Showing posts with label motto. Show all posts
Showing posts with label motto. Show all posts

Tuesday, July 26, 2016

Hayat


"İntihar etmeyeceksek içelim bari" ...

Adalet Ağaoğlu "Bir Düğün Gecesi"ne böyle, bu cümle ile başlıyor. Ne kadar çarpıcı bir giriş cümlesi değil mi? Zaten Adalet Ağaoğlu'nun romanları öyle değil mi? Tatsız olan, boktan olan o romanlarda anlatılanların neredeyse bizim hayatlarımızı anlatıyor olması. Yoksa kurgu olarak gayet güzel de, anlatılanların neredeyse gerçek olması bizler açısından yıpratıcı.

Bu harikulade giriş cümlesi bizim bugünkü hayatlarımızı gayet güzel özetliyor.  

Ne yapalım? Aynen öyle yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz. Şampanya, rakı, single malt dışında en sevdiğim, yaz gecelerinde, kış gecelerinde en en bayıldığım şey cin tonik. 

#8 yaptı, ben içtim. #8 yaptı, ben içtim. Günlere yayılan vaziyette ama son günlerin aktivitesi bu oldu. Cin Tonik.

Kahpe kader utansın ne diyeyim ki daha...



 

Thursday, June 30, 2016

Motto



" Il y a une chose effroyable; c'est que tout le monde a ses raisons ". - Jean Renoir

Her şey nasıl da mutluluktan, keyiften bir anda çamurun cehennemin dibine yapışabiliyor değil mi? Nasıl her şey elimizden bir saniyede kaçıp gidebiliyor ve mutsuzluğun dibine vurabiliyoruz.

Doğru, herkesin kendine göre bir şeyleri yapmak için sebebi var. Ve bu cidden çok boktan bir şey. Ama herkesin seçim yapma şansı da var; öyle veya böyle. Kişisel hayatlarda da toplumsal hayatlarda da iş hayatında da.

Biz bugün bunları yaşıyorsak bu toprakların yöneticileri bizim yerimize karar verip kendilerine uygun gelen ve toplum için ne sonuçlar doğuracağını hiç önemsemedikleri bir seçimin sonucunu yaşıyoruz. Aptallık mı? Evet. Ama yeterince karşı çıktık mı? Muhtemelen hayır. Sadece kişisel günümüzü kurtarıyoruz ki bu da bir tercih.  Vahim ama bir tercih.

Neticesinde sonunda ağlamıyorsak sorun yok. Ağlıyorsak o zaman vahim.

 Evet, herkesin kendince bir sebebi mazareti var ve bu korkunç bir şey.

Tuesday, July 14, 2015

Hakim ruh




... " Margaritalar hazırlandı. Avokado soslu guacomole yapıldı. Bu ilk haftasonu buluşmasına çoktan niyetlenilmiş bir heyecandan, dost olma kararlılığından ve keşfetme azminden oluşan bir ruh hali egemendi "... Joan Didion, Mavi Geceler, s. 129

Gerçekten de "kitaptan al haberi" gibi bir durum söz konusu. Bazı yerleri duygusal olarak zorlayıcı, bazı yerleri şaşırtıcı ama güzel bir kitap Mavi Geceler.

Paragrafı okuyunca kendi kendime bayağı güldüm. Ama biraz müstehzi bir ifade ile, yalan değil. Anlamı var mı dersek evet benim için var gayet manidar, gülünç hatta kitaptan al haberi gibi bir durum oldu. Bunun neticesinde kitaptan gelen  haberi aldım, kafamdaki ile birleştirdim ve olmasını istediğim ve hissettiğim yerine koydum. Geri kalan ise, eminim önümüzdeki birkac yıl (belki de daha erken bir dönemde) içerisinde birkaç cin tonik (veya bira) ve karşılaşmaya bakar. 

Hakim ruh: Hayır, bizim dükkanın değil, pop up store'ın hakim ruhu. 


Tuesday, February 3, 2015

( Kendime) Hatırlatma

Yılbaşı, yeni yıl öncesi şahane wish list'ler yapıp  kurtulmak istediğim sevmediğim ve ne yazık ki " sarhoşluk döneminde öğrenilmiş" olmasının herhangi bir mazaret teşkil etmediği "sevimsiz ve antipatik" davranış biçimlerinden bahsediyorum. 

Kendime: "Doğru değil. Yanlış davranıyorsun. Eskiden böyle değildin. Tekrar eskisi gibi ol ve bu kadar çirkin düşüncelerin aklına gelmiş olmasını dahi unut. Sil. Ne olursa olsun, kim olursa olsun, anlamsız ve saçma".

Wednesday, January 14, 2015

"Karma is here", bebeğim !

Hiç farkında değildim. Gayet dışarlarda sürtüyor, kendimce güzel havanın keyfini çıkartıyordum ki Fuket'ten gelen maili gördüm, " Allah" dedim... Önce inanamadım hatta hayatta konduramadım. O kadar ama o kadar tedbirli, korkak ve risk taşıyan herhangi bir atılım yapmayı değil düşünmek telaffuz edememe sıkıcılığındadır ki cidden inanmadım. Ama hayat işte, that's life bebeğim...

Hayatta en çok korktuğu, sakındığı, başına gelmesin diye etrafındakilere terör estirdiği, onların ekmeği ile oynayarak yaptığı her şey ama her şey başına gelmiş, çarşaf çarşaf gazete sayfalarına düşmüş, isminin geçtiği bütün kayıtlar, mahkeme tutanakları vs açıklanmış ve alenen rezil olmuş. 

İşin doğrusu, ortada "rezil olunacak" bir durum yok. Gerçekten. En azından bence yok. Aksine, herkesin başına gelebilecek bir sıradan bir ticari talihsizlik, beceriksizlik kendisinin de başına gelmiş. Gelebilir, olur, hayat bu. İnsan düştüğü yerden kalkar ve gücünü toparlayarak devam eder. ANCAK kendisi "asla hata yapmadığını" savunan biri olarak buna karşılık çevresindekilerin yaptıkları "sıradan ve insani" hataları kendince müthiş şekilde hem dalga geçerek hem de yeri geldiğinde ekmeği ile oynayarak cezalandırmaktan zevk aldığı için şu anda öncelikle kendisinin gözünde kendisini cümle aleme rezil etmiş, aile ismini, adını, ticari itibarını gazetelere çıkacak şekilde rezil etmiştir. 

Hayır, başına gelenlere üzülmedim . "Oley, o da çeksin sürünsün" diye düşünerek de mutlu da olmadım. Başkasının mutsuzluğundan mutluluk medet ummak benlik değil. Ne var ki yine çok büyük konuşmamak, başkalarının kaderine kötülük yapmamak gerektiğini bir kez daha gördüm.

"Karma is a bitch" diyor yeni nesil ecnebiler. Bence işte bu doğru. Dün aslında bugün, bugün de yarın! Ona göre biraz vicdanlıca düşünerek hayatı yaşamak lazım. 

Tuesday, December 9, 2014

Arada yaşananlar # XIV

İlginç ve bir o kadar fantastik günlerin gelişi ; mutlu mesut radio days, fantastik karşılaşmalar, yapılan ilginç bir o kadar fantastik görüşmeler ; bir o kadar değişik ocakbaşı buluşmaları ve masada çirkin ama karizmatik erkek b., sahnelerin insanı t. ve # 8 ile geçen "deyişik" konuşmalar ; devam eden ilginç günler gelen yeni ay, yıl bitiren aralık ayının gelmesi filan derken elbette her aralıkta olduğu gibi ağlaklar kraliçesi evsahibinin beklenen  "kira artışı" temalı konuşmalarına geçen senenin büyük üzüntüsünün üzerine verilen fantastik cevap ; hakkında düşünüp de kendimce harekete geçtikten neredeyse 1 yıl sonra gelen haliyle afallatan telefon konuşması ; benden beklenmeyen şekilde cumartesi günü karşı'ya geçiş-dönüş ve devamında bize göre uzun sayılabilecek bir zaman neticesindeki date nite ve Cavit ve tarama ve altın seri ve keyif ve kahkaha... 

Bir de tabii talihsiz bir vaziyette sıkıcı ve boğucu ve cahil topraklarda yaşadığımız için gündelik hayatımızın içine eden bizleri kendileri ile muhatap olmak durumunda bırakan yalakalar, gerizekalılar, cahiller, sevimsizler, kötülerle dolu günlerin akışı...O yüzden "don't let idiots ruin your day". forever.

P.S. Lahey. 

P.S. (2) İlerleyiş yavaş; yalan değil. Ancak televizyona çıkıp malum mevzu "osmanlıca" hakkında moron ötesi yorumlarda bulunup bir de cehaletle savunan doçent ve profesörleri gördükçe iyi hırslanıyor, "bu embesiller yazıp bitiriyorsa..." deyip her şeyden öte sırf "inadına" yazıyorum. Ama yavaş; yalan değil. 

 

Wednesday, November 5, 2014

Sabah keyfi # 4

"Troy: You see, Lainie, this is all we need. . .couple of smokes, a cup of coffee... and a little bit of conversation. You and me and five bucks.". Reality bites. 

Tuesday, September 23, 2014

Motto # 3 (hem de en büyük harflerle)

Ama öyle değil mi zaten? Hayatta özellikle de gündelik hayatta, sosyal hayatta öyle huysuz, aksi, suratsız, sevimsiz, sinirli, "ciddi insanım ben" tavırlı olmamak lazım. Ha, olabilir tabii, neticede paşa gönlü bilir ama sonuçlarına da katlanır. Artık her türlü çirkefliğin, adiliğin, sevimsizlğin kendi başına gelmesi mi olur, davranışları yüzünden etrafındakileri kaybetmek mi olur, başka şeyler mi olur bilinmez de, işte çekmek, çağırmak diye bir sey var. Var, var. Görüyorum ben. Iyi bir şey görmek. Hem başkasında. Hem de kendinde. Aynaya bakmak önemli, işe yarıyor-çoğunlukla-. Bu arada yazan da Banksy imiş, iyi mi?

Wednesday, May 28, 2014

- 2 Maya Angelou





Ben Harper'in Still I rise isimli şiirden esinlenip yaptığı I'll Rise'ini 1994'te dinlemeden önce Maya Angelou'nun kim olduğu hakkımda bir fikrim yoktu. Albümde en sevdiğim şarkı olduğundan İstanbul'da verdiği ilk konserde canlı dinleyince kendimden geçmiştim resmen. Bugün Maya Angelou hayata veda etmiş. Şiir insanı, romantik kelimelerin hayranı, iddialı lafların çığırtkanı değilim ama kelimelerin gücüne ve etkisine inanıyorum. Edebiyatın ve yazma sanatının güzelliği burada herhalde. whatever. -2 ile devam ediyoruz. 

 Poet, writer, and civil-rights activist Maya Angelou died Wednesday in Winston-Salem, according to a statement from Wake Forest University. Angelou had been forced to cancel several recent events as a result of health problems; she was 86 years old.


- Still I rise -
You may write me down in history
With your bitter, twisted lies,
You may tread me in the very dirt
But still, like dust, I'll rise.

Does my sassiness upset you?
Why are you beset with gloom?
'Cause I walk like I've got oil wells
Pumping in my living room.

Just like moons and like suns,
With the certainty of tides,
Just like hopes springing high,
Still I'll rise.

Did you want to see me broken?
Bowed head and lowered eyes?
Shoulders falling down like teardrops.
Weakened by my soulful cries.

Does my haughtiness offend you?
Don't you take it awful hard
'Cause I laugh like I've got gold mines
Diggin' in my own back yard.


You may shoot me with your words,
You may cut me with your eyes,
You may kill me with your hatefulness,
But still, like air, I'll rise.

Does my sexiness upset you?
Does it come as a surprise
That I dance like I've got diamonds
At the meeting of my thighs?

Out of the huts of history's shame
I rise
Up from a past that's rooted in pain
I rise
I'm a black ocean, leaping and wide,
Welling and swelling I bear in the tide.
Leaving behind nights of terror and fear
I rise
Into a daybreak that's wondrously clear
I rise
Bringing the gifts that my ancestors gave,
I am the dream and the hope of the slave.
I rise
I rise
I rise.

Monday, May 5, 2014

Motto

"Being happy is a very personal thing—and it really has nothing to do with anyone else."

Gerçekten de öyle! O halde diğerlerine basta

Thursday, February 20, 2014

(geceden) kalma Sabah keyfi

Boşuna değildi düşünmem, konuşmam bazı bazı dillendirmem. Dün akşam da seyrettikten sonra bana ne kadar uygun olduğunu hissederek, kurgulayarak geçirdiğim zamanların doğru zamanlar olduğunu bir kez daha gördüm. Elbette bugüne kadar geçen (iki yıla yakın) süre zarfında boş bulunup insanlara anlatıldığında karşılaşılan "gülme", "anlamama", "dalga geçme", "anlamayarak küçümseme" tepkisi de bir o kadar doğal. Uzak hep uzakta olsun, kafi. 

Wong Kar-Wai hayranı değilim, romantik sayılmam, öyle tek çekim tek karenin beş saat sürdüğü sanatsal estetik duygusal filmler benlik değil ama evet, The Grandmaster benlik. Ve yine görüntülerin güzelliğinden, yönetmenin becerisinden ziyade sadece ve sadece konusu sebebiyle. Kung fu, Wing Tsun, Shaolin Kung fu, yaşam biçimi, kurallar, disiplin filan derken gerçekten de gerçekle gerçeğe uyanılan bir sabah keyfi oldu. Neticede acı da hayatın içerisinde varoluyor. Keyif de. İkisi beraber de varolabilir veya zaten onlar beraber de belki bizim algımız kısıtlı. 

whatever

Gerçek olsun. Her şey. (acıyı) Atlatması da, (keyfini) sahiplenmesi de mış gibi olana göre çok daha kolay. Neticede su akıyor, be water o halde. 








Monday, December 23, 2013

Motto # 2

"With too much pride a man cannot learn a thing. In and of itself, learning teaches you how foolish you are"

 Son zamanlarda bana kendisini sürekli hatırlatması neticesinde birilerine bahsettiğim cehalet bir şekilde böyle bir şey. Yani etrafımızın sıradan kötülerle (respect hannah arendt) çevrili olduğunu bildiğimiz gibi, gündeliğimizin de sıradan cahillerle birlikte yaşanıyor oluşu da böyle bir şey. Sürekli gereksiz bir gurur, sürekli gereksiz bir inat, sürekli gereksiz "ben bilirim", "ben yaparım" halleri falan filan. Yoksa sıradan cehalet diye dillendirdiğim öyle bilgi yarışmasına hazırlık veya her yerde ne kadar kültürlü olduğunu gösterme hali değil. Kibir denilen şey doğuştan gelmiyor neticede. Aksine kişilik  (veya kibirli kişilik) denilen şey yaşadıkça, ailenin üstündeki el ile beraber şekillendiği gibi en çok da varolan cehaletten besleniyor. Cehaletin illa imkansızlık, yoksunluk, fakirlik, eğitim hakkından mahrumiyet ile ilgisi yok. Sıradan cehaletin şekillendirdiği kibir bir şekilde okula gitmiş, sınıfı sınavları geçmesi gerekenleri öğrenmiş olmanın neticesinde bugün sosyal hayatta bir şekilde bir yerlere gelmiş olanlardaki o rahatsız edici duygu.

Çocukken kitap okumak,o kitapları okurken hayal kurmak, hayallerin sonsuz olabildiğini görmek, başka hayatların başka kişiliklerin varlığını olduğu gibi kabul etmek, bambaşka hayallerin varolduğunu hissetmek, ansiklopedi karıştırmak, maddeleri okurken aslında ne kadar az bildiğinin farkına bir kez daha varmak, bilgiye meraklı olmak ve böyle büyümek böyle yetişmek sosyal ortamlarda kültür seviyesini yüksek gösterip afilli takılmaktan ziyade, sözde özgüvenli görüntüsünün içinde tamamen içi boş ve kof bir kibire sahip olmayı engelliyor. Bu kadar basit. Gerisi Walt Disney Çocuk Ansiklopedisi veya Kim Kimdir Ne Nedir ansiklopedileri gibi bir şey...

Tuesday, December 10, 2013

Yağmurlar gelmişken

Daha önce yine Madame de Pompadour ve yine "apres moi le déluge" demiştik. Hazır yağmurlar gelmişken, hazır karşımıza David LaChapelle ve Déluge çıkmışken neden olmasın? Kimi zaman bazı şeyleri tekrar etmek o kadar da kötü bir şey değil, neticede unutmamayı sağlıyor. Özellikle de unutulmaması gerekenler varsa...

david lachapelle, deluge, 2009

"Deluge’ was created in 2009 by David LaChapelle as a statement on societies tendency ‘toward decadence and decay’. The piece uses as inspiration paintings by Michelangelo done for the Sistine Chapel which illustrate stories from the Old Testament. Referencing art history, religion and pop culture, ‘Deluge’ depicts men, women and children refugees in the midst of the apocalyptic storm" (via emilywebster).

Thursday, December 5, 2013

Basit "mutluluk" halleri

Bazen bu kadar basit olabiliyor. Yoksa herkesin derdi kendisine en büyük ve hiçkimsenin hayatı Charlie'nin Çikolata Fabrikası gibi bir harikulade bir hayal dünyasında geçmiyor. Ama kimi zaman hatta çoğunlukla basit şeylerle gelebiliyor mutluluk denen şey. Basit istekler, basit ilişkiler, basit söylemler, basit talepler, basit sahiplenmeler; neden olmasın ki? Tek sorun eylemde. Denemek ve deneme de ısrar etmek, uğrunda sebat etmek gerekiyor. Bugün hemen olmasa bile yarının olacağını düşünmek. Zaten en büyük hata da "bugün şu an olmuyor diye olmayacak olarak kabul edilmesi ve yarının hiçe sayılması" değil mi? En boktanı da uğraşırken çabalarken etraftakilerin ısrarla bu aptalca yaklaşımlarla gelmesi. O yüzden sallamak, bir yanlarından yürüyüp gitmek lazım.  Sonra da happy ...


Monday, November 18, 2013

Sabah keyfi # 3

hem otto hem motto ... ve üstüne özür dilemeye, sahip olunanlar yüzünden kötü hissetmeye, başkalarının kötü hissettirmesine, iki büklüm olup sanki hatalıymış gibi yaşayamaya filan gerek yok. oluyorsa oluyor olmuyorsa olmuyor en kötüsü su içer otururuz. ama good life olur, good life 'tan kapak daha güzel olur. inadına-hala yaz gibi. 

Friday, August 2, 2013

Arkadaşım eşek

Başlık çocukluğumuzdaki Barış Manço şarkısı olsa da, ruhum fani ve tiril tiril konularda yazmak, ecnebi arkadaşlarıma özenip kendimi onlar gibi Lüksemburg Dükalığı'nın her şeye verdiği devlet bursu ile yurtdışında master/doktora yapan genç insanlarından biri olarak görmek, küçük ama hedonist dünyamda bir Rothschild, bir Guggenheim gibi yaşamayı istese de, dünya atlasının bu bölgesinde pek mümkün olmuyor. Her gün her saniye olay yaşanıyor, yaşanmasa dahi birbiri ile bağlantılı olaylar sürekli bir çağrışım uyandırıyor, algının dinginliği kayboluyor.

Arkadaş, dost önemli şey şu hayatta. Ama bu konuları buradan 800 kere yazdığımız, 1800 kere de "yaşananlara, yaşatılanlara" her seferinde şaşırıp, afallayıp ağzımız açık şekilde bakakaldığımız için öyle dostluk arkadaşlık konularını börtü böcek duygusal cümlelerle irdelemeyeceğim . Sadece yaşananlar, şahsen tecrübe edilenler çerçevesinde ve hatta neticesinde motto olarak gördüğümü söyleyip bitireceğim.
"Bana arkadaşını şöyle sana kim olduğunu söyleyeyim".
 İş aslında bu kadar basit. Ne var ki bu kadar basit bir hale insan, ancak yaş aldıkça, yaşananları arttıkça gelebiliyor. Belli bir yerden, belli bir yaştan sonra artık her yaşanan kişinin yanına kalıyor, öyle eskisi gibi "istediğime istediğimi yaparım nasıl olsa dünya benim ayaklarım altında" sanrısının gerçek olmadığı anlaşılıyor. Efsane vaziyette yaşanılan o gençlik sarhoşluğu günleri sona erdiğinde, vücuttakiler olduğu kadar ruhtaki fazlalıklar da atıldığında, ağırlık ve yük yapanlar, menfaat peşindekiler tek tek gönderildiğinde, düşlenen o basit yaşam geri geliyor. Genel çoğunluk için bu "güneye bir yere kaçmak" olsa da kimi şanslı azınlık için mutlu çocukluk günlerinin basitliğine geri dönüş şekline oluyor. O yüzden de belli bir yaştan sonra insanın yanında kalanlar, " arkadaşım", "dostum", "sevgilim" diye tanıştırılıp bir de hayatın içinde varolanlar,  kişinin kendisi için seçtiği yaşamın, yaptığı hayat tercihlerinin de gerçek bir göstergesi oluyor. 

" Kiminle berabersin, kiminle arkadaşsın (arkadaş değilsin), kimi yanında taşıyorsun (yanında istemiyorsun), kiminle konuşuyorsun (kiminle konuşmak istemiyorsun), kiminle görüşüyorsun (görüşmüyorsun) kiminle paylaşıyorsun (paylaşmıyorsun), kimi hayatına alıyorsun (almıyorsun), kiminle beraber yaşıyorsun, kiminle evleniyorsun, kimi sen seçiyorsun (yalnız kalmamak için seçmiş gibi yapıyorsun), kiminle çocuk yapıyorsun, kiminle ayrılıyorsun, kiminle boşanıyorsun, kimin peşinden koşuyorsun, kiminle yemeğe çıkıyorsun, kiminle rakı masasına oturuyorsun, kimi evine çağırıyorsun (kapıdan içeri sokmuyorsun), kiminle içki içmeyi seviyorsun (sevmiyorsun), kiminle otururken  "biraz kestirsek mi şöyle kanepede" diyebiliyorsun (diken üzerinde oluyorsun), kimin evine gittiğinde buzdolabını kendi evindeymişcesine açıp kapatabiliyorsun, kiminle saatlerce konuşuyorsun ve her şeyden öte kiminle paylaştığın sessizlik seni rahatsız etmiyor ve kiminle yalnız kaldığında doğan rahatsızlık hissi ile onunla herhangi bir konuda konuşmak zorunda hissediyorsun ..."

Kısacası insanın evini, yaşamını, gecesini, gündüzünü kim ve kimlerle paylaştığı, arkadaşlarının, sevgililerinin kim olduğu bir şekilde önemli gösterge. Arkadaşlık kişinin karakterinin yansıması olduğu gibi, sevgilik (veya resmiyete dökülmüş hali) de aynı şekilde oluyor. Kişinin nasıl bir insan ile beraber olmayı tercih ettiği de aslında kendisinin nasıl biri olduğunun da bir göstergesi aslında. "Kolaya kaçan, yetinen, korkak, tembel, bencil, sıradan, sıradanlığı çoktan kabullenmiş, mutsuz, depresif, toplumsal ve sosyal kaygılarla şekillenen, yanındakinin mutluluğundan rahatsız olan, birey olamayan, bireysel karar veremeyen ancak birisi ile şekillenen" biri mi, yoksa "keyifli, ileriye giden, değişiklikten korkmayan, birbirini besleyen, birbiri ile yalnız kalmaktan korkup da illa sürü halinde hareket etmeyen, yalnız kalınca paylaşan, konuşan, gülen, kahkaha atan, birbirinin bireysel başarılarından mutlu olan, gurur duyan, beraberliklerinde bireysel keyiflere de yer açan, birlikte sahip olunan mutluluğun önce bireysel mutluluktan geçeceğine inanan" mı ? Öyle veya böyle herkes bir şekilde diğerine karşı belli yargılar içerisinde bakıyor ve bu yargıların oluşmasında yanındakinin de payı azınmsanmayacak boyutta.

whatever

Geçtiğimiz günlerde, zamanında buraya arkadaşının oğlunun düğüne gelen Silvio Berlusconi 'nin aldığı hapis cezasına onay geldi. Sebep ise kişisel özgürlükler hak mak değil de bildiğin adli suç olarak görülen vergi yolsuzluğu. Yine geçtiğimiz günlerde çok çok ünlü, bol Oscar ödüllü herkesin bildiği insanlarca yazılmış imzalanmış bir mektup Times'ta yayınlandı haliyle olay koptu. Hemen akabinde de bu mektuba karşı bir karşı mektup yazıldı ve yine altına o kadar ünlü zaten olmayan, Oscar ödülsüz kişilerce imzalar atıldı. Oradaki bir imza zaten çok uzun zamandır düşmüş ama çıkmak için her yolu deneyen herkese gülen, arkadaşım diyen, tanıştıktan iki gün sonra "bff" muamelesi yapan Özlem Gürses 'in arkadaşı. O zaman da bir göstergeydi benim için. Bugün o mektubun altına attığı imzayı gördüğümde de ne kadar doğru bir gösterge olduğunun hatırlamış oldum.

Gerçekten de bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.






Wednesday, June 12, 2013

"kuzucuklarım" arasındaki farkı bulun !

Bugün Gezi Parkı'nda direnişi başlatanlar, ellerinde iphone ile şaşırtıcı muhteşemlikte hareketlere imza atan Y kuşağı değil belki ama bizler 80lerde Adile Naşit 'in Uykudan Önce programında "iyi geceler kuzucuklarım" cümlesini duyup da yatağa gittik, hele hele ismimiz oradan söylendiğinde ise mutluluktan çıldırdık. Siyah yıllar, seksenler, Kenan Evren kabusu, tek kanallı devlet televizyonunda sürekli yayınlanan askeri tatbikatlar, adını unuttuğum ama çok sevdiğim iki kadın detektifin maceraları, herkesin sevdiği Beyaz Gölge'li günlerde saat sekiz civarı Adile Naşit'in kısacık Uykudan Önce'si başlar ve kendi tabiriyle bütün kuzucukları, televizyonun önünde iyice kuzucuk gibi olurdu.

Öyle börtü böcek isimleri üzerinden veya "aşkito", "aşkısı" tadındaki her türlü hitaptan hazzetmesem de "kuzucuk" başka. Cidden. Neticede çocukluğumdan kalan, Adile Naşit sayesinde güven duygusu hissettiren, dışardan asla zarar gelmeyecekmiş gibi rahatlatan bir ifade. Kuzu ya da zuzu en az aşkito kadar antipatik olsa da kuzucuk değil işte. Adile Naşit'in kuzucuklarına gösterdiği sevginin samimiyeti sebebiyle mutlaka böyle.

Dün ise İstanbul Gezi Parkı'ndaki direnişçi kuzucuklar başka bir iyi niyet mesajı ile güne uyandılar, belki bir nebze olsun güven duyup rahatladılar hatta ilerleyen saatlerde ebeveyn kuzucuklar beraberinde iyice küçük kuzucukları da alıp parka geldiler. Direnmek, karşı koymak, beraber olmak, farklılıklarla beraber yaşamanın mümkün olduğunu göstermek için. Ancak çok geçmedi ki meydandaki bütün kuzucuklar , korkunç kurt tarafından tuzağa düşürüldüklerini anladılar. Her şey bir anda savaş alanı haline dönüştü, sözde koruması için varolan kolluk güçleri hırsla karşılarında duran insanlara biber gazı, gaz bombasını gelişi güzel ve bol bol attı, insanlar korkudan ve panikten ezilme tehlikesi geçirdi, tekerlekli sandalyedeki insanlar polisin şiddeti karşısında kalabalıkta annelerini kaybeden küçük çocuklardan dahi daha savunmasız kaldılar, o küçük çocuklar o simsiyah kargaşada annelerini kaybedip ağladılar, birçok insanın kolu bacağı kırıldı, gözler hasar gördü, kimileri gözlerini kaybetti, değil sadece astımlılar alandaki kimse nefes alamadı vs vs vs.  Fiziksel hasarlar bir şekilde, bir gün, büyük ölçüde, hallolur ya da en azından onunla yaşamak gerçeği öğrenilir. Ama güven duygusunun yitirildiği  manevi hasarların etkisi ise kişinin üzerinde genelde pek geçmez, halledilmesi üzerine çalışılmadığı takdirde kişinin ömrü boyunca karşısına çıkan, vereceği her ciddi kararı saldığı korkularla olumsuz yönde etkileyecek derin arızalar yaratır.

Yine dün Gezi Parkı'ndaki kuzucuklar, sevgi postunu üstüne geçirmiş kurt tarafından ihanete uğradılar ve bir daha asla ama asla onların iyiliğini düşündüğünü söyleyen bir güce, devlet erkanına, müktedir olana hiçbir şekilde güvenmeyeceğini kendi gözleriyle gördü, içinde olarak yaşadı.

Bu ülke daha önce de kendi çocuklarını acımasızca öldürdü, yaydığı yalanlarla gencecik insanların yıllarını hapiste geçirmelerine sebebiyet verdi, kardeşi kardeşe düşürdü ve  yoluna devam etti. Bütün erk sahipleri gibi. Sistemin işlemesi ancak bu yolla mümkün olur. Ama işte dünyada nisbeten bunu insanı şekilde demokratik yollarla yapan var, burada yaşanıldığı gibi bunun tamamen aksini yaparak tek olarak hakimiyetini kuran da var.

Anarşizm 19. yüzyılda ilk şekillendiğinde devlete ve otoriteye karşı duran bir felsefi akım olsa da zamanla fiziksel şiddet içeren hale dönüşüp erk tarafından "tehlikeli" olarak kabul ediliyor. Oysa otoriteye karşı çıkmak, durabilmek insanın doğasında olan şey. Bizde zaten anarşik olmanın bedeli çok ağır olduğundan felsefesinin temeli bile konuşulmaz. Bugün artık modern toplum düzeninde anarşizmin felsefi anlamda uygulanıp yaşanabilmesi mümkün değil elbette ama yine de iktidar sahibi (ve sahiplerine) karşı mesafeli durabilir, varlığımızı tamamen ona ve kurduğu sisteme adamayabilir hayatta bir duruş, haysiyet ve şahsiyet sahibi olabiliriz. Büyük hareketlere gerek yok, arada bir Proudhon 'u hatırlamak kafi olabilir. Veya vicdanının sesini, o herhalde en kolayı.

proudhon- "“to be governed is to be kept in sight, inspected, spied upon, directed, law-driven, numbered, enrolled, indoctrinated, preached at, controlled, estimated, valued, censured, commanded, by creatures who have neither the right, nor the wisdom, nor the virtue to do so . . .”

 Bir vicdanın (!) sesi de işte dün böyle geldi. "Kuzu kuzu" derken kötü kurt postu altında.  Parktaki gençlere sevecenlikle yaklaşan, ıhlamur kokularından bahseden yöneticiden geldi bu ses. Tam da yaşananlardan yani devlete güvenen kuzucukların, yavrucukların, evlatcıkların kötülüklerden, nifak tohumlarından korunması için gerekli iyi niyetli tedbirlerin ortalığı savaş alanına çevirmesinden hemen önce. Peki ya sonra?

GEZİ PARKI ve TAKSİM'e KESİNLİKLE DOKUNULMAYACAK,SİZLERE ASLA DOKUNULMAYACAKTIR.Bu sabah ve bundan sonra polis kardeşlerinize emanetsiniz.

Sevgi kesinlikle para ile satın alınır da anlaşılan vicdan alışverişinde para geçmiyor. 

P.S. entelektüel bir telaşa gerek yok; proudhon 'nun kadınlara dair ne kadar korkunç bir tip olduğunun farkındayız.

Wednesday, May 1, 2013

Forever "motto"

Çarpıcı ve kaale alınacak olan ilk cümle. Gerisi zaten gelir, gelmesi iyi de olur, doğru da olur ama asıl önemlisi ilk cümle; manners matter. " Manners " denilen şey çok önemli aslında. Türkçesi herhalde adap, terbiye oluyor en yakın ifadesiyle. Şu da bir gerçek ki artık yani büyüdükçe, yaş ilerledikçe, tercihler daha şahane şekilde kendini gösterirken yaşanılan hayatta adap bilmeyen, yol yordam bilmeyen hiç ama hiç çekilmiyor. Ne özel hayatta, ne de iş hayatında. Hele özel hayatta, kişi için önemli ve kısıtlı olan zaman diliminde sosyal çevredeki görgüsüz, adap, yol yordam bilmeyen, sevimsiz şımarıklık eden, kaba saba, özensiz olmayı güçlü olmakla karıştıran insanlarla beraber olmak kişiyi cidden sıkan ve tahammülünü zorlayan, yeri geldiğinde o kişinin yerine utandıran bir hadise. Gerçekten de oluyor o başkası adına utanma hali. Karşımdakinin görgüsüzlüğünde, ağzından tükürükler saçan hırslı halinde kendini unuttuğunda ben onun yerine utanıyorum, nereye bakacağımı bilemiyorum. Allah'tan fazla sürmüyor, zaman ilerledikçe insanoğlu da ilerliyor. Kalanlar da Stockholm Sendromu 'nunda mutlu mesut yaşıyorlar.

Bir de iş hayatındakiler var ki ...Onlar tabii çok daha vahim, çok daha korkunç olanları. Hazımsızlık başka  şey; doğduğun günden geliştiğin günlerin de üstüne ne kadar ne kadar mevkii makam, para, araba, mücevher, kürk eklesen de değişmiyor bazı değerler, değersizlikler, eşeklikler, görgüsüzlükler baki kalıyor. Kalır da zaten. Neden kalmasın ki? Kalmadığını görmemiş ki.

Günlerdir bazı pazarlama okumuş tiplerin çok inandığı sosyal medyada, herkes müdür/yönetici olduğu iş dünyasında "yönetici" makamındaki kişinin şirket içi attığı ve altında çalışanlara "siz varoş işçilerin işçi bayramını kutlarım" mesajinı konuşuyor. İsmi Çiğdem Özkan'mış, yöneticiymiş, kocası da alemin kral rockçılarındanmış, kendisi de bir o kadar çılgın, bir o kadar "umrumda değil, kimin ne düşündüğü" 15 yaş ergen tavrındaymış, bu haliyle de epey gülünç durumdaymış. Neticede kendisi sosyal medyada çalışanlardan, onun gücünü de tehlikesini de bilenlerden. Ancak kim bilir, belki de çoktan rafa kaldırılmış 15 dakikalık şöhret hırsı ile kendi dünyasında 15 dakikalık mutluluğu, şöhret sarhoşluğunu tatmış durumdadır. Ne güzel! Ne kadar mutlu bir yaşam tarzı bu  (elbette kıskanıyorum kendisini) ! Ne var ki ne olursa olsun, şu üslup, şu ifade ile ben gündeme otursaydım-sadece 2 saatliğine olsa bile ki biliyoruz bir tweet'in etkisi 45 dakika- herhalde epey bir sarsılırdım. Ama doğru, manners, adap, edep, görgü, üslup başka şey. Sosyal medyada sarsılmak da, bilginin doğru/yanlış ama bir o kadar da hızlı akması da başka şey.

***
Veya güç sahibi olup da tam bir özgüven eksikliği ile şekillenen otoritesini beraber çalıştıklarına hissettirmek de böyle şey olsa gerek.



***

Biliyorum, biliyorum, çok buraların üslubu, tarzı değil, dükkanın havası değişti ama arada bir bunlar da oluyor, yaşanıyor, yazılmak durumunda kalınıyor. whatever. Geçer gider. Kalıcı olmaz bizde.

Of asıl bombayı atladım...Gazetede hanımefendinin yaptıklarını, yazdıklarını okudukça kendisini merak edip de araştırdığımda bileğinde beyaz saatli kızlardan olduğunu gördüm ve sağolsun beyaz saat üzerinden ifade etmeye çalıştığım kız tipinin hırslı ve Dunning-Kruger sendromlu olanı ile tanışmış oldum, zaten ifade etmeye çalıştığımı göstermiş de oldu, tam oldu. Ama kafi geldi. Bitsin gitsin artık bu yazı .