Monday, December 31, 2012

Biterken...

Yıl biterken yenisi başlarken; ilişkiler biterken yenileri başlarken; bir dönem biterken bir sonraki başlarken; uyku hali biterken uyanış başlarken; yerinde sayma biterken yükseliş başlarken; hayatta her şeyin bir sonu olduğunu bir kez daha hatırlarken; o çok inanılan dağlara karlar yağarken; babetler ile stilettolar birbirini tamamlarken; şampanya içerken; "talisker mi, double black mi yoksa dalwhinie mi" derken, müzik hep güçlü kalırkeni deli deliden korkmazken; bok boku kenefte bulurken; gösterilen nezaket halinin güçsüzlükle karıştırılmadığının günü gelmişken; halit ayarcı gibi hayattaki bir çok hadiseye dair "aldanıldığın anlaşıldığı" zaman gelmişken; bazı şeyler daimiliğini sürdürürken; fantastikliğe izin verilirken;hayat daha da fantastik günlere gebeyken; great minds fuck each other derken; brüksel derken; brooklyn derken; paris derken; rio derken; cihangir derken; topkapı sarayı derken; olimpos ve zeus derken; her şey olur derken; 911 derken; kaykay derken; yarılarak gülmek derken; çoğunluğa karşı inatla "günün sonunda yarılarak güleceğim" derken; "hayır, o mutluluk sanıldığı gibi ondan gelmiyor, uzaktan geliyor, uzaktan" derken;  "her şey değişiyor iyisiyle de kötüsüyle de" derken; 2013 gelirken;" hadi gidelim" derken; "uzaktan el sallarken" ; koltukta üzerinde gri sweatshirt ile sakince uzanırken ve hayatı- tebessümle- seyrederken ... ne olacaksa olur, olmayan da olmamış olur. -bugün aslında dün; yarın da bugün-.

hadi kiss kiss bang bang... 



   

Friday, December 28, 2012

Beyaz derken ak derken ...

Özellikle de bugünkü muhteşem ve yüce ak gençlik açıklamaları üzerine belki de en sevdiğim renk olan beyazdan (ak) resmen nefret ettim. Çok teşekkür ederim. Sevdiğim şeylerin birinden daha tiksinti ile uzaklaşma hissi oluştu. Şiştikçe de şiştim ayrıca. İman da olacakmış, ipad de... Genç yaşımda ben tükendim de bu manasız Zihni Sinir düşünceler bitmedi, tükenmedi.

" The kids are all right " derken...

Bağımsız amerikan filmi ve filmdeki "kids"ler cephesinde her şey yolunda olsa da bizim çocuklarda pek yolunda olduğu söylenemez. Büyük ağabey ve ablalarının derslerini çalışıp, evlenip, üreyip, gelenek ve göreneklere göre yaşayacaklarına, utanç verici şekilde üniversite amfilerinde tiyatro oyunu oynamalarını, dans etmelerini, konser vermelerini filan zaten geçip çocuk takımına geliyorum. Bildiğin çocuk. İlkokul çağındakiler maşallah deve kadar gelişmiş olsalar da hala çocukturlar değil mi? Çocuk işte. Evet zamanın, devrin, yaşam biçimlerinin, tüketimlerin, sahip olunanların he geçen gün değiştiğini, artık televizyonlarda Kurabiye Canavarı, Kırpık olmadığını zaten biliyoruz da bazı şeyler oldukça komik ama bir o kadar da traji-komik şekilde farklılaşıyor.

bugün, levent metro istasyonu, 2 kadın 1 kız çocuğu, oldukça süslü, oldukça bakımlı, oldukça mücevherli, her tarafından çıkan marka logolu kıyafetli 2 kadın 1 kız çocuğu, metronun gelmesi beklenirken kız çocuğunun yüzündeki mutsuz ifade ile annesine "neden metro ile gidiyoruz araba ile gitmiyoruz" demesi, annenin "trafik olduğu için. böylece kısa sürecek bıraktığımız yerden arabayı alıp gideceğiz" demesi, kızın insan içinde olmaktan gelen mutsuzluğu ile hala "ama neden araba ile gitmiyoruz? metro arabası olmayan fakir insanlar için" demesi, benim gözlerimin açılıp bakakalmam, annenin utanması, "olur mu öyle şey, artık herkes metro kullanıyor. biz de trafikte saatlerce beklemektense metro ile gidip 10 dakikada istediğimiz yerde olacağız." gibi laflarla toparlamaya çalışması, çocuğun hala " ya metro arabası olmayan fakirlerin bindiği bişiii" demeye devam etmesi vs...

İşte derler ya "ben bugün bunu da gördüm hayatta" diye, aynen öyle oldu. Hani, tamam kız çocuğunun durumu vahim de sorumlusu kendisinden ziyade ona bu anlayışı aşılayan anne baba. Bir kez daha görüyoruz ki herkes ürememeli, çocuk sahibi olmamalı. Ama olur mu herkes kendisinin müthiş ebeveyn, çocuğunun da üstün zekalı hele hele bir de solaksa iyice dahi olduğunu düşünüyor ve tabii üremeye devam ediyor. Hiç üstünde düşünmeden, tartmadan, "yapabilir miyim, ister miyim yoksa geçici bir heves mi" diye elekten geçirmeden.  Özellikle de bizim topraklarda. Ya da her yerde böyle. Elbette böyle konuşamayız çünkü bizimkisi kutsal aile, kutsal annelik, kutsal evlilik gibi durumları kutsalca kıskanmaktan başka şey değil. Olmadığı için çamur atıyoruz! (şu anda kendi yazdığıma yarılarak güldüm). Kısacası bizim çocuklar "all right" değil, aksine oldukça kötü ve acınacak haldeler. Vatana millete hayırlı olsun...

P.S. The Kids Are All Right'a gelirsek... 2010 tarihli alter film işte, Sundance'te olay oldu filan da o kadar. Güzel ama.


.

Thursday, December 27, 2012

İcazet

Korkunç sıkıcı! Twitter, Facebook veya benzeri sosyal medya kullanıcılarında sürekli bir görüş bir bildirme hali, onu duyurma ihtiyacı var. Özellikle de Twitter'da. Aman Yarabbim! Sıkıcı olan bu görüş bildirme halinden ziyade, bildirdiği bu görüşün "ne kadar doğru, ne kadar isabetli, ne kadar dahiyane, ne kadar istisnai bir zeka ürünü olduğu"nun altının çizilmesi durumu. Herkes ne kadar önemli, ne kadar bilgili şahsiyetlermiş de biz kaçırmısız bugüne kadar. Ancak ne güzel iyi ki Twitter vs var da eksik kalmıyoruz 100 küsür kelime vuruşlu cümleler üzerinden romantik tınılı mottolar yazan üstün zekalı insanlardan öğrendiğimiz hayat derslerinden...

İcazet vermek önemli bir hadise insanoğlu için. İstiyor. İstemekle kalmayıp kendinde hak da görüyor. Hem de kendisine düşüncesi sorulmamışken, hemen her konuda, her mevzuda herhangi rahatsızlık duymadan, bilip bilmeden, araştırmadan veyahut bahsi geçen konu ile ilgili aynada kendisine kendisini kandırmayo bırakıp dürüstçe bakmadan, herhangi bir çekingenlik hissetmeden gayet olaya hakim vaziyette karşısındakine icazetini bildiriyor. Artık karşısındaki kimse, konu ne ise. Bu "karşı konulmaz cazibe içerisindeki icazet bildirimi" twitter aracılığı ile milyonlara da olabilir, dost meclisinde birebir bir görüşmede de olabilir. Bu davranışın temellerini düşününce, öncelikle bireyin kendisini dev aynasıdan görmesi ile başlayıp devamında bununla ilintili olarak toplumsal yaşamda olduğu kadar kendi ait olduğu (veya ait olmaya çalıştığı) sosyal çevresinde sahip olmak istediği kabul edilme, saygı görme, grup lideri, kanaat önderi olarak hissetme duygusu ve tabii arzusu.

İcazet vermek de, icazet almak da açıkcası ilgilendirmiyor beni. İlgilendirmediği gibi bunu yapanları inanılmaz sıkıcı buluyorum, söyledikleriyle, "yüksek icazetleri" ile vaktimi yiyorlarmış gibi geliyor. Ben de aynı şekilde kimseye öyle kenara çekip, twitterdan mwitter üzerinden-sorulmadan- icazet filan vermeyeyim. Herkes (kendi) seçim(ini) yapmayı, tercih yapmayı öğrensin mümkünse. Birileri üzerinden değil de kendisi üzerinden birey olsun, netice itibariyle de yaptığı seçimlerinin tasdikine ihtiyaç duymasın...

... "beğendim vs beğenmedim", "sevdim vs sevmedim", "olmuş vs olmamış", "onaylıyorum vs onaylamıyorum", "destekliyorum vs desteklemiyorum", "güzel(miş) vs çirkin(miş)", "tatlı vs ekşi", "mutlu (sun) vs mutsuz (sun),  "zayıf(sın) vs şişman(sın)", "korkak (sın) vs korkusuz (sun)", "iradeli (sin) vs iradesiz (sin)", "ezik (sin) vs başarılı (sın)", "(seninle) gurur duyuyorum vs (senden) utanıyorum", "çok sevdim! vs hiç sevmedim!", "çok sıcak vs çok soğuk" ...  

Sonuç (en azından bizim dükkanda): çok da fifi! 



 

Tuesday, December 25, 2012

Ve beklenen gece # 2

ve beklenen yılbaşı öncesi parti, cumartesi, geleneksel vandal parti, geleneksel parti listesine eklenenler, 1 yıl ara ile tekrardan gelenler, daimi gelenler, ilk kez gelenler, ilk kez gelip de hep buradaymış gibi olanlar, ilk kez gelenlerin müthiş keyfi, uyumu, ucu ucuna yetişien hazırlık, kaburgaları kırıl sevgi abla'nın parti öncesi temizliğe gelemeyip de korkunç temizlik işinin bana kalması, ojelerin kenarlardan çıkıp tırnakların kırılması, her zamanki mönü, bol alkol, bol atıştırmalık, bol somon, bol cips, ilk defa buz sorunsuzluğu, hatta buzsuz hadiseler (hala bu hikayeye gülen sadece üç kişiyiz), b. ve julius sezar' in beraberlerinde gecenin en fantastik misafiri 20 günlük n. ile gelmeleri ve her şey çılgın gürültüde yaşanırken n.'nin arkada umursamazca mutlu mesut uyumaya devam etmesi, yazdığı kart, isveçli 'nin "içimden geçen" hediyeleri,varaklı hediyeler, çiçekli hediyeler, "senin için" diyerek taktığı kravatı gösteren kadim dostum sekvotka, "yok şarap içeceğim" deyip elbette votka tercihi yapan çirkin ama karizmatik erkek b., n. ile beraber arkada uyuyan julius sezar, heyecanı gündüzden belli olan g.g., az yemesiyle beni üzen r., sevdiğimiz insan kool şahsiyet k., big k. sister e. ve içeriye "tekbir"le fantastik halde girişi, yolda manasız bir taksi şöförü ile 150 kere geldiği evi bulamayan ayakkabıları ile insanı yerine çivileyecek gibi duran t., kıbrıs'tan beri şöyle uzun uzun göremediğim, beraber pek eğlendiğim b. & g., birden #8 ile tanış çıkmaları, "instagram evi burası" diyerek eğlenen, bir ara bir yerlere zorunluluktan gidip de sonra dayanamayıp tekrar geri dönen h., samimiyeti ile varlığı insanı mutlu eden a.ç, ve tabii "sen black label diye laf ediyorsun ama gecenin kahramanıydı benim double black label" diyen gizli kahraman # 8 ve yine pek eğlenceli, pek leş, pek mal, pek dans müzik eğlence olarak geçen, yan'da devam eden gece. ve evet, biz yine bu yıl da, yeni yıla şimdiden girmiş durumdayız. offf ayın 31'inde ne yapacağız ki şimdi biz yine? yine aynı soru aynı gereksiz eğlenilmeli mahalle baskısı. FAK!

p.s. devamsızlık edenlerden bu yılki disiplin notunu kırıyoruz karnelerine işliyoruz! pornstar v. & leopard lover g., gey kapılım z. gelecek yıl düzelecek o not..!

p.s. (2) yalan değil, bu yılki parti geçen yılın vandallık seviyesinin yanında, contemporary istanbul açılış partileri zarafeti içerisindeydi sanki. şampanyaysa şampanya, havyarsa havyar, altın varaksa altın varak. hoş bunlar her yılkı mönüde olsa da işte bazen vandallık boyutu uçabiliyor. bu yıl normal seviyelerdeydik, insanoğlu gibiydik. mallık baki ama çıta aşılmadı işte. aynen studio 54' te saten bluzu ve tomboy pantalonu ile dans eden lauren hutton zarafeti içerisindeydik...en azından bazılarımız.

p.s. (3) iyi ki genişlemişiz... b.& g., instagram  h., sosyalinsan a.ç, ve # 8 ilk seferleri olmasına rağmen güzelliğe güzellik, mutluluğa mutluluk katanlardandı. gerçekten de hayattaki bazı genişlemeler şahane geliyor insana. özellikle de hayatı zorlaştırmayan, boğmayan, çökmeyen genişlemeler için mutlu hatta müteşekkir olmak iyi olabilir.  



Thursday, December 20, 2012

Geldi !

Böyle değil. Bu kadar soğuk ve karlı da değil. Ama bu sabah itibariyle şehir karlı. Yani kış geldi. Soğuk birkaç gündür gelmişti ama kar, dediğim gibi bu sabahtan beri şehirde. Şimdilik güzel sayılabilir ama kar yüzünden trafik iyice felç olacak, işe gidilemeyecek, toplu taşıma yetersiz kalacak, iğrenç bir inşaat sahasını andıran Taksim daha da çirkinleşecek, kazılarından deliklerinden yürüyemediğimiz sokaklar bize hayatı daha da zehir edecek, her yer çamur ve vıcık vıcık olacak vs vs vs. İstanbul artık güzel değil. En azından bana. Romantiklere, oryantalistlere, yolunu bulanlara, şehrin yeni çirkin güzelliğinden para ve itibar kazananlara ise her daim güzel. Geldi. Kış geldi. Kar da geldi. Kim bilir belki çirkinlikler en azından birkaç saatliğine beyazlıkla kapanır ve belki güzel İstanbul'u hatırlarız.

Wednesday, December 19, 2012

Çok sevmek ve çok sevilmek

Bakıcısının anlattığına göre yıllar önce evinin yakınındaki bir sosyal tesisi açmaya gelen başbakanın, kendi bahçesi de dahil olmak üzere açılacak mekanı çevreleyen her alanda her köşede bellerinde silahlari, omuzlarinda asili tufekleri, kulaklarindaki telsizle bekleyen muhteşem koruma görevlilerini görüp de şaşıran anneannem, yine izin almadan bahçeye girmiş çok afili, çok yüce, çok donanımlı, çok üstün korumayı çağırıp ne olup bittiğini sormuş. Koskoca bir korumanın sıradan bir vatandaşın ayağına gitmesi düşünülemese de, herhalde karşısındaki kat kat giyinmiş, elinde bastonu, yaşlı ama deli dinçliği belli olan kadına yaklaşıp "başbakan burada teyze, onu koruyoruz biz" demiş. Tabii kendisi inatçı ve öyle her cevapla yetinmeyen, pes etmeyen bir insan olduğundan anneannem bu sefer de "neden ki? burada kendi halkının içinde sevdiklerinin arasında değil mi, neden korkuyor? " gibi ikinci bir soruyu sormuş. Hem yaşlı, hem deliliği belli, hem "ulan buna bir şey yapsam bana kalacak kesin" durumdaki bir kadından gelen bu soruya da alan koruma muhtemelen çok sıkılarak ve bitmesini umarak "olur mu teyze, koskoca başbakan, ya biri kötülük etmeye kalkarsa?" gibisindan bir cevap veriyor. Bunun üzerine anneannem bombayı patlatıyor "evladım ben sana bir şey diyeyim mi; eğer bir başbakan kendi halkının arasında olmaktan bu kadar çok korkuyorsa senin benim bilmediğim ama kendisinin çok iyi bildiği kötülükler yapmış, günahlar işlemiştir" diyor, koruma afallayıp çareyi gitmekte buluyor, bakıcı ise "hah şimdi boku yedik yaşlı hasta kadını alıp götürecekler" diye düşünüyor. Anneannem ise rahat, bastonu da sallayarak "hadi evladım çıkarken de arkandan kapıyı kapat " diyor.

... dün, ODTÜ, başbakan ziyareti, çıkan olaylar, ziyareti protesto eden öğrenciler, 105 koruma aracı, 20 zırhlı araç, 8 toma ve 3600 polis korumasındaki ziyaret, buna karşılık en fazla taş ve sopa ile duran öğrenciler,  gözaltına alınan 26 öğrenci, barikatları ateşe veren öğrenciler, yaralanan ve fenalaşan öğrenciler için çağrılan ambulansların içeri girişine izin vermeyen kolluk güçleri, ambulansa atılan gam bombası ve bunlardan etkilenen sağlık görevlileri vs vs vs ... Herhalde çok sevmek de çok sevilmek de böyle bir şey. Teke karşı 3600 polis, sese karşı gaz bombası filan. Ne güzel şey bu kadar çok sevilmek! Ne şans böyle yaşamak, böyle muamele görmek! Hani diyor ya her yerde "benim vatandaşım, benim işçim, benim insanım, benim bakanım, benim özürlüm, benim çocuğum, benim doktorum, benim öğretmenim, benim imam hatiplim, benim başörtülü bacım" diye. Herhalde bu "benim"li sahiplenmeler büyük bir sevgi ifadesi bu da, bence bu sevgi işini bırakalım, rafa kaldıralım. Böyle olmayacak çünkü. Hastalıklı bir sevgi dedikleri böyle olsa gerek. Zaten bu "benim"li söylemler yeteri kadar korkunç yeteri kadar tüyler ürpertici bir de üzerine bu kadar sevgi boğulması...Yok yani daha fazla taşınacak gibi bir yük değil. Bu kadar sevip de bu kadar hırpalamak, acı vermek olmaz ki!

p.s. yalnız bu odtü de ilginç bir okul. pek sevdiğim harika mezunları olmasına rağmen yani kardeşim, arada öyle korkunç öyle yalaka tipler çıkıyor ki zırt pırt "ben odtü'lüyüm" diyen...yemin ediyorum ben odtü'lü olsam kenara çeker döverim, lokalden filan da içeri almam bu tipleri. solcu olmayı "tamirci çırağı"nı ofiste mırıldanmak sanan özlem gürses de bunların en saygını. aman yarabbim, herhalde odtü'lülüğünü tekrarlamadığı gün yoktu, her lafın ortası her cümlenin başı. ne acayipmiş o günler! hani biz köklü vs 500 yıllık üniversitelerden filan mezun oluyoruz da telaffuz etmiyoruz ama işte o "bağıran" model başka bir şey, başka bir dünya. fakat en bombası da herhalde gözlerimle görüp şahit olmasam "yalandır ya artık bu kadarı da olmaz" tadında yaşanan olaydı. bu kadar solcu (!), bu kadar aykırı, muhalif, bu kadar forever odtü'lü olduktan sonra bir vesile ile karşısına çıktığı meclis başkanı ve bakanlar önünde yaptığı "yaşayın siz çok yaşayın, çok büyüksünüz, çok yücesiniz" şovuydu. hala yanarım nasıl o sahneyi kaydetmediğime. herhalde o esnada gözlerim kamaştı ve muhtemelen kendisi adına utanıp yerin dibine girdiğim için basiretim bağlandı. off cidden. dante 'nin cehenneminin ateşi sönük kalır o parıltılı günlerin yanında...whatever. salla ya... 





Tuesday, December 18, 2012

Tamamlanan görev

18'i itibariyle başarı ve beceri ile tamamlanan, neticesi de haliyle şaşkınlık mutluluk olan görev. Sonrakiler bu kadar şahane olur mu bilemem, düşünmedim de açıkcası ama en azından bu seferki üstün başarı belgeleri ile süslü olabilir. Komikti, neticesi daha da komikti. Tamamdır.
Alt küme olarak ise; fantastik tarih17 aralık, fantastik inanışlar, fantastik kitaplar, fantastik 911, fantastik pimp, fantastik avatar, fantastik kaykay, fantastik chocolate tekerlek, fantastik prosecco, fantastik takım elbise, fantastik siyah hervé leger, fantastik papermoon, fantastik rüyalar, fantastik 05:30 çabaları, fantastik keyif, fantastik yemek, fantastik sözler, fantastik "gerçekten de içeri girince bir anda mutsuz ettin", fantastik adımlar, fantastik kutlamalar, fantastik yaşam, (fantastik dil ısırmayı da atlamadan elbette. neymiş, hiç beklenmedik şekilde öğrendiklerimizi uyguluyormuşuz bu hayatta, ders alıyormuşuz yaşananlardan). 

Friday, December 14, 2012

to whom it may concern # 7

Geliyor, geliyor ...Heyecanım artsa da sanki hiç heyecanlı değilmişim gibi yaşamaya, kendimi hazırlananlarla ilgili olarak tutmaya çalışıyor, hiç umrumda değilmiş nasıl olsa yaşanacakmış gibi bekliyorum. Keza beklemek zor iş. Ancak sabırlı biri olduğumu öğrendim. Öyle  çok yakın, hemen yarın değil de geliyor işte. "yatcaz, kalkcaz, yatcaz, kalkcaz" misali. Puff!

P.S. resim biraz da fuket 'i delirtmek için...kaykay konusunda anlaşamıyoruz. o yüzden hem onu delirtmek, hem de gerçeklik payı olduğu için böyle gecenin bir yarısı new york sokaklarında üzerinde kürkle kaykay yapan pharell tipli birini koydum. kim bilir, belki de kürk mantolu madonna misali kayan pharell williams 'ın ta kendisidir ama emin değilim, sanmıyorum, olmadığını umuyorum. kürk giymek ilginç ve bu devirde manasız olduğu kadar nedense ecnebi celebrity tayfasında özellikle de erkekler arasında böyle bir hadise var. ilk axl 'ın üzerinde görmüş anlayamamıştım da çocuktuk o zaman. hoş hala anlamıyorum; ne kürk giymeyi ne de kürk giyen erkekleri. bir de bununla kaykayı..geçtim gittim zaten.

P.S. (2) karşı çıkanlar, vakit kaybı olduğunu düşünenler olsa da nasıl defalarca aynı şarkı aynı albüm defalarca dinlenebiliyor, bazı romanlar ve bazı filmler de aynı şekilde defalarca okunabilir, seyredilebilir (geçen gün bunu düşündüm: "insanların ne düşündüğü bayağı umrumda değil". aslında düşündüğüm tam olarak da bu değildi. düşündüğüm; birçok konu hakkında ne düşündüğümün insanlar nezdinde nasıl algılanacağı, kabul görüp görmeyeceğinin umrumda olmamasının yine bazı insanlarda yarattığı rahatsızlık ve "şuna lafı sokarak dersini vereyim" duygusu. evet düşündüğüm buydu), . kürk mantolu madonna'da şahsen eksik kalmışım, tek seferle yetinmişim. oysa eminim defalarca okunacak romanlardan biri kürk mantolu madonna.  okuduğumda ne sevmiştim. * 2 diyelim o halde, en azından şimdilik. 



Şanslı

Galiba böyle deniliyor. Bir şekilde benim gibilere. Belki her zaman değil, belki de farkına varmadan her zaman. Şans denilen şeye sahip olmak, şanslı olmak, kime göre, nasıl orası tamamen başka bir algı olsa da şanslı olmak güzel bir şey keyifli bir duygu. Yaşaması da paylaşması da. Ancak adalet gibi şans da eşit dağıtılmadığından bu şanslı hali pek göstermemek hatta ondan hiç konuşmamak, susmak gerekiyor, öyleymiş gibi hissettiriliyor. Hal böyle olsa da, varolan hep varlığını sürdürmeye devam ettiğinden, kendini yer yer iyice hissettirdiğinden susmak, şanslı (veya başka iyi) nitelikleri göstermemek, dışarı çıkartmamak  bir işe yaramıyor. En ilginci de tüm bu kapatma çabalarına rağmen hiç beklenmeyenlerden, tahmin edilmeyenlerden gelen sanki özellikle o güzel mutlu anda dışa çıkması beklenilen bir kelime tıslaması, bir cümlenin tınısı üstü kapatılmayan schadenfreude hali oluyor. İnsan böyle bir durum karşısında hazırlıksız da yakalanıp iyice sarsılsa da gerçekten böyle bir durumda kendisi adına zaten olmadığı gibi başkaları adına yapacak bir şey yok. O yüzden devam etmek için kabul etmek ve ilerlemek en iyisi. whatever.

Son zamanlarda zaten öyle hissediyorken bir de üzerine  küçük hareketlerle büyük neticeler yaşanması büyük şanslı duygumu iyice sağlamlaştırdı. Herhalde en sevdiğim şey şu küçük hareketlerin büyük anlamları, büyük ifadeleri olması ile yaşanırken, en nefret ettiğimin ise büyük hareket ve lafların iki paralık içerikleri ile büyük gözükme çabası oluyor.

... iki günlük kaçamak bodrum seyahatinden beri bir türlü rahat rahat geniş zaman dilimlerinde göremediğim ama pek çok özlediğim e.g.,  görünce "gerçekten keşke hayatta başka şey dileseydim" diye düşündüğüm çantasından çıkarttığı hediyesi küçük prosecco şişesi; geçen hafta tribün çocuğu 'nun roma'dan getirdiği ganimetler ; şehir değiştirse de forever l.a. girl e.'nin dünyanın her yerinden attığı her daim gülümseten, mutlu eden kartlar, virginie & géraldine 'den gelen üzerinde düşünülmüş sürprizler, her gün görüşmesek de konuşmasak da chileksuyu 'nun tayland'tan getirdiği şahane minik hediyesi ... diye liste gider de işte budur şanslı olmanın sebebi, son günlerde iyice hissetmenin zincir etkisi.

p.s. en bombası da bazı meclislerde asla telaffuz edilmeyen ve edilmeyecek "ışık" mevzusuna son olarak  E.G.'nin katılması ve "ışık gibi girdin" demesi iyice komik, iyice afallatıcıydı. Bu kadar bariz olana bu kadar bariz şekilde perdeler indirilmesine insan şaşırıyor tabii, haliyle nedenini anlamak istiyor, deniyor, sonra vazgeçiyor, "geçen geçti, bitti gitti" diyor ve acı da olsa "kaybolan yıllar olsun da şu bahsi geçen meşhur ışık olmasın" deyip nihayetinde bitiriyor konuyu. that's life. ağlamaya da gerek yok. 

p.s. (2) peki biz küçükken şanslı diye bir köpek yok muydu hani çizgi film kahramanı? hani gerzek gibi "kıh kıh" diye gülüyordu. şanslı da olur, kirli de. ikisi de gayet şahane isimler ama kirli daha güzel, kirli iasos'ta, kirli yürürken yanımda pek şahane hareketler yapıyor. kirliii...



Wednesday, December 12, 2012

Sabah keyfi # 2

Kim tahmin edebilirdi ki? Ben değil. Ama öyleymiş. Haliyle deli gibi hoşuma gitti. Takıntılı da kendisi, arka arkaya aynı şeyi dinlemek filan. Oluyor işte, her hanede var bir tane böyle. Geçen gün sokakta rastladığım D. söyledi "bok bok kenefte bulurmuş" diye. Eh, yalan değil. Sabah keyfi aslında 5:30'da başlayacaktı da ben biraz arıza çıkarttım, geciktirdim. Ah, Axl, güzeldin eskiden... ıslık.

p.s. gerçekten her şey pek kendi patience düzeninde ilerlerken birden gelen fırtına patience 'i hatırlattı, mırıldandırdı. ama gerçekten sabırlı biriyim, gemileri bir anda fevrice gerzekçe yakmayan yapıdayım. ama amk! sabah sabah yoruldum gerçekten. 

***
...little patience, mm yeah, mm yeah
need a little patience, yeah
just a little patience, yeah
some more patience, yeah
need some patience, yeah
could use some patience, yeah
gotta have some patience, yeah
all it takes is patience,
just a little patience
is all you need


***




 

Saturday, December 8, 2012

Sabah keyfi # 2

soğuk hava, soğuk ve gerzek yağışlı siyah hava, elektrik patlaması, her daim sorunlu apartman, otel arayışı, normale geri dönüş ve hak edilen güzel mi güzel sabah keyfi (bunun dışında taksim'de yürünmüyor, sokakların delik deşik,her tarafın çamur, yollardan ambulans veya itfaye aracı gibi hayati önem taşıyan araçların geçemiyor olmasını, koskoca bir tarih olan inci'nin kapatılmasının umursanılmama çabasını, iktidar denilen katmanın neyi sevip sevmeyeceğimize, kaç kilo olmamız gerektiğine, kiminle sevişeceğimize, bu sevişmenin ahlaksız olmaması için nasıl ne zaman evleneceğimize nasıl ve kaç tane doğuracağımıza, "onun vatandaşı" olarak karar vermesini veya katmanın öndeki temiz piyonlarının yüce ziyareti sırasında mevkiisini sarsacak şekilde müdür denildiğinde egosu zedelenen muhteşem bakan tiplemeleri filan gibi konuların gündelik akışımızın önemli başlıkları olmasını geçiyoruz ve kendimize ancak böyle nefes aldırtabiliyoruz. çünkü bitmiyor; ne çilesi, ne azabı, ne bezdirme çabası bitmiyor. sülük gibi mübarek).

p.s. biliyorum büyük kıroyum, hiç söylemeye gerek yok. wish list 'imdir, sabah keyfimdir, hiç umursamam, takar çıkarım, haters gonna hate but who fuckin' cares, babe? ayrıca it it ile anlaştığından # 8 ve yeni kızı bu yolda ilerlememdeki büyük adımlar atmamı kolaylaştırıyor. bir gece yarısı bu kadar eğlendiğimi uzun zamandır hatırlamıyorum.  



Friday, December 7, 2012

Cumanın "kudretli" bombası

İnsanların, kadın erkek farketmez, müthiş baskın özgüvenlerinin içinde korkunç özgüven eksiklikleri içinde olduğuna inanıyorum. İnanmaktan ziyade görüyorum da. Özellikle de o müthiş kendine güvenli, konuşurken yeri geldiğinde baskın karakterini iyice öne çıkartarak vurgulayan hatta bağıran, "ben bilirim sen bilmezsin" dersleri veren, bunu yer yer kendince keyif alarak hayat dersleri vererek yapanlarda genelde işin aslı gözüktüğü gibi olmuyor. O çok özgüvenli kendi çevresinden, habitatından çekilince, yanında iktidarını kurabileceği birileri yokken birden bire sönüveriyor ve sevimli oluyor. O yüzden de çok az bireyin gerçekten özgüven sahibi olduğunu düşünüyorum. Çevremde, yakınımda, işte, sokakta, etrafta, dergide, gazetede, her yerde ve bu durum ne olursa olsun bu durum karşısında şaşkınlığımı her seferinde bir kez daha büyüterek ortaya çıkartıyor.

Görünüşte çok farklı, çok eğitimli, çok özgüvenli, çok becerikli, çok akıllı, çok etkileyici, çok ayaklarının üzerinde duran bir kadın değil mi kendisi. Özellikle de yılların müzmin ve bir o kadar huysuz bekarı, kötü bir Serge Gainsbourg a l'orientale taklidi olan Okan Bayülgen ile evlenip, üstüne de çocuğu yaptıktan sonra kendisi hakkındaki bu kanaatler iyice artmadı mı? Eski ofisin kendi deyimiyle "ben hep sevilmek isteyen küçük kız çocuğuyum" diyen çaptan düşmüş televizyon insanı, kendisine ve adamı bu kadar kısa zamanda kendisine bağlamasına hayran kalmış sürekli "ne akıllı kız" deyip dururdu ( muhtemelen okan bayülgen'i kendisine düşünüyordu da işte şartlar, yaşlar, yaşamlar tutmadı). Ee peki şimdi bu ne? "Erkenden kalkıp işe gitmiş; tüm günü üretken geçirip eve gelmişsem... Eve geldiğimde beni boynuma atlayarak karşılayan bir kız çocuğu varsa... Ve kafamı omzuna yaslayacağım kudretli eşim yanımdaysa... O gün şahane demektir." Habertürk'e verdiği röportaj ve "kudretli eşim" beni bitirdi...Ya, elbette kıskanıyorum, elbette öyle bir insanla kudretli bir ilişki seviyesine ulaşamadığım için böyle küçümsüyorum. Benim de kudretli eşim olsa ben de onun kadar yüce olmasa da daha mutlu bir hayat sürerim, orası kesin. Ah Şirin, sayende kudretle şiştim, teşekkür ederim cuma eğlencem oldun.





p.s. magazin perhizinde olduğumuz fuket'e dayanamayıp haberi gönderdiğimde yorumu " herhalde eski kocası yeteri kadar kudretli değildi ki burada kudret kudret deyip duruyor" olması haliyle iyice güldürdü beni... doğru ya, eski koca da var, epey bir fantastik olan.

p.s. (2) yalnız bu "şirin" isminde, "şirin" isimli kadınlarda bir olay var bunu anladım. "şirin" isimliler hep bir garip, bir fantastik oluyor. uzak uzak hepsinden uzak durmak lazım.





- 6, -7: Dave Brubeck, Oscar Niemeyer


Arka arkaya olunca beraber yazmak gerekti. Dave Brubeck ve Oscar Niemeyer. Dave Brubeck iyidir hoştur önemlidir, Take Five'tır , şahane filan ama asıl Oscar Niemeyer 'dir kayıp. Gerçi artık doksanını geçen birinin ölümü pek de üzülecek hadise değildir diye düşünsem de yine de fark yaratmış insanların gitmesi insanı düşündürüyor. Yine de arkadasında çok şey bırakmış olmak da bir o kadar harika bir şey. Öyle mimar olduğum, mimariden anladığım, kendime hobi haline getirdiğim, tasarım meraklısı olduğum için filan değil, gayet kişisel zevk sebebiyle keşfettiğim, biyografisini okuyup daha da beğendiğim biri olduğu için. Daha önce de bloga yazmış, 1953 yılında Rio yakınlarında kendisi ve ailesi için yapmış olduğu güzel evinin, Casa Das Canoas, resmini koymuştum ama yine aynı evi koyacağım; çünkü çok güzel, çünkü garip şekilde insana kendisini iyi hissettiriyor. Özellikle de havanın siyah olduğu bu günlerde. Eve pencereden, hayata tepeden giren ışık, güneş çok güzel bir şey...

p.s. lütfen rio'ya gidelim...

Thursday, December 6, 2012

"evet, böyle bir şey var"

Çocuk istemeyen çiftler. Evet, "böyle bir şey var" ve evet, "bu mutlu bir söylem" . Bu ifade, bu dilek, bu niyet yüksek sesle dile getirilmese de gerçekten de böyle bir durum var ve iyi ki de var.Toplumun hatta toplumların bireyler, çiftler üzerindeki bu baskısı bütün ağırlığı ile çökse de yine de var ve gerçekten iyi ki var. Çocuk sahibi olmayı istemek ne kadar doğal ise, yine aynı şekilde çocuk sahibi olmayı istememek de o kadar doğal aslında. Ancak çocuk yapmak çizilmiş bir yol sanki ve isteyerek çocuk yapmamak yoldan çıkmanın ayıplanmış, kabul görmemiş hali. Hatta neredeyse "tabu" sayılabilecek bir durum çocuk sahibi olmak istememek. İşin doğrusu toplumun gözünde erkekler için pek bir sorun yok da kadınlar için "çocuk istemeyen kadın" olmak taşıması cidden ağır bir etiket. Erkek istemediğinde garipsenmiyor da kadın istemediğinde sanki evrende onun için yaratılmış varlığa bir ihanetmişcesine yaklaşılıyor, yargılanıyor. Genel algı, erkeğin istememesinin çok normal olduğu kadının ise çocuk istememe gibi bir halinin imkansız, kendisiyle ters düşen bir durum olduğu. Tamamen saçmalık! İnsanlar çocuk sahibi olmak istemeyebilirler, çocukları sevip de elalemin ortalıkta dolaşan ve hepsi birer üstün yaratık gibi sunulan çocuklarından zerre hoşlanmayabilirler, o sorumluluğu taşımak istemeyebilirler vs vs. Her şey olabilir ve bunlar tercihtir. Ne var ki tercihlerinden ötürü insanları "sevgisiz", "katı", "bencil" gibi etiketlere maruz bırakmak asıl kötü ve çocuklara verilecek ders açısından "haris" bir davranış. Şunu da unutmamak lazım ki, her çocuk sahibi insan aslında çocuk sahibi olacak yetiye sahip değil ve çoğunlukla o çocuk isteyerek olmuyor. Olmuş oluyor işte, geri de dönülmüyor, önce kutsal ebeveyn sonra da evli/boşanmış ve çocuklu vaziyette mutsuzluktan mutsuzluğa akılıyor.

Vittorio muhtemelen en sevdiğim, kalbimdeki en özel yerde. Emilie ve Louise de şahane. Carlo yeni gelmiş olup yeni gözdem oluyor kendisi. Adrianos da var. Bizim buralar da hareketli bu günlerde. Gelen geliyor, çocuk nüfusu artıyor. Onlardan da seveceklerim olacaktır. Ama kendim için uzun bir süre istemeyebilirim, ne kadar iyi bir ebeveyn olacağımı bilsem bile (şok haber: öyle çocuk çocuk diye gebermeyen, sokakta yürürken çocukların üzerine atlamayan insanlar genelde çok daha iyi ebeveyn olurlar.). Olursa ilerde olur da, birisini kazanmak için, eve bağlamak için, olması gerektiği için olmayacağı kesin.

whatever

Fransızlar gerçekten de bazı konularda müthiş. Hemen her modern toplum için bir tabu olan çocuk sahip olmayı istememe konusunu France Inter 'de işlemişler adına da "çocuk istemeyen çiftler" demişler. Ne güzel şey, bilinçlice ne istediğini ve daha da önemlisi istemediğini bilmek, hayatta bu tercihlere göre yaşamak, bundan dolayı da rahatsızlık hissetmemek. Biz türkler için böyle iddialı düşünceler biraz zor tabii. Bireysel karar vermekte, birey olarak yaşamakta, gündelik hayatta bireysel tercihler yapmakta, yalnız kalabilmekte, seçim yapmakta, "hayır" diyebilmekte zorluk yaşayan tipler olduğumuzdan bunun telaffuzu dahi ailelerde depremden çıkan enkaz etkisi, çoktan çocuklu ve hayata küskün arkadaşlarda da kıskançlık eksenli haset duygusu yaratır.

whatever. gerçekten de. herkes ne istiyorsa öyle olsun, kimse kimseye bir düşünceyi dayatmasın, olmuyorsa da hiç olmasın zaten. 


  


Les couples qui ne veulent pas d'enfants

Wednesday, December 5, 2012

2si bir arada misali; sabah keyfi & wish list

çok erken sabah saatleri, yine erken sabah sporu, gece yarısı gelen ahtapot, sarhoş kaykaycı, yaklaşan gün, kıpır kıpır ruh hali, yükselen güneş, hep " güneşi uyandıralım " duygusu, ne yazık ki kendi ekseni dışında yaşanılan ülke sınırları içerisindeki her türlü mevcut durumun korkunç derece sıkıcı, mide bulandırıcı, yürek dağlayıcı oluşu ile yine insanın kendine dönmesi, mutluluğu geniş anlamda bulamaması vs derken kaykay insanları, beautiful people ve heyecanla beklediğim, istediğim, kendimden geçerek seyrettiğim belgesel pretty sweet ...

ara ara hatırlamak için:
- lords of dogtown
- z boys
- alt kültür
- supreme
  

Tuesday, December 4, 2012

Dream on # 14

Bugünkü hali de değil, 60ların sonunda 70lerdeki hali. Hem de siyah beyaz. Hem de o ilk giriş alanının ev gibi hali. Evet, evet, fantastik haller geri döndü. Siyah beyaz rüya görmek ne demek? Ancak özlemişim fantastik halleri, açıklanamayan durumları.

 siyah beyaz, 60lar-70ler arası bir zaman dilimi, bergdorf & goodman, giriş katının fantastikliği, güzel hava, bahar havası, dream on için daha ne istenir ki...

Monday, December 3, 2012

İstediğim

Dediğine göre "bir şey istemiyormuşum". Doğru aslında; inkar etmeyip mütevazi de olmayacağım. Ancak komik gelmiyor değil bu "istenenler, talep edilenler". Var ama böyle bir şey. Özellikle de kızlardan karşı cinslere karşı. Bir şeyler zamanla istenilmeli, hiç öyle sürekli kendinden verme halinde olma inancında değilim ama olacak olan zaten kendi güzelliği içerisinde kendi zamanında olacaktır. Israr eden,sürekli aklındaki bazı hedefleri gerçekleştirme hırsında yapışan, karşısındakinin beynini yiyen kızlar korkunç geldiği gibi, beni utandırıyor da. Ayrıca bu talepler listesi komik değil mi? Ne isteyebilirim ki? Sahip olduklarımın üstüne ne koymasını isteyebilirim ki? Mücevher mi? Tek taş mı? Daha büyük tek taş mı? Teklif mi? Beraber yaşamak mı? Çocuk mu? Bilmem çok sıradan geliyor. Olacak olanlar değil istenilenler. Daha doğrusu istemek, hedef koyup o uğurda neredeyse kendinden geçecek kadar isteme hali sıradan ve manasız geliyor. Olacak olanlar zaten olur, olmuyorsa da zorlamanın alemi yok. Zorlamak hem çok sıkıcı hem de bir yerde oldukça şahsiyetsizce. Olan oluyor zaten, gelenler de geliyor. Daha fazlasını yapan yapsın, ben yapmayayım, yapandan da uzakta olayım. whatever .

Ne istediğimi söyledim. En azından bugünlerde; ghostbuster olması. Son günlerde, gecelerde hayaletlerle uğraşıyorum, yoruluyorum, dağılıyorum, sıkılıyorum, bazen tek başıma halledemiyorum ve saçmalıyorum. İşte o yüzden ghostbuster olmasını istedim. Bence mükemmel bir istek. Komik ve gerzek ama taleplerimde çok ciddi ve yüksek standartlara sahibim, ne yapabilirim ki? Galiba kısa sürecek çünkü 2 hafta sonra da Hobbit olma zamanı gelecek...

Cuma eğlencesi # 6

Garip şekilde yazmadığı da pek özlemediğim uzun zamandır da yazmadığım Cuma Eğlencesi'ni birden içimden gelerek yazayım istedim. Gün bugünmüş. İlginç şey şu özlenmeyenler, daha da ilginci listenin uzadıkça uzaması ama işte o da bir nevi Sokak Kızı İrma'daki gibi "but that's another story"...




Ho ho ho! Hiç yaşlanmayan hatta yaşı ilerledikçe seksileşen kötü kız Kate Moss ve 40'ından sonra kendini spora ve sağlıklı yaşama verip fiziğini neredeyse tamamen değiştiren Marc Jacobs, Kate Moss'un kitabının piyasaya çıkış partisinde sarılmışlar. Kötü bir görüntü yok. Kate Moss altın renkli uzun elbisesi, smoky eyes makyajı ile gayet güzel, Marc Jacos da etek giymediği halinde gayet olmuş. Yanaklarda, elmacık kemiklerindeki dolgular hariç. Off işte o dolgular insanın yüzünü garip bir şekle sokuyor. Bizde de var, cemiyet hayatımızın güzide insanları da bu dolgu hadisesinde eksik kalmayıp yanaklarını şişirtiyorlar. Misal Osman Çarmıklı. Oy oy oy! Talihsiz bir deneme olmuş ama olmuş işte yapacak bir şey yok, hayırlı olsun.

Neden bilmiyorum bu Bob Geldof resmini koyduğumu. Hani sevdiğim biri desem; değil. Kızlarını seviyorum o yüzden babalarına sempatim var desem; hiç değil, kızlarının ağır moron olduğunu düşünüyorum. Sadece bu adamda ne bulunmuş olduğunu anlayamadığım, garipsediğimden herhalde diyorum. Elbette bu benim sığlığımdır da yani off Bob Geldof ya, off. Kaşmir de giyse, saçlarını artık tarasa da off yani günün sonunda Bob Geldof kendisi. Offf.

Oflamaktan sıkıldığımdan yavaş yavaş güzel insanlara gitmek lazım. Tamam, Nick Cave de öyle alışıldık güzel erkeklerden değil de yine de büyük bir çekiciliği var, tarzının cazibesi var. Ayrıca müzikal olarak da Bob Geldof'un sıkıcı ötesi müziğine milyon kere basar. Siyah takımı, jilet duruşu,yanındaki gotik milf sevgilisi ile gayet power couple olmuşlar, güzel olmuşlar. Yalnız bu power couple ilginç bir şey; nadiren de olsa olanı var, genelde olmayanı var, ama bir de olduğunu sananıp hayali I (we) got the power halinde yaşayanı var ki Allah o duruma kimseyi düşürmesin. Buluştuğumuzda tesadüfen tanışan Chileksuyu 'nun sonradan dediği gibi magic combination yaratmış olanı da var... 

İşte power couple. Efsane modacı Valentino ve sevgilisi. 40 yılı aşkın süredir beraberler, koskoca bir imparatorluğu beraber yarattılar, haliyle de power couple oldular. Eskiden Valentino ile tasarımlarına hayranlıkla bakmakla beraber ten rengi, fifi köpekleri ile vs fazla dalga geçerdim. Ta ki hakkindaki belgeseli seyredene dek. O belgeselde nasıl da küçük çocuk gibi sevimliydi...Ama cidden büyük modacı. Gerçi artık işleri koleksiyonları filan bıraktı ama yine de büyük insan. Ten rengi de eskisi gibi tanjerin değil hem artık.   

 
 
Tanımam etmem de sağdaki kız bayağı hoş. Daha doğrusu giydikleri. Etek komik bir şekilde pleksi gibi duruyor ama üzerindeki kazak, çantası filan gayet kool olmuş. Ayakkabılar dahi. Gerçi leopara tav bir insan olarak bunu söylüyorum yoksa epey kötü. Ama işte içimdeki leopar, çita sevgisi hep bir yerlerden çıkıp kıroluğunu belli ediyor da yapacak şey yok, çita halime yanarım.
 
Carolina Herrera ve Stella McCartney. Carolina Herrera tamam asil kan bir insan ve varlıklı da fazla klasik, okul aile birliği başkanı yaşlı teyze gibi sıradan dururken Stella McCartney bayağı güzel bayağı parlak olmuş. Hem de aslında güzel olmayan biri olmasına rağmen. O beyaz oversize palto, içindeki siyah muhtemelen ince askılı elbise, kızıl saçları, "tamamdır", güzel olmuş.

Ya şu tipi gördükçe duydukça bir şeyleri kırmak istiyorum ama yapamıyorum işte, şiddete karşıyım. Ama ne sözde yaptığı aptal ötesi müziğe ne de kılık kıyafetine tahammül edemiyorum. O kadar kötü bir müzik yapıyor ki spor salonunda filan duyuyorum ne yazık ki ve duyduğumda Odysseus'nun Sirenler'e direnişi gibi kulaklarıma balmumu tıkamak istiyorum, o kadar feci. Hele bir de grubu o, Black Eye Peas, of ki of, total kabus, onları geçiyorum. Ama giderken kolyeyi alırım. Veya almaya da bilirim, bir şekilde evden hallederim herhalde.
 
Yaşlanınca eğer Carmen Dell' Orefice olamazsam kendisi gibi olmayı umut ediyorum. Muhtemelen Carmen Dell'Orefice üstün insan olamayacağımdan lacivert payetli elbise giyen beyaz saçlı teyze olmayı memnuniyetle karşılayacağım. Ki gayet güzel kendisi. 70'imde böyle, oo tamamdır ya, olmuş. 

Power Couple olduğu kadar power dress de var. Yine Stella McCartney garip bir şekilde, bütün moda dünyasına hükmeden kocasının markalar imparatorluğundan seçe seçe seçtiği aşağıdaki püsküllü elbiseli Selma Hayek ve aslında güzel elbisesi içerisinde ölü balık gibi duran Amber Valetta 'yı, güzel yakalı ama androjin tasarımlı çirkin olması yüksek ihtimal kıyafetinde satenler içerisinde açık ara geçmiş. Gerçekten de normal şartlarda güzel olmayan insanlardan hepsi olmasa da bazılarının hayatta yakaladıkları ışık ilginç bir şey. Aynı şekilde güzel ve ışıklı olanların da  bazen ışıklarının sönmesi gibi. Gerçi isteyerek olmuyor o sönme hali, sağolsun genelde etraf elbirliği ile söndürüyor o ışığı da, uyanmak farkında olmak lazım. Güneşi Uyandıralım değil mi? 




Amerikan moda dünyasının güçlü isimlerinden, kocasından ayrılıp lezbiyen dünyasının ikonu haline gelen J. Crew 'ın yaratıcısı adını unuttuğum insan. Gerçi J. Crew başarılı bir marka da çapına göre aşırı pahalı. Ama yine de güzel, alana da muvaffakiyetler. Paltoyu şöyle omuzlarda taşıma hadisesi de yeni dönem kool kadın olma raconu. Denedim ama sıkılıyorum ben öyle omuzlarımda ağırlıktan filan, o yüzden bu yüce mevkiiyi Vogue Türkiye'nin üstün kadınlarına veriyorum. Özellikle de Martin Margiela&HM gibi düzenledikleri vip ötesi etkinliklerdeki hal ve tavırlarını gördükçe elbette onlardır bu mevkiinin sahipleri.

J.Crew 'a dönersem son olarak, gözleri bozuk olmayanların nörd gözlüğü takmasından artık epey bir sıkıldım ama kırmızı ruj forever deyip onunla uyumlu kırmızı ayakkabı ise bayağı güzel olmuş. O garip şantuk pantalon bluz takım hariç. Kaşmir ceket de zaten güzel, ben yakalarını kaldırırım omuzlarıma almam sonra da giderim.

Friday, November 30, 2012

Cuma müziği

Yıl 1969.
Grup Chicago. İlk albümlerinden. Beginnings. Chicago çok kalabalık gruplardan olduğu için yazamayacağım. İlginç zaten o dönemler hepsi bir kalabalık, koloni halinde. whatever. Şarkı çok güzel. Chicago da iyi grup. Gerisini sallamıyorum, günlerden cuma, başka şeyleri zaten sallamıyorum.
Belki cuma eğlencesini bile yazarım; neredeyse aylardır yazmadığım.

Thursday, November 29, 2012

Sabah rengi

Fantastik güzellikte uyanamamak güzel sabahı, güneşli sabahı, sabah mutluluğunu, sabah keyfini, sabah hafifliğini engellememeli ... Büyümek böyle bir şey herhalde. Artık Kafka'nın Şato 'sunun insanın üstüne çöken karanlığının cezbedici hali çoktan silindi,Çarli'nin Çikolata Fabrikası'na yerleşme kararı alındı, ara ara Kızgın Damdaki Kedi'nin sıcak güney topraklarına gidilip oradan O. Henry 'nin büyük kentlerinde yaşanan küçük sürprizli hayatlara uğranıp bossa nova hafifliği peşinde yine de yer yer Güneşi Uyandırarak (uyandıralım) Brezilya 'ya iniliyor. falan filan. Gerçekten de kazık kadar olup, hayatların sonsuza kadar değişeceği zamanlarda dahi bir şeyleri değiştirme gücünü küçük görüp her zaman illa kötüyü de düşünmek, iyiden bahsederken mutlaka "yapılması gereken bir nitelikmiş gibi" telaffuz etmek, "aman güzel şeyler söyleyip de şımartmayalım" davranış biçimini, sürekli yüze yapışmış (!) ciddiyeti ve mesafeyi matah bir bok sanmak, hele hele her güne suratsız başlayıp bunu da marifet sanarak "üstüme gelmeyin" edaları ile sabahı geçirmek ve geçirtmek kadar sıkıcı ve aptalca bir şey olamaz. Büyük kayıp! "uzak ve daha da uzağa lütfen"

güneşli kış günü sabahı, güneşin sarmalayan ışığı, marilyn 'nin turuncusunun etkisi, gülümsemesi, gülümsemenin etkisi, gülümsemenin gücü (böyle de tv programlarındaki varoş kişisel gelişim öğütleri verenlerinden aşağı kalmam), kahve, kahve mutluluğu, müzik, the delfonics & tell me this is a dream, chicago derken bu sabahın rengi, keyfi, denizdeki yansıması ...




   

Tuesday, November 27, 2012

(NOT) Motto

ray bradbury- "we travel for romance, we travel for architecture and we travel to be lost."

Şöyle romantik lafları sevsem gerçekten bambaşka bir insan olacağım herhalde ama umutsuz vaka muhtemelen benimkisi. Çok sıkıcı. Tamam biliyoruz Ray Bradbury iyi bir yazar, güzel cümleler kuruyor da of bazı laflar felaket sıkıcı. Ama işte romatik olmak başka şey demek. Ne bu cümle ya? Ne kadar büyük anlamlar yükleniyor bazı laflara, eylemlere...Off...  


songs n' motto # 6

ah sade , beni bitiriyorsun..." is it a crime", 1985, promise, epic records

....

he takes her love, but it doesn't feel like mine
he tastes her kiss, her kisses are not wine, they're not mine


...

Motto # 9

"sometimes the partner is more shocking than the crime itself"

hayat böyle işte...

"kızım benim..."

"kızım benim, gözleri baldan tatlı arım benim"

j.a. ile geçen fantastik güzellikteki günün fantastik cümlesi. her şey sürreal her şey fantastik idi dün. güneş de vardı gözyüzünde. 

"anlatma çocuğum!"

Monday, November 26, 2012

Never on sunday # 11

yağmurlu perşembe, amerikan, tüm gün amerikan, b. & t. derken + 1can, kalabalık, uzun zamandır görülmeyenler, koridor penceresi önünde mini zirve, iddia peşinde trilyonlar peşinde seçilen rakamlar, kötü büfe döneri pişmanlığı, garipliklere, farkedilmişliklere tekrar tekrar şahit olunuş, mezzaluna, g.g.& çetesi, çok özlediğim t 'nin de uğraması ile giderdiğim hasretim, paylaştığım hissiyatım, hayatım; cuma ile gelen erken mesai, erken mesaiyi gecenin bir yarısı göndereceğim mesaj ile ekeceğimi sanan g.g., soğuk ama güneşli hava, gökkuşağının gözüktüğü hava, fantastik şekilde yer bulunabilen karaköy lokantası ve gey kapılım z., big sister e., (tekrar ve yeniden) uzun zamandır geçirdiğim en güzel, en keyifli, en huzurlu akşam yemeği (# 8 ile olanlar hariç. o taraf forever peace zaten), gece "bekleme" mesaisi, güneşin yükseldiği cumartesi, mutluluk, oradan oraya, korkunç trafik, korkunç trafik bıkkınlığı,  juno ve bir anda herkes ve herkesi bir anda aynı yerde görmenin afallatıcı hali, sekvotka, strasbourg a., g.g.& h., masayı sürekli mum ışığı ile romantikleştirme çabasındaki sekvotka ve iğrenç anılar serisinin dillenişi, kahkahalar, hayvani iştah karşısındaki fantastik yorumlar, geceyarısı james bond, gayet tatminkar james bond, gece 4'deki soğuk, never on sunday hali, yemeği, high fidelity keyfi, ruhu ver thanx 4 everythin' ... 

p.s. cuma gecesinin asıl bombasının yemeğe giderken yere kapaklanmamı atlamış olamam diye düşünüyordum ki ... gayet güzel vaziyette giderken hem de evden çok yeni çıkmışken hem de telefon ile konuşuyorken bir anda uçmam, ufak çaplı bir faciaya dönüşmeden atlatılsa da biz faniler bazı olaylara ne diyeceğimizi biliyoruz. geçiyoruz. korunuyoruz.   



 

Saturday, November 24, 2012

- 5 : J.R. EWING


Çocukluğunu talihsiz 80ler Türkiyesi'nde geçiren çocukların TRT günlerinin efsane dizisi Dallas'ın has "kötü" adamlarından JR Ewing gerçek adı ile Larry Hagman 81 yaşında kansere yenik düşmüş. Artık 80li yaşlar, yaşlı değil de orta yaşlı sayılıyor ama kanser söz konusu olunca 81 oldukça iyi bir yaş gibi sanki. Tatsız! Sadece kendi küçük şımarık gündeliğimizdeki değil, insanlık gündeliğindeki birçok hadise gibi. İsrail-Filistin gibi, Suriye gibi, Pınar Selek'ın Kafka'nın Şatosu'nun karanlık dehlizlerini andıran davası gibi, patlatılan okullar gibi, Cumartesi Anneleri gibi, bütün baskılar, kısıtlayıcılar gibi tatsız işte her şey. O yüzden dün akşam yemekte- uzun zamandır; # 8 ile olanlar hariç, yediğim en keyifli en güzel yemeklerden birinde- Gey Kapılım Z. ve Big Sis E.'ye dediğim gibi "zaten her şeyin sıkıcı ve tatsız ve keyifsiz ve mutsuz olduğu dünya düzeninde en azından kendi dünyamda mutlu olmak, gülmek, hafif olmak, sadece kötü günü değil, asıl mutlu günü içtenlikle paylaşabildiklerimle olmak istiyorum." 

R.I.P. JR - erken gittiğine göre demek o kadar da kötü değildi. Baksana asıl kötüler hala maşallah domuz gibi sağlıklı...

P.S. forever karaköy lokantası. orası da artık bir nevi sabahattin. tamamdır.

Ayağıma... Bana...

"...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski öğretmenleri ile Dolmabahçe'deki Başbakanlık Ofisi'nde bir araya geldi..."

Eskiden türk filmlerinde geçen klişe laflardandı, duyardık "koca fabrikatör olmuş da adam olamamış" diye. Yarın Öğretmenler Günü'ymüş bu vesile ile de kutlamalar yapılmış, bazılarımız sevdiği eski öğretmenlerini aramış kutlamış erkenden. Ama ayağına getirmek...İşte bu pek olmamış. "Senden büyük birini ayağına getirmeyeceksin!". Bu çok bilindik, doğu kültürüne özgü, o pek hayran olunan (!) katı örf ve ananelerin geldiği yerlerden gelen bir başka ifade. Ama öyle değil mi? Senden büyüğün, değer verdiğin, itibar ettiğin büyüğünün ayağına sen gideceksin. O kim olursa olsun, sen kim olursan ol. Araba gönderip aldırmak, tekrar araba ile geri göndermek filan boş açıkcası. Gerekiyorsa gideceksin, gerekmiyorsa da faaliyete gerek yok.
Hayırlı olsun.

Tuesday, November 20, 2012

Güneyden doğan sabah güneşi

Gelgitli ruh hali neticesinde sabah güneşini, mutluluğunu bulmayı bu kadar çabuk beklemiyordum ama işte, olabiliyormuş eğlenceli güzel sürprizler, küçük ama büyük mutluluklar. Daha da güzel olanı, birine bir şeyi bir kere söylemenin yeterli olması. İnsanoğlunda pek rastlanan bir kalite değil. Genelde her şeyi, özellkle de en yakınların en özensiz olduğu gerçeklikte, insanın kendisi için önemli olanı karşısındakine anlatabilmesi, belki o yönde hareket edebileceğini düşünmesi en az 3-4 seferi gerektiyor, sonra da bir ehemmiyeti kalmıyor zaten. whatever.

Brezilya güneşi gibi doğdu bugün; hani çoğumuzun kafasında canlandırdığı sıcak ve rahat bir iklim halinde. bossa nova melodisi gibi. Cidden nefes aldırttı, "tamamdır" dedirtti.

İstikamet Brezilya ... Bugün temsili, yarın ise gerçek. haters gonna hate .

Monday, November 19, 2012

Yüz

Yüz, surat ...

Birçok ifadenin yansıdığı veya yansımadığı ama hep taşınan. Yine de mutlaka bir şekilde bir zamanda ne olursa olsun içerde asıl hissedilenin poker face'i alt edip kendini göstereceği. yaşlılık, gençlik, gençken yaşlılık, yaşlıyken gençlik, mutsuzluk, mutluluk, barışıklık, hırçınlık, depresyon, heyecanlılık, coşkunluk, kederlilik, kıskançlık, çekememezlik, kabullenişlik, beceriksizlik, korkaklık, korkusuzluk, cüretkarlık, farkındalık, umursamazlık, özenlilik, ilgililik, kayıtsızlık, kaygılılık, kaygılıymış gibi gösterip hissedilen kaygısızlık, ilgisizlik, sahtelik, severken sevmemek, öperken öpmemek, söylerken söylememek, kabullenirken kabullenmemek, inanırken inanmamak, isterken istememek, samimilik, gerçeklik...her şey, bütün bu ifadeler bir şekilde bir gün mutlaka tüm çıplaklığı ile yüzde, yüzün aldığı şekillerde, gözün içindekinde gözüküyor.

Elbette insan hep bir coşkuyu, bir heyecanı, kendi inandığı güzelliği görmek istiyor. Kendisinde de, sevdiklerinde de. Çoğunluk "fiyasko", azınlık ise "büyük ölçüde benzer" hissiyatlarda. Mesele fiyasko olanlar değil; fiyasko olanların çoğunlukta ve daha nüfuz etmiş şekilde olması. İşte gündeliğin sıkıntıları, fiyaskoları, kofları, kötülük çiçekleri...

Son zamanlarda farkettiğim, karşılaştığım dışardan mükemmel de içerden fiyasko suratlara tesadüfen biri daha eklendi. Yıllardır görmemiştim. Eskiden sadece gözlerinin derinliğinde farkedilen sıkıntısı, mutsuzluğu bugün tümüne yansımış. Gülümsemeyi ihmal etmemiş de o gülümseme bile yılların sıkıcılığını, iç sıkıntısını, maskeli baloyu silememiş. Kim bilir belki değişirdi yıllar önce yapacağı ufak bir çaba, atacağı bir adım. whatever. Herkes seçimlerinden yaptıklarından sorumludur, bugün dün yarın da bugündür.


 


Saturday, November 17, 2012

Cool mu, özgüvenli mi, her ikisi de mi yoksa...?

Televizyon dünyasının yeni popüler isimlerinden. Ama akıllı, ama yaratıcı, ama farklı ama cool olanlarından. Prototip değil, sarışın değil, yanık tenli değil, uzun saçlı değil, incecik değil. Hele o "incecik mükemmel vücut" durumu Lena Dunham 'da söz konusu değil, olmadığı gibi balık eti filan bile değil bir de bildiğin chubby. Velhasıl kendisinin bu mükemmel olmayan vücuduyla chubby olma hali yükselişini engellemiyor ve özgüvenini yok etmiyor.

Oysa her cool gözükenin özgüvenli olmadığını bilmiyor muyuz? Frankie halleri gibi coolluktan çatlayacak, patlayacak vaziyette ortalıklarda dolaşıp aslında ne kadar özgüven eksikliği içerisinde oluşunu yaşamadık mı? Veya pek özgüveni yüksek olanların cool olmadıkları gerçeği yok mu? Arada bir denk geliyor birliktelik. Veya gelmiyor. Sadece " I like to fake it fake it" çıkıyor ortaya.

HBO'nun sentetik dizisi Sex & The City 'yi yerinden yıkan Girls 'in yaratıcısı, oyuncusu Lena Dunham New York'ta gayet önemli bir ödül töreni gecesinde kendi ödülü neticesinde yaptığı konuşma esnasında sahnede tüm gözlerin onun üzerinde olduğu çok da ince olmadığı, mükemmel olmayan vücuduna giydiği yanlarından hafifçe fazlalıklarının taştığı elbisenin altında seçtiği dore renkli şahane topuklu ayakkabılarını çıkartıp konuşmasına öyle devam etmiş. Alkışlar içerisinde. Mutlaka kendine ait özgüven kaybı yaşadığı anlar, günler, kendini çirkin bulduğu zamanlar vardır ama belli ki özgüvenli, kendisi ile barışık, başkası özellikle de bir erkek ile şekillenmeyen genç kadınlardan kendisi. Oh be! Bu cool ve özgüvenli hareketi sebebiyle aynı dünyayı paylaştığı daha parlak daha ince daha güzel gözüken hemcinslerinden nefret yüklü bakışlar almış, etrafına özgüveningen gelen bir rahatsızlık hissi yaymıştır. Ama belli bir kesim için ise oh be! yürü be! 

Bir de beraber olduğu ile şekillenen ridikül olma eşiğindeki kadınlar var ki ... oy oy oy! "kocasını çok seven kadınlar" gibi. Fuket gönderdi bu blogu ama o başlıktan o icerikten ben yazan adına utandığımdan yazamıyorum şuraya. Bunlar bir de öyle resim çekilince Meltem Cumbul gibi tek taş yüzüğü gösterirler utanmadan. Başkasının özellikle de bir kadının hemcinsi adına utanmak çok üzücü bir şey.

p.s. her şey bir yana stiletto çok giymek güzel ama çok sıkıcı bir şey. verdiği acı da cabası. sahnede değil de düğünlerde ilk 1 saat sonrası benimkiler çıkar, dans pistinde çıplak ayakla dans ederim, hiç umrumda değil. biliyorum, gülen oluyor, garipseyen oluyor, eğlenceli bulup çaldığı sahneye koyan oluyor ama yapacak bir şey yok yapılan şeyin herhangi bir amacı yok. sadece bugüne kadar böyleydi, bundan sonra da değişmez herhalde. uzaklaşmak en iyisi.







Thursday, November 15, 2012

Motto # 7

hannah arendt: "the sad truth is that most evil is done by people who never make up their minds to be good or evil".

Bayılıyorum. Gündelik hayatta felsefenin, sosyolojinin karşıma çıkmasına, kendini gündeliğin olağan temposunda farkedilmeyecek kadar küçük detaylarla göstermesine bayılıyorum. Eğlencelisi de var, kötüsü de. Kötü de illa korkunçluk derecesinde kötü olmayabilir. Aksine sıradan kötülük de var. Hem de hiç kötü gibi gözükmeyen kötülüklerden. Yani en korkutucu, en tehlikeli olanlarından. Yoksa gözüne soka soka kötüyü oynamak, yani, ne çok eğlenceli ne de çok korkunç. Belki de kötü bile değil. Oysa iyinin altında yatan asıl kötü işte o, olabilecek en tehlikeli şeylerden.

Hannah Arendt 'in de dediği gibi. Gerçekten büyük bir insan, büyük bir filozof kendisi. Tekrar tekrar okumak iyi olabilir. Ha, sıradan kötülüğü ise, pek kaale almamak, onu yapanı etkilenmeyip "kişi karşısındakini kendisi gibi bilir" diye düşünmek kolaylaştırıcı olabilir yoksa beklenmedik hali üzebilir; gerek yok sıradan bir kötülüğe tasalanmaya, üzülmeye...

okuma listesi (my favs): 
- eichmann in jerusalem: a report on the banality of evil, 1963
- on revolution, 1963
- the life of the mind, 1978

Büyüksün H. Arendt ! 


  

Wednesday, November 14, 2012

Zaten

Zaten yaka silkerek, neredeyse sıtkım sıyrılarak yapmıştım. Bugün bir kez daha inandım ki öyle. Hiç gerek yoktu. Hele hele benim için, bugün bu zor durumda hiç gerek yok aksine benim güzelliğimdi ortaya çıkan ama gerçekten gerek yokmuş. Benim yaptığım bu güzellik bana yapılır mıydı? Hayır ve çok da net bir şekilde "it's all about the benjamins" denir bir güzel bahane ortaya atılır, "yapacak şey yok, hayat bazen zor" denir, ben de zamanındaki güzelliğimle kalırdım. whatever. Aradaki fark da bu olsun o halde hayatta; güzel vs yürek tüketen. Tabii bir de şanım yürüsün ... 

the way it is

Gerçekten de öyle. that's the way it is; serendipity . Böylesi daha güzel. Daha zahmetsiz, daha kaygısız. Önümdeki ısrarcı, kararlıdan çok hırslı, istediğine ulaşmakta inatçı, yer yer yorucu örneklerden olmak ister miydim? Sanmıyorum. Serendipity hal iyidir, en azından bende iyidir. Uzak ise daha da iyidir. 

Bruce Hornsby 'in The way it is ise seksenlerin garip müziğine rağmen şahanedir, melodisi ile insanı kıpır kıpır yaptırandır. 2Pac 'ın The Way it is sample'ları ile yaptığı Changes 'i ise zaten apayrı bir yere koyuyorum, forever 2pac diyorum. Biri 1986, diğeri 199; ölmeden sadece 4 yıl önce. that's the way it is veya that's life.

Tuesday, November 13, 2012

P.S. # 7

en son eylül başında yazılmış p.s., üzerinden geçen sadece 2 ay olmasına rağmen 22 ay gibi p.s., cuma günü 2 günlüğüne atina'dan gelen elli ve bir de amerikalı, ilgi alaka yemek arkadaşlık dostluk vs,  juno , touchdown, karşılaşılan isveçli ve çirkin ama karizmatik erkek b., karşılaşılan başka insanlar, işten çıkamayıp yemeğe de içkiye de gelemeyenler; sakin cumartesi günü, güzel hava, cavit, pek eğlenceli pek komik pek derin yemek, rakı,  # 8, inat edip de "kendimiz hallederiz" ile cumartesi akşamı kötü yemek kötü ortam ile yetinen haliyle cavit'e çöken elli + amerikalı, yan, reflü krizi, yorucu gece, yorucu pazar, never on sunday halinden oldukça uzak bir pazar, her şeyin daha iyi olduğu pazar gecesi, gecelerin hala ısınmadığı, ısıtılmadığı ev, merkürlü pazartesi, salı, g.g., çorba, pek sevdiğim pek özlediğim pek eğlendiğim s.e., rahatlık, benzer konularda benzer düşünceler, "oh be", uzak uzak, kime uzak, neye uzak, ne kadar uzak...? 

p.s. öyle bir laf duydum, öyle bir laf yedim ki herhalde önümüzdeki yıllarda bomba laf arayışına girmem ...

p.s. (2) büstiyer. bulamıyorum. sinir oluyorum. alttan çıtçıtlı değil, belde biten türde. yalan mıydı yani intimissimi heaven in rome reklamları.  şayze!

Friday, November 9, 2012

(fantastik) Hayvanlar aleminden sevgilerle

her şey çita ile başladı, diğer kaplanlara ziyarete yöneldi, ormanlar kralı buna delirdi, çita-kaplan-aslan üçgeninde yaşanan gelişmeler, oyuncaklardan kurulu çiftlik, çiftliği kurmadan önce aşşk, g.g., klasik eğlence-dalga vs derken birden yan masadan "pardon hanımefendi sizin ny'ta size çok benzeyen bir akrabanız var mı?" diye gelen fantastik bir soru ile fantastik bir konuşmanın başlaması, yemeğe beklenen g.g.'nin aklının bu fantastik masada ve konuşmada kalarak kalması, "şok! şok! şok! ", alınan, aldırılan notlar, "tamam, o olur", gülerek hafiften afallamış vaziyette kalkış, zanzi 'ye 5 dakikalığına her şeyi anlatmak için uğrayışın uzun dakikalara yayılışı, kahkahalar, komiklikler, eve vahşi hayvan çiftliğini kurmaya doğru koşuş, wild life tadındaki minik çiftlik ve hikayesi, gecenin bir yarısı her şeyin yayılarak komik hale dönüşmesi, çifliğin ve çitanın ve yetişkin vahşi çitanı ve ormanlar kralı aslanın gülmekten yerlere yatıran heyecanı, iş dünyasındaki geri gelen heyecanı, hong kong, boston, los angeles vs derken günün bombası olan "new yorker" sohbetine "yaşlı adam seni new yorker yapmış. yazmak için iyi taktik" deyip gözünden neredeyse yaşların fışkırarak gülmesi, hala yanmayan kaloriferler, gece  saat 2 ...

p.s. mümkünse şu "çocuğum ben" cümlesi, yapılan bencilliklerin mazaretiymiş gibi kullanılmasa ... üzgünüm ama yetişkin bedende çocuk olmak ile çocuksu olmak arasında büyük fark var. yetişkin kalarak çocuksuluk elbette komik ve şahane de, yetişkinliği beceremeyip sorumsuzca çocuk olmak bayağı sıkıcı, insansavar gibi bir durum. 

p.s. (2)  fantastik konuşmanın asıl kahramanı olan yakın zamanda karşılaştığım ve ikinci a.a. bey'in dediği gibi "her mazlumun içinde bir zalim dışarı çıkmayı bekler". hiçbir şey gözüktüğü gibi olmadığı gibi her mazlum da mazlum değildir.

p.s. (3) fuket 'i bazen o kadar özlüyorum ki... özellikle de anlattığım olaylara yaptığı yorumlarda resmen eksikliğini hissediyorum hayatımda, gündeliğimde. hele dünkü phuket beach wedding yorumu ile uzun süre daha gülerim herhalde.

p.s. (4) bizim çitanın da en kendini bilmez tarafı boyuna posuna aldırmadan saldırabilmesi. pençeyi yiyince de tekrar inat edip üstüne gitmesi. cidden şuursuzluk böyle bir şey herhalde. alkoliği canlandıran sandra bullock 'ın 28 days isimli filminde terapistin "sonucunu bile bile başka bir sonuç elde edeceği düşüncesiyle aynı hareketi arka arkaya yapmak deliliktir" demesi gibi. komedi resmen. wild thing wild cheetah!
-" Folks, the definition of insanity is repeating the same behaviour over and over again, expecting different results." gerçekten de mottodur bu.  

  

  

Tuesday, November 6, 2012

Motto # 6

jim williams - yes, I am "nouveau riche" but then it's the "riche" that counts, isn't it ?

midnight in the garden of good and evil, dir. clint eastwood, 1997

Belki de en sevdiğim filmlerden. Ama Amerika'nın deli ötesi güney eyaletlerini ve bir o kadar acayip güney özgü yaşam biçimini gösterdiği haller dışında belki de en sevdiğim tarafı nouveau riche'lerle dalga geçmesi; fabergé, tablo, sütunlu müstakil ev, pahalı yemek düzenli partili geceler neticesinde sosyal statü peşindeki nouveau riche 'ler.

Çok sıkıcı. Daha bu akşam gördüm. Daha dün gördüm ve her gün görmeye devam ediyorum. Sıkıldıkça sıkılmaya devam ediyorum.   

Monday, November 5, 2012

"olmayınca olmuyor"

Herkesin ara ara kullandığı bir laf değil midir; "olmayınca olmuyor". Cümle içerik olarak farklılıklar gösterse de "olmayınca olmaz" işte ve insan bu durumu bir şekilde dile getirir. Aslında bu olmayınca olmadığını kabul etme hadisesini kabul etmek de zor çünkü insan doğası gereği inanmak istiyor. Girmek istediği zarif ve gösterişli kalıbı tam olarak taşımak ve tabii taşıyabildiğini de her türlü şekilde önce kendisine olmak üzere etrafına, çevresine göstermek istiyor. Heyhat! Olmayınca olmuyor işte. Mükemmel resim bir yerde göze çarpan beklenmedik bir fırça darbesi ile olmamış olduğunu hissettiriyor.

... ilişkiler, dostluklar, evlilikler, kariyerler, aileler, sıfatlar, tanımlar, haneler, çocuklar, arabalar, saatler, yaşamlar; her şey o kadar güzel ki! ne var ki olmayınca olmuyor işte, bazı şeyler sonradan öğrenilmiyor. veya gitgide güzelleşen maddiyatla, saygınlaşan sosyal etiketle ruhun kendisi olduğundan daha fazla güzelleşmiyor işte. belki daha çirkinleşmiyor ama sanıldığı gibi elde edilindiği düşünülenler ruhu beslemiyor. olmayınca olmuyor işte; olmuş olduğu sanrısı ile gururla hareket edilse de ...

Wish list # 3

Çok uzun zamadır listemde de hiç üstüne gitmemiştim. cartier bague panthere. Etrafımda kendim dışında beğeneni görmedim de ben çocukça ifade ile "büyük beğeniyorum". Hala üstüne gider halim yok da kim bilir, alırım belki veya belki başka şey. Hayat ilginç işte, bilinmez ve beklenmedik sürprizlerle dolu. Kim bilir, belki o zaman çitalığı bırakır, panterliğe yükselirim. Gerçekten de neden çita acaba? Herhalde söylenişini beğeniyorum yoksa manası yok. Hey çita!

çita'ya özel p.s.: muhtemelen şampanya ve merkür yüzünden. geçecek. blame it on champagne, blame it on mercure. 

  

Friday, November 2, 2012

Mümkünse


Gerçekten de "eat your art out"! Sıkıldım. Hatta soğudum.

Thursday, November 1, 2012

(bir kasım) sabah (i) keyfi

Gün itibariyle 1 kasım. Bayağı bir şey başka, bambaşka hatta fantastik.
Mevsim değişti, hava soğudu ama asıl o garip tiril tiril ruh hali sanki daimi.

...sabahın erken saatlerinde çıkan güneş, kasım güneşi, morning glory, morning glory mutluluğu, s.k.'dan gelen güzel haber, "2012 fantastikliği"...tamamdır... " İşte müzik bu! " Özellikle de sonlara doğru aranjmanın mükemmeliğine, Norman Whitfield' e hayranım... wishing on a star ... Rose Royse, 1977

p.s. "işte müzik bu!"...bildiğin gerzeksin (en bien).

Wednesday, October 31, 2012

Neşe kaynağı

Günlerdir neşe kaynağım kendisi. Marcus Didius Falco. Özellikle de tatillerde karşıma çıkmasına, bayık ve yer yer sıkan okumalardan beni kurtarmasına bayılıyorum. Bir de bu tatilde bir şekilde Roma istikameti gündemde olunca her şey daha da eğlenceli oldu. Bana da, # 8'e de.

roma, m.s. 40lardan itibaren, vespasianus dönemi, detektiflik araştırmaları, cinayetler, zehirlemeler, yerlere kadar sürünen tiril tiril elbise içerisindeki kadınlar, köleler, imparatorlar, senatörler, tapınaklar, tanrılar, tanrıçalar, aşık olmalar, tutulmalar, seramikten içilen şaraplar, antik roma'nın eğlenceli gündelik hayatı... basit ve keyifli bir şeyler okumak istendiğinde ne dilenir ki başka? I heart didius falco ...