Friday, November 30, 2012

Cuma müziği

Yıl 1969.
Grup Chicago. İlk albümlerinden. Beginnings. Chicago çok kalabalık gruplardan olduğu için yazamayacağım. İlginç zaten o dönemler hepsi bir kalabalık, koloni halinde. whatever. Şarkı çok güzel. Chicago da iyi grup. Gerisini sallamıyorum, günlerden cuma, başka şeyleri zaten sallamıyorum.
Belki cuma eğlencesini bile yazarım; neredeyse aylardır yazmadığım.

Thursday, November 29, 2012

Sabah rengi

Fantastik güzellikte uyanamamak güzel sabahı, güneşli sabahı, sabah mutluluğunu, sabah keyfini, sabah hafifliğini engellememeli ... Büyümek böyle bir şey herhalde. Artık Kafka'nın Şato 'sunun insanın üstüne çöken karanlığının cezbedici hali çoktan silindi,Çarli'nin Çikolata Fabrikası'na yerleşme kararı alındı, ara ara Kızgın Damdaki Kedi'nin sıcak güney topraklarına gidilip oradan O. Henry 'nin büyük kentlerinde yaşanan küçük sürprizli hayatlara uğranıp bossa nova hafifliği peşinde yine de yer yer Güneşi Uyandırarak (uyandıralım) Brezilya 'ya iniliyor. falan filan. Gerçekten de kazık kadar olup, hayatların sonsuza kadar değişeceği zamanlarda dahi bir şeyleri değiştirme gücünü küçük görüp her zaman illa kötüyü de düşünmek, iyiden bahsederken mutlaka "yapılması gereken bir nitelikmiş gibi" telaffuz etmek, "aman güzel şeyler söyleyip de şımartmayalım" davranış biçimini, sürekli yüze yapışmış (!) ciddiyeti ve mesafeyi matah bir bok sanmak, hele hele her güne suratsız başlayıp bunu da marifet sanarak "üstüme gelmeyin" edaları ile sabahı geçirmek ve geçirtmek kadar sıkıcı ve aptalca bir şey olamaz. Büyük kayıp! "uzak ve daha da uzağa lütfen"

güneşli kış günü sabahı, güneşin sarmalayan ışığı, marilyn 'nin turuncusunun etkisi, gülümsemesi, gülümsemenin etkisi, gülümsemenin gücü (böyle de tv programlarındaki varoş kişisel gelişim öğütleri verenlerinden aşağı kalmam), kahve, kahve mutluluğu, müzik, the delfonics & tell me this is a dream, chicago derken bu sabahın rengi, keyfi, denizdeki yansıması ...




   

Tuesday, November 27, 2012

(NOT) Motto

ray bradbury- "we travel for romance, we travel for architecture and we travel to be lost."

Şöyle romantik lafları sevsem gerçekten bambaşka bir insan olacağım herhalde ama umutsuz vaka muhtemelen benimkisi. Çok sıkıcı. Tamam biliyoruz Ray Bradbury iyi bir yazar, güzel cümleler kuruyor da of bazı laflar felaket sıkıcı. Ama işte romatik olmak başka şey demek. Ne bu cümle ya? Ne kadar büyük anlamlar yükleniyor bazı laflara, eylemlere...Off...  


songs n' motto # 6

ah sade , beni bitiriyorsun..." is it a crime", 1985, promise, epic records

....

he takes her love, but it doesn't feel like mine
he tastes her kiss, her kisses are not wine, they're not mine


...

Motto # 9

"sometimes the partner is more shocking than the crime itself"

hayat böyle işte...

"kızım benim..."

"kızım benim, gözleri baldan tatlı arım benim"

j.a. ile geçen fantastik güzellikteki günün fantastik cümlesi. her şey sürreal her şey fantastik idi dün. güneş de vardı gözyüzünde. 

"anlatma çocuğum!"

Monday, November 26, 2012

Never on sunday # 11

yağmurlu perşembe, amerikan, tüm gün amerikan, b. & t. derken + 1can, kalabalık, uzun zamandır görülmeyenler, koridor penceresi önünde mini zirve, iddia peşinde trilyonlar peşinde seçilen rakamlar, kötü büfe döneri pişmanlığı, garipliklere, farkedilmişliklere tekrar tekrar şahit olunuş, mezzaluna, g.g.& çetesi, çok özlediğim t 'nin de uğraması ile giderdiğim hasretim, paylaştığım hissiyatım, hayatım; cuma ile gelen erken mesai, erken mesaiyi gecenin bir yarısı göndereceğim mesaj ile ekeceğimi sanan g.g., soğuk ama güneşli hava, gökkuşağının gözüktüğü hava, fantastik şekilde yer bulunabilen karaköy lokantası ve gey kapılım z., big sister e., (tekrar ve yeniden) uzun zamandır geçirdiğim en güzel, en keyifli, en huzurlu akşam yemeği (# 8 ile olanlar hariç. o taraf forever peace zaten), gece "bekleme" mesaisi, güneşin yükseldiği cumartesi, mutluluk, oradan oraya, korkunç trafik, korkunç trafik bıkkınlığı,  juno ve bir anda herkes ve herkesi bir anda aynı yerde görmenin afallatıcı hali, sekvotka, strasbourg a., g.g.& h., masayı sürekli mum ışığı ile romantikleştirme çabasındaki sekvotka ve iğrenç anılar serisinin dillenişi, kahkahalar, hayvani iştah karşısındaki fantastik yorumlar, geceyarısı james bond, gayet tatminkar james bond, gece 4'deki soğuk, never on sunday hali, yemeği, high fidelity keyfi, ruhu ver thanx 4 everythin' ... 

p.s. cuma gecesinin asıl bombasının yemeğe giderken yere kapaklanmamı atlamış olamam diye düşünüyordum ki ... gayet güzel vaziyette giderken hem de evden çok yeni çıkmışken hem de telefon ile konuşuyorken bir anda uçmam, ufak çaplı bir faciaya dönüşmeden atlatılsa da biz faniler bazı olaylara ne diyeceğimizi biliyoruz. geçiyoruz. korunuyoruz.   



 

Saturday, November 24, 2012

- 5 : J.R. EWING


Çocukluğunu talihsiz 80ler Türkiyesi'nde geçiren çocukların TRT günlerinin efsane dizisi Dallas'ın has "kötü" adamlarından JR Ewing gerçek adı ile Larry Hagman 81 yaşında kansere yenik düşmüş. Artık 80li yaşlar, yaşlı değil de orta yaşlı sayılıyor ama kanser söz konusu olunca 81 oldukça iyi bir yaş gibi sanki. Tatsız! Sadece kendi küçük şımarık gündeliğimizdeki değil, insanlık gündeliğindeki birçok hadise gibi. İsrail-Filistin gibi, Suriye gibi, Pınar Selek'ın Kafka'nın Şatosu'nun karanlık dehlizlerini andıran davası gibi, patlatılan okullar gibi, Cumartesi Anneleri gibi, bütün baskılar, kısıtlayıcılar gibi tatsız işte her şey. O yüzden dün akşam yemekte- uzun zamandır; # 8 ile olanlar hariç, yediğim en keyifli en güzel yemeklerden birinde- Gey Kapılım Z. ve Big Sis E.'ye dediğim gibi "zaten her şeyin sıkıcı ve tatsız ve keyifsiz ve mutsuz olduğu dünya düzeninde en azından kendi dünyamda mutlu olmak, gülmek, hafif olmak, sadece kötü günü değil, asıl mutlu günü içtenlikle paylaşabildiklerimle olmak istiyorum." 

R.I.P. JR - erken gittiğine göre demek o kadar da kötü değildi. Baksana asıl kötüler hala maşallah domuz gibi sağlıklı...

P.S. forever karaköy lokantası. orası da artık bir nevi sabahattin. tamamdır.

Ayağıma... Bana...

"...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski öğretmenleri ile Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde bir araya geldi..."

Eskiden türk filmlerinde geçen klişe laflardandı, duyardık "koca fabrikatör olmuş da adam olamamış" diye. Yarın Öğretmenler Günü'ymüş bu vesile ile de kutlamalar yapılmış, bazılarımız sevdiği eski öğretmenlerini aramış kutlamış erkenden. Ama ayağına getirmek...İşte bu pek olmamış. "Senden büyük birini ayağına getirmeyeceksin!". Bu çok bilindik, doğu kültürüne özgü, o pek hayran olunan (!) katı örf ve ananelerin geldiği yerlerden gelen bir başka ifade. Ama öyle değil mi? Senden büyüğün, değer verdiğin, itibar ettiğin büyüğünün ayağına sen gideceksin. O kim olursa olsun, sen kim olursan ol. Araba gönderip aldırmak, tekrar araba ile geri göndermek filan boş açıkcası. Gerekiyorsa gideceksin, gerekmiyorsa da faaliyete gerek yok.
Hayırlı olsun.

Tuesday, November 20, 2012

Güneyden doğan sabah güneşi

Gelgitli ruh hali neticesinde sabah güneşini, mutluluğunu bulmayı bu kadar çabuk beklemiyordum ama işte, olabiliyormuş eğlenceli güzel sürprizler, küçük ama büyük mutluluklar. Daha da güzel olanı, birine bir şeyi bir kere söylemenin yeterli olması. İnsanoğlunda pek rastlanan bir kalite değil. Genelde her şeyi, özellkle de en yakınların en özensiz olduğu gerçeklikte, insanın kendisi için önemli olanı karşısındakine anlatabilmesi, belki o yönde hareket edebileceğini düşünmesi en az 3-4 seferi gerektiyor, sonra da bir ehemmiyeti kalmıyor zaten. whatever.

Brezilya güneşi gibi doğdu bugün; hani çoğumuzun kafasında canlandırdığı sıcak ve rahat bir iklim halinde. bossa nova melodisi gibi. Cidden nefes aldırttı, "tamamdır" dedirtti.

İstikamet Brezilya ... Bugün temsili, yarın ise gerçek. haters gonna hate .

Monday, November 19, 2012

Yüz

Yüz, surat ...

Birçok ifadenin yansıdığı veya yansımadığı ama hep taşınan. Yine de mutlaka bir şekilde bir zamanda ne olursa olsun içerde asıl hissedilenin poker face'i alt edip kendini göstereceği. yaşlılık, gençlik, gençken yaşlılık, yaşlıyken gençlik, mutsuzluk, mutluluk, barışıklık, hırçınlık, depresyon, heyecanlılık, coşkunluk, kederlilik, kıskançlık, çekememezlik, kabullenişlik, beceriksizlik, korkaklık, korkusuzluk, cüretkarlık, farkındalık, umursamazlık, özenlilik, ilgililik, kayıtsızlık, kaygılılık, kaygılıymış gibi gösterip hissedilen kaygısızlık, ilgisizlik, sahtelik, severken sevmemek, öperken öpmemek, söylerken söylememek, kabullenirken kabullenmemek, inanırken inanmamak, isterken istememek, samimilik, gerçeklik...her şey, bütün bu ifadeler bir şekilde bir gün mutlaka tüm çıplaklığı ile yüzde, yüzün aldığı şekillerde, gözün içindekinde gözüküyor.

Elbette insan hep bir coşkuyu, bir heyecanı, kendi inandığı güzelliği görmek istiyor. Kendisinde de, sevdiklerinde de. Çoğunluk "fiyasko", azınlık ise "büyük ölçüde benzer" hissiyatlarda. Mesele fiyasko olanlar değil; fiyasko olanların çoğunlukta ve daha nüfuz etmiş şekilde olması. İşte gündeliğin sıkıntıları, fiyaskoları, kofları, kötülük çiçekleri...

Son zamanlarda farkettiğim, karşılaştığım dışardan mükemmel de içerden fiyasko suratlara tesadüfen biri daha eklendi. Yıllardır görmemiştim. Eskiden sadece gözlerinin derinliğinde farkedilen sıkıntısı, mutsuzluğu bugün tümüne yansımış. Gülümsemeyi ihmal etmemiş de o gülümseme bile yılların sıkıcılığını, iç sıkıntısını, maskeli baloyu silememiş. Kim bilir belki değişirdi yıllar önce yapacağı ufak bir çaba, atacağı bir adım. whatever. Herkes seçimlerinden yaptıklarından sorumludur, bugün dün yarın da bugündür.


 


Saturday, November 17, 2012

Cool mu, özgüvenli mi, her ikisi de mi yoksa...?

Televizyon dünyasının yeni popüler isimlerinden. Ama akıllı, ama yaratıcı, ama farklı ama cool olanlarından. Prototip değil, sarışın değil, yanık tenli değil, uzun saçlı değil, incecik değil. Hele o "incecik mükemmel vücut" durumu Lena Dunham 'da söz konusu değil, olmadığı gibi balık eti filan bile değil bir de bildiğin chubby. Velhasıl kendisinin bu mükemmel olmayan vücuduyla chubby olma hali yükselişini engellemiyor ve özgüvenini yok etmiyor.

Oysa her cool gözükenin özgüvenli olmadığını bilmiyor muyuz? Frankie halleri gibi coolluktan çatlayacak, patlayacak vaziyette ortalıklarda dolaşıp aslında ne kadar özgüven eksikliği içerisinde oluşunu yaşamadık mı? Veya pek özgüveni yüksek olanların cool olmadıkları gerçeği yok mu? Arada bir denk geliyor birliktelik. Veya gelmiyor. Sadece " I like to fake it fake it" çıkıyor ortaya.

HBO'nun sentetik dizisi Sex & The City 'yi yerinden yıkan Girls 'in yaratıcısı, oyuncusu Lena Dunham New York'ta gayet önemli bir ödül töreni gecesinde kendi ödülü neticesinde yaptığı konuşma esnasında sahnede tüm gözlerin onun üzerinde olduğu çok da ince olmadığı, mükemmel olmayan vücuduna giydiği yanlarından hafifçe fazlalıklarının taştığı elbisenin altında seçtiği dore renkli şahane topuklu ayakkabılarını çıkartıp konuşmasına öyle devam etmiş. Alkışlar içerisinde. Mutlaka kendine ait özgüven kaybı yaşadığı anlar, günler, kendini çirkin bulduğu zamanlar vardır ama belli ki özgüvenli, kendisi ile barışık, başkası özellikle de bir erkek ile şekillenmeyen genç kadınlardan kendisi. Oh be! Bu cool ve özgüvenli hareketi sebebiyle aynı dünyayı paylaştığı daha parlak daha ince daha güzel gözüken hemcinslerinden nefret yüklü bakışlar almış, etrafına özgüveningen gelen bir rahatsızlık hissi yaymıştır. Ama belli bir kesim için ise oh be! yürü be! 

Bir de beraber olduğu ile şekillenen ridikül olma eşiğindeki kadınlar var ki ... oy oy oy! "kocasını çok seven kadınlar" gibi. Fuket gönderdi bu blogu ama o başlıktan o icerikten ben yazan adına utandığımdan yazamıyorum şuraya. Bunlar bir de öyle resim çekilince Meltem Cumbul gibi tek taş yüzüğü gösterirler utanmadan. Başkasının özellikle de bir kadının hemcinsi adına utanmak çok üzücü bir şey.

p.s. her şey bir yana stiletto çok giymek güzel ama çok sıkıcı bir şey. verdiği acı da cabası. sahnede değil de düğünlerde ilk 1 saat sonrası benimkiler çıkar, dans pistinde çıplak ayakla dans ederim, hiç umrumda değil. biliyorum, gülen oluyor, garipseyen oluyor, eğlenceli bulup çaldığı sahneye koyan oluyor ama yapacak bir şey yok yapılan şeyin herhangi bir amacı yok. sadece bugüne kadar böyleydi, bundan sonra da değişmez herhalde. uzaklaşmak en iyisi.







Thursday, November 15, 2012

Motto # 7

hannah arendt: "the sad truth is that most evil is done by people who never make up their minds to be good or evil".

Bayılıyorum. Gündelik hayatta felsefenin, sosyolojinin karşıma çıkmasına, kendini gündeliğin olağan temposunda farkedilmeyecek kadar küçük detaylarla göstermesine bayılıyorum. Eğlencelisi de var, kötüsü de. Kötü de illa korkunçluk derecesinde kötü olmayabilir. Aksine sıradan kötülük de var. Hem de hiç kötü gibi gözükmeyen kötülüklerden. Yani en korkutucu, en tehlikeli olanlarından. Yoksa gözüne soka soka kötüyü oynamak, yani, ne çok eğlenceli ne de çok korkunç. Belki de kötü bile değil. Oysa iyinin altında yatan asıl kötü işte o, olabilecek en tehlikeli şeylerden.

Hannah Arendt 'in de dediği gibi. Gerçekten büyük bir insan, büyük bir filozof kendisi. Tekrar tekrar okumak iyi olabilir. Ha, sıradan kötülüğü ise, pek kaale almamak, onu yapanı etkilenmeyip "kişi karşısındakini kendisi gibi bilir" diye düşünmek kolaylaştırıcı olabilir yoksa beklenmedik hali üzebilir; gerek yok sıradan bir kötülüğe tasalanmaya, üzülmeye...

okuma listesi (my favs): 
- eichmann in jerusalem: a report on the banality of evil, 1963
- on revolution, 1963
- the life of the mind, 1978

Büyüksün H. Arendt ! 


  

Wednesday, November 14, 2012

Zaten

Zaten yaka silkerek, neredeyse sıtkım sıyrılarak yapmıştım. Bugün bir kez daha inandım ki öyle. Hiç gerek yoktu. Hele hele benim için, bugün bu zor durumda hiç gerek yok aksine benim güzelliğimdi ortaya çıkan ama gerçekten gerek yokmuş. Benim yaptığım bu güzellik bana yapılır mıydı? Hayır ve çok da net bir şekilde "it's all about the benjamins" denir bir güzel bahane ortaya atılır, "yapacak şey yok, hayat bazen zor" denir, ben de zamanındaki güzelliğimle kalırdım. whatever. Aradaki fark da bu olsun o halde hayatta; güzel vs yürek tüketen. Tabii bir de şanım yürüsün ... 

the way it is

Gerçekten de öyle. that's the way it is; serendipity . Böylesi daha güzel. Daha zahmetsiz, daha kaygısız. Önümdeki ısrarcı, kararlıdan çok hırslı, istediğine ulaşmakta inatçı, yer yer yorucu örneklerden olmak ister miydim? Sanmıyorum. Serendipity hal iyidir, en azından bende iyidir. Uzak ise daha da iyidir. 

Bruce Hornsby 'in The way it is ise seksenlerin garip müziğine rağmen şahanedir, melodisi ile insanı kıpır kıpır yaptırandır. 2Pac 'ın The Way it is sample'ları ile yaptığı Changes 'i ise zaten apayrı bir yere koyuyorum, forever 2pac diyorum. Biri 1986, diğeri 199; ölmeden sadece 4 yıl önce. that's the way it is veya that's life.

Tuesday, November 13, 2012

P.S. # 7

en son eylül başında yazılmış p.s., üzerinden geçen sadece 2 ay olmasına rağmen 22 ay gibi p.s., cuma günü 2 günlüğüne atina'dan gelen elli ve bir de amerikalı, ilgi alaka yemek arkadaşlık dostluk vs,  juno , touchdown, karşılaşılan isveçli ve çirkin ama karizmatik erkek b., karşılaşılan başka insanlar, işten çıkamayıp yemeğe de içkiye de gelemeyenler; sakin cumartesi günü, güzel hava, cavit, pek eğlenceli pek komik pek derin yemek, rakı,  # 8, inat edip de "kendimiz hallederiz" ile cumartesi akşamı kötü yemek kötü ortam ile yetinen haliyle cavit'e çöken elli + amerikalı, yan, reflü krizi, yorucu gece, yorucu pazar, never on sunday halinden oldukça uzak bir pazar, her şeyin daha iyi olduğu pazar gecesi, gecelerin hala ısınmadığı, ısıtılmadığı ev, merkürlü pazartesi, salı, g.g., çorba, pek sevdiğim pek özlediğim pek eğlendiğim s.e., rahatlık, benzer konularda benzer düşünceler, "oh be", uzak uzak, kime uzak, neye uzak, ne kadar uzak...? 

p.s. öyle bir laf duydum, öyle bir laf yedim ki herhalde önümüzdeki yıllarda bomba laf arayışına girmem ...

p.s. (2) büstiyer. bulamıyorum. sinir oluyorum. alttan çıtçıtlı değil, belde biten türde. yalan mıydı yani intimissimi heaven in rome reklamları.  şayze!

Friday, November 9, 2012

(fantastik) Hayvanlar aleminden sevgilerle

her şey çita ile başladı, diğer kaplanlara ziyarete yöneldi, ormanlar kralı buna delirdi, çita-kaplan-aslan üçgeninde yaşanan gelişmeler, oyuncaklardan kurulu çiftlik, çiftliği kurmadan önce aşşk, g.g., klasik eğlence-dalga vs derken birden yan masadan "pardon hanımefendi sizin ny'ta size çok benzeyen bir akrabanız var mı?" diye gelen fantastik bir soru ile fantastik bir konuşmanın başlaması, yemeğe beklenen g.g.'nin aklının bu fantastik masada ve konuşmada kalarak kalması, "şok! şok! şok! ", alınan, aldırılan notlar, "tamam, o olur", gülerek hafiften afallamış vaziyette kalkış, zanzi 'ye 5 dakikalığına her şeyi anlatmak için uğrayışın uzun dakikalara yayılışı, kahkahalar, komiklikler, eve vahşi hayvan çiftliğini kurmaya doğru koşuş, wild life tadındaki minik çiftlik ve hikayesi, gecenin bir yarısı her şeyin yayılarak komik hale dönüşmesi, çifliğin ve çitanın ve yetişkin vahşi çitanı ve ormanlar kralı aslanın gülmekten yerlere yatıran heyecanı, iş dünyasındaki geri gelen heyecanı, hong kong, boston, los angeles vs derken günün bombası olan "new yorker" sohbetine "yaşlı adam seni new yorker yapmış. yazmak için iyi taktik" deyip gözünden neredeyse yaşların fışkırarak gülmesi, hala yanmayan kaloriferler, gece  saat 2 ...

p.s. mümkünse şu "çocuğum ben" cümlesi, yapılan bencilliklerin mazaretiymiş gibi kullanılmasa ... üzgünüm ama yetişkin bedende çocuk olmak ile çocuksu olmak arasında büyük fark var. yetişkin kalarak çocuksuluk elbette komik ve şahane de, yetişkinliği beceremeyip sorumsuzca çocuk olmak bayağı sıkıcı, insansavar gibi bir durum. 

p.s. (2)  fantastik konuşmanın asıl kahramanı olan yakın zamanda karşılaştığım ve ikinci a.a. bey'in dediği gibi "her mazlumun içinde bir zalim dışarı çıkmayı bekler". hiçbir şey gözüktüğü gibi olmadığı gibi her mazlum da mazlum değildir.

p.s. (3) fuket 'i bazen o kadar özlüyorum ki... özellikle de anlattığım olaylara yaptığı yorumlarda resmen eksikliğini hissediyorum hayatımda, gündeliğimde. hele dünkü phuket beach wedding yorumu ile uzun süre daha gülerim herhalde.

p.s. (4) bizim çitanın da en kendini bilmez tarafı boyuna posuna aldırmadan saldırabilmesi. pençeyi yiyince de tekrar inat edip üstüne gitmesi. cidden şuursuzluk böyle bir şey herhalde. alkoliği canlandıran sandra bullock 'ın 28 days isimli filminde terapistin "sonucunu bile bile başka bir sonuç elde edeceği düşüncesiyle aynı hareketi arka arkaya yapmak deliliktir" demesi gibi. komedi resmen. wild thing wild cheetah!
-" Folks, the definition of insanity is repeating the same behaviour over and over again, expecting different results." gerçekten de mottodur bu.  

  

  

Tuesday, November 6, 2012

Motto # 6

jim williams - yes, I am "nouveau riche" but then it's the "riche" that counts, isn't it ?

midnight in the garden of good and evil, dir. clint eastwood, 1997

Belki de en sevdiğim filmlerden. Ama Amerika'nın deli ötesi güney eyaletlerini ve bir o kadar acayip güney özgü yaşam biçimini gösterdiği haller dışında belki de en sevdiğim tarafı nouveau riche'lerle dalga geçmesi; fabergé, tablo, sütunlu müstakil ev, pahalı yemek düzenli partili geceler neticesinde sosyal statü peşindeki nouveau riche 'ler.

Çok sıkıcı. Daha bu akşam gördüm. Daha dün gördüm ve her gün görmeye devam ediyorum. Sıkıldıkça sıkılmaya devam ediyorum.   

Monday, November 5, 2012

"olmayınca olmuyor"

Herkesin ara ara kullandığı bir laf değil midir; "olmayınca olmuyor". Cümle içerik olarak farklılıklar gösterse de "olmayınca olmaz" işte ve insan bu durumu bir şekilde dile getirir. Aslında bu olmayınca olmadığını kabul etme hadisesini kabul etmek de zor çünkü insan doğası gereği inanmak istiyor. Girmek istediği zarif ve gösterişli kalıbı tam olarak taşımak ve tabii taşıyabildiğini de her türlü şekilde önce kendisine olmak üzere etrafına, çevresine göstermek istiyor. Heyhat! Olmayınca olmuyor işte. Mükemmel resim bir yerde göze çarpan beklenmedik bir fırça darbesi ile olmamış olduğunu hissettiriyor.

... ilişkiler, dostluklar, evlilikler, kariyerler, aileler, sıfatlar, tanımlar, haneler, çocuklar, arabalar, saatler, yaşamlar; her şey o kadar güzel ki! ne var ki olmayınca olmuyor işte, bazı şeyler sonradan öğrenilmiyor. veya gitgide güzelleşen maddiyatla, saygınlaşan sosyal etiketle ruhun kendisi olduğundan daha fazla güzelleşmiyor işte. belki daha çirkinleşmiyor ama sanıldığı gibi elde edilindiği düşünülenler ruhu beslemiyor. olmayınca olmuyor işte; olmuş olduğu sanrısı ile gururla hareket edilse de ...

Wish list # 3

Çok uzun zamadır listemde de hiç üstüne gitmemiştim. cartier bague panthere. Etrafımda kendim dışında beğeneni görmedim de ben çocukça ifade ile "büyük beğeniyorum". Hala üstüne gider halim yok da kim bilir, alırım belki veya belki başka şey. Hayat ilginç işte, bilinmez ve beklenmedik sürprizlerle dolu. Kim bilir, belki o zaman çitalığı bırakır, panterliğe yükselirim. Gerçekten de neden çita acaba? Herhalde söylenişini beğeniyorum yoksa manası yok. Hey çita!

çita'ya özel p.s.: muhtemelen şampanya ve merkür yüzünden. geçecek. blame it on champagne, blame it on mercure. 

  

Friday, November 2, 2012

Mümkünse


Gerçekten de "eat your art out"! Sıkıldım. Hatta soğudum.

Thursday, November 1, 2012

(bir kasım) sabah (i) keyfi

Gün itibariyle 1 kasım. Bayağı bir şey başka, bambaşka hatta fantastik.
Mevsim değişti, hava soğudu ama asıl o garip tiril tiril ruh hali sanki daimi.

...sabahın erken saatlerinde çıkan güneş, kasım güneşi, morning glory, morning glory mutluluğu, s.k.'dan gelen güzel haber, "2012 fantastikliği"...tamamdır... " İşte müzik bu! " Özellikle de sonlara doğru aranjmanın mükemmeliğine, Norman Whitfield' e hayranım... wishing on a star ... Rose Royse, 1977

p.s. "işte müzik bu!"...bildiğin gerzeksin (en bien).