kış çocuğu olmak vs yaz çocuğu olmak...
Arada kesin belirgin farklar var ama yine de çok ehemmiyet göstermemek lazım.
Manasız bir kış çocuğu (ki Allah'tan ocak-şubat doğumlu değil) hatta Şeb-i Arus çocuğu olan #8 ile beraber gelen komik doğumgünü eğlence paketi.
Pazar gününe denk düşen bir doğumgünü günü ile yemeğin haliyle cumartesine alınışı, taaa Etiler'deki adını unuttuğum (ama yemeklerini merak ettiğim) İtalyan lokantasından bildiğimiz sevdiğimiz evimizde hissettiğimiz Cavit'e dönüş, akabinde eller havaya insanı T'nin mekanı Nan'a uğrayış, yağmur, sortie nocturne deyip doğumgünü ile hiç sabah insanı olmayan #8 ile brunch ve tabii Star Wars, patlamış mısır ile özel hazırlanmış doğumgünü eğlence paketinin sonu...
# Brunch denilen şey zor iş...Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada brunch, kahvaltı filan uğraştırıcı işler, beklemeli, rezervasyonlu, sıraya girmeli işler. Man Repeller'da bile NY'taki brunch sendromu yazılmış. Bizde de bence en komiği özellikle yazın Nişantaşı'ndaki o bazlama mı ne, onu yapan mekanın önünden caddenin başına kadar giden kuyruk mesela. İnanamıyorum resmen. En komiği de taksi şoförlerinin her seferinde "ya hanımefendi burada ne var ne zaman geçsem kuyruk, ne ki burası?" diye sorması. Gerçekten de "bazlama ne?" mesela? Veya "serpme kahvaltı", "Van kahvaltısı" nedir bunlar? Nereden türüyor, ürüyor bir de bilinmeyince "garipseniyor". Efsane ülke Türkiye, her şeyin olduğu ama hiçbir şeyin tam olmadığı ülke... Brunch'a geri dönersek de eğlence paketinin parçası olarak Star Wars'a yakın yer olsun diye aranınca ve mevsimlerden kış olunca eldeki tabii otel brunch'ı oluyor. Güzel miydi? Evet. İstisnai miydi? Hayır. Mutlu olundu mu? Evet. Eğlenildi mi? Evet. Son görüş: yani gitsem de olur gitmesem de olur ama sınırsız sushi ve istridye yemek için gidilir. Yoksa türk usulü kahvaltı için manasız, gerekiz ve pahalı. Ama evet, sushi ve istridye için olur ki sanıyorum çay içmeyen, beyaz peynir yemeyen, çiğ istridye peşinde dolaşan bir ben, bir de birkaç avrupalı turist ile uzak doğulu bakıcıydık. Onun dışında herkes sucuk beyaz peynir poğaça çay gelenekselliğine bir de ocaklarda pişen muhtelif kırmızı etleri ekliyordu.
Brunch'ı bir yana bırakırsak, bir de çıktığı her yurtdışı seyahatinde ettiği kahvaltıdan söylenerek ayrılan, "aç kaldığını" söyleyen Türkler var değil mi? Hayır, bir insan beyaz peynir domates zeytine ne kadar yapışık olabilir? Bu kadar mı dar hayatlar? Allahım hatırlıyorum İtalya'daki otelin kahvaltısı salonunda "bu tip kahvaltıyı hiç sevmediğini neden çay beyaz peynir olmadığını anlamadığını" söylenişini, benim ruhumun çekilişini filan...Ahhhhh... bir kez daha düşününce ürperdim.
# Star Wars... Laf eden çok etmiş de ben etmedim. Hayran olarak ben pek beğendim. Ayrıca manasız anlam yüklemelerden, romantikliklerden kurtuluş da şahane olmuş.
# Irréversible... Güzel ama zor film. Belki anlatmak istediği vermek istediği mesaj, filmin rahatsız edici insanı zorlayan sahnelerinin arasında kaynıyor. Ve tabii tersten seyredince düşününce daha farklı seyrediliyor, daha güzel oluyor. Ayrıca eski de film artık; nereden baksak 15 yıl geçmiş. 15 yılda neler oldu neler? Belki de en dramatiği filmde başrollerdeki Monica Bellucci ile Vincent Cassel'in çoktan boşanmış oldukları. Gaspar Noé de yani iyi ama çok zorlayıcı bir yönetmen. Gerçi bugünlerde sanıyorum daha minnoş filmler çekiyor da o manasız Seul Contre Tous filmini Strasbourg'dayken seyrettiğimi hatırlıyorum da...Aman yarabbim, bu kadar mı gereksiz zorlama olur?
Pinky ring sevdalısı olarak farkettim ki geri dönüşümü yaptığım blogumu ihmal etmiş yazmamışım... Oysa niyetim var arzum var da üşengeçlik de değişmeyen bir huy galiba.
whatever.
Eylül'deki film festivalinde -elbette- çoğunlukla biyografik belgeselden hallice filmlerin peşinde koşma, arada bir yerlere, uzun aylar sonrasında (gerçekten) ilk defa doğru dürüst bir yemek masasında gördüğüm İsveçli M.'yi yerleştirme, Yeniköy'de moonlight loving ışığında dışarda oturup içebilme deyip migren atakları için doktor ziyareti ile bir sürü kısıtlama bir sürü kural ile yaşanacak aylar, yıllar reçetesi ...
# 1 Bu sonradan, belli bir yaştan sonra çıkan migren atakları değişik olduğu gibi tedavisi de oluyormuş. Doktor klasik olmayınca yöntemler de öyle değil. Aslında 2011'deki bu glutensiz hayatı bırakmamalıymışım diye hayıflansam da bu ülkede ruh hastası, migren hastası olmamak pek mümkün olmadığı için hayıflanmak da nafile. Allah'tan sorun belli, çözüm belli. Partiye kadar (ben öyle dedim, doktorun dediği 3 ayı böyle yorumladım) gluten, süt ürünü, bakliyat yok. Alkol şarap yok bira yok şampanya yok (FAK!) ama viski var, rakı var, cin, votka var. Ha bir de stress yok ama tabii o bu coğrafya için imkansız bir şey o yüzden içine tüküreyim.
# 2 Ayaspaşa Rum Lokantası gayet güzel bir lokanta. Tabii votkaları mideye indirdikten sonra epey ilginç oluyorsun ama yine de güzel. J.A. & F.A. zamanındaki sahipleri değil tabii bugünkü işletmecileri ama yine de yemekler lezzetli, ev yapımı votkalar güzel. Daha ne? Ayrıca İsveçli ile gidilecek iyi bir seçim oldu, tam onluk bir yer. O dekorasyon, o rus romanlarını andıran atmosfer.
# 3 Peki Papermoon'nun hala harikulade bir lokanta oluşu ... Cidden. Kötü ne yazılabilir ki? Hele steak tartare olmayan mönüde müşteriyi kırmayarak steak tartare yapmaları zaten bambaşka bir anlayışın göstergesi. İlla boktan bir taraf bulmak gerekirse belki nouveaux riches müşterileri sayılabilir; eski kalecinin yapay saçlı ve mücevher tasarımcısı karısı veya herkesin bir şekilde arkadaş olmak istediği Acun'nun mimar olmayan ama mimar sıfatıyla ofis işleten karısı filan yeni Türkiye'nin yeni zenginleri olarak varlığını gösteriyor. Yalan değil, para onlarda. Bizden daha fazla kazanıp daha fazla harcıyorlar, muhtelemen itibarları da o ölçüdedir. Ancak görgüsüzlük vahim bir şey. Baştan aşağı kusursuz şekilde marka giyinince asilzade olma arzusu taşıyıp da acı geçmişlerini silemedikleri insanlar zinciri. Çok sıkıcı.
# 4 Masaj...Aman Allah'ım iyi yapanını bulunca insan her hafta masaj yaptırmak istiyor, o kadar şahane bir şey. Hele hele benim gibi sert masaj sevenler için acı ve zevk sanki bir arada ama zevk hep daha yüksek.
# 5 Pazartesi akşamı, J.A. F.A. ve Melahat ile beraber biraz ani kararlı yemekte duyulan önemli ve bir o kadar üzücü kararlar. Neyse birliktelik, aramızdaki sevgi biten bir şey değil, sadece mekanlar, şehirler, ülkeler değişecek. Bu arada Jash'ta herhalde ilk defa güzel yemek yedim. O da tahminen F.A'nın torpilinden. Gerçi yediğim sınırlı ama yine de.
# 6 Dünkü dolunay efsaneymiş boğa burcundaymış falan filan... Fala inanma falsız kalma hesabı ama yine de içimde büyük değişik arzusu doğmadı değil.
# 7 L.A. E. girl artık hem Yale insanı olacak hem de kitabını Duke'ten bastıracak. Ne güzel! İnsanın güzel işler yapan arkadaşları olması mutluluk verici bir şey. Partisi de güzeldi ancak benim için belki dolunay etkisi belki yiyip içememek hali biraz sönük geçirdi. Ama gecenin başında kafama tacı taktım gidene kadar da çıkarmadım...
Yıllarca Fransa'da yaşayıp geç gidilmiş güzergahlardan oldu Cote d'Azur... Meğer ne geç kalmışım, ne kadar yazık etmişim kuzeyde kalarak...
Tamam, kabul ediyorum, 19-25 yaşlarının serseriliğine, "nihilistliğine"; hatta üniversiteye son ergenlik dönemi ile başlayıp tam anlamıyla glamour bir serserilik ile geçen 6 yıl boyunca dolu dolu yaşanmış saçmalık, komiklik, itlik ve serserliğe vermek lazım. Ne güzelmiş orası ayrı ama neden bu kadar geç kalmışım diye de sormadım değil kendime Nice seyahatinde.
Olsun, geç ama yine şahane bir Cote d'Azur seyahati oldu. Hem de gerçek Niçois (e) ile olması olayı daha güzel kıldı.
Géraldine ile bir anda bir şekilde karar verdiğimiz Nice seyahati, Nico+les filles (yani yine çoluk çocuk diyeceğim de tabii çocuklar bizim türk çocukları gibi şımarık olmayınca her şey müthiş oluyor) ve tabii gerçek bir Niçois olan Michel-papi severe- deyip ilk geceden fantastik şekilde yemeğe başlamak, içilen şampanyalar, cin tonikler, evde hazırlanan eğlenceli "apéro" hallerin Michelin yıldızlı alengirli lokantalara, küçük köylerin minik pizzacısına uzanması , Eze, San Remo, Fondation Maeght, St Jean Cap Ferrat, La Turbie, Cannes'ın yoldan döndüren trafiği ve her şeyden en güzeli şehrin her tarafından denize girebilmenin hafifliği derken yani her şeyde ama her şeydeki medeniyet ve keyif ...
Hep özlemini yaşadığımız hissettğimiz medeniyet ve keyifli ruh hali değil mi?
Yani un apératif ou familierement un apéro est une boisson servie avant le repas dans certaines cultures afin d'ouvrir l'appétit.
Yazın en sevdiğim olayı işte bu "apéro". Gerçekten de son birkaç yıldır yaz demek apéro demek benim için. Yukarda tanımı da var, ne olduğunu da anlatıyor. Neden diğer mevsimlerde de apéro takıntısı geliştirmiyorum bilmiyorum ama yazın nedense her gün apéro ile yaşamak, her günü apéro ile olayı bitirmek istiyorum.
Belki de son beş yıldır yaz aylarının ilk günlerini Virginie ile geçirmektir bunun sebebi. Neticede onun da, benim de olayımız akşam yemekten önce "apéro" saati, sonra da ailecek gidilen yemek. Oradayken evet, tercihimiz şampanya etrafında şekillenen bir apéro saati. Neticede fiyatı makul kendi halinde Fransızların milli içkisi. Burada ise yalan değil kıyamıyorum şampanyalarıma, o yüzden en sevdiğim ikinci apéro içkisi cin tonik 'e dayanıyorum. Ah, canım cin tonik; ama lütfen Hendricks olmasın, Bombay da kalalım. Tamam şişesi güzel ve tasarım da tadı kötü. Minik krakerler, biraz fıstık, belki biraz -ama her zaman değil- peynir ve artık ne içilecekse.
Apéro ciddi bir keyif, ciddi bir mutluluk. Yazın tiril tiril haline o kadar uygun ki... Hele bir de bizim bok çukurunda yaşayanlar için apéro resmen mutluluk saati.
Yılın neredeyse 6. ayı bitecek ortadan ilerlemeye başlayacağız sona doğru dükkanda henüz bu yıla ait bir "arada yaşananlar" yazılmamış, "cuma eğlencesi" zaten 1 yılı aşkın süredir sallanmış , dükkan sanki başka bir dünyaya gitmiş, hiç uğranılmıyor gibi.
Ama kolay da değil bu ülkede yaşayıp da sağlıklı kalabilmek, gülmeye eğlenceye mutluluğa devam edebilmek. Hep çaba istiyor. Hem de her zamankinden de fazla.
En son her şeye ve herkese rağmen şahane doğumgünü kutlamaları derken artık listesini bile tutamadığımız kötülükler ve ölümler neticesinde bırakıvermişim yine...Olur öyle. Geri dönüşlerin olduğu gibi. Bu da ondan olsun.
Canım Cenevre seyahati... Kısa bir kaçamak ile (ne yazık ki without # 8) belki de sevdiğim yegane İsviçre kenti ve pek sevdiğim Buquicchio Ailesi ve tabii Virginie ve tabii kilise defterlerine geçmiş resmi olarak görülebilen vaftiz oğlum Carlo ve tabii eğlence ve tabii spa day ve tabii kahkaha ve tabii özgürlük. Sadece dört gün bile buranın ağırlığını silebiliyor.
Minderde paralandığım hafta içleri gidemeyip cumartesileri ise morluklar içerisinde eklemlerimi kımıldatamayacak şekilde eve döndüğüm BJJ...Brazilian Jiu - Jitsu. Hafta içi gidebilsem her şey 500 katı daha güzel olacak da biraz korkumdan biraz ergen çekincelerimden ama her şeyden öte saatinin uyumsuzluğundan her şey cumartesiye kalıyor. Ama qui sait, tatilde öğlenleri gidebilirim. İşte o zaman oss bebeğim ...
Ramazan...Bir şekilde son birkaç yıldır bizde olmasa da bizde. Ama yine de her şey cool.
"Bir türlü gelmeyen yaz" deyip deyip bir anda kıçımdan terler akıtan yaz.
Radyo günlerinin mutlulukla devam etmesi, neredeyse 2 yılı geçmesi.
Sabahattin'ten, Cavit'ten, Şehir Meyhanesi'nden, Karaköy Lokantası'dan hatta 70'lik'ten sonra uzak hem de deli gibi uzak olsa da gönlümü fetheden rakı mekanı Filiz. Aman aman aman...Ama çok uzak bana, orası öyle.
Ada 'nın bitişi...Daha doğrusu son haline getirilişi, J.A., F.A ve halamı filan müthiş mutlu edişi. Korkunç bir evlat olarak henüz gitmişliğim yok ama bakalım belki bayramda, belki eski günlere dönmüş bir A. Ailesi olarak gidebilirim.
Bunun dışındaki ülkedeki leşlikleri, yalanları geçiyorum, güzel günlere geri dönülsün istiyorum. Gerzeklik ama yine de ...
Alt Başlık: Vaftiz ve ötesi †
Elbette bu nadide ülkede "arada yaşananlar" sadece vaftiz veya eğlenceli şeylerden oluşmasa da pek sevgili anotherstar dükkanı için bu aralar hem eğlenceli hem dini hem keyifli hem güzel oldu.
... mayıs ayında cenevre'de konuştuğumuz gibi carlo'nun yaklaşan (daha doğrusu ilerleyen yaşı ile beraber yaklaşması gereken) vaftiz töreni ve vaftiz anneliği(m), törene katılacak herkese göre ayarlanan tarihler, nihayetinde kararlaştırılan tarih ve yer ocak 2016 strasbourg derken istanbul'da ise bitmeyen kar yağışı, iptal edilen seferler, kalkmayan uçaklar, seçilen kıyafetler, hediyelerden şişen bavul derken artık direkt uçuş yapılmayan güzeller güzeli strasbourg'a çirkin basel+navette+st louis'den tren ile varış ve elbette yıllar sonraki karşılaşmanın meşhur strasbourg yağmuru ile olması ama alsace topraklarına basmanın mutluluğu, ilk gece virginie + roberto + gianni + vittorio + carlo basit italyan aile yemeği, kavuşma mutluluğu; géraldine 'nin 2008'deki düğünü sonrası strasbourg'da ilk uyanış, soğuk ama güneşli havanın güzelliği, durmaksızın görülen eski insanlar, kavuşmalar, durmaksızın yemek, durmaksızın şarap, durmaksızın crémant, durmaksızın steak tartare hatta tarte flambée, durmaksızın atılan gerzek ve keyifli kahkahalar, durmaksızın koşuşturan ama bir anda laf dinleyen çocuklar, durmaksızın vittorio & carlo ile gelip geçen 4 gece, 5 gün neticesinde gururlu bir vaftiz anne olarak hayat devam ediyor...
P.S. Strasbourg'u bu kadar özlediğimi hiç farketmemiştim. Ancak üzücü olan şu ki, Türkiye dışındaki her yeri özlüyorum, özlemediğim tek yer ise burası.
P.S. (2) Tek çocuk olarak özellikle de kendileri hiç bencil olmayan "kardeşli tiplerin" sürekli üstüne basarak söylediği "bencil tek çocuklardan" biri olarak bayağı geniş bir ailem olduğunu bir kez daha farkettim.Keyifliydi o kadar kardeş sahibi olduğumu görmek. Eveet, ilk değildi ama bu kadar resmi bir olayda daha ilginçti. Ve şahaneydi.
P.S. (3) Vaftiz defterini de imzaladıktan sonra "tamamdır".
P.S. (4) Sonia Rykiel vs Hervé Leger neticesinde kazanan Sonia Rykiel. Siyah, edepli, kiliseye uygun.
Cidden özlemiştim. Uzun zaman olmuştu gitmeyeli. Gittim ve çok iyi geldi. Gerçi bu ülkeden uzaklaşılan her an insanın mutlu etmeye yetiyor. Hiç öyle " aaaa ama milli değerler milli duygular" filan diye beyinsizce konuşulmasın, geçti gitti o "yüce" devirler. O havalı büyük lafların telaffuz edildiği sözde büyük inanç devirleri milli çirkinlik yıllarından önceydi, artık milli çirkinlik günlerini yaşıyoruz, her şey farklı hiçbir şey aynı değil. İnada inat bebeğim artık.
Amsterdam, J.A., üç günlük nefes alma tatili, pek özlediğim pek sevdiğim Amsterdam, pek bir soğuk hatta don yağan bir Amsterdam, her daim insanı mutlu eden Amsterdam, bol bol yemek bol bol içki, bol bol eski A'dam arkadaşları ve üç günlük nefes alma mutluluğu...
herengracht, the seafood bar, the plantage deyip bir de üstüne içilen proseccoları biraları ekleyince buraları okuyup hırslanan ardından da acıklı mesajlarla kendi ifade edenlere de benden giden şöyle geniş bir big up olsun o halde.
P.S. Amsterdam seyahatinin herhalde en güzel tarafı flamingoları görmem oldu. O kadar mutlu oldum ki ... Ne diyeyim, I heart flamingos...
Normal insanlar gibi normal duygularla, keyiflerle, ruh halleriyle yaşamaya çalışmak, hayal etmek derken bir şekilde yer yer hafifleyen duygular, duyulmayan hisler, ötelenen nefret dolu bakışlar ve bir şekilde yaşanan normal yaşanmaya çalışılan hayatlar, arada yaşananlar.
Deli gibi yağmurlu günde bir şekilde zorunlu olarak gidilen Ağva ve şehirden bilmem kaç derece daha soğuk havası ve bir şekilde akıllara hemen sevgililerin kaçamak güzergahı fikrini getirmesi; bitmek tükenmeyen eğitim sevdası, koçluk müessesi ; pek sevdiğim İdila ve doğumgünü kutlaması derken kutlamanın ne yazık ki bir o kadar hazzetmediğim jash'ta olması, pek matah olmayan mezeler ile korkunç servisin birleşimi; Fener-Galatasaray maçına ilgisizliğim, umarsızlığım ve önceki geceden sonra kalan sarhoşluğum; "tinder'tan hızlı" iyi niyetli ama epey beceriksiz pimp hizmeti (m) ; geçtiğimiz günlerde yazmayı unuttuğum ama gayet keyifle hazır bulunduğum Sani 'nin doğumgünü ve Boogie Boy ve U. ve bir şekilde aile içinde kutlama hali; # 8 hali; 29 Ekim gösterisi ve çocukların komik ve eğlenceli ve umut veren hali; bayram hali; Fuket ve Furi ile pek güzel pek beklenen bayram yemeği, şahane yahni, şahane şarap, şahane jameson derken birden yani işte 2 civarı (daha gece 4'ü bulmamışken) gecenin zengin kalkışı; son bienal atakları, ziyaretleri; bir şekilde bir şeylerin veya her şeyin değişme hali içerisinde arada yaşananlar...
Daha yazacak çok şey var. Belki sonra. Belki hiçbir zaman. Daha önümüzde yarın var. Hem de çok uzun süren bir yarın. Hallelujah!
Teslimin ardından gelen "az tatil" ve sonrası ve aylaklık günleri ilerlerken bambaşka şekillenen yeni günlere heyecana kapılmadan yapılan hazırlık, arada yaşanan tatsız ölümler, cenaze törenleri derken ilerleyen zamanlarda yine kapıyı çalması -ne yazık ki- beklenen azrail temalı günlerde pek bir sevilenleri ayakta tutmaya çalışmak, onlarla beraber olmak, destek vermek derken akmaya devam eden hayat, yapılan kimi kutlamalar, görülen kimi tanıdıklar, gidilen kimi mekanlarla geçen arada yaşanlar günleri...
p.s. sinagogdaki tören şahane bir sosyolojik gözlem alanı gibiydi. sosyal dinamiklerle toplumsal ifadelere hiç girmeden daha eğlenceli bulduğum türkiye'nin wannabe beautiful people'nın ne yazık ki beautiful olmayan yüzüne yorum yapıp geçeceğim. bütün kadınların yüzü feci gergin ve aynı ve o kadar gerginliğe rağmen buruş buruş. cidden çok kötü. facelift'e hiç itirazım yok da o kadar paraya, o kadar genç görünme çabasına bari ortaya doğru düzgün bir sonuç çıksa. herkes birbirinin aynısı olduğu gibi herkesin facelift defoları da aynı. istisnai olan tek isim ender mermerci. yaşına uygun ama şahane bir yüze sahip kendisi, oyun arkadaşlarının tersine.
p.s. (2) isveçli 'nin gecikmeli doğumgünü kutlaması vardı cumartesi akşamı. ilginçti; çok uzun zaman sonra bir arada. gerçi "ilginç" doğru bir ifade mi emin değilim çünkü kelimenin sözlük anlamındaki bir ilginçlik yoktu gecede. her şey nasılsa öyle idi. şaşırtıcı, beklenmedik, farklı herhangi bir şey yoktu ama aslında her şey farklıydı. hem de en temelinden olmak üzere. ilginçliğe geri dönersek ise, kelime anlamıyla bir ilginçlik değil ama belki sık yaşanan bir duygu olmayan "kayıtsızlık" (indifférence) duygusunun varlığı ilginç gelmiştir. whatever. ilginç veya değil ama gecenin geçirildiği suna'nın yeri fazlasıyla abartılan, övülen yerlerden biri. yemekler sıradan, servis sıradan, iskelede oturmuyorsan her şey sıradan. hayır, ilk defa gitmiyorum ve evet, her seferinde böyle düşünüyorum. aynı zamanda deniz kıyısında olmasına rağmen hiç öyle summer breeze duygusu veren bir yer değil. fazla zorlama, fazla iteleme. kısacası hayranlarının aksine, benlik mekanlardan değil.
p.s. (3) uzun zamandır görmediğim ve masada pek bir isteyerek karşısına oturduğum julius sezar cidden şahaneydi. yalan değil, pek sevdiğim julius sezar geceyi ilginçleştiren etkenlerdendi. gerçekten "ilginç"leştiren, yani sözlük anlamı ile.
p.s. (4) ancak her şeye rağmen cumartesi akşamı uzun zamandır istediğim kıyafet içeresindeydim. bir nebze olsun yukardakine benzeyen ancak gidilen yer itibariyle çok abartılmayan halde. çok uzun zamandır j.a. "eskiden, fransa'dayken çok güzel giyiniyordun. şimdi burada bütün kızlar nasıl giyiniyorsa öyle giyiniyorsun yani sıradan" deyip duruyordu. haklı da. sarhoşluk yıllarının bir türlü tükenmeyen sonuçlarından birisi daha.; yakın çevreyi oluşturan sıradanlığa uyum sağlama baskısı, ehlileşme, sıradanlaşıp ehlileştikçe gelen hayallerin, hayatların, rüyaların, umutların, dik duruşun, gösterişin, ifadenin ve hatta kıyafetlerin sıradanlaşması, sönükleşmesi derken guess who's back...hallelujah!
Neredeyse sabah erken sportif faaliyet ve zorunlu randevu-toplantı hariç burnumu dışarı çıkartmadığım, deliler gibi çıkartmak isteyip de "manim" olduğu için evde olmak durumunda olduğum, yer yer delirdiğim yer yer karşımdakini (#8'i) delirttiğim günlerin neticesinde cumartesi akşamı artık Peggy Guggenheim olmaya karar verdiğim bir dönemde karar verdiğim şahane cumartesi gecesi buluşması müthiş oldu. Nefes aldırdı, keyif verdi, saucissonların dilimlerinin yanında şampanyadan çıkılmadığı bir gece oldu ve yine "manim"in devam edeceği günlere adaptasyonuna gayet glamour bir motivasyon oldu...
hızlı, heyecanlı, yoğun ve "iyi" buluşmaların olduğu hafta neticesinde gelen cumartesi gecesi ateşi, havanın serin de olsa summer breeze güzelliği, balkonun keyfi, e. & n.k., kadim dostum sekvotka, pek sevdiğim manitası a., galatasaray c., gecenin bir yarısı çok müthiş şekilde gelen e. ve elbette her daim assolist olarak en geç gelen # 8... evet cenevre dönüşünün ganimetleri, saucisson'lar, veuve-clicquot'lar, biraz brie, biraz roquefort, biraz italyan usulu makarna, biraz pancar derken kimsenin bira içmemesi, sekvotka'nın votka dahi içmeyip sadece viski içmesi, bittikçe dizilen sıra sıra şişeler, patlatılan şampanyaların kahkahalarla karışması, gülen insan mutluluğu, senin mutluluğuna mutlu olan insanların varlığı ile sonlanan gece...
P.S. Gecenin tek (komik) fiyaskosu Galatasaray C.'nin kadehleri kaldırıp midesini güzelce doyurduktan sonra gayet rahat şekilde koltukta uyuması hatta horlamaları ile kendince bir efsane yaratması.
P.S. (2) #8'in omuzları. O beybi!
P.S. (3) Artık Peggy Guggenheim gibi yaşamaya karar verdim. Elbette bir Guggenheim, Rothschild hatta Getty bile olmadığımız için niyetler dilekler kendi mütevazı dünyamızda "hayaller Venedik, gerçekler Cihangir" olarak kalsa da olduğu kadar, nasıl oluyorsa artık. Niyetimi Peggy tarzı ve ruh hafifliğinde içerisinde açıkladığım cumartesi akşamı herkes "en yakışan" dedikten sonra iyice "tamamdır". O meşhur gözlükleri benlik değil ama glamour bir insan kendisi, yaşam tarzını, kaftanlarını alırım.
P.S. (4) Pazar günü gazetelerde "hayattan çıkartılması gereken insanlar" gibi bir liste vardı. Öyle uzun değil, gayet basit ve kısa. " sinirli, sitemkar, tenkit eden, senin mutluluğundan mutsuz olan, yalan söyleyen, ileri götürmeyen (ki en önemlisi bu galiba)..." aklımda kalanlar. Ama yalan değil okuyunca yaptığım temizliğe mutlu olup gülsem mi, geçip giden sarhoşluk yıllarıma ağlasam mi bilemedim. Tebessüm etmek sağlıklısı herhalde.
whatever. Yemişim listeyi, Peggy is here bebeğim.
P.S. (5) Evet, evet farkındayız Türkiye'nin içindeki durumu. Hayata devam edebilmek, her şeye rağmen kendi günümüzü mutlu geçirebilmek, hayata inancı kaybetmemek için her daim direniyoruz. Hedonist veya mazoşist. Herkesin yöntemi farklı.
Ahh Peggy ve evi...
Beklenmedik gelişen günün köpüklü misafiri gibiydi, şahaneydi. Her şey Sekvotka'nın ciddi konulara değindiği ciddi bir mekanda yaptığı ciddi sanat tarihi konuşmasının bir o kadar ciddi olmayan, gayet gayri ciddi arkadaşları tarafından dinlenip ardından "eh bari bi şeyler yiyelim, içelim" kararı ile oturulması ile başladı.
Joker 19, ferah mekan, her türlü biranın olduğu mekan, şaşırtıcı şekilde lezzetli steak tartare'ın olduğu mekan, şahane domuz sosisi olan mekan, sekvotka, pek sevdiğim manitası a., #8'i pek beğenen a., n.k. & e.a., i. ve herkes şampanyanın içine düşerken içtiği kahvesi ile şaşırtan çirkin ama karizmatik erkek b. derken bir anda filme gidenlerin ardından döne döne yeni gelenler a.k. & ö. ile genişleyip içilenlerin çıtasının da iyice yükselmesi ile geçen saatler, açılan şişeler, konuşulanlar, gülünenler derken günün gecenin devamındaki strasbourg a.'nın doğumgünü buluşmasına haliyle döne döne gitmek orada da köpüklü deyip geceye devam edilince "inadına şampanya" oldu.
Her şeye ve herkese bebeğim. Ülkeye, konuşanlarına, sevimsiz çirkinliklerine, kötülüklerine, kötü ve çirkin insanlarına insanlarına olduğu kadar kendi küçük bireysel dünyalarımızın sürekli karşımıza çıkan sevimsiz schadenfreude aktörlerine de gelen inadına şampanya. Nanik olarak şampanya! cheers!
P.S. Gerçekten iyi geldi. Öyle böyle değil. Yalan değil, insanoğlu çoğunlukla aptal oluyor ve inanmaması gerekenlere inanıyor, itibar etmemesi gerekenlere itibar ediyor haliyle de sonunda epey bir sarsılıyor. Karşısındaki kim olursa olsun aptal olmamak lazımmış. Hele hele büyük sıfatları telaffuz edenlere resmen kanmamak lazımmış. Hatanın neresinden dönülse kar tabii. Cidden çok iyi geldi. Bu arada günlerdir kapanıp (ne yazık ki), deli gibi (ne yazık ki) La société desoeuvrée okumanın ardından sokağa çıkmak da iyi geldi; orası kesin!
P.S. (2) Tam kendisinden bahsedildiği esnada kapıdan giren veya telefon ile arayan olarak #8 'in fantastik olduğunu söylemek en doğrusu herhalde. Hem de her seferinde "yok herhalde gelemez bu akşam" diye düşündüğümde ters köşe olmam en şahane ters köşe.
Memory Lane değil de eskinin yeniye adaptasyonu olarak geçen günlerin haftaların ayların hatta yılların ardından gelen minik kıpırtılar, mutluluklar, keyifler, gururlar deyip cuma akşamı J.A. & F.A.'nın herhalde artık 50 yıllık dostları Gülsün Karamustafa'nın Hollanda Konsolosluğu'ndaki ödül töreni, insanın arkadaşları dostları ile gurur duymasının mutluluğu, keyfi, içilenler, yenilenler, konuşulanlar, hatırlananlar deyip sıcak cumadan soğuk cumartesi gününe geçiş, hava değişikliğinin yoruculuğu, nihayetinde gidilen havalı ötesi mekan Alancha, "yani. olsa da olur olmasa da olur" mekan, kokteyl sevenler mekanı, elektrikli araba ile kapıya servis eğlencesi, pazar günü, maç heyecanı (!) , Çirkin ama karizmatik erkek B.'de buluşma, kalabalık, kötü maç, kazandığımız maç, kazanmamızın hiçbir şey ifade etmediği, çirkinliklerin yaşandığı maç derken ortaya çıkan p.s.
P.S. Ne kadar ama ne kadar kötü bir maçtı... Ayrıca o kadar teknolojiye rağmen hala o kartlar hak eden hareketlere çıkmıyorsa, bebeğim cebinden çıkartıp da sıktığın o köpük sadece modernite gülünçlüğü olarak kalıyor.
P.S. (2) " Teşekkür ederim ". # 8 ile konuşurken gecenin yarısı konu konuyu açtı ve söylerken farkettim ki öyle zor durumdaki, zorluk içerisindeki birine yardım filan hariç ama sevdiğim, kaale aldığım kimseden yaptığım bir hoşluk, bir jest, verdiğim bir hediye, önerdiğim bir iş pozisyonu, tavsiyet ettiğim bir isim için hemen hemen hiç teşekkür duymamışım. Öyle bandolu davul zurnalı olmasına gerek yok ama yine de benden giden güzel ve keyifli hareketlere edilecek içten bir "teşekkür" benim semtime uğramamış. Bende sorun olduğu kesin de, etrafım da matah sayılmazmış. Hatta bayağı bir çirkinmiş. Neyse, çoktan miş'li geçmiş zaman olmuş zaten...
P.S. (3) Alancha...uzun yazardım ama üşeniyorum. Ama benlik değil çünkü müdavim mekanı değil. Michelin biraz zor, zaten Michelin rehberi de yok. Ben hala havalı yemek için Maya'da, Papermoon'da kalayım.
Neredeyse yıl bitecekken, neredeyse bu yıl henüz hiç "gece" başlıklı yazı yazılmamışken, neredeyse yaşanmış onlarcasına imzasını atan belki de en güzel, en keyifli gecelerden biri oldu cumartesi gecesi.
Vatana, yurda dönüşüyle inanılmaz mutlu eden (ama yine gittiğinde gidişiyle onun adına bir o kadar mutlu edecek olan) Fuket, Fuket ve Furi ve #8 ve Levazım ve güzel ev ve nihayetinde evde cumartesi akşamı buluşması, yemeği, buğulama sevmeyen biri olarak Furi 'nin müthiş lezzetli buğulaması, nihayet balık çatal bıçağı olan bir evin sofrasında balık yemenin keyfi, Fuketciğim'in beni düşünerek ince ince özel tariflerle hazırladıkları, Tekirdağ Altın'nın ne kadar şahane bir rakı olduğunun gecikmiş keşfi, ben hariç herkesin yaşamış olduğu muhtelif Tayland maceraları, Haberci dedikoduları, aile dedikoduları, komşuluk maceralarının anlatımı, delirten, güldüren "yaren"lik mevkii, içilen içkiler, viskiler derken "neeaa? saat 4 mü olmuş?" ile sisli İstanbul gecesinden eve dönüş ...
P.S. Evde pişen balığı kesinlikle erkekler yapmalı. Bir şekilde balık pişirmede çok başarılılar.
P.S. (2) Ya çok sıkıcı veya çok ciddi yahut çok olumsuz karanlık bir gece olsaydı? İnsanların tek olarak, birey olarak iyi olması birlikte, başkalarıyla beraber iyi, keyifli, uyumlu olacakları anlamına gelmiyor. Birini sevmek de yine aynı şekilde onunla beraber geçirilen zamanı sevmek olmuyor her zaman. Çoğunlukla insanlar "mış gibi" yaparak zaman geçirdiği veya zamanını "idare ettiği", "idare eder" insanlarla geçirdiği için bu 2li, 4lü, 6lı buluşmaların üzerine kaçınılmaz bir sıkıntı duygusu kaplanıyor. İnsanoğlunun "inanmak istediğine inanma arzusu" ile bu durum görülmez ve gösterilmez oluyor olsa da kaçınılmaz uyumsuzluk neticesiyle gelen sıkıcılık, keyifsizlik, vakit kaybı ilişkilerdeki, arkadaşlık paylaşımlarındaki büyük sorunların en önemlileri. Ama öyle olmadı cumartesi gecesi. Büyük şans. Büyük keyif. Büyük kazanım.
P.S. (3) " Hırvatistan 80lerin Kumburgaz'ı gibi" cümlesi herhalde daha uzunca bir süre bizi terk etmeyecek. İşin daha da boktanı aslı hiçbir şekilde benden çıkmamış olan bu cümle, asıl kahramanları biz tatil programlarını etkiliyor. Dilimi tutmayı öğrenmem gerektiği gibi, bilmediğim bir konu hakkında başkalarından öğrendiğim gözlemleri, yorumları da öylesine dillendirmemeyi öğrenmeliyim. Ya da belki kimin yorumunun kaale alınacak, kiminkinin ise ilgilenilmeyecek olduğunu ayırt etmeliyim. Haliyle daha kolaylaşabilir işim.
P.S. (4) "Katran, tüy" de bir nevi "Lahey" tadında bir ifade benim için. İnandığım, daha uzun yolu olan ama gerçekleşeceğine inandığım bir ifade. Belli bir mevkiide, belli bir midesizlikte, belli bir çirkinlikte, belli bir yandaşlıkta olanlar için. Yalan değil, o katran tüy zamanı bir şekilde bir gün gelecek...
P.S. (5) Evet, saat kaç deyip de saatin 03.44 olduğunu görmek dördümüz için de bir anda afallatıcı olduğu kadar fantastikti. Hiç kimse o kadar oturulacağını, konuşulacağını, yenileceğini düşünmüyordu. Ama oldu işte! Ve hiçbirimiz pişman değiliz.
Aslında hiç beklenmedik biçimde şekilenen bir gece oldu. Öyle evde oturup da kebapçı televizyonunda maç seyretmeye, maç seyretmek için eve insanları toplamaya, yemekler yapmaya, hele hele şampanyaları patlatmaya hiç ama hiç niyetim yokken kendiliğinden gelişen, davetlileri ile yolunu çizen bir gece oldu. İyi de oldu. En güzellerinden biri oldu. Her şeyden öte hafif oldu. Gerisini sallayabiliriz. o halde.
...uzun zamandır sekvotka'nın manitasinı eve çağırıp "vejetaryen" ağırlama arzumu gerçekleştirme çabasındayken "ama cumartesi maç var" diyen çirkin ama karizmatik erkek b. sayesinde gecenin konulu ve maçlı bir hale dönüşmesi, "kaçta gelelim, ben 6'da gelir viskimi içmeye başlarım" konuşmalarının tamamen boş çıkması ve yanında sürprizlerle çıkıp gelen sekvotka, pek sevdiğim manitası a., gecenin asıl sürprizi paris çocuğu " ve artık o doktor " olan f.t. , daha da ilginç bir konuk olarak ayağında şahane stand smith'leri ile ali akay, gecikse de buzu unutmayan e. & r., geceye damgasını vuran t. ve tabii geleneksel olarak en geç gelen kişi olarak # 8 kadrolu bir gecenin bitmeyen vukuatları, talihsiz bir şekilde sesli tepkili şekilde seyredilen bir maç, talihsiz ve sıkıcı bir maç, dünyanın en aptal ve gereksiz futbolcu hareketlerinden birine imza atan alves salağı, gelip de koltuğa oturduğu anda o takımın gol atmasıyla ayağının uğursuzluğuna inanılan, hele hele gelen 2. gol ile iyice balkona çıkması farz olan # 8, biten maç, biten yemekler, biten şahane bamya kızartması, biten içkilerden oluşan mini bir dağ görüntüsü, t.'nin sahneye çıkıp neredeyse hiç inmemesi, talihsiz bir şekilde- cumartesi gecesi 12'den önce- yan taraftan gelen uyarı (!) vuruşuna girişme girişimimin engellenmesi, çok manasız ve yanlış olduğu için kaale alınmayan uyarıya uyarı ile verilen cevap verip dümdüz devam ederek kendiliğinden aynen başladığı doğallıkla biten keyifli gece ...
P.S. Bir kez daha Türkiye liginin ne kadar kötü olduğunu ve Lig TV aboneliğini iptal etmenin ise ne kadar doğru bir hareket olduğunun görüldüğü bir gece idi, dün gece. Bunları, bu şımarık ve futbol oynadığını zanneden, her sezon aldığı parayı (ve tabii beraberinde gelen toplumsal itibarı) zerre haketmeyen adamların oynadığı oyunu mu seyredeceğim, para mı kazandıracağım bu kötü sisteme? No fuckin' way, bebegim. Sevenlerine, ekmeğini yiyenlere geçmiş olsun bir kez daha!
P.S. (2) Yinelemek için değil de, sadece kendime hatırlatmak ve bunu daha sıklıkla tekrarlamayı hatırlatması için: "en sevdiğim şey evde insan ağırlamak". Yorgunluğu, pisliği, uğraşı geride kalan keyfinin yanında görülmeyecek kadar ufak kalıyor.
P.S. (3) Peki uzun zaman sonra gelen bu gecenin değişeni neydi? Ya da var mıydı? Her şey. Veya hiçbir şey. Doğal olarak akıp giden hayat içerisinde hiçbir şey aynı kalmıyor. Aynı kalıyor gibi gözüken de aynı kalmamaya devam ediyor. Ve ne güzel, iyi ki de hiçbir şey aynı kalmıyor. Kötüsünü görmek yaşattığı tatsızlık içerisinde bir hayat dersi olurken, iyisini görmek ise zenginlik yaratıyor, ufukları genişletiyor, hayallere ulaşımı sağlıyor.
P.S. (4) Karşı cinse özel bir not: İlişkiyi bitiren her zaman kadın olduğu gerçeği. Eğer kadın kendi kafasında henüz bitirmemişse veya yaşananların acısını çıkartmak istiyorsa ya da kendince almak istediği bir intikam duygusunu içinde hala taşıyorsa o ilişki bitmemiştir, daha oynanacak rauntlar var demektir.
P.S. (5) Şampanyalarıma kıydığıma göre belli ki cidden içimden gelmiş, çok mutlu olmuş, keyif almışım demek ...
İşte beklenmedik ama bir o kadar fantastik geceden geriye kalanlar; "emek". Futbolda da, hayatta da, ilişkilerde de.