Sunday, October 30, 2011

Never on sunday # 16

garip ve heyecanlı, hızlı ve bir şekilde dileklerin gerçekleştigi bir perşembe ardından gelen 29 ekim tatili, oley (!) tatili, yayılmalık tatil, yayılmalık cuma, güzel hava, yıllar sonra çektiğim telgraf, nişantaş, t.d., isveçli, "ya hayır ben akşam zaten yemeğe gideceğim içmek istemiyorum" deyip amstel üzerine jameson içmenin hafifliği (gerçekten çok başarılı. insan neden zaten sapacağı yola baştan sapmaz ki), popüler ama bir o kadar antipatik kabus mekan nusret yerine günaydın tercihinin mutluluğu, eve giriş tekrar çıkış ve etiler, ve e.g., ve kalabalık, ve daimi küstahlıktaki garsonların ilginç şekilde bakışla susması, nisbeten sakin cumartesi, oradan oraya yayılma ile akşam s.k. ve guilty pleasure yiyecekler, fast food yiyecekler, mideme kaya gibi oturan yiyecekler kısacası adı üzerinde olan guilty pleasure gecesi ve nihayetinde daha da yayılabilinecek bir pazar iken çocuk doğumgünü için geçilen karşı, dolmuş, erenköy, çığlık atan, koşuşturan, şeker komasına girecek kadar şekere boğulan haliyle hiçbir şekilde susmayan enerjik çocukların doğumgününde içilen courvoisier , "ben iyiyim de çevrem kötü" yani leş sekvotka ve ö.k., çocuk doğumgününden bir şekilde kaçış, kadıköy, fasıl, ekrandaki maçlar, rakı, vapur saatleri, kadıköy meydan'da horon tepen deli karadenizliler ve artık bu gidişata son ve never on sunday ve ben iyiyim de çevrem kötü"

p.s. b.ü. 'nın yetişkin ve çoluk sahibi olmayan arkadaşları kendi çocuğunun doğumgününde yalnız bırakmayıp taa karşılar'a gittiği ve o ciyak ciyak öten kıyamete dayanabildiği için pek şanslı olduğunu düşünüyorum. gerçekten de saatlerimi çocuklar arasında geçirdiğim için kendisine sevgim oldukça fazla olsa gerek.

p.s. (2) dolmuşla b.ü. için her karşı'ya geçtiğim
de karşı'nın fena olmadığını düşünebiliyorum. ancak sadece ve sadece sahil düzleminde kalan şerit, sahilin iki sokak üstü, cadde'nin bir üstü filan olur. sahil, kalamış fenerbahçe moda filan zaten bizim yeşilköy gibi. büyük kulüp ilerisi caddebostan, göztepe erenköy de olur; neticede yine aynı şeritte. ulaşımı da kolay. olur yani, yapılabilir öyle bir şey de bostancı'nın ilerisi, o ataşehir gibi yerler, veya cadde'den çok yukarlar, o sahrayıcedid güzergahı, dolmuşun sahilden değil de çevreden gittiği yerler, acıbadem, kozyatağı vs beni aşar, yüreğimi sıkar. hani her şeye elbette alışır da, işte mümkünse alışmayalım.

p.s. (3) 9 1/2 hafta ise hala gündemimde. her türlü. hele hele kim basinger ve saçları ve bendeki tezahürü ise mutluluk kaynaklarımdan.





Wednesday, October 26, 2011

to whom it may concern # 17

it's offical. erkekler kısa kollu gömlek giymemeli. gerektiğinde uzun kollu gömleğin kolları kıvrılıp bilekte, bileğin biraz üstünde dursun ama kısa kollu hele hele dar oturan gömlekler es geçilmeli. bugün gördüm. vay vay vay... hit me baby one more time. ha bir de oturuş var ki tek kolu yanda hafif kaykılmış pozisyon(!)da, onu zaten geçiyorum. unutmadan, mavi maviyi yansıtır.


Tuesday, October 25, 2011

Sabah

bulamadığım albümler listesinin en başındaki. her şey değişse de bazı temel beğeniler aynı kalıyor. her daim işe yarayan şarkılardan. yıl 2000, strasbourg, rbs, dj, evdeki plaklar. yıl 2011, istanbul, evdeki plaklar.

lorez alexandria, morning, "a woman knows", 1979

Monday, October 24, 2011

Tatsız günün eğlenceli tesadüfü


Doğal afetler, tatsızlıklar üstüne bir de manasız iş sıkıcı hadiseleri olurken yaşanırken Helen ülkesinden dönen J.A.'nın bileğime taktığı güzel tesadüf. meandros/meander/méandre. Günlerce çıkartacağımı sanmıyorum. I heart him.
*
"meander
or maiandros is a river in greek mythology, patron deity of the meander river in caria, southern asia minor. he is one of the sons of oceanus and tethys".
*

Daimi kazanan: doğa

Nasıl da kanıyoruz modern yaşamlara, modern denklemlerde kurduğumuz steril hayatlarımıza hiçbir şeyin "dışardan müdahele edemeyeceğine". Oysa her seferinde yanılıyoruz. Havalı havalı, ipadler üzerinde tek bir dokunuşla sanki akarmışcasına yaşadığımız küstah hayatlarda aslında pek güzel içine ettiğimiz, dengesini bozduğumuz doğanın tek bir hareketi ile bize ne kadar korunmasız olduğumuzu hatırlatıyor. "hayattaki belki de en büyük korkulardan deprem, van, istanbul için uzaklarda soğuk bir yer, 7.2, ateş düştüğü yeri yakar ve ne yazık ki böylesine bir olay sonrasındaki pr çalışmalarını görmek durumunda kalmak da var. elbette. bağışlar, yapılacak iyilikler mutlaka duyurulacak, sanki gösterilmiyormuşcasına gösterilecek. işte pr böyle bir şey. hele hele televizyon kökenli pr'cının hırsı her daim spotlar altında olmak ister. -sevmiyorum."

dream on: yok yine aynı insan. gitmiyor. her seferinde de freudyen filan değil sanki çok doğal her günkü halimizmiş gibi.

Sunday, October 23, 2011

Never on sunday keşfi

öylesine bakarken, cuma gecesi leopard lover g. & pornstar v. ile heyecan içerisinde konuşup konuşup da yıllar önce seyredilmiş efsane filmi tekrardan doğru düzgün izleme çabası içerisinde dolanırken bir anda dikkatimi çeken "model benzerliği" herhalde bu kadar mutlu edemezdi...hele hele "pozisyon lapsüsü" ile rüyanın dün geceki "doğal, olması gereken" kahramanı düşünüldüğünde muhteşem 9 1/2 hafta'daki muhteşem kim basinger'ın saç modelinin benzerliği never on sunday mutluluğumdur; hem de haftalara yayılacak şekilde (marilyn monroe evet, moonlighting evet ama herhalde en bombası 9 buçuk hafta'daki kim basinger saçıdır - peki bu örneklerin hepsinin sarışın olması bir işaret mi? sarışın olması gerekenlerden miyim de bu kadar yılım boşa geçmiş yani benim?)...
oh beybi !


gece # 8


cumadan sarkan gece, yemek, mütemadiyen kalabalık ve mütemadiyen pahalı ocakbaşı zübeyir, leopard lover g., pornstar v., yazlıklar-kışlıklar değişimi, pek bir eğlenilen, pek bir gülünen, pek bir dalga geçilen yemek, elbette çekilen resimler, elbette "öyle az acılı filan değil, bildiğin acılı yapılsın o et. turist acısı olmasın", "kalıcıyız biz, uzun otururuz, öyle tepemizde beklemeyin, bi büyük alalım biz" cümleleri üzerine bir de body heat ve 9 1/2 hafta söylemleri, keyfin yüzümüze yapışması, devam, touchdown, koridor, sekvotka; bahar havalı cumartesinin ilerleyen saatleri, juno, doğumgünü yemeği i.k., artık iyice eve benzeyen juno, doğumgünü kadrosu dışında yine sekvotka + çirkin ama karizmatik erkek b.'li leş çete ile karşılaşış ama " yok, devamı gelmez bu gecenin. öperim"...

p.s. "muhammed ali tişörtlü kızsın sen!"
p.s. (2) sekvotka- "ne tatlı olmuşsun sen"
p.s. (3) çirkin ama karizmatik erkek b.- "sen zaten başlı başına bir cumhuriyettin, leopard lover g. ile birleşmeniz ise federal almanya olmuş resmen".
p.s. (4) hassas konu viski. lütfen. öyle johnie walker red label, black label, blend mlend almayalım. alacaksak da sadece jameson olsun olmuyorsa da hiç olmasın. aksi takdirde sadece single malt.



Wednesday, October 19, 2011

Fantastik lapsusler, fantastik niyetler

niyetim belli, isteğim belli, ismi belli. dilime düşmesi ise epey fantastik oldu.

- "1 pozisyon döner alabilir miyim?"

evet, "porsiyon" yerine "pozisyon". bravo diyorum kendime. cidden başarılı.

Tuesday, October 18, 2011

Nedense



nedense durduk yere, akşam akşam "mr. pickwick papers, charles dickens, londra, pub, bira, pub'da yemekle geçirilen saatler, afternoon tea'den ziyade high tea arzusu, fortnum & mason'daki high tea; giacomo puccini, la boheme, paris, montmartre, 1900ların başındaki montmartre, 18eme" diye düşünürken hiç mi hiç "madame butterfly ve un bel di vedrema azabının" hatırlanmayıp sadece nota tınılarının zevkinin- hatırlanınca- geri dönmesi. ilginç! hayattaki ilgilerin, ilginin odağındakilerin farkettirmeden değişmesi. ha, günlerdir aklımdaki, rüyamdaki aynı, orası ayrı.

Sunday, October 16, 2011

Never on sunday # 14


yağmurlu cuma, nisbeten sakin cuma, soğuyan hava, ardımdan eve gelen s. & s., tropea peynirleri, tropea şarküteleri, hamburger, ötv artışının geçen haftaki alkol siparişinde anında farkedilişi, aynı anda artışa keyifle sebebiyet verenlere küfrediş, eğlence, dedikodu, komiklikler ile sakince ama aniden çıkış, beklenmedik şekilde gündüz elbisesinin akşama taşınışı, gri elbise &parka, tünel, house cafe, gey kapılım z., -epey sıkıcı ama öyle böyle değil- kaçmaya çalışış, yan, eskiler, eğlenceli derken kalamayıp cumartesinin ciddi buluşması;
cumartesi, yine yağmurlu, hatta yağmurlu ve soğuk, ciddi iş buluşması, m.k., yine 5 saat konuşma, biraz tedirginlik ile beraber hissedilen heyecan, hissedilmesi doğal "tedirginlik", risk alabilmek, gece strasbourg a. ile yemek, juno, tesadüflerin eğlencesi ile karşılaşılan ceo b., julius sezar t., isveçli, çirkin ama karizmatik erkek b. ve tabii kadim dostum sekvotka, ve ne yazık ki seviyenin leş grubun tesadüfen karşılaşması ile yerlere inmesi, ve yine karşılaşılan strasbourg insanları, yiyip içip gidilen koridor, koridor'daki fantastik insanlar, hiç de fena olmayan müzikler, "yok ben dönerim gelmem roxy'e kiki'ye";
never on sunday, 10:30'u geçe uyanmanın şaşkınlığı, kışlıklar-yazlıklar, saatlerce kıyafetlerden kıyafetlere, j.a. & f.a. ziyareti, ikisinin de tip olarak hans ile helga hali,glenlivet, aslında çok konuşmak eğlenceli olmak isteğinin tıkanması, sebepsiz yere; "elektronik aletler bozulur" ve yamaha cd player sorunu, f.a.'nın gs coşkusu, heyecanı, gol ile gelen mutluluğu, fenerli olarak iptal ettiğim lig tv'nin son günleri, soyadı düzyatan olan kişinin reklamlardaki seslendirmelerine (ve tabii dizilerdeki tipine) duyulan nefret, hafifçe yanan kalorifer, 2012'de hala şofbenli günler ile never on sunday hafifliğinin arandığı bir pazar günü...

p.s. barbour. istediğim aradığım modeli mevcut olsa kendisi değil. burada ise nerede satılıyor bir öğrenebilsem gidip bakacağım. işin aslı bu antipatik yağışlı ve soğuk havaların ceketidir şu klasik barbour. hem de mumlu olanı. trençkot ise su geçirir. ne yazık ki. susuz. buzsuz. hayatta en güldüğüm hadiselerdendir bu buzsuz hadisesi de isveçli ve ben dışındakilerine nedense bu kadar komik gelmiyor. "buzsuz".

Thursday, October 13, 2011

Sabah keyfi # 3


hafif ses çatallaşmasına rağmen asla hastalığa yol vermemek, komik görülenler, boyut değiştirenler, değişen boyutta görülenler, tebessüm, şaşkınlık, hatta şok, ali sami yen'nin yanı, sabah dinamizmi, "yağış olmasın soğuğa itirazım yok", salonun yeni halinin muhteşemliği, fakir bir insan olduğum için f.a.'nın frankfurt kitap fuarı dönüşünün beklenişi, oturulan, yatılan yerden lacivert diye keyif diye düşünülürken sabah sabah haberlerde gelen ötv'nin hayvani boyutlarda artışı ve yine "sevgili hükümet, çok teşekkür ederiz. gerçekten bu ülkede yaşıyor olmak o kadar büyük bir mutluluk ki her gün sağlığınıza vergilerin artışına bizi sömürmenize duacıyız"... nerede kaldı sabah keyfi, sabah kahvesi , sabah müziği? 61. hükümet'ten güzel bir sabah çiftesidir bu...

Tuesday, October 11, 2011

Büyük sıfatların küçük insanları

yorucu gün, güneşin batmadığı eski imparatorluğun artık işçi partiliği katıldığı her konuşmadan aldığı yüksek meblağlarla vadesini olduğu kadar cebini dolduran anthony charles lynton blair curcunası, kargaşası, kargaşanın az sayıdaki çalışanları, çok sayıdaki akbabaları, yalakaları, havanın soğukluğu ile elbette üşüyen ve elbette bebek taklidi yapan kızlar, soğukluğun bendeki etkisizliği, ingiliz istihbarat ile bizimkilerin kapı önündeki it dalaşı, düşmüş televizyoncu kariyerini herkese yağ çekerek (ki az önce j.a.'ya hayatımda böylesine yağ çeken, yalakalık eden birisini hiç görmediğimi söylüyordum. gerçekten böylesine bir modeli ilk defa görüyorum) başka alanlara yöneltip ivme kazandıran başka müdürün, vip alanında tanışmak için geberdiği herkese kuyruğunu sallarkan patlayan minik skandallar ve yine müdürün insanları azarlayarak ağlatması, haddini bilmemesi, hırsının zekasının önüne geçmesi ve daha birçok fantastik eğlence ile "büyük sıfatlar taşıyanların ne denli küçük insanlar olduğunun bir kez daha görüldüğü" bir gündü. o yüzden mümkünse "büyük sıfatlı tanımlarım olmasın, büyük sıfatlı aşkların kadını olmayayım". farkına varmadan ruhumun büyüklüğü belli etsin kendisini; kafi benim için...az kaldı...

Sunday, October 9, 2011

Never on sunday # 13

cuma ile yaşanan işyeri hadiseleri, faks (!) talebinin ince iktidar gösterisi, gel gör ki yakında patlayacak olan iktidar gösterisi, gece, kaç zamandır göremediğim gey kapılım z.," ooo tuborg varmış, oooo radyo eksen ne güzel çalıyormuş cuma akşamı", biraz yan, biraz roxy, biraz herkes, biraz "evet evet bahsettiğim bu", bol bol klinik psiko master öğrencisi, sabah 5 derken "e artık eve dönebiliriz"; fantastik bir cumartesi kalkışı, j.a. ve ikea ve tahammülü zor geçen insan cinsi dolu ikea saatleri, çarşaflı kadının odasına aldığı yatak başının, ortalıklarda öpüşüp duran "aşkımmm" hitapları ile antipatikliğine antipatiklik katan yeni evli platin röfleli genç kadının seçtiği ile aynı olması ve herkesin evinde mutlaka bir ikea mutluluğu, ikea'dan kaçış, yaşam üçgenine dönüş (herkesinki kendisine, benimkisi benimkine), "eve girersem hayatta çıkamam" ve yine güzel havaya tav oluş, sanki serin yaz gecesi, biraz nişantaş biraz td, groove, mania, g.g., ile 3 saatlik uykunun geri dönüşü ile cumhuriyet'e dönüş; never on sunday duygusu içerisinde beklenen teslimatlar, yağmurlu sabah, kırık çıkan kütüphane, falko, falko götz halimiz, gelmeye bir türlü ikna edemediğim eski sevgilim b., j.a. ile yerleştirilen kütüphanelerin salonda yarattığı büyük fiyasko, değişen salon, değişen her şey ve tabii önümüzdeki günlerde değişecek olan televizyon (ne yazık ki. hiç istemesem de değiştirmek zorundayım. o kadar gereksiz ki ama zorunluluk. hadi, sürekli bu no plazma hd televizyon halime takıp da bana takılanlar "hooo geçirdik" tadındaki nidalarını atabilirler), "rüzgar nereye" ile gelen f.a., fiyaskonun bir nebze olsun azalması, daha bir memnuniyet hali ile yoğun geçen never on sunday...

Thursday, October 6, 2011

gece # 7

kabus olmasa da iç şişirten bir iş günü, gereksiz televizyoncu ve gazeteci takımı, ekran önündekilerin kendilerini her daim tanınıyor hissetmelerinin "bana bakın" kahkahalarına kapatılan tüm uzuvların, günümü aydınlatan insanın sahaya gelmesi ile %100 performans ile çalışmaya başlaması, 20 dakikalık yolu 1 saatte yapıp taksim'in trafiğe "bir durum var hanımefendi" açıklaması ile kapanması, kadim dostum sekvotka'nın doktorluğunun kutlama yemeği, artık doktor erol bey olan sekvotka, şehir meyhanesi, yale paşası a., isveçli m., çirkin ama karizmatik erkek b., eski sevgilim b., uçaktan airplane modu halinde sinirli inen julius sezar t., leopard lover g. ve pornstar v. ve artılar ve eksiler derken komik şekilde pek eğlenceli bir çarşamba gecesi ama gerçekten de neden bu kutlamalar hep hafta içi geceler olmak zorunda...?

gecenin bombası # 1 isveçli'nin beni marilyn monroe'dan sonra mavi ay'daki maddy'e benzetmesidir demek isterdim ama asıl bomba yukardaki dj'in bana nazikçe "siz soğan mı yediniz?" demesi... cidden bomba budur. ama yedim ne yapayım? soğan seven maddy olur, marilyn olur da ben yanıma nane şekeri alayım çıkarken...yerlere yattım gülmekten...


evet benim de yakalarım kalkıktı...romiooo...

Tuesday, October 4, 2011

Dream on # 9

hep aynı insan. neredeyse 1 haftadır. ara ara başka şeyler başka insanlar görsem de nedense kendisi daimi kalıyor, her yerden karşıma çıkıyor. tanıdığım ettiğim bile yok ama son 1 haftadır en az üç kere gördüm. herhalde sıyırdım.

Monday, October 3, 2011

Motto # 6

- "always do sober what you said you'd do drunk. That will teach you to keep your mouth shut".
- " about morals, I know only that what is moral is what you feel good after and what is immoral is what you feel bad after"
***
Ernest Hemingway ilginç kişiliklerden. Muhtemelen her yazar veya sanat dalı ile uğraşan herkes kendisinin ilginç olduğunu düşünüyordur ama Hemingway gerçekten öyle olanlardan. - Amerikan edebiyatına bayılsam da Hemingway'de sadece "Yaşlı Adam ve Deniz"de kalmış, "Çanlar kimin için çalıyor" veya "Silahlara veda"yı resmen es geçmişim. Bu kadar zaman boyunca. Yeni dönem okuma listemin ilk sıraları (elbette kazık kadar olup da bu iki romanı okumamış olmanın getirdiği epeyce utançla) for whom the bell tolls ve a farewell to arms ... Çok uzun zamandır roman okumaktan sıkılıp sadece biyografi veya sosyoloji/tarih çalışmaları okusam da Hemingway heyecanı içerisindeyim. Bir anda nereden çıktı bu Heminway sorusu ise geçenlerde F.A.'ya gönderdiğim g'ın Nazi askerlerini taklit ettiği resim ve Woody Allen'nın Midnight In Paris' teki Hemingway karakterinin cazibesi (oh beybi!)
.

Sunday, October 2, 2011

Never on sunday: roma'dan güneye sicilya'dan bir yukarıya

Roma'dan güneye inmeyi sevenlerdenim. Roma elbette şahane de güney de bir o kadar. Sicilya, Calabria ve tabii Napoli (naaapoli demeye zaten bayılıyorum)...Herkesin şık olarak düşündüğü italyanların artık ne kadar kötü giyindiğini en son gittiğimde farketsem de Napoli en şık insanların şehri olarak tahta oturmuştu. Campania 'nın başkenti Napoli mafya ile özdeşleşse de, çoğu insana pis gelse de, çöpler toplanmasa da garip bir çekiciliği, garip bir albenisi var. Ya da bana var. Özellikle de erkeklerinin daha doğrusu takım elbiseli erkeklerinin. Böyle bir kültürü var (nasıl da insan şaşırabiliyor değil mi roma'da filan yürürken karşısına çıkan ve sadece kravat satan dükkanlara rastladıkça), belgeseli de var. Unutmadan "naapoli" demek lazım; "a" uzatılıyor diğerleri değil. Bizde erkekler hala sıradan açık gri veya kahverengi iğrenç takım elbiseler giymeye devam etsinler...never on sunday...

Never on sunday # 12


güzel cuma gününün sevimsiz hale dönüştüren yağmurun haftasonuna kalmaması, cumanın sıkıcılığının sürmemesi, cumartesinin güneşi, sonbahar güneşi, hala çorap veya pantalon giymeme inadı ile baharı yaşama inadı, elbise üzerine trençkot ile gidip gelmeli gündüzden geceye yayılan cihangir/nişantaşı seferleri, türkan şoray'ın kardeşi olmaktan başka hiçbir iş yapamamış kaldırımı işgal eden nazan şoray'ın varoş çirkefliği, sözde planlanan fantastik 4'lü buluşmasının fantastik vaziyette patlaması, b. 'nin 90lı yıllar anısı bodrum dövmesinin silinme öncesi (hani o dönemlerdeki tribal veya demet şener vari koldaki dikenli tel dövmeleri-nasıl kabus), the strokes tişörtü ile 21 yaşındaki g.g. , td kahvesi, birası, gece yemeği, juno, strasbourg a., hayranlık bırakan süper minili kızlar (ki hayranım böylelerine. giyebilen giysin lütfen: mini ötesi siyah deri etek üzerinde dökülen dümdüz siyah bir kazak), rüyalarıma giren nehir (ooo beybi), sevmediğim tahammül edemediğim sevgilisini döven pislik yan komşunun yeni bir kız ile görenin hayranlıkla bakacağı pek bir aile pek bir domez hali ve sahteliği, her şeyin altındaki diğer yüz- hakikatiyle korkutan gerçek yüz-, toplantı öncesi kah iktidara kah editöre söylemediğini bırakmayan ama onları görünce yerlere kadar eğilerek yerleri süpüren 40 yaşında sevimli kız çocuğu hareketleri sergileyen televizyoncu müdürün "ikiyüzlülükten nefret ediyorum" nidalarının yalanı, tabasbus hali, televizyoncuların-özellikle de ekran önüne çıkanlarının- insanın yüreğini tüketen şımarık ve sürekli konuşan "bana bakın" halleri-ki şu sürekli konuşma olayını tam olarak çözebilmiş değilim. tamam anlıyoruz ki herkesin onlara bakmalarını istiyorlar ama ilgimizi çekmiyorlar ki- heyecanlara gebe ekim ayı, koskoca bir yaz mevsiminde pazar günlerinin çevredeki mahalledeki tadilatsız, restorasyonsuz matkap sessiz geçmeyen hali ile resimdeki gibi bisikletle ara sokaklardan güneşi takip ederek pantheon 'a ulaşmanın daimi roma arzusu, "ya amsterdam ya ürdün sorusu " ile never on sunday

p.s.
günlerdir özellikle gazetelerde, eğlence eklerinde vs tam gaz pompalanan desperate housewives'ın a la turque halinden kurtulmaya çalışıyorum ancak nafile. oyuncular desen hepsi birbirinden umutsuz vaziyette sıkıcı, konu desen zaten yapılmış olanı bir kez daha yapma durumu ile ancak manasızlık listesinde bir numaraya oynayacak cinsten. ne umuyor olabilirler ki? televizyonculuk acayip bir iş.

p.s. (2) sakin sakin geçeceği düşünülen never on sundayelimde bıraktığı mürekkep izlerine küfrede küfrede sayfalarını çevrilen pazar gazeteleri ile öyle komiklikler sunuyor ki kendimi tutmakta zorlanıyorum. artık tipi ile kim olduğunu bağdaştrıdığım spor televizyoncusu ertem şener ve güvenin tavana vurduğu röportajı... oy oy oy ... işte budur; televizyoncu, ekran önüne çıkan televizyoncu, yorumcu, durmayan çenesi, sürekli "bana bakın ben buradayım" hali ve tabii değil tavana fezaya vuran egosu...hayır olay ne anlamadım ki? dünyayı mı kurtardı veya insanlığın yaşaması için hayati bir buluş mu yaptı da bu ego yükseldikçe yükselmiş. off bir de bu televizyoncu takımın "herkesi tanıyorum" halleri var ki...cidden geçiyorum, yazmaktan yoruldum. gideceğim birazdan. woody'e...