkollü, hediyeli, öpücüklü, sarılmalı devam etmişti.

Doğru, durmadı. Telefon da, diğer iletişim araçları da. Her biri mutlu etti, güldürdü, gerzek gerzek komik konuşmalar espriler yaptırdı. " İyiyim" hissini sabitleyiciydi sanki. 

Her türlü kutlamanın ve şahane tebriğin keyfi ile beraber bir başka keyif daha vardı ki ... "oh be" çektirmesi ile ayrılıyordu diğerlerinden. (2012'den beri) Sürüncemede kalan, ayağa neredeyse pranga gibi dolanan ve zoraki devam edilen ilişkilerin zoraki konuşmaları bu yıl yapılmadı ve böylece tamamen sonlandı. Hah, işte nihayet tamamen bitti. Gerçekten de bu harika, dümdüz ve gerçekti. En güzeli, olması gerektiği gibi. 

O yüzden 9 Mayıs bu yıl %100 keyifli, samimi ve gerçeklerden oluşuyordu. 

Ha, ardından gelen 40 gün 40 gece kutlamaları ile devam etmek gerekirse o da bir o kadar günün kendi güzelliği kadar şahaneydi...


Tuesday, February 2, 2016

Arada Yaşananlar




 Alt Başlık: Vaftiz ve ötesi


Elbette bu nadide ülkede "arada yaşananlar" sadece vaftiz veya eğlenceli şeylerden oluşmasa da pek sevgili anotherstar dükkanı için bu aralar hem eğlenceli hem dini hem keyifli hem güzel oldu.

... mayıs ayında cenevre'de konuştuğumuz gibi carlo'nun yaklaşan (daha doğrusu ilerleyen yaşı ile beraber yaklaşması gereken) vaftiz töreni ve vaftiz anneliği(m), törene katılacak herkese göre ayarlanan tarihler, nihayetinde kararlaştırılan tarih ve yer ocak 2016 strasbourg derken istanbul'da ise bitmeyen kar yağışı, iptal edilen seferler, kalkmayan uçaklar, seçilen kıyafetler, hediyelerden şişen bavul derken artık direkt uçuş yapılmayan güzeller güzeli strasbourg'a çirkin basel+navette+st louis'den tren ile varış ve elbette yıllar sonraki karşılaşmanın meşhur strasbourg yağmuru ile olması ama alsace topraklarına basmanın mutluluğu, ilk gece virginie + roberto + gianni + vittorio + carlo basit italyan aile yemeği, kavuşma mutluluğu; géraldine 'nin 2008'deki düğünü sonrası strasbourg'da ilk uyanış, soğuk ama güneşli havanın güzelliği, durmaksızın görülen eski insanlar, kavuşmalar, durmaksızın yemek, durmaksızın şarap, durmaksızın crémant, durmaksızın steak tartare hatta tarte flambée, durmaksızın atılan gerzek ve keyifli kahkahalar, durmaksızın koşuşturan ama bir anda laf dinleyen çocuklar, durmaksızın vittorio & carlo ile gelip geçen 4 gece, 5 gün neticesinde gururlu bir vaftiz anne olarak hayat devam ediyor...

P.S. Strasbourg'u bu kadar özlediğimi hiç farketmemiştim. Ancak üzücü olan şu ki, Türkiye dışındaki her yeri özlüyorum, özlemediğim tek yer ise burası. 
 
P.S. (2) Tek çocuk olarak özellikle de kendileri hiç bencil olmayan "kardeşli tiplerin" sürekli üstüne basarak söylediği "bencil tek çocuklardan" biri olarak bayağı geniş bir ailem olduğunu bir kez daha farkettim.Keyifliydi o kadar kardeş sahibi olduğumu görmek. Eveet, ilk değildi ama bu kadar resmi bir olayda daha ilginçti. Ve şahaneydi.

P.S. (3) Vaftiz defterini de imzaladıktan sonra "tamamdır".

P.S. (4) Sonia Rykiel vs Hervé Leger neticesinde kazanan Sonia Rykiel. Siyah, edepli, kiliseye uygun.  

 

 



 
        

Sunday, December 27, 2015

Ve işte o gece



Gelenekselleşmiş olsa da bir şekilde son iki yıldır yapmaya üşendiğim neden üşendiğimi de açıkcası anlamadığım pre-yılbaşı partisi nihayet gerçekleşti. Hem de en skandallı, en payetli, en şampanyalı ve en kalabalık haliyle ... Gecede kimler olduğunu, neler olduğunu yazacak kadar halim yok ancak efsaneye yakın demek yanlış olmaz. Kısacası şanına yakışan şekilde bir gece daha yaşandı, yeni yıla çoktan girildi, gerzek 2015 defteri kapandı. 

P.S. Parti her yıl yeni bir skandal yeni bir skandal açılımı ile geliyor. Yapacak bir şey yok. Çoğunlukla vandal bir ortam işte, ne yaparsın. İşin eğlencesi de biraz burada. 

P.S. (2) Biz, her sene olduğu gibi yine yılbaşına girmiş olduk. Şimdi diğerini beklemek gerekiyor. Cidden gereksiz!

P.S. (3) Korkum gereksizmiş. Genelde çevreleri birleştirmesem de doğru insanların birleşmesi güzel oluyormuş, geçiş rahat oluyormuş. 

P.S. (4) Nereden nereye değil mi? Gerçekten de memory lane gibi geldi geçti tüm yıllar, tüm partiler, tüm insanlar. 

P. S. (5)  Şampanya... İçine düşüldü demek yanlış olmaz. Single malt ve diğerlerini geçiyorum bu coşkunun yanında. Bi de buraları takip edip de hırslananlara sonra da kendini tutamayıp mesajlara boğanlara gelsin. Öyle böyle değil valla; net İstanbul'da başka bir ev partisinde bu kadar şampanya açılmamış içilmemiştir. Öyle zavallı Moet veya Henkel değil bahsettiğim, bildiğin vintage. Ha, ben hep bitmesini ister miydim, hayır, bu sene ortaya iki şişe bırakıp diğerlerini kaldırmayı ihmal ettim ve sonuç hepsi açıldı. Bir şekilde iyi oldu, her şey 2015'i tepe tepe gönderdi.

Tuesday, December 22, 2015

Arada Yaşananlar # 9


"Nerede kalmıştık" derken arada yaşanalar, yemekler, eğlenceler, kahkahalar, kahkahaları takip eden üzüntüler ( bunlar artık olmazsa olmaz çirkin Türkiye halleri) deyip hep bir devam için uğraşmak neticesinde mutlulukla gelen #8'in doğumgünü ve tam da doğumgününün Star Wars'a denk gelmesi, pek heyecanlı pek mutlu pek eğlenceli gecenin mutluluğu, "Ah canım Han Solo", hediye kaosu (nerede kaykay günleri, porsche günleri, hediye bile kaos oldu), pek bir eğlenilen, sevilen Morini gecesi ki bu kadar zaman neden gitmemişim kendime şaştım ama no way, Zorlu, yok sevmiyorum, adamları da yaptıklarını da deyip bir de hemen ertesi gün pek sevdiğim A. ve Leopoard Lover G. ile Maya deyince evet yıl sonu kapanışları bir de üstüne bu grupla gerek "orijin olsun, gerek grup olsun, gerek konulu olsun, gerek şampanyalı olsun" derken resmen şekilli oldu.

Nefes almanın zorluğu içerisinde ezilirken insanoğlunun hayata tutunuşu da ilginç. Ortada bir saçmalık var ama bakalım ne zaman bitecek..?




Monday, October 19, 2015

Arada Yaşananlar # 5

En son Arada Yaşananlar ın üzerinden üç ay, en son yazının üzerinden-jusqu'hier- bir ayı aşkın zaman geçmiş. Yaşananlar da, olanlar da hem ilginç hem sıradan, hem çirkin hem güzel, hem mutlu hem mutsuz, hem umutlu hem umutsuz. Her zamanki gibi that's life derdim ama demiyorum çünkü artık işin tadı kaçtı, herkesin yaşanan her şeyde bir imzası iyi veya kötü bir katkısı var. Önemli olan doğru olan tarafta olmak ve evet, bazı şeyler sadece doğrudur bazı şeyler de sadece yanlış. Doğruya yanlış, yanlışa da doğru denmez. 

Yeni hayat öncesi kısa ama şahane Bozcaada seyahati, # 8, beklendiği kadar beklenmedik şekilde müthiş geçen Bozcaada tatili, pek güzel Kaikas Oteli, pek güzel Kaikas Oteli'nin pek bir ses geçiren odaları, pek popüler Bozcaada mekanlarının fiyasko hali (hele o ada'm filan gibi şişirilmiş yerleri cidden geçip daha başka daha güzel yerlere gitmek lazım) neticesinde daha doğru düzgün daha az bilinen yerlere yönelme ; 3 gün neticesinde dönüş ve E. & R. 'nin düğünü ile düğün sezonunun-mutlulukla-kapanması, gayet güzel düğün, gayet keyifli ve eğlenceli düğün, kasmayan insanlar, rahat insanlar, eğlenen ve suratsızlık etmeyen insanlar; başlangıç ve kendine güvenli, iğnelemeden konuşan, güzellikleri söylemekten çekinmeyen, düzgün insanlarla -yine ve yeniden vakit geçirmeye hala şaşmak ; J.A.'nın küçük ama eğlenceli doğumgünü kutlaması, bir o kadar fantastik doğumgünü hediyesi ; bayram tatili, şehir dışındaki J.A. & F.A. ile gerçekleşen erken bayram tebriğini bayramın ilk günü Boogie Boy ve pek sevdiğim ebeveynleri Sani & A. ile yapıp geri kalan günlerde yayılıp tembellik derken tatile vedayı bayram yemeği ile yapmak. Pek sevdiğim A. ve yine pek sevdiğim arkadaşı İ. 'nin komşu çıkartmasına Sekvotka'nın kitap teslim günü yaklaştığı için katılamaması (ki bitmedi o kitap hala), kafasındaki peruğu ile büyük bir heyecan içerisinde gelen A., erken ve gayet keyifli gelen çirkin ama karizmatik erkek B., ilk defa erken gelen #8 ve yine keyif eğlence hedonist güzelliklerde başarılı bir yemek ; her türlü acayip içeceği yiyeceği yemiş denemiş olsam da hayatımda ilk defa yaşadığım üç günlük detoks deneyimi, ilk günün inanılmaz zorluğu (ama o zorluğun sonra o ikinci yeşil içecekten geldiğinin anlaşılması), devam eden günlerin yorgunluğu ama bitimindeki tarif edilemez hafiflik ve daha da ilginci hiçbir şeyin ama hiçbir yiyecek veya içeceğin özlenmemesi. 

Ha tabii bütün bu süreçte ülkenin her tarafındaki patlamalarda ölen insanlar, ablukaya alınan iller, mahalleler, evinin balkonunda öldürülen çocuklar...Neden? Çirkinlikle kaplı insan süretlerinin hırsı ve leşliği uğruna. 

Evet hayatlarımız ne yazık ki iktidar hırsının korkunçluğu ile kişisel mutlulukların nefes alması arasında gidip geliyor. Şansımıza da kaderimize de sıçayım...

Tuesday, August 4, 2015

Breathe- Respire

Biraz nefes almak için ne yapmak lazım acaba? Hepimizin kafasındaki soru bu değil mi? Biraz nefes alabilmek, keyiflice vakit geçirebilmek, gülebilmek, güldüğünde suçluluk hissetmemek, 3-5 gerizekalı idiot'un yanlarına bi de idare amiri kılıklıyı alıp sıçtıkça sıçmaları neticesinde pişirilen krizlerle uğraşmamak, gelen ölüm haberlerini acıyla yutkunarak seyretmek gibi ağır mesaiden uzak olmak hepimizin dileği degil mi? Biraz tiril tiril yaşansın biraz mutlu olunsun...

Bu yıl fantastik ama ilginç bir yıl. Bütün dünyada böyleymiş, astroloji kurmayları böyle ifade ediyor. Büyük değişimlerin, büyük sonların, büyük fiyaskoların, ayrılıkların, kopuşların, ölümlerin, bitişlerin yılı olacak (mış). Ancak bu durum sadece kötü olarak algılanılmayıp bunların ardından yeni bir hayatın başlangıcını ifadesi olarak görmek lazım(mış). Gerçekten 2015 bayağı hızlı gidiyor, her şey şekil değişiyor. Ülke sınırları, ülke politikaları değiştiği gibi insanlar ve insanlarla ilgili her şey değişiyor. Bütün ilişkiler. En iyi arkadaşlar en iyi dostlar bir anda tanımadık birine dönüşüyor, en mutlu gözüken sevgililer çoktan ayrılmış, bir o kadar mutlu evlilikler bitmiş oluyor. 

Birçok şey değişiyor ve bir daha asla aynı olmayacak. Ama yine de kötü bir şey değil bu. 

Her şey değişti, kabuklar kalktı, zırhlar söküldü ve bunu hiç sorunsuz anlıyorum da bir de şu sabahları uyanıp güne "çabasız" mutlu başlama değişimi de yaşansa burada, işte o zaman her şey bombastik olacak...

P.S. Bu arada anlatacağım birçok şey olsa da ya unutuyorum, ya üşeniyorum ya da zaten yaşananlar neticesinde yüreğimde coşkulu hal kalmıyor. 

Sunday, May 10, 2015

"Malum gün" muhasebesi

Ne muhasebenin ilki ne de malum günün. Ama hayat değişiyor, muhasebeler de malum günler de. Yine burada yaptığım bir muhasebeyi hatırlıyorum, herhalde 2009 olsa gerek. Bugünkü ile o günü karşılaştırdığımda düşündüklerim beni haklı çıkarmakla beraber üzerine eklenenler olup hayat değişikliğini beraber getirmiş. Büyük kopuşlar, büyük sonlar, büyük ayrılıklar iddialı, abartılı lafların, tanımların ve sıfatların ardından gelmiş, kabuk derinden değişmiş ve eski yeni büyük harflerle başlamış. 

Bugün ise "tamamdır". Gülerek, keyifle, mutlulukla ve tabii piçlikle. Üzerine çok konuşmaya gerek yok, dediğim gibi "tamamdır". 

Bunun dışında yemişim muhasebeyi, malum günün gelişi şahane oldu...Cumadan başlayan hareketlilik, Sainte Pulchérie'deki Yaşar Kemal toplantısı, görülen eski öğretmenler ve duyulan "hala yaramaz mısın? sorusuna J.A.'nın fantastik cevapları, sevimsiz Zülfü (cidden), gülmekten yere yatıran Selahattin Duman (cidden), Cavit'te ilk kutlama, J.A. & F.A ve pek sevdiğim M. U. ile rakı-hayat-tez-devam derken malum gün cumartesi ile başlayan kutlamalar, İ.K. ile Juno, şahane tematik Mira hediyeleri, gülüşmeleri derken kadim dostum Sekvotka 'nın mekanda olmadan telefon ile şampanya patlatması ile günün iyice güzelleşmesi, yemekten önce tipsy hale gelmek, eve dönerken bugüne kadar bizim cumhuriyetin kafelerine itibar etmemişken tanışıp da cidden sevdiğim ve sadece Sekvotka'nın manitası olarak görmediğim A.T. sayesinde Cihangir mekanlarına uğrayıp E. ve N. ile de kutlayıp #8'e kavuşmak ...

P.S. Papermoon'nun mönüsüne -nihayetinde- steak tartare eklemesi yerinde olmuş, yalan değil. 

Sunday, April 12, 2015

İnadına şampanya





Beklenmedik gelişen günün köpüklü misafiri gibiydi, şahaneydi. Her şey Sekvotka'nın ciddi konulara değindiği ciddi bir mekanda yaptığı ciddi sanat tarihi konuşmasının bir o kadar ciddi olmayan, gayet gayri ciddi arkadaşları tarafından dinlenip ardından "eh bari bi şeyler yiyelim, içelim" kararı ile oturulması ile başladı. 

Joker 19, ferah mekan, her türlü biranın olduğu mekan, şaşırtıcı şekilde lezzetli steak tartare'ın olduğu mekan, şahane domuz sosisi olan mekan, sekvotka, pek sevdiğim manitası a., #8'i pek beğenen a., n.k. & e.a., i. ve herkes şampanyanın içine düşerken içtiği kahvesi ile şaşırtan çirkin ama karizmatik erkek b. derken bir anda filme gidenlerin ardından döne döne yeni gelenler a.k. & ö. ile genişleyip içilenlerin çıtasının da iyice yükselmesi ile geçen saatler, açılan şişeler, konuşulanlar, gülünenler derken günün gecenin devamındaki strasbourg a.'nın doğumgünü buluşmasına  haliyle döne döne gitmek orada da köpüklü deyip geceye devam edilince "inadına şampanya" oldu. 

Her şeye ve herkese bebeğim. Ülkeye, konuşanlarına, sevimsiz çirkinliklerine, kötülüklerine, kötü ve çirkin insanlarına insanlarına olduğu kadar kendi küçük bireysel dünyalarımızın sürekli karşımıza çıkan sevimsiz schadenfreude aktörlerine de gelen inadına şampanya. Nanik olarak şampanya! cheers!

P.S. Gerçekten iyi geldi. Öyle böyle değil. Yalan değil, insanoğlu çoğunlukla aptal oluyor ve inanmaması gerekenlere inanıyor, itibar etmemesi gerekenlere itibar ediyor haliyle de sonunda epey bir sarsılıyor. Karşısındaki kim olursa olsun aptal olmamak lazımmış. Hele hele büyük sıfatları telaffuz edenlere resmen kanmamak lazımmış. Hatanın neresinden dönülse kar tabii. Cidden çok iyi geldi. Bu arada günlerdir kapanıp (ne yazık ki), deli gibi (ne yazık ki) La société desoeuvrée okumanın ardından sokağa çıkmak da iyi geldi; orası kesin!

P.S. (2) Tam kendisinden bahsedildiği esnada kapıdan giren veya telefon ile arayan olarak #8 'in fantastik olduğunu söylemek en doğrusu herhalde. Hem de her seferinde "yok herhalde gelemez bu akşam" diye düşündüğümde ters köşe olmam en şahane ters köşe.

Sunday, November 16, 2014

Never on sunday # 4

Değişik ve garip bir yoğunlukta geçen haftanın never on sunday'i; Beylikdüzü gibi benim için fazlasıyla acayip ve fasntastik bir yere taşındığından beri yani yıllar sonra ilk kez gittiğim kitap fuarı, F.A.'nın sürekli "kızım gelmiyor musun, bekliyorum ama" ısrarlarına konforlu bir seyahat desteği ile kanıp gidip dönüş yolunda ruhumu teslim etmem derken, vakıf makıf derken, ödül töreni möreni derken, kırmızı balenciaga derken, eski düşmanlar, fantastik karşılaşmalar derken, eski güzel halinden eser kalmayan Otto derken, radyo günleri derken, her geçen gün daha da fantastikleşen radyo günleri derken, İ.K. & Rey gecesi derken, sakin ama eski Pan Café günlerinin kahramanları ile bol konuşmalı, bol dedikodulu, geçen şahane cumartesi akşamüstüsü derken sabahında gelen never on sunday günü, pazarı, keyfi...

P.S. Korkunç çirkinlikteki Supreme terlikleri elbette kendime değil ama sırf çakallığına #8'e alırdım. Hediye olduğu ve giymemenin ayıp olacağını düşündüğü için de aynen resimdeki gibi bir güzel giyerdi. Ama olurdu da, yakışırdı yani.

P.S. (2) Evet, kaçırmalar olmadı değil ama haftada *3 gün...Tamamdır.

P.S. (3) Hala garip geliyor insanların bazı davranış biçimleri, hareketleri. 

P.S. (4) Saçmalıklar serisi devam ediyor anlı şanlı ülkede...Amerika'yı müslümanların keşfetmesi filan derken??? Ciddi miyiz? Ya yazık, düşülen bu duruma üzülüyorum aslında ama Fuket ile dediğimiz gibi "anında yırtarım, yakarım, umrumda dahi olmaz". Peki, şunu gerçekten merak ediyorum, en güzel ve yaygın örneklerinden Sabah gazetesi filan gibi bu tarz bilgi ve kültür ötesi lafların hemen ardından destekleyici ama gerçekte varolan olmayan olayların başlıklarını manşete yapıştıran gazeteler, haber siteleri vs kimler tarafından nasıl bir duygu, nasil bir bilinç, nasıl bir eğitim seviyesi ile hazırlanıyor?  

Sunday, October 19, 2014

Beklenmedik geceden geriye kalanlar


Aslında hiç beklenmedik biçimde şekilenen bir gece oldu. Öyle evde oturup da kebapçı televizyonunda maç seyretmeye, maç seyretmek için eve insanları toplamaya, yemekler yapmaya, hele hele şampanyaları patlatmaya hiç ama hiç niyetim yokken kendiliğinden gelişen, davetlileri ile yolunu çizen bir gece oldu. İyi de oldu. En güzellerinden biri oldu. Her şeyden öte hafif oldu. Gerisini sallayabiliriz. o halde. 

...uzun zamandır sekvotka'nın manitasinı eve çağırıp "vejetaryen" ağırlama arzumu gerçekleştirme çabasındayken "ama cumartesi maç var" diyen çirkin ama karizmatik erkek b. sayesinde gecenin konulu ve maçlı bir hale dönüşmesi, "kaçta gelelim, ben 6'da gelir viskimi içmeye başlarım" konuşmalarının tamamen boş çıkması ve yanında sürprizlerle çıkıp gelen sekvotka, pek sevdiğim manitası a., gecenin asıl sürprizi paris çocuğu " ve artık o doktor " olan f.t. , daha da ilginç bir konuk olarak ayağında şahane stand smith'leri ile ali akay, gecikse de buzu unutmayan e. & r., geceye damgasını vuran t. ve tabii geleneksel olarak en geç gelen kişi olarak # 8 kadrolu bir gecenin bitmeyen vukuatları, talihsiz bir şekilde sesli tepkili şekilde seyredilen bir maç, talihsiz ve sıkıcı bir maç, dünyanın en aptal ve gereksiz futbolcu hareketlerinden birine imza atan alves salağı, gelip de koltuğa oturduğu anda o takımın gol atmasıyla ayağının uğursuzluğuna inanılan, hele hele gelen 2. gol ile iyice balkona çıkması farz olan # 8, biten maç, biten yemekler, biten şahane bamya kızartması, biten içkilerden oluşan mini bir dağ görüntüsü, t.'nin sahneye çıkıp neredeyse hiç inmemesi, talihsiz bir şekilde- cumartesi gecesi 12'den önce- yan taraftan gelen uyarı (!) vuruşuna girişme girişimimin engellenmesi, çok manasız ve yanlış olduğu için kaale alınmayan uyarıya uyarı ile verilen cevap verip dümdüz devam ederek kendiliğinden aynen başladığı doğallıkla biten keyifli gece ...

P.S. Bir kez daha Türkiye liginin ne kadar kötü olduğunu ve Lig TV aboneliğini iptal etmenin ise ne kadar doğru bir hareket olduğunun görüldüğü bir gece idi, dün gece. Bunları, bu şımarık ve futbol oynadığını zanneden, her sezon aldığı parayı (ve tabii beraberinde gelen toplumsal itibarı) zerre haketmeyen adamların oynadığı oyunu mu seyredeceğim, para mı kazandıracağım bu kötü sisteme? No fuckin' way, bebegim. Sevenlerine, ekmeğini yiyenlere geçmiş olsun bir kez daha!

P.S. (2) Yinelemek için değil de, sadece kendime hatırlatmak ve bunu daha sıklıkla tekrarlamayı hatırlatması için: "en sevdiğim şey evde insan ağırlamak". Yorgunluğu, pisliği, uğraşı geride kalan keyfinin yanında görülmeyecek kadar ufak  kalıyor. 

P.S. (3) Peki uzun zaman sonra gelen bu gecenin değişeni neydi? Ya da var mıydı? Her şey. Veya hiçbir şey. Doğal olarak akıp giden hayat içerisinde hiçbir şey aynı kalmıyor. Aynı kalıyor gibi gözüken de aynı kalmamaya devam ediyor. Ve ne güzel, iyi ki de hiçbir şey aynı kalmıyor.  Kötüsünü görmek yaşattığı tatsızlık içerisinde bir hayat dersi olurken, iyisini görmek ise zenginlik yaratıyor, ufukları genişletiyor, hayallere ulaşımı sağlıyor.  

P.S. (4) Karşı cinse özel bir not: İlişkiyi bitiren her zaman kadın olduğu gerçeği. Eğer kadın kendi kafasında henüz bitirmemişse veya yaşananların acısını çıkartmak istiyorsa ya da kendince almak istediği bir intikam duygusunu içinde hala taşıyorsa o ilişki bitmemiştir, daha oynanacak rauntlar var demektir. 

P.S. (5) Şampanyalarıma kıydığıma göre belli ki cidden içimden gelmiş, çok mutlu olmuş, keyif almışım demek ... 

İşte beklenmedik ama bir o kadar fantastik geceden geriye kalanlar; "emek". Futbolda da, hayatta da, ilişkilerde de.