Thursday, February 28, 2013

Limon ağacı

Oldum olası severim. Limon ağacı, portakal ağacı vs. Film olanını, Etz Limon,  yakın zamanda tesadüfen seyretmiş, limon ağacı ekili bir bahçede nasıl mutlu olunacağını hayal etmiştim. Limon, portakal, narenciyenin tüm türlerin olduğu bir bahçe ve o bahçenin yaydığı kokularla gelen mutluluk filan ... Nihilist ve gerzek olduğum zamanlarda neredeyse aynı evlerde yaşadığımız ve ailelerimizin de yine birbirimizin ailesi haline dönüştüğü haftasonu İ.K. ile beraber doğa içerisindeki evlerine çağırıp da benim "ben doğa sevmem" lafıma şaşıran Papi, bu yazdıklarımı okuyabilse muhtemelen kahkahalarla gülerdi halime, "kızım demiştim sana ben ama gençlik işte, laf dinletemedik o zaman"  diye de lafını söylerdi.

Güzel ama acıklı film Etz Limon, Limon Ağacı. Her daim sorunlu coğrafya ortadoğu, İsrail- Filistin, güç dengeleri, iki kadın, iki ayrı dünya, içiçe geçmiş iki ayrı dünya, birinin naif dünyası diğerinin korkulu rüyası, tüfeğe karşı limon ağacı üzerinde gelişenler, mutlu son ile bitmeyen gelişmeler.

Acaba bu kadar büyütebilecek miyim? Acaba benimkisi de bu kadar güzel olacak mı? Koku verecek mi eve? Nerede tutacağım, balkon çok mu soğuk olur? Mart ayını atlatmak lazım değil mi balkona çıkarmadan önce? Ne olursa olsun yine de Johnny Cash'inkini andıran bir cennet tanımın başrolü limon ağacının galiba.

Cennet tanımı : kapıyı açtığımda karşıma çıkan limon ağacı sürprizi. 

p.s. huriye gerek yok, tamamdır böyle. gerekirse kafama çiçekten taçlar filan takar, tiril tiril kıyafetlerle huri vari hareketler sergileyebilirim, sorun değil.    

Wednesday, February 27, 2013

Sabah keyfi # 2

garip soğuk hava, new york, new york sokakları avareliği, kahve, hatta kahve ile beraber camel keyfi, kulakta müzik keyfi, çantada he an çıkartıp okunabilecek kitap keyfi, # 8 keyfi, I'll rise keyfi, band-aid keyfi, artık tek okullunun ben olmayacağım ihtimalinin keyfi, "geliyor" hissiyatı keyfi, etraftakilerin varlığının keyfi, yenilerin keyfi, gece bir anda başlayan radyo keyfi, gwen mccrae, cradle of love, love boat dansı, duyulmasa da bir anda hatırlanan ama hatırlanamayan for your love melodisi, 5:45 alarmı, gerçekleşen ve gerçekleşemeyenler, hayat işte, that's life ...

p.s. tumblr 'a teşekkürlerle...melodi için.

p.s. (2) haftasonu teması band aid 'dir. ihtiyaç olan, eğlenceli olan, istenilen, biraz üflenip sarıp sarılacak olan. evet, evet aynen yarabandı olan band aid. hani benim sürekli elimi kesip de yapıştırdığım çocuk yarabantlarından. bayılıyorum üzeri şekilli olanlara...

p.s. (3) asıl keyfin ne ny resmi ne vik vik hayat bilmemneleri ile hiçbir ilgisi yoktu; heyecandan atlamışım. asıl keyif I'll rise keyfi imiş. ilk defa yazdığımdan, ilk defa sevgimi ifadeden değil. sevmesini istediğimin, benim sevdiğim kadar sevmesi ile kalmayıp kendisine dair önemli hale getirmesi, geçişlerine kolaylık sağlaması, band aid etkisi yapması. asıl sabah keyfi budur, ny my sonradan kaynak oldu...ve her seferinde şarkının asıl maya angelou 'nun şiiri olduğunu söylemeyi unutuyorum.    

Tuesday, February 26, 2013

Sözlerle keşfetmek

Sözlerle keşfetmek birini. Veya birilerini. Aslında güzel hatta kimilerine göre romantik olduğu düşünülse de şahsen muhtelif deneyimler neticesinde o kadar da "güzel" olduğuna katılmıyorum. Aksine korkutucu. Özellikle de sanal dünyanın, facebook, instagram, twitter gibi mecralarında hiç de öyle istemeden, tesadüfen görülenlerde. Hani kişinin, arkadaşının, sevgilisinin çirkin yönlerini onun sözleri üzerinden görmesi oldukça kötü bir deneyim de hiç tanımadıklarınınkini görmesi, kötüden ziyade utanç verici bile olabiliyor, okudukça onun yerine utanıp "hadi canım, tahmin ediyorduk da bu kadar da kezban olamazsın", "of bıraksak artık bu ağır abi tavırlarını, kime neyin havası" düşüncelerini beyninde döndürüyor.

Ben şahsen sıradanlığından, kezbanlığından yazdıklarını okurken güneş gözlüğü takma arzusu taşıyacak kadar utandım. Bakamadım. Cidden tahmin ediyordum böyle bir şey olduğunu ama yine de... En kötüsü, hiç sevmediğim "acıma" duygu dahi hissettim. Ve her şeyden öte verilmiş sadakam varmış diye düşündüm.

Ha, bir de tanıdıkların, en yakınlardakilerin sözlerle keşfi var ki, işte o başka bir hikaye. Çoğunlukla o da beklenen güzelliklerin aksine yine acı ve üzücü ve tabii çirkin bir hikayeye dönüşmüş oluyor çünkü sözler bazen konuşurken tutulamıyor, güzel demek isterken çirkin deniliyor, lapsus kendini belli ediyor, gurur duyacakken rezil ediyor, acılı elini tutmak isterken "allah'tan benim başıma gelmedi" düşüncesi istemeden de olsa ifade ediliyor. Herhalde en güzeli yüzyüze konuşurken ortaya çıkıyor. Her seferinde daha da derine. Zaten sonra bitiyor.

this is the end, baby.  

Monday, February 25, 2013

(erken) Cuma eğlencesi # Oscar, part 2

Oscar tantanası bitse de beautiful people ve gece alemleri bitmiyor. Bitmesin de ayrıca, böylesi daha eğlenceli çünkü ecnebi beautiful people 'ı ne kadar eğlenceliyse bizimkiler bir o kadar sıkıcı. Hele sabah sabah İclal Aydın'nın "kürküm gerçek ama evde kedi besliyorum" açıklması ile zaten şiştim. Eger people ile şişeceksem mümkünse Atlantik'in diğer yakasındakilerle olsun, bizimkilerin dar beyinleri nefes almamı iyice zorlaştırıyor ...

Marisa Tomei. Herhalde 40larının ortalarında ve bayağı hoş bir kadın. Zamanında Oscar kazanmışlığı da var kendisinin. Tulumu, elleri cebinde hali, gülümsemesi ile gayet şahane bir görüntü veriyor.


Tanıma gerek yok, aşağıdakilerin kim olduğunu modern dünyada artık Moğolistan bozkırlarındaki birkaç ilkel topluluk dışında bilmeyen kalmadı. Normal şartlarda Kardashian Ailesi fertlerine beklendiği kadar fazla antipati duymasam da şu resim, o ten rengi, o ruj rengi, o abartılı makyaj, o göğüsler, o iki çirkin elbise, o yapaylık, o yapay şuh bakışlar...Ama Kim Kardashian akıllı bir kadın. Aynen Paris Hilton gibi. Para ve Los Angeles şöhreti dışında başka hiçbir özelliğe sahip olmadan koskoca bir imparatorluk yaratmak gibi. Ayrıca çocuk yaptığı insanı da doğru seçerek nasıl güzel ve karlı bir düzende ilerlediğini de göstermiş oldu. Zamanında bir aile dostumuz demişti; "kiminle beraber olduğun, evlendiğin, boşandığın önemli değil; geçer gider. ama kimden çocuk yaptığın önemli çünkü o zaman o insan bir ömür boyu hayatının içinde olacak demektir" diye. Çocuk yapmak da kimi zaman kadının en büyük güçlerinden biri değil mi? Beraber olduğu veya olmadığı erkeği kendisine (eve) bağlamak için, ayrılmamak (boşanmamak) için, evlenmiyorsa evlenmek için, daha çok para, mücevher, kıyafet ve tabii üzerinde güç için kullandığı bir durum değil mi? Evet, doğru, herkeste ve her zaman değil. Allah'tan değil ki hala büyük ve gerçek bir sevgi ile yapılanlar var. Iyi ki var. Ama ben kötü olduğum için, Kim Kardashian'nın Kanye West'ten gelecek push present listesini düşünemiyorum bile. Kim bilir, belki içinden biraz zarafet de çıkar...

Vegan çift Natalie Portman ve balet kocası. Elbisesi şahane olmasa da temiz ve güzel. Çanta gereksiz. Ama asıl zümrüt küpeler buradan seçilmese de müthiş. Zümrüttür olay; pırlanta değil. Belki bir power couple değiller ama güzel genç sağlıklı çiftler, daha ne? Her power couple mutlu olsa, dünya yaşanır bir yer olurdu.
Naomi Watts 'ın bu elbisesi ile Oscar'a giydiği karşılaştırılsa üstün gelen aynen aşağıdakidir. Tek kollu elbiseler itice gelse de o dağınık gibi toplanmış saç, elbisenin renkleri, parıltısı, payetleri, çantası, tamamdır ya cidden.Yazmaya konuşmaya gerek yok.

Aman Allah'ım diyerek başlıyorum ve ikisini birleştiriyorum. Yani Heidi Klum ve Liberty Ross. İkisi de manken, ikisi de uzun zamandır şöhretli, ikisi de kocalarından bir aldatılma neticesinde yeni boşandılar ve ne yazık ki ikisi de Vanity Fair partisine üzerilerinde sanki  şöhrete yeni kavuşmuş bir çömezin "herkes bana baksın ve kocamın ne kadar büyük bir hata yaptığını görsün" ifadesi ucuzluğunda kıyafetlerle geldiler. Neden ki? Zaten güzeller zaten herkes kocalarının gerizekalı olduğunu düşünüyor. Yani (benim hiç beğenmediğim) Heidi Klum'un şu kadar itici bir göğüs dekoltesi ile  dolaşmasına ne gerek var ki zaten Heidi Klum 'sun. Beğendiğim Liberty Ross ise herhangi bir çamaşır giymeden-ne üste ne alta- giyinip çıkmış işte. Cidden çok sıkıcı. İki elbise de güzel değil, iki özgüvensiz insanın varlığı her şeyi daha yorucu hale getiriyor. Neymiş, "müthiş özgüvenliyim" diye bağıra bağıra konuşan da, kaba saba davranan da, yolda yürürken vurup geçen de, en harika vücut diye ortalarda dolaşan da aslında özgüvenli olmuyormuş.

Benim için yeni bir insan kendisi. Kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yokken ani bir şekilde öğrenmiş oldum. Irina bir şey. Şu manken olan, klasik w.a.g olan. Soyadı yine tam olarak aklımda kalmayanlardan.Vücut takıntılı olanlardan olmadığımdan kendisinin hayranlık duyulan istisnai vücut ölçülerine imrenmek bir şey ifade etmediği için gayet bakmıyorum da bir şekilde dikkatim o itici kıyafetten çıkan göğüslerine, benzer iticilikteki göz makyajına, ten rengine, dudaklarına filan bakmaktan kendimi alamıyorum. Hayır, en korktuğum şey, benim kadar göğüs bölgesini açma taraftarı birinin bu kadar göz kamaşmasından sonra muhafazakar olma ihtimalimin yüksekliği. Korkunç. Sıkıldım ve hala bakamıyorum. Kaçıyorum. Gerçekten de gece görsem kaçacak durumdayım.


(erken) Cuma eğlencesi # Oscar

Evet,evet biliyoruz ki cuma değil bugün. Aksine pazartesi, haftanın ilk günü; hatta kimilerine yani Boomtown Rats gibilere I don't like Mondays, yani hafif bunalım günü ama işte madem Oscarlar verildi verildi o halde bugün dükkanda cumadır, bu da cuma eğlencesidir. Elbette şöhretli takımının listesi kalabalık olduğundan hemen başlıyorum; en sevdiğim en sevmediğim diye düşünmeden. 

Benim için yine Fransa günlerinde seyrettiğim küçük kasabada geçen dizinin yan oyuncusu ama asıl geçen senenin Oscar adaylarından. Hiç öyle şişkoymuş, zayıfmış gibi laflara girmeyeceğim çünkü epey gereksiz bir durum. Hem ayrıca elbise gayet güzel. Sadece biraz sönük ama güzel. Kötü olan, hadi kötü değil de, sıradan olan saç rengi ve modeli. Kızıl veya biraz daha açık kumral bir renk çok güzel olurdu kendisinde ve tabii böyle aslan yelesi gibi kabarmış bir model ile değil. Yani cidden şu aslan yelesi modeli herhalde kimsede iyi duramaz. Belki eski türk filmlerindeki Filiz Akın'da ama onlar da peruk zaten galiba. Nedeni ise o önü kabartmak için o kadar fazla saç spreyi sıkılmış ki, bu da yapay yapıyor. Ne bileyim, şöyle yine yüzü açık ama yarı toplu yarı dökülen bir topuz, bilmem sanki daha güzel olurdu, böyle yeleli olmuş.


Şok şok şok, Norah Jones. Ben şahsen tanıyamadım. Tamam belki kendisi dünyanın en güzel kadını değil ama en azından aşağıdaki halinden daha çekici ve farklı bir kadın. Ancak adını bilmediğim ama elbette Oscarlık bir tasarım içinde tepesinde topuzu ve müzisyen/oyuncudan ziyade Met galasındaki Upper East Side ev kadınlarına benzemiş, sıradan olmuş. Yani tamam sürekli pek de arası olmayan babası antipatik insan Ravi Shankar 'dan aldığı etnik kökeni belirten şekilde olacak değil de, aksi de pek sahici durmuyor açıkcası.

Harvey Weinstein ve Georgina Chapman. Birisi Hollywood'un en ünlü ve güçlü film yapımcılarından, diğeri de Hollywood yıldızlarının üzerinde sıklıkla görülen marka Marchesa 'nın yaratıcılarından. Yani bir nevi power couple. Aslında hayranım bu power couple hadisesine. Ya da iki insanın, sevgili/arkadaş farketmez, güçlü bir birliktelik yaratmalarına, birbirlerini daha da güçlü kılmalarına hayranlık duyuyorum; çok hoşuma gidiyor. Genelde ilişkilerde iktidar sorunu oluyor, biri diğerini daha aşağıda görmek böylece kendisini daha iyi hissetmek istiyor. Sıkıcı. Cidden artık bu yaştan sonra kaba saba haller, sürekli azarlayan durumlar o kadar manasız ve gereksiz ki. Power Couple'a geri dönersek, adam 60 kadın 36 yaşında, ikisinin de ikinci evlilikleri ve ikinci çocukları bekleniyor; kadının üzerinde harikulade bir Marchesa elbise ile. Olur ya. Ya da onlarda olmuş bir şekilde. Güç kimilerini besleyendir, kimilerini bitiren. Elbise cidden çok güzel.

 Barbra Streisand ve custom Donna Karan. Barbra Streisand'ı çok sevsem de Donna Karan'ı bir o kadar sevmem. Aynen bir başka garip NY markası Michael Kors gibi. Uzun yıllar önce Ayşe Arman NY seyahatini yazdığı yazısında Donna Karan mağazasını boşalttığını yazmıştı. Ergendim, anlam verememiştim. Bugün yetişkinim hala anlam veremiyorum. O kadar kötü ve özelliksiz tasarımların içerisinde mağazayı boşaltacak kadar ne bulunabilinir ki? Off. Buradaki tabii koskoca, zenginler zengini Barbra'nın giydiği haute couture ayarındaki custom hadisesi; Donna Karan'nın kendi elleriyle tek tek boncukları diktiği bir tasarım. Markalara tasarımlarını haute couture olarak etiketlemek Paris imzalı çok ağır bürokratik işlemler gerektirdiği için böyle custom/privé/exclusive gibi basit değişikliklerle olayı hallediyorlar. Güzel, klas bir siyah elbise de, olsun artık o kadar. Hem özel dikim, hem Barbra giyiyor hem de Oscarlar'a giyiyor. Kısacası Donna Karan, Barbra onu tercih ettiği için yatıp kalkıp dua etmeli, gerekiyorsa elbisenin üstüne gerektiğinde parlayacak küçük elfler yerleştirmeli; o kadar sıradan bir modacı çünkü.
 Merly Streep gibi yaşlanmak herhalde en güzeli. Şu saatten sonra Madonna gibi skinny olarak yaşlanamayacağıma göre bari Merly Streep gibi olayım,  şahane olayım. Elbise zaten çok güzel. Lanvin. Merly Streep ise gülünç olmadan o yaşta payetlere bürünüp sokağa çıkmanın, sahneye çıkmanın zarafetini göstermiş. Çok güzel olmuş. Keşke birileri de Ömür Gedik'e yaşına uygun giyinmesini söylese, gösterse. İlla yaşlı babaanne gibi giyinsin demiyoruz da onun yaşında, kendisi gibi yani milf gibi değil de cool giyinen bir sürü kadın var (misal emmanuelle alt). Son bir şey; eğer ben giyseydim kesin doresini giyerdim, gümüş rengi soluk yapıyor beni. Bu kadar beyaz insanlar gümüş giymemeli. 
İşte soluk ve aşırı beyaz tenlilerin belirli renkleri özellikle de bu kadar açık renkleri giymemesi gerektiğinin bir örneği daha. Jessica Chastain aslında hoş bir kadın, kırmızı ruju, keşke daha kızıl olsa dedirten kızıl sarı saçları ile gayet hoş da elbisenin rengi söndürmüş onu. Custom Giorgio Armani ve Harry Winston mücevherler. Gayet güzel gayet Oscarlık da ... Bir Lanvin değil işte. Bir şeyler olacaksa tam olsun, sonuna kadar gitsin. Yoksa şu dünyada kusursuzluk kadar sıkıcı bir şey yok.
 Oscar'ı aldığı filmdeki koyu brunette hali ile çok daha çekici olan Jennifer Lawrence ve Dior Haute Couture elbisesi, göremediğimiz Chopard mücevherleri. Açık renk, masum, güzel, kusursuz ve heyecansız. Evet galiba bu yılın Oscarları'ndaki kıyafetlerin temasını buldum: "heyecansızlık". Ekonomik krizin ardından gelen temkinli yaşam biçimi. O kadar yorgunluğun mükafatı olarak ihtişamlı olabilir ama müsrif olamaz. Yani "eğer hediye edilmiyorsa da ben bu Dior Couture'ü alayım ya anı olarak saklarım ya da kabarık eteklerini kesip mini yaparım". Heyecansız elbiseler bunlar.

 Hah, buyurun heyecansızlar treninin lüküs kamarasına. Kimsenin sevmediği, tipini beğenmediği, Manola Blahnik'i hatırlamadığı Oscar sahibi Fantine Anne Hathaway. Elbise pudra renkli bir Prada . Elbette fazlasıyla sönük, fazlasıyla heyecansız, fazlasıyla Audrey Hepburn'nin zorlamadan ulaştığı şıklığın takipçisi gibi. Üzerine yorum yapmayacağım, o kadar Fantine hüznü ve sıkıcılığında ki, ellerime yazık.


 Demek ki yaş ile beraber bir cesaret de, güven de insana geliyormuş. Yılların Sally Field 'i ve harikulade kırmızı Valentino Couture elbisesi. Gayet güzel olmuş, gecenin belki de en şıklarından. Kırmızı ya, nasıl da güzel bir renk. Ama şöyle bir gerçek var, kızlar daha gençken özellikle de ergenlikte renkli giyinmiyorlar da yaşlanınca kendilerini renge vuruyorlar. Kızlar da ilginç yaratıklar. En bombası yaşlandıkça annelerine benzemeleri. Ben şu anda J.A.'da zamanında eleştirdiğim ne varsa hepsini yapıyorum. Bomba yani.

 Elderly rocks demek durumundayım. Respect lütfen. Efsane Jane Fonda ve saman sarısı Atelier Versace elbisesi. Gençlerin sıradan, beyaz tonlu sıkıcı ve heyecansız elbiselerinin yanında o kadar güzel o kadar şahane ki...
 Eh artık yaşlanan ama yaşlandıkça yaşlanmayan insanlardan Jennifer Aniston ve yine Valentino Couture imzalı basit ama güzel kırmızı elbisesi. Her şekilde güzel. Kırmızı. 
 Beyazlar içerisinde olup sıkıcı olmayan tek insan Charlize Theron (ki beyaz hayranı biri olarak yemin ediyorum nefret ettim beyaz renginin sönüklüğünden bu ödül töreninde). Elbise Dior Haute Couture yani yine kusursuz güzellikte hatasız çizgilerde. Bu mükemmel görüntüyü kıran tek bir nokta var, kısacık saçlar. Olması gereken beklenen bele kadar uzun kezban saçlar değil mi?  İşte kısacık saçlarla kırılan mükemmel görüntü ve heyecansızlığın bitişi. Anne Hathaway de kısa saçlı diyeceklere şunu diyeceğim; duruş ve taşıyış. Hem kendisini, hem ruhunu, hem de elbiseyi. İşte biri ağlak Cosette'in en az o kadar ağlak annesi Fantine, diğeri ise eli bellerinde kendine güvenli, dik duran bir nevi Wonder Woman. Hem saçları da Fantine'den daha kısa.

 Selma Hayek, Alexander McQueen elbise. Siyah ama siyah olmayan elbise. Kıpırtı veriyor, yalan değil. Saç da makyaj da güzel. Zaten kadın pöti bir şey, gayet olmuş.
 Sadece renk giydiği için. Gucci Premier. Arkadaki kuyruğu pek sevmesem de dediğim gibi mor giymiş, güzel olmuş, efendi tipli olmuş. Kocası da Oscar kazanmış tamamdır ya uzun zamandır filmlerde oynamayan çocuk yapan eski oyuncu Jennifer neydi, Gardner mı (üşendim bakmaya cidden)
 Offf... İşte yeni nesil katastrof tiplerden. Zaten forever depresif bir tip iken bir de home wrecker damgası yemek iyice söndürmüş. Kendisi de kötü, kıyafet de kötü, saçlar zaten kötü ötesi. Bu yılki Oscarlar'ın 45 bin dolarlık goodie bag'inde vampire facelift varmış, belki kendisinde işe yarabilir çünkü şu anda kapıya gelse almam kendisini eve.
 Ben çok beğendim Tarantino'nun sevgilisinin elbisesini de eskiden yapabildiğim Heidi saç modelini. Siyah ama siyah değil işte. Önünün açıklığı da şahane.
 Renée deyip geçeceğim çünkü ezbere o soyadını yazamıyorum. Sırtı açık, dore, Carolina Herrera elbisesi ile olabileceğinin en güzel hali. Yine bir heyecan bir coşku var. O halde biter gider bu heyecansızlık temalı Oscar kıyafetleri. Elbette daha çok şöhretli ve sıkıcı elbiseleri vardı ama resimlere baktıkça resmen sıkıntıdan üşendim.

Sunday, February 24, 2013

Never on sunday # 3

aslında çarşambadan gelen hafif sayılabilecek garip ruh hali, never on sunday gibi ama tam değil, the beatles ile kitap buluşması (garip şey insanın aynı müzikleri dinlediği biri ile detaylıca konuşabilmesi. nadir rastlanan bir durum-en azından benim için), hiç beklenmedik şekilde eğlenceli bir akşam üstüne rastlayan perşembe buluşması, tribün çocuğu ve i., ve gelsin italyan yemekleri, italyan peynirleri, şarapları, yiyip içip konuşalım carluccio's'da derken beklenmedik şekilde uzun saatlere yayılan beklenmedik kadar keyifli zaman dilimi; cuma sendromu (nedense), yağışlı ve soğuk cuma, okul çocuğu #8 , gelip de alıp da çıkartıp da gecenin bir yarısı eğlendiren # 8, beni arkadan çekişli, bilmem kaç silindirlinin sol koltuğuna alıştıran # 8, hala soğuk gibi olan cumartesi, td, g.g., yemeğe bana değil de # 8 çağırdığında gelen g.g.juno, garip bir insansızlık, garip bir sessizlik hakimiyetindeki şehir, gece, nihayetinde never on sunday, sanki bahar gibi never on sunday, sabah 11 anlaşması ve el classico 'ya geri dönüş, filmsizlik ile sinema ve patlamış mısır seansının ertelenişi ile gitgide yaz gelmiş de evde neredeyse çıplak dolaşılan kadar hafiflik hissiyatı veren saatler ve işte never on sunday ...

p.s. perşembe fantastik carluccio's seansından fantastik laflar ve "mutlu çocukluk mutlu yetişkinlik" olayının doğruluğu, görgüsüzlüğün çirkin çifti, sadece sarışınlığından ve yurdum insanının ecnebiye hayranlığından itibar gören zamanında başkasının evini kendi evi gibi gösterip dergilerde yer alan wilma bilmem ne ile bir o kadar uzaylı tipli sevgilisinin görgüsüzlük ötesi siparişlerinin dalgası, şöhretli takımının asistanı ile evlilik yolunun iş kollarını açması (ve belki de bir o kadar hızlı kapaması), vs vs 

p.s. (2) attention whore diye bir şey varmış, i.'den öğrendim. bilmiyordum. şimdi birçok insan için anlamlandıramadan ama rahatsızlık hissettiğim halinin ne olduğunu öğrenmiş oldum. bomba resmen.    




Tuesday, February 19, 2013

Sabah ( ve cennet) # 2

"This morning, with her, having coffee."  

Johnny Cash, when asked for his definition of paradise


İnanılır, inanılmaz; bu tamamen kişisel bir konudur. Ancak "cennet" (ve tabii cehennem) kavramı herkes için bir şekilde vardır. Kimininki ilahi tanımlar içerir, kiminki daha fani, basit olanları. Johnny Cash'inki ise bence mükemmel. İçinde kahve var, sabah var, Johnny & June var, J &J var, mutluluk var, keyif var, huzur var (kesin müzik de vardır). 

cennet ve cehennem. kime göre neye göre? ama en azından johnny cash 'inki bize daha uygun, daha gerçekleştirilebilir geliyor.
 
 

Monday, February 18, 2013

"tuz kadar sevmek"

Masallardan hatırladığım anlamlı laflardan "tuz kadar sevmek". Bütün masalı yazmaktansa masalın güzel lafın daha da güzel olduğunu söylemekle yetineceğim.

Bir seferinde, yeri geldiğinde el yazısı ile yazdığım mektuplarla iletişim kurduğum nadir insanlardan kadim dostum Sekvotka 'ya yazmıştım, sonra da bir daha başka birine yazmadım herhalde. Zaten herkese edilecek laf değil tuz kadar sevmek lafı. Herkes tuz kadar sevilmez ki ! Ama işin ilginci insan yaşarken kendisini inandırdığı, yer yer aldattığı, kandırdığı ilişkiler, gönül kaptırmalar, arkadaşlıklar, dostluklar yaşıyor, bunları yaşarken hemen büyük anlamlar yükleyip bir de üzerine büyük sıfatlar telaffuz ettikten sonra haliyle elinde patlıyor. Ve yine o muhteşem aldanma zamanlarında böyle bir elde patlama sonrası insan kendinden geçiyor, üzülüyor, dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyor. Üç gün, üç ay, üç yıl sonra bir şekilde hayat olması gerektiği yolunu buluyor ve eskiden "efsane" veya "o" insan olanlar bugün artık sıradanlık müzesinde yerini alıyor. Nedeni ise sadece zaman değil ama yaşananların o kadar yüklenilen anlamlar kadar olmadığı gerçeğinin varlığı. O yüzden herkes tuz kadar sevilmez. Ne sevgililikte, ne de dostlukta. Ki sevilmemeli zaten, ne gerek var.

Tuz kadar. Ne yokluğu ne fazlalığı kadar sadece tuz kadar ... Evet. Cidden. Tamamdır.

P.S. Ayrıca masaya tuzu böyle bir ufak bir kasede getirmeye, sadece böyle tuz kullanmaya bayılıyorum. Himalaya olur, deniz olur, farketmez, işlenmemiş olması kafi. Bu duruma sallamak isteyenleri lütfen -keyifle- sıraya alalım, yoklamayı da ben alırım. 

 

Sunday, February 17, 2013

Never on sunday # 2

fantastik cuma, fantastik şekilde acıtıcı pilates, neredeyse kafamın kırıldığı pilates, pizza sevmeyen bir insan olarak pizza partisi, "20:30 ve şok şok şok", karın kaslarını ağrıtacak kadar gülmek; soğuk cumartesi, aradaki cenaze, hala soğuk bir gün, biraz td, biraz g.g., biraz juno, rugby gazisi # 8, devasa aslan heykelli pfchang, lezzetli yemek ama kötü mekan, kalabalık mekan, sıkıcı mekan, fast food'tan hallice mekan, ancak evlere servis olacak bir mekan; pazar, never on sunday arzusu ile yer yer gelip yer yer gitmek, gelgitli hareketler, cuppa, çocuk sahibi oldukları için dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanan, pusetlerle terör yaratan yeni nesil türk aileleri, kendilerine göre dahi ama genel algıda şımarık olarak kabul edilen yüce varlıkları çocukları, masada sürekli kilo ve kalori hesabını konuşan röfleli ve statü göstergesi bol pırlantalı yeni anneler ve en az kendileri kadar gerzek konulardan bahseden gerzek kocaları, salt 'ta komik sergi arayışları ve nafile sonuçları, sinemasız mısırsız pazar, muhteşem eğlenceli film frankie & johnny, çıkıp inen şeker halleri, garip spleen duygusallıkları, büyük perhize büyük niyet, "bitsin gitsin bu şeker dalgalanmaları" ve pislik trabzon'a atılan 3 sarı lacivert gol keyfi ve istenildiği hafiflikte yaşanamayan never on sunday ve yeni hafta ve daha fazla güneş temennisi... sarı-lacivert muhteşemliği diyoruz ayrıca biz buna.    


Friday, February 15, 2013

Cuma eğlencesi # 3

 Cuma. Elbette yağmurlu olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Malum şubat ayı, daha mart var, yağmur var hatta kar var. Aynen New York'ta olduğu gibi. Hatta New York Moda Haftası karlar altında yapılmış da partilere defilelere stiletto ile gidilememiş de vs vs. Ama neticede yapılmış, bizdeki gibi hayatın durması gibi bir durum olmamış. Kar, yağmur filan her ne kadar istemesek de bizi yani 3. dünya ülkesinde sanki gelişmiş bir yermişiz gibi yaşayan şehirleri vuruyor. İşte biz hala çok efsane, çok gelişmiş, çok ileri medeniyet seviyesinde olduğumuz sanrısında yaşıyoruz ya işte ona şaşıyorum. Ama hayal etmek de güzel, gitgide İstanbul'u yeraltına atmak da, varoş imparatorluk kurmak da. Olur her şey bu hayatta.

Nihayet, nihayet beautiful people dünyasından gerçekten güzel birileri ile başlıyoruz. New York Moda Haftası partilerinden biri ve güzel insan eski mankenlerden Carolyn Murphy . Güzel işte; fönsüz ve atkuyruğu saçları, kış beyazı mini elbisesi içerisinde güzelce gülümseyen güzel bir insan. Millet neler yapıyor, ne saç modelleri, korkunç kıyafetler giyip de şu kadar basit bir şekilde güzel olamıyor. Hayat işte!


Kışın beyaz giymek zor iş. Herkeste olmuyor, çoğunlukla da J.A.'nın dediği gibi "zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü" tadında görüntüler ortaya çıkıyor. Ama işte bazı insanlarda değil, Carolyn Murphy 'de değil, Karolina Kurkova'da değil. Yine fönsüz arkada toplanmış saçlar, yine sıradan az bir makyaj, beyaz bir kazak, yüzde de gülümseme olmasa da kameraya doğru, "doğru" bir bakış. Şu kameraya bakış işini ben de öğrensem ne şahane olur çünkü beceremiyorum galiba. Karolina Kurkova 'nın kemikli burnunu ise ayrıca beğeniyorum. Aynen Tumblr M .'ninkini beğendiğim gibi.

Elbette aşağıdaki örnekte görüleceği gibi güzel olanların süresi kısa aramızda...Artık pek ortalıklarda gözükmeyen yeni nesil R&B hip hop (ki şuraya hip hop yazmaya elim gitmiyor) şarkıcılarından biri. Giydikleri galiba baştan aşağıya Michael Kors ama emin değilim. Son yıllarda tekrardan motorcu deri ceketlerinin geri dönüşü komik aslında. Herhalde '91-'92'de elbette ergen hayatımın erkeği Axl 'a ve daha birçok rockçıya özenip J.A.'nın yardımıyla bir tane edinmiştim. O zamanlar zaten yalnız ama güzel ülkem Türkiye'de hiçbir şey yoktu; yaptırtmak zorunda kalmıştık. Çok da güzel pek de güzeldi de bir şekilde kayboldu. Normalde A. Ailesi'nden eşyalar kolay kolay kaybolmaz, atılmaz ama işte nadir gidenler arasında biri bu ceket biri de yıllar Diana Ross glamour'una geldikten sonra beğenip aldığım beyaz işli, bol rahat tiril tiril beyaz bluz. Yani olay benimkilere patlamış, burada o anlaşılıyor. Doksanlı yıllar anılar geçidinden şarkıcı Eve'e geri gelirsek, bir insan ne kadar pahalı kıyafetler, ne kadar özel tasarımlar giyerse giysin ne yaparsa yapsın, her iki göğsünde de pençe dövmesi varsa hiçbir şekilde, hiçbir şey olamaz. Varoş da olamaz, glamour da, glam-varoş da. Ancak moron olur.

Bu hafta bayağı şanslıyız ki güzeller sokağa çıkmış. Adını bilmiyorum da manken işte. Ama güzel ve asıl saçları güzel. Cidden merak ediyorum herkesin -yani bu people dünyasındaki herkesin- saçları nasıl bu kadar yumuşak görünümlü olabiliyor. Herhalde herkes anasının karnından ipek gibi saçlarla doğmuyor. Hele hele mankenler, şöhretliler gibi saçları sürekli işleme maruz kalanların saçlar nasıl bu görünüme geliyor. Galiba keratinli bir şeyler yapılıyor ama emin değilim. Çünkü bakımsa biz de bakım yaptırıyoruz bir de üstüne para da veriyoruz ama yine uçları bir kötü oluyor, sönük oluyor filan. Galiba bu saç meselesini kıskanıyorum, olabilir. Ama bu adını bilmediğim mankenin saçları da güzel kakulleri de beyaz tişörtü de. Bir tek o pantalon falso ama işte boşver, arada kaynar gider uzun ince güzel bir kız işte, pantalonu sallar insan.
Yine adını bilmediğim ama bilinen mankenlerden. İngiliz ama onu biliyorum. Aslında pek özellikli veya tarz bulmuyorum da deri etek ve üzerine giydiği yüzünden koydum. Deri etek aslında rahat bir şey (en son yılbaşı gecesi giydim üzerine # 8 'in tişörtü ile de yarın gece de giyebilirim aslında ama hava soğuk bir şey diyemiyorum). Biraz iddialı ama hem rahat hem de farklı. Burada aslında üzerine giydiğini daha çok beğendim çünkü böyle bir şey istesem de bulamıyorum. Olanlar alttan çıtçıtlı ki feci bir g.t ağrısı bir durum, o çıtçıtlı badi, çıtçıtlı büstiyer. Her şeyden öte, sırf o çıtçıtları açmakla uğraşmamak için tuvalete gitmeyi erteliyorsun. Kabus. Bunu beğendim ama. Ah hava biraz ısınsa nelerle geleceğim, ama ... 
Antipatik modacı Tommy Hilfiger ve bizim moda dergilerin pek severek vurguladıkları türk asıllı karısı ve gayet güzel bir insan olan Drew Barrymore. Aslında resmin sebebi kendisi. Çok beğendim, çok sakin bir güzellik gibi geldi. Bu Tommy Hilfiger hakkında aslında gerçek olmadığı söylenen ama bir türlü ortadan kalkmayan bir ırkçı iddiası var. "kıyafetlerimi zencilerin giyeceğini bilseydim üretmezdim" gibi. Neredeyse 10 yıldır ortalıklarda dolaşan böyle bir laf var ama işin doğrusu sözü geçen olay  %99 ihtimalle yaşanmış veya gerçek bir olay değil. Tabii bu da ilginç çünkü bu adi bir söylenti de olsa neden Tommy Hilfiger hedef seçilmiş ki? En istisnai yeteneğe sahip, en harika tasarımlara imzasını atan biri olduğu için değil herhalde.

Olsen kardeşlere yeni rakip Clarins kardeşler. Olsenlar kadar parlak, etkileyici veya güzel değiller. E haliyle de kıyafetlerle parlamayı seçmişler ki doğru yapmışlar. Gerçi sonuç ortada da yine bir parlaklık gelmiş. Yalnız soldakinin üstündekini alırım, hiç acımam. Belli uzun bir şey bu, altına da siyah opak çorap ile giyer çıkarım valla. Tabii o saçı da öyle Heidi gibi örmem. O nedir ama ya? Hoş kısalıktan zaten öremem de ördüğüm zamanları düşünürsek olay örgüleri yanlardan tepede birleştirip işte yarı Prenses Lea yarı Antik Roma kadınları gibi. Ama şöyle yandan tek örgü, puf! Lütfen ilerleyelim.



Allah'ım sana geliyorum kapıları aç... Ya bu nedir ama ya? Tamam leopar desenini her daim seviyorum, bayılıyorum, her daim üzerimde taşımak istiyorum da bu ne yareppim (I heart fırat) ? Öncelikle o kezban saçlar nedir? Of ki of. Sıkıcı sarışınlardan işte. Topla, topuz yap, hadi razıyım örgü yap da, biraz kırılsın o şuh havalı paltonun etkisi. Aslında haksızlık ediyorum çünkü ortada şuh hava yok. İçindeki o spastik pembe kazak ile de olamaz zaten. Kırmızı ojeyi ve deri pantalob/taytı zaten geçtim. Olsa olsa Ankara'da yaşayan üst düzey devlet çalışanının kıyafet seçimlerinde iki ara bir derede kalmış ama kocasını mahçup etmek istemeyen karısı olur. Of ki of ama.

Allah'ım azap bitmiyor, sen kapıyı kapama bana! Los Angeles'ta olduğu yani oralarda bahar havası estiği için hiç baştan aşağıya beyaz giyinmesine laf etmeyeceğim Jessica Alba'nın. Ama renkten ziyade o kıyafet seçimlerine laf edeceğim, saçlarının uzunluğuna, sıradan çirkinliğine, yakası kapalı gömleğine ve kırmızı rujunun antipatikliğine laf edeceğim. Ama vazgeçtim, etmeyeceğim; bakmaktan gözlerim yoruldu.
Saçlarını kesmesiyle moda dünyasında olay olan yeni nesil mankenlerden Karlie Kloss (?). Kıyafeti yani ceketi, pantalonu güzel de o bluz ne ya? Ben ki açılıp saçılma, teni gösterme meraklısıyım da bu neden ki? Ortada görülecek bir şey yok ki. Göbek deliğinden başka. Bence saçları da güzel değil ama işte uzun saçları kesince ortamlarda bir tezahürat oluyor, kızlar genelde kıyamadıkları için o kezban saçlarını kesmeye biri kesince dünya duruyor resmen. Bir de ışığı yok bence (bu "ışık" meselesi de son zamanların bomba laflarından. ışığı olmak )
Kürk var, avize gibi elbise var, topuz var yani her şey var ama zevk yok. Uluslararası moda dünyasınca bilinen editör filan olmak her şeyi giymeyi kolaylaştırıyor galiba da o avize gibi eteğe sahip elbise ile işte bu kadar. Zevkten ziyade neyi ne kadar giymeye cesaret ederim gibi bir durum söz konusu Carine Roitfeld 'in oğlu ile beraber olan italyan moda editöründe. 


Yemin ediyorum tükendim bazı şöhretlilerin kılık kıyafetlerinden. Jennifer Lopez, sevmem de beğenmem de. Keşke hep The Bronx 'ta kalsaydı belki gerçekten cool olurdu ama şimdi işte sadece zengin bir Maid in Manhattan olmuş. Yani sıkıcı olmuş. Dediğim gibi keşke The Bronx'ta kalsaydı...Hadi Brooklyn de olur.
Tanımam etmem sadece güzel insanlar. Keyifli ve mutlu gözüken bir çift. Kız da çok hoş, saçları, kürkü (sahte olmasını umarak), oğlan da hoş, tamamdır.


Yine tanımam etmem ama uzun ve ince kızlar lütfen hep mini etek giysinler. Sağdakinin çantası çirkin, soldakinin ortadan ikiye ayrılmş saçları. Ama hiç önemli değil, olmuş çünkü.
Ve ne büyük bir şans ki güzeller güzeli Julia Roitfeld-Roistein ile bitiriyoruz. Ne yazılabilir ki; saçları, üstündeki, kıyafeti, bakışı, gülüşü. Kendisini sevip beğenip cuma eğlencesini de bitiririm.

" Tır olmuş, gidiyorsun sevgilim "

Gerçekten sabahımı şenlendiren, yarılarak güldüğüm hatta gülmekten kasıklarımın ağrıdığı iki komik olaydan biri (öbürünü açıkcası daha komik bir güne saklıyorum ama o şuursuzluğu görmek cuma eğlencesini katladıkça da katladı).

" Tır olmuş gidiyorsun sevgilim"... Bahtsız ve talihsiz bir insanım ki şöyle bir olay başıma gelmedi. Gülerim ağlanacak kaderime. Gerçekten de Demet Akalın gibi kadın olmak, onun  şansına sahip olmak nasıl olurdu acaba? Heyt be, sevgilim tır olarak gelmiş, kapının önüne park etmiş... Pardon, "sevgilim" değil, kocam. Resmi nikahlı, devletçe onaylı, toplum ahlakını sarsamayacak seviyede, büyük gururla yüzüğünü taşıdığım, her yerde tek taş yüzüklerimi (elbette tek taş yüzüğüm bir tane değil, olur mu öyle şey? lütfen rica edeceğim) gösterdiğim kocam... Bahtsızım! Şöyle bir hayatım olmadı. Olamadı. Çirkinlikten herhalde. Ha bir de saflıktan, gerzeklikten; onu da atlamamak lazım. Planlı programlı daha doğrusu hesaplı olmak lazım ilişkide.Neymiş? İlk günden itibaren her günü haftayı ayı hesaplamak, yüce amaç uğruna çalışmak, çok uzun süreyi geçmeyecek bir sürede erkeği hazırlamak, onu evlilik kıvamına getirmek en nihayetinde de nikah masasına oturtmak lazımmış. Hep hesapsızlık bunlar, anotherstar. Yanlış yoldasın. Doğru yolda olsan "üzerinde resminiz olan tır gelir kapında durur, elbette içinden de sevginin seviyesi kadar bir tek taş çıkardı". Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye Zut! Merde !

p.s. yalnız ilanda hiç imla hatası olmamasına, özellikle de "ciğim" ekinin "cim" diye yazılmamasına epey şaşırdım. panocunun imlası iyiymiş. 

p.s. (2) hayır, bolu'nun pazarı değil, bor'un pazarı.        






Dream on

dream on ama kabuslu olandan, yürek sıkıştırandan. ne yazık ki gecenin bir yarısı yürek sıkışıklığı ile uyanmak sıkıcı bir şey. ne var ki hayatta her şey değişiyor; insanlar, inançlar, inanılan düşünceler, bir şekilde "inanılan", yaşamlar, işler, ofisler, odalar, evler, dostluklar, sevgililikler, hediyeler, hediyelerle gelen anlamlar, zamanla değişen "o büyük" anlamlar, bilekten parmaktan üzerinden çıkarılanlar, yeni takılanlar vs... bir dream on kabusu deyip bin yazmak böyle bir şey herhalde.   

çok yorucu, çok sıkıcı bir o kadar da iç karartıcı bir insan ile ne rüyam, ne kabusum ne de hayatımda yeri olsun. iyilik, güzellik başka şey ama işte eksiler artıları götürüyor. götürsün. uzakta olsun.


Thursday, February 14, 2013

Bugün

Bugün böyle olsun. Havanın güzelliği, güneşin yükselmişliği pek şahane derken yarından itibaren sevimsiz yağışlar gelip de günlerce devam edecekmiş vs ... Tabii kimilerine bu hava değişiklikleri hiç etki yapmıyor, "hoşgelsin" dedirtiyor, kimilerinde ise "bitsin gitsin kıpır kıpır bahar gelsin, tiril tiril etekler uçuşsun" düşünceleri uyandırıyor. İşte insan dediğin türlü türlü. Her ne olursa olsun gününü güzel geçiren de var, istediği her şeye sahip olup nedense ciddiyeti elden bırakmayıp bir türlü gülmeyen veya hala başkalarının hayatı üzerinden kendisininkini kıyaslayıp gününün içine eden de. Veya "attitude", "tavır" da benzer şekilde. Hala bir manasızlık, hala bir hırs neticesinde gelişen kaba saba hareketler... Büyük sıkıcı. Ve tabii en az sıkıcı olanı g.t hadisesi. Aynı zamanda önemli mevzu g.t mevzusu. Yalnız utandım herhalde argo kelimeyi tam olarak yazamadım ama yapacak bir şey yok; anlaşılıyor. En az sıkıcı olanı ama en zor olanı. İyisine sahip olmak zor, çaba gerektiriyor, üzerinde saatlerce çalışma istiyor. Hem fiziksel form olarak, hem de kalp olarak yürek olarak cesaret olarak. Gerçekten de en zoru g.t isteyen şeyleri yapmak şu hayatta. Tavır alabilmek, arkasında durabilmek, sahip çıkabilmek, canın acısa da direnebilmek, davranışların sonuçlarına katlanabilmek... Yoksa 14 Şubat diye sevgiline hediye almak da, sevdiğin insanlara çiçek almak da, abartılı ve günün sonunda hiçbir şey ifade etmeyen "o kadın"lı, "o adam"lı söylemlerde bulunmak epey kolay bir şey neticede herkes bu minvalde bir şeyler yapıyor bugün.

Bugün bu üç temenni gerçekleşsin. Ancak yarına da sarksın, sonraki güne de sonraki haftaya da. forever olsun yani. Tamamdır.







Tuesday, February 12, 2013

Forever

Gerçekten de "hooray for nice people". Bir ömür boyu nazik, hoş, iyi insanlarla geçsin, keyifli olunsun gülünsün filan. Ya da dileyeninki böyle geçsin. Bildiğim şu ki, artık kaba saba, pervasız, ufak bir çocuk şımarıklığındaki hareketlerin yetişkin ilişkilerinde yaşanması müthiş can sıkıcı ve gereksiz. Uzaklık ihtiyacı doğuruyor, hissettiriyor. Öyle ki uzakta olan birçok şey yakında olmasından çok daha güzel ve sağlıklı. O yüzden hooray for nice people. forever. Hatta motto olsun bu!

Sunday, February 10, 2013

Never on sunday

fantastik bir perşembe, görüşme ve yemek ardından gelen cuma, "temsili 14 şubat" kutlaması öncesi gelen cuma, sakin cuma, yağmurlu ama mutlu cumartesi, çocuk doğumgünü cumartesisi, bir sürü bebek-çocuk bir sürü yeni anne, bir sürü yeni baba, bir sürü oyuncak, bir sürü dadı, bir sürü mama kabı, bir sürü "aşkım"lı sevgi ifadesi, bir sürü vazgeçilmiş hayatlar, bir sürü kaçış isteği, mini pöti güneş gözlüğü, kamera şaşkınlığı, cumartesi touchdown'ı, beraber çıkan hatta beni kaplan ile süsleyen ve rugby'i anlamaya çalışan tumblr m., "sultanım göreyim seni yemek öncesi" deyip gelen sekvotka, asıl randevu sahibi g.g., beklenmedik şekilde genişleyen cumartesi touchdown'ı, # 8, uzun zamandır yapılamayan, kıskanılan, özlenilen "rakı-et" gecesine geçiş, güler ocakbaşı, hala yağmur, hala gerzek hava, gerzek mekan işletmecileri, kenar yastığı vaziyetinde 3 kişi olarak oturmamız, komikliklikler, saçmalıklar, eğlenceler, takside baba fm ayarı, g.g.'nin çantasındaki şemsiyenin neredeyse bağımlı eden temizlik kokusu, pazar, never on sunday, elbette sabahında beklenen kara bulutların çöküşü (biliyordum!), güne yayılan çok komik temsili 14 şubat kutlamaları, eğlenceleri, temsili şekilde koşa koşa  lincoln, daniel day-lewis ile kennedy benzerliği ve never on sunday ...

p.s. biliyordum. hemen akabinde olacakları, patlayacakları biliyordum. net.

p.s. (2) marilyn ne kadar da güzel bu resimde. güzelliği belki de mutluluğundandır. hem güzel hem mutlu gözüküyor. temsili 14 şubat kutlaması pazarında duyduğumu hatırlattı. aynen. kararlar gibi, düşünülenler gibi, yenilerin güzelliği gibi, her şeyin neticesinde gelen mutluluk gibi.  doğruymuş bazı kararlar, bazı seçimler. herkesin mutluluğu kendi seçiminde.



   

Friday, February 8, 2013

Cuma eğlencesi # 2

 Üşengeçliğimden, beautiful people 'ın giydiği kıyafetlerin sıkıcılığından yapmadığım Cuma eğlencesini bari bugün yapayım istedim. Hani belki sıkıcı ötesi havanın sıkıcılığını gidermede işe yarar diye. Gel gör ki normalde heyecanla blogunu karıştırdığımız beyaz platin saçlı isveçli bugünün yağan yağmur ile beraber sıkıcılığıdır, hayal kırıklığıdır. Sağdaki oluyor kendisi. Normalde bizim Tumblr İsveçli ile ilgiyle takip ettiğimiz gibi kendisi beyaza yakın platin sarısı saçlara sahip böyle fön mön gibi kalıplarda olmayan isveçli insan. Ancak şu saç rengi o kadar sıradan o kadar ortalama bir sarışın ki neredeyse son zamanlarda içimdeki sarışını tek darbede öldüren renkte. Kılık kıyafeti geçtim çünkü o da bilindik skinny uzun boylu isveçli (nordik) kız kıyafeti; yarı tomboy yari Zadig&Voltaire koolluğunda da asıl "sarı saçlarından sen suçlusun" hali vardı ki her şey gitmiş, bilindik akdeniz ülkelerindeki sarışın kadınlardan olmuş, epey sıkıcı olmuş.  


 Bir kez daha saç denilen hadisenin ne kadar önemli olduğunun görüldüğü resimdir alttaki. Bayılırdım Fransa'da Dharma & Greg dizisine, kızı da, kıyafetlerini filan bayağı beğenirdim. Oradaki kız, tabii adını unuttum. Elbisesi güzel. Soluk bir beyaz gibi, kesim de uzay vari ama olmuş kızda, inceliğinde güzel durmuş. Yalnız o saçlar...Neden bir kadın yaşı ilerledikçe sarışın bukle bukle saçlı Disney karakteri bir prensesmiş gibi hale bürünür? Yaşlanmak zor iş. Kadınlara daha da zor. Sadece şöhretli tayfasında değil, biz faniler için bile öyle. Belki de bana garip geliyor ya da garip olan benim. Geçkince yaşıma (!) rağmen hala evli ve çocuklu olmadığım, doğumgünlerimde "artık kutlamak saçma yaşlandık 1 yıl daha" demediğim, demekten ziyade düşünmediğim için sürekli kadınlardan duyduğum "yaşlılık korkularının" saçmalığına bazen dayanamıyorum. Yaşlanmayı kabul edemeyen kadınlara geri dönersek, bir feci Rihanna saçlı, şişkin dudaklı, garip botokslu Ömür Gedik, bir de Adult Disney Prensesi kılığındaki Dharma.


Sıkıcılık devam ediyor. Hem de duo olarak. Yukardaki kardeşler Clarins markasının varisleri olup üzerlerindeki Louis Vuitton elbiseleri ile bilmiyorum sıradan bir kılıkta poz veriyorlar. Gerçi soldakinin parlak siyah elbisesi güzel de yani...özelliksiz. Ayrıca yetişkinlerin kafalarına böyle kurdeleler takıp çıkmalarına karşıyım. Büyük karşıyım hem de.


 Çirkin değil ama farklı. Belki alnı biraz garip. Çekici mi? Sanmam ama yine de Christina Ricci diye bir Hollywood insanı var uzun yıllardır, o halde sorun yok. Üzerindekiler Marni. Ayrı ayrı güzel beraber çirkin. Saçlar...Ah o bukle yapılmış yandan sallanan saçlar...Nayır nolamaz diye bağırmak istiyorum.
 Heidi Klum da bence çok sıradan, fazla abartılan insanlardan. Tamam, tamam, vücuduna bir şey demiyoruz da eee yani?  Ama brunette olup gerçek sarışınmış gibi yapan başarılı insanlardan (bir diğeri de yine bayılmadığım gwyneth paltrow). Michael Kors giymiş ki bu Michael Kors çantalara, o sarkan MK sarkaçlarına büyük kılım. O kadar çirkin ki...
Power Couple denilen çiftlerden. İkisi de kocalarını terkedip beraber olmaya başladıktan sonra hem iş hem de lezbiyen dünyasını sarstılar. Soldaki J Crew'in başındaki adını elbette unuttuğum insan nadiren de olsa elbise ile çıkmış gayet de güzel olmuş. Yanındaki sevgilisinin ise dore pantalonu şahane, üzerindeki ceket ile daha da kool olmuş. Bayağı olmuşlar. Her ne kadar iş dünyasında, medyada filan gey mafyasından yorulmuş olsam da...Güzel güzeldir işte sorun yok.


 Marni'nin tasarımcısı ile model blogger insan. Her şey iyi güzel de neden kafaya o kurdela takılıyor bir anlasam...


 Siyahlar içerisinde Gotik bir prenses iken sarışın olmuş ne iş yaptığı anlaşılmayan ama bir şekilde beğenilen, giydirilen, partilerde gözüken Leigh bir şey. Elbise güzel sarışın hali de kötü olmamış. Sarışınlık garip bir şey, olacaksa ya sapsarı ya da olmasın düşüncesindeyim. Kötü değil afallatan da değil.
 It-girls olarak kabul edilen ingilizler. Soldaki belki de sağdaki Alexa Chung. Soldaki Poppy olur, sağdaki Alexa olmaz. Feci sıkıcı çünkü.
 Bugün sıkıcılıktan gidiyoruz herhalde...Kenneth Cole denilen vasat tasarımcı ödül filan da almış yanında da Martin Margiela içindeki Sarah Jessica Parker. O üzerindeki güzeller güzeli Martin Margiela tasarımlarına yazık, Kenneth Cole zaten offf ki offf...Umuyorum bu people dünyası bu sıkıcılıkta giyinmeye devam etmez, bu gidişle cuma eğlencesini toptan kapatmanın eğişindeyim.

Niye? Niye o saçlar, o güzel motorcu ceketin giyilememesi ve eteğin olmamış hali...Niye?


Oh be! Gerçekten oh be! Carine Roitfeld'in yeni anne olmuş güzeller güzeli kızı Julia Roistein-Roitfeld. Ten rengi, saç rengi, üzerindeki, her haliyle güzel. Oh be en sonunda güzel bir insan.