Sunday, August 30, 2009

Never on sunday # 7


sıcak cumartesi, beyaz tiril tiril bluz, "gerçek mi dokunabilir miyim" sorusu, "şoktayım ama peki, intimissimi, taschen new york guide, get in the groove, h. ile buluşma, duyulanlara şaşırma akşama hazırlanma, şu sıralar fazla low-profile, kolumdaki muhteşem altın casio (gününü yanlış gösteriyor, düzeltemiyorum olmuyor yine gidip sormam lazım kabus, üşeniyorum) saatim,lacivert şort, siyah ipek bluz ve altın casio'm, sur balık, "yani bence gidilse de olur gidilmese de", toplu yemek, r., b., m., ve artılar -yazamayacağım yazmaya üşendim- devam nuteras, e. , kalabalık, ama çok kalabalık, "insan değil #1 , insan değil # 2, kinda hip hop sound, saat 05, nedense uyanamama, nedense astrud gilberto-tte la journée- talib kweli, slum village, gün ortası uykusu ve kabus gündüz düşleri ve korku, giden sesim, acıyan boğazım, yutkunmakta zorlanan halim, karşıma çıkan snatch, franky four fingers kısacası never on sunday... hem de forever... sadece tüm gazete ekleri, roll, vogue, taschen new york guide bitmiş değil ama never on sunday...

Saturday, August 29, 2009

Dream on # 10


Elbette kaçınılmaz olarak Talib Kweli ve ara sıra Mos Def. Sürekli çalan müzikleri ile uyandım sabah. Old skool bir insanım ama sanıyorum hip hop'ta Rakim 'den sonra devam ettiğim yön Mos Def' tir, Talib Kweli ' dir, Common 'dır, ... Neden insan rüyasında şarkı görür ki?


Friday, August 28, 2009

Çatıda, yukarda yüksekte

by carl heindl

Yükseklik korkusu olan insanlardanım. Çok belli olmaz ama elim ayağım boşalır bazı yerlerde bazı yüksekliklerde. Hele hele şöyle şu kız gibi koool bir ifade ile oturmak benim için hayaldir. Hayatta yapamam. Bazı insan vardır, o kadar rahattır ki yukarda, gıpta ile bakarım resmen.
Yukardaki kız gibi olamam da (en fazla üzerindeki çizgili tişörtten giyer bira içerim) "Kızgın Dmdaki Kedi "olurum, mesela. Daha uygun zaten. Ayrıca harikulade filmdir, Elizabeth Taylor ve Paul Newman muhteşem "let's fight then we can make up" tadında çifttir (burada elbette gizli bir eşcinsellik de vardır hiç konuşulmayan, bahsedilmeyen ama tabii kimi izleyici için barizdir ) ama tabii her şeyin bu kadar harikulade olması elbette Tennesse Williams 'ın 1955'de yazdığı tiyatro eserinin 1958'de sinemaya uyarlanması sayesindedir.
Yine güney, yine Tennessee viskisi kokulu insanlar, ilişkiler, evler, yine güney eyaletlerinin ağır sosyal baskısı, yine Missisippi Nehri'nin getirdiği blues tınılı yollar, vs... Gerçekten de cat on the hot tin roof. Ayrıca forever Tennesse Williams
Elisabeth Taylor "Maggie" güzel, Paul Newman "Brick" yakışıklı, tamamdır... ("people" bugün yok ortalıklarda bence "kızgın damdaki kedi" hepsine yeter de artar bile, "cuma eğlencesi " bugünlük bu olur).
*

Brick Pollitt: A family crisis brings out the best and the worst in every member of the family. Gooper Pollitt: That's the truth.
Mae Pollitt: You want to talk about the truth? You're not pregnant!
Gooper Pollitt: Keep still, Mae.
Mae Pollitt: She's making it up!
Gooper Pollitt: I said shut up.
Mae Pollitt: Don't you try to kid us, Maggie!
Brick Pollitt: Mae, she's not kidding you.
Mae Pollitt: How can she be pregnant by you when you won't even...
Gooper Pollitt: Mae, will you be quiet!
Mae Pollitt: We occupy the next room and the walls between aren't soundproof. We hear the nightly pleadings and the nightly refusals!
Brick Pollitt: Not everybody makes as much noise about love as you do.
Mae Pollitt: Brick, I never thought you would stoop to her level!
Brick Pollitt: You heard what Big Daddy said. That girl's got life in her body.
Mae Pollitt: That's a lie!






Thursday, August 27, 2009

Dream on # 9



Fantastik rüyalarım devam ediyor. Bence dün geceki en bombasıdır: ben ve ünlü fotoğrafçı Terry Richardson...Why why tell me why? Ayrıca fonda da Angie Stone "Brotha" çalıyordu, buna da şaştım. Hadi bir itiraf daha: JR da vardı. Geçen gün bir heyecanlandı beni görünce son ciddi konuşmamızdan sonra elinden telefonu filan düşürdü. Gerçekten beni benden alan insanlar bu ikizler insanları, erkekleri. Her anları yaşanan bir fantezi, yemin ediyorum.
Fakat Terry de benim gibi kıro bir insan görüldüğü gibi her resimde bir başka altın saat. İstiyorum, yalan değil, kim ne derse desin (benimkini yaptırsam iyi olacak bu arada).

Wednesday, August 26, 2009

Wish list, 5

Evet, birazdan çıkıp bakacağım Yüksek Kaldırım'a. Hatta oradan Lastik Pabuç'a ineceğim ( ve biliyorum ki bir anda popüler yer oldu çıktı, sinir oluyorum ) ve kendime altın görünümlü Casio alacağım (evet kıroyum biliyorum, altın rolex'e ayrıca hastayım).

Eve salona istiyorum. Gitar çalmaya filan niyetim yok bu yaştan sonra ama görüntüsünü beğeniyorum. Sehpa olarak kullanacağım. Hatta en keyiflisi ayaklarımı üzerine uzatacağım, hem Boğaz'a bakacağım hem de Turbo'nun - depresyondan çıktığı zaman- yapacağına...
Am I kool or what? Absofuckinloutely


Ha, Dirty Frank?

Tuesday, August 25, 2009

ROLL is gone like a rolling stone


Herhalde Türkiye gibi bir ülke için 13 yıllık bir yayın hayatı hatta ve hatta "bağımsız bir çizgide" süren yayın hayatı epey uzun süre sayılır. Hem ortalama zevke hitap etmeyeceksin hem dağıtımcın büyük tekel isimler olmayacak, hem içinde karı kız party life değil de bilgi bulunacak, akıllıca yapılmış mülakatlar olacak hem de de aylık çıkmaya devam edeceksin. ROLL .
İlişkimizin kesintiye uğradığı pek olmamıştır. Kolay değil 1996'dan beri süren bir ilişki bu. Ki ilk tanıştığımızda buralardan ilim irfan için uzak diyarlara gidiyordum, ona rağmen 6 yıl boyunca aldatmadım, ihmal etmedim. Eleştirdiğim çok oldu çünkü ilişkimizde bir yerden sonra hep aynı şeyleri yaşar olduk: hep Patti Smith albümleri, Manu Chao'nun politik görüşü ... gibi. Ama yalan değil ondan çok şey öğrendim, anlattığı anılardan çok şey yakalamadım, tanıştırdığı insanlardan- mesela Erdir Zat - bambaşka bir alemi, old skool hip hop'u öğrendim. Ben "sıkıldım artık Rock n' Roll'dan, eskisi gibi zevk vermiyor değiştim büyüdüm ilerledim. artık payetler giyip Diana Ross gibi diskoda dans etmek istiyorum" dedikçe o bana yine PJ Harvey John Parish albüm kapağını gösterdi. O zaman anladım ki bazı şeyler onda hiç değişmeyecek. Yavaş yavaş ben gitmeye başladım, etrafımdaki diğer cazibe sahiplerini görmeye başladım. Mesela ona benzeyen ama ondan daha süslü daha renkli daha "hafif" olan bir ingiliz ile tanıştım. Bir anda çarpıldım ama yine aldatmadım. Yerine koymadım farklı bir paylaşımda bulundum. Aynı değiller zaten bambaşkalar ama yine de her ay ROLL ile beraber ingiliz Vogue 'nu almak önceleri garip geldi ama sonra alıştım. Gidip de Rolling Stone almadım veya Billboard. Neticede bilgiye ihanet etmedim. Duruşa da, tavıra da, haysiyete de. Biz artık ayrılmış ama hala dost kalan çiftler gibiydik. Her daim birbirinden haberdar olan ama eski heyecanın yerini çoktan başkasına bırakan.
Hoş ROLL'un yerini doldurabilecek dergi zordur ama önemli olan Rock n' Roll sevgisinin sönmesi değil, o duruşun ve tavrın gitmemesi. Bunlar olduktan sonra her ay çevrilen sayfalar Vogue'da da olsa duruşta yine haysiyet yine düzene karşıtlık vardır. O halde sorun yok.

Sunday, August 23, 2009

Renklerdeki güzellik, renklerdeki ayrımcılık


Fani işler ve sufli konuların günü, eğlencesi olan cuma eğlencesi 'nde her ne kadar "sarışınlık, mavi göz, masumiyet" gibi kelimerle ifade etsem de aslında bu işin ileri boyutlarda ciddiyet taşıdığını düşünüyorum.
Genel estetik anlayışında sarışın beyaz tenli mavi ve yeşil gözlü insanların daha kabul gördüğü, güzel bulunup özenildiği, toplum tarafından kolay benimsendiği, yakınlık arkadaşlık kurulmak istendiği, kendilerinden kötülük, kalleşlik, güvensizlik beklenmediği gibi, yine bize sunulan önümüze getirilen genel estetik anlayışında esmerler, siyah tenli siyah gözlü siyah saçlı, siyah kıvırcık saçlı olanlar ise kötülüğü temsil ederler. Güvenilmez ve kaygı vericidirler. Her türlü çakallık dalavere onlardan beklenir bu yüzden onlara karşı temkinli olunmalı hatta bir şey yapmasınlar diye tüm ayrımcı yasaların çıkartılması doğal karşılanmalıdır.

Bu genel estetik anlayışı sadece modacıların, moda dergilerinin, terörist saldırılarının sonucu değil. Yüz yıllara yayılmış önyargıların, dinsel klişelerin, toplumsal belleğin kalıntılarının da bir sonucu olup, bunların modern teknoloji araçları üzerinde kullanılmasıyla genel algıda hakimiyet kazanmasına sebebiyet verir.

İşte bu Hollywood çocuk filmi tiplemelerinde olduğu gibi. Milyonlarca çocuğun algısının, düşüncelerinin şekillenmesini etkileyecek bir yol. İyiler beyaz, kötüler siyah. Çok basit aslında her şey siyah ve beyaz. Birbirini tamamlaması diye bir şey yok, birbirinden o kadar ayrı o kadar farklı o kadar uzak.

Friday, August 21, 2009

Cuma eğlencesi, 18

Gayet keyifliyim çünkü gerçek beautiful people eğlenmeye karar vermiş ve kendini gecelere, davetlere atmış, ortaya bir sürü resim çıkmış...

Gentlemen prefer blondes. Demek ki böyle bir şey var çünkü bu kadar kadının kendi doğal saç renklerinden vazgeçip boya ile sarışın olmak istemeleri boşa değil. Ya da genel estetik algısının tek düzeliği ile ilgili de olabilir. Nedir o? Sarışın mavi gözlü beyaz tenli güzel, masum ve temizdir ayrıca korkutucu yani terorist filan değildir. Oysa esmer koyu renk saçlı koyu renk gözlü koyu renk tenli yani kısacası "koyu" olanlar zaten koyular, muhtemelen güvenilmez ve korkutucudurlar, güzel zaten olamazlar. Adı üstünde eğlence ve fani bir keyif hali ola cuma eğlencesine sosyoloji kattım ama ne yapayım tutamadım kendimi. whatever... Sağdaki Mélanie Laurent ve soldaki Bavyera'lı köylü güzeli ifadesiz sarışın kadın modeli Diane Kruger. Mélanie Laurent güzeller güzeli, Paris filminde büyüleyen bir insan ama nedense sarışın olmuş ve çok kötü olmuş. Yazık. Kendi kumral halinde çok güzel ifadeli bir kızdı ama sarışın olarak o kadar "sarışın" olmuş ki üzülmekten başka bir şey yapamadım. Diane Kruger ise zaten o kadar sıradan o kadar ifadesiz ki kırmızı ruju dahi bir albeni kazandıramamış, Mélanie'nin yanında duruvermiş öylecene. Hoş diğeri de hafif babaanne tarzında durmuş ama normal şartlarda kendisini çok beğendiğim için geçiyorum.

Yeni ikon ilan edilenlerden ingilizlerden Alexa Chung. Amerika'da programı filan ama tam olarak ne yapıyor bilmiyorum. Yalnız, ikon ilan edilmek galiba böyle bir şey. Kalıplara sığmayan, tanımlanamayan bir durum var ikonlukta. Ne yapsan olur, ne yapmasan olur, bir şekilde ünlüsün ikonsun, para da kazanıyorsun gayet güzel bir hayat bu azizim. Alexa Chung'a dönersek öyle çok özellikli değil ama çekik gözlü biraz farklı yani değişil bir hoşluğu var çok sıradan değil ama biraz fazla ince. Ha bir de giyim tarzı her daim tutmuyor. Bu da herhalde yine ikonlukla ilgili bir durum çünkü tasarımcılar, kendilerine stlist diyenler giydirmek istiyorlar bu insanları, haliyle sonuç da her zaman başarılı olmuyor. Unutmadan, kendisi türk gazeteci yayıncı reklamcılarının yeni oyuncağı twitter 'ı olan insanlardan. Hazır twitter demişken, elbette yabancılarda değil de bizim türk twitter kullanıcılarında twitter hesabını gizleme hadisesi var. Ne o küçük beyi/hanımı göremezmişiz? O zaman madem kapatacaksın neden twitter kullanıyorsun? Kapatmak twitter'in mantığına aykırı zaten. Ama yok kapatıyoruz ki kimse görmesin. Bence de kapat sen o twitter'ı da insanlar senin orada burada büyük laflarla süsleyerek anlattığın dünyanın aslında ne kadar küçük olduğunu fark edip hayal kırıklığı yaşamasınlar. Marc Jacobs, Liam Gallagher, Obama'nınki filan açık ama seninki kapalı olsun, mazallah bir şey ortaya çıkar filan; bence de.
Marc Jacobs demişken here you have. Gerçekten de kendisi çirkin ördek yavrusu gibi son iki yılda girdiği rehab'den sonra bir açıldı pir açıldı, eski Woody Allen kılıklı insan gitti yerine gayet hoş bir adam geldi. Ama kadın kıyafetleri içerisinde. Ne zaman bir yerlere gitse kendi tasarımı olan erkek eteklerinden giyip öyle gidiyor. Eteğe Yorum yapmıyorum da eldeki çantaya itirazım var. Bildiğin gece el çantası yani clutch. Pek güzel durmuş. Keşke doresi daha fazla olsaydı.
Bu kadar ince olmak ve şöyle giyinip çıkmak istiyorum. Ayakkabılar hariç. O ne kabustur öyle. Ama saten şort içindeki o gri tişört ve beyaz ceket tamadır. Tamamdır da benim bu kadar ince ve bir de uzun olmam epey zor sanki...

Aylardır süregelen Vogue ve türk Anna Wintour krizi heyecanı aşıldı, isim seçildi, yeni yol çizildi, sular durulmadı belki ama suları bulandıranların hevesleri kursaklarında kaldığı için başları iyice döndü, inanamadılar. Ama ben gerçek Anna Wintour ile bitireceğim- ne de olsa forever anna wintour olan bir insanım, her ne kadar saçlarım artık bob olmasa da, zamanında söylenen söylenmiş, dillenen dillenmiştir. The September Issue filminin -yani Amerikan Vogue'nun iki yıl önceki eylül ayının hazırlığını anlatan belgesel film ki kapakta Sienna Miller vardır- galası yapılmış ve kapak kızı Sienna ile kapağın asıl sahibi yani onun kapak kızı olmasına karar veren, onu giydiren, süsleyen nasıl bakacağına poz vereceğine karar veren Anna Wintour yan yana. Aslında araları limoni idi çünkü belgeselde Anna Wintour Sienna Miller için fazlasıyla dişlek yani toothy diyor bunu Sienna öğreniyor küplere biniyor ama ne yaparsın ki Anna Wintour ile küs kalmak iş değil. Hele hele moda hayatının tam merkezinde yer alıyorsa. Neticede ekmek teknesi bir yerde. Yani Sienna da öyle harikulade bir aktris olmadığına, Oscar heykelciği peşinde koşmadığına göre ikonluğu ihmal etmemesi lazım. Bunun için de kraliçe ile arayı hiç mi hiç bozmamak lazım. Toothy moothy fark etmez, Vogue 'a kapak olmuşsun, ben olsam hiç ağzımı bile açmazdım. Biter gider cuma, the nite is young, forever! Unutmadan Anna Wintour'un üzerindeki Prada; yani The devil wears Prada. İşte reklam, işte PR, işte marka olmak.

Thursday, August 20, 2009

Ruh hali: hafiflik


"une fois le désir comblé une sorte de légèreté vous envahit. cette légèreté c'est peut-être ça l'âme heureuse". - andré major
Resim de, ruh halim de birbirini tamamlıyor. Ayrıca sahnelere çıkıp dans eder miyim? Elbette.

Dream on # 8



Rüya: roma- lazio derbisi
yorumu: yorumsuz

Roma-Lazio maçını (ki bu muhtemelen tüm gece boyunca durmaksızın kalkıp gittiğim tuvaletteki eski Tribün sayılarının sayfalarını çevirmem) tribün, tribün insanları derken, göbek dansı geldi, tribün bitti, Fantastik 4 'lü tatilde oldu, havuz suyu oldu, B.'nin tipik fevri çıkışmaları oldu, sabah oldu, Pure Morning radyoda çalmaya başladı, duydum ve kalktım
.
Pure Morning
Her şey tamam da neden benim gibi bir it-girl rüyasında Roma Lazio derbysini görür ki?

Tuesday, August 18, 2009

Saygı, itibar ve daha nicesi



Mualla Eyüboğlu Anhegger, bizim için Mualla Hanım. Ben tanıdığımda aynen böyle bir kadındı.
Daha Galata'nın ve tabii güzeller güzeli Doğan Apartmanı'nın şarkıcı-türkücü-dizici-televizyoncu-reklamcı takımı tarafından keşfedilmediği ve popülarize edilmediği günlerde, Doğan Apartmanı'nda bu dünyada herhalde gördüğüm en güzel evlerden birinde Anhegger ile (ki adı robert olan kocası hep soyadı ile anılmıştır bizde) yaşıyorlardı. Önce Anhegger gitti geçen gün de Mualla Hanım.
Kıymetli insanlardı, itibar edilecek insanlardı. Hayatta çok itibar ettiğim bir insandı Mualla Hanım. Anhegger'i çok severdim, evi arayıp da F.A.'ya ulaşamadığında "faaaaaaahrriiiiiiii beeey'eeeee söylehhh misinizzzz küçük hanııımmmm lütfennnnnn ben anheggggeeeeer" diyen hollandalı aksanı ile konuşan, ben tanıdığımda huysuz aksi görünümlü yaşlı bir hollandalıydı. Bir gün A'dam 'a gideceğimi söylediğinde "kraker" siparişi vermişti bana. Önce bildiğimiz kraker sanıp "amannnn ne krakeriymiş ya" demiştim ama sonra tadınca bugün-bu vesile ile- çok sevdiğim bizde o zamanlar hiçbir yerde bulunmayan japon krakerleri olduğunu anlamıştım. Mualla Hanım ile tatlı tatlı didişirlerdi. Yaşlı filandı ama zamanında çok çapkınmış Anhegger. Mualla Hanım ile güzeldi, yetenekliydi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kadın mimarlarındandı, akıllıydı, espriliydi, hafif deliydi. Keza Anhegger de.
Bugün Mualla Hanım'ın gidişi ile de bir devir bitti bir tarz insan sanki kayboldu. Artık sadece her şeyi bildiğini sanan, idda eden, cahil, görgüsüz, olmadığı gibi yaşayan, sığ düşünüp küçük yaşayan insanlar ve bu insanların itibar gördüğü bir dünya var. Ne mutlu bize!.
"1942'de Güzel Sanatlar Akademisi Mimari Bölümü'nden mezun oldum. Mezun olduğum zaman mutlaka Anadolu'da çalışmak istiyordum. Annem de her zaman diyor ki ‘aman uşaklarım elinizden geldiğince köylücükleri okutun'. Hepimiz onun için hoca olduk. Ben de Anadolu'da öğretmen olarak çalışmak istedim. Fakat o zaman Anadolu'da mimar tabiri dahi yok. Nerede çalışacağım? O zaman Sabahattin ağabeyim Talim Terbiye Kurulu azası. Ben annemden bir hafta ağabeyime gidiyorum diye izin aldım. Ankara'ya gittim. İlk Tedrisat Umum Müdürü Tonguç beni Hasanoğlan Köy Enstitüsü Yapı Kolu Başkanı tayin etti. Ağabeyimle Hasanoğlan'a gittik.Köy Enstitüleri'ne bir şey öğretemedim ama Yapı Kolu başkanıyken talebeden çok şey öğrendim. Köy Enstitüleri'ne mimar olmanın öğretici tarafı şu oldu: Herkesten kendi yaşadığı evin planını yapmasını istedim. İşte o zaman Anadolu'daki 40 bin köyün daha prehistoryada yaşadığını gördüm ve bu beni daha çok heyecanlandırdı."

Monday, August 17, 2009

Yaz gecesi yaz düğünü yaz insanları

Düğün sevmem, düğüne gitmeyi sevmem, hele hele düğün uzakta bir yerde ya da teknede meknede yapılıyorsa oralarda sıkışıp kalmayı sevmem ve tabii düğün müziklerini hiç sevmem.
Ancak dün gece R.'nin ve geçen sene katılmak için taaa Fransa'lara gittiğim Géraldine 'nin düğününden sonra en çok eğlendiğim en çok dans ettiğim en çok keyif aldığım bir düğüne katıldım. Cidden çok sevdiğim belki çok sık görüşmediğim ama her zaman ayrı bir yeri olan, her gördüğümde aynı samimiyetle devam eden bizim Sainte Pulchérie'den sonra talihsizce Saint Michel'e geçen F .'nin düğünü vardı dün gece.

sıcak yaz gecesi, yakın mesafe, al cemal, güzel düğün, güzel gelin, zarif gelin (ki her gelin zarif olmaz), güzel gelinlik, şampanya, parti gibi düğün, genç insanlar, doğuş insanları, tasarım insanları, bol dedikodulu sp kız konuşmaları, üstümdeki mor elbise, kafamdaki tüy, ayağımdaki dore pedro garcia (ki tabanlarımı şu anda hissetmiyorum), fotocunun iğren resimleri bizim çektiğimiz güzel resimler, göbek dansı, dansözler, parıltılı yanar döner dansöz aksesuarları (taktım mı? elbette. hem taktım hem kıvırttım), damatın arkadaşları, damatın şahidi - sarışın-kızıl-sakallı olsun tamamdır- loca loca dance vs derken cidden güzel bir düğünün güzel bir anısı kaldı. Ve en önemlisi düğünde bir anda her şeyin karartılıp sisler içinden sahneye şarkı ile çıkmayan çiftlere hayranım! İlk dans denilen şeyi ayrıca çok gereksiz buluyorum ve tabii en bomba dedikoduyu yazarak bitiriyorum.

Condé Nast Türkiye'ye geldi ve yakında çıkartılacak Vogue için Lookin' For Turkish Anna Wintour macerası başlamıştı. Ve geçenlerde bu macera sona erdi ne kendisini Diana Vreeland sanan Ece Sükan, ne farklılığını ortaya koyamayan silik Melis Alphan, ne de ihbarlara kurban gitmiş Ferhan İstanbullu (ki yakışan bir isimdi bana göre) değil seçilen isim. Doğuş'ta zaten iyi yerlerde çalışan yukardaki isimlere kıyasla oldukça üst düzey bir eğitim almış ama modadan anlamayan (ki sanıyorum condé nast böylesini tercih etmiş) eli yüzü düzgün bir kız.
Dün gece düğünde kim olduğunu görünce,daha ismini cismini bilmeden yaptığım gözlemlerimin ne kadar doğru çıktığını anlamış oldum. Ben daha "bitchy" ve "bossy" bekliyordum ama pek öyle değil; ben yanılmışım. Aksine iyi niyetli , gülümseyen ve eğlenen bir kız ifadesi var. Modadan muhtemelen hiç anlamıyor ve giyim kuşam zevki de ortalamanın bir tık üstünde. Ancak belli ki öğreniyor, başkalarından gelen eleştirileri dinliyor. Fakat fönlü uzun saçlarının uçlarına yaptırdığı bukleler ve eller havaya Serdar Ortaç beğenisi ile Vogue için fazlasıyla alaturka duran bir kız (benden 2 yaş büyükmüş ama herhalde bir 8 yaş daha büyük duruyor). Ne var ki çalışkan ve becerikli olduğu için çabalar öğrenir, diğer örnekleri taklit etmeden üretmeye çalışır, 2-3 yıl gider bu iş, ama sonrası muamma (çünkü burası türkiye).
Unutmadan dişlek kendisi. Dişlekliğinde - fiziksel olarak- elbette değilim, zaten nasıl olabilirim; yapısal bir şey bu, konuşulacak bir mevzu dahi değil. Ama tamamen kişisel olarak her seferinde benzer renklerde, benzer tiplemede alaturka tarzlı dişlek kız görünce aklıma hep bir resim geliyor ama çıkartamıyorum kim olduğunu nerede nasıl gördüğümü.
Herhalde just an illusion...
Ama gecenin bombası yeni yayın yönetmenidir.

Saturday, August 15, 2009

Hediye seçimi



Kimi insana hediye seçimi zordur. Çeşitli sebepleri vardır ama genelde sevgidendir, neyi hangi sebeple vereceğin de önemli olsa da nasıl vereceğini bilemezsin, az mı gelir çok mu kaçar diye düşünürsün, bilemezsin. Doğru, buraya kadar her şey sevgiden ama bir de yeteri kadar tanımamaktan da geçiyor. O yüzden kimi insana hediye vermek ona hediye seçmek çok zordur. Yani. Tanımayana.
Dün gece yemekte L.A. Girl E. benim kolumdakini çıkartıp ona hediye etmemle o da çantasındakini çıkarttı "bu da senin için. gerçi şu anda seninkinden sonra çok küçük geldi ama" dedi. Oysa değil. Gördüğünde "bu tam anotherstar için" diye düşünülen bir hediyenin neresi küçük olabilir mi? Maddiyatla ilgili tarafı, hediyeye verilen meblağ düşünülme ve özenin yanında çok basit çok ucuz kalıyor ( ayrıca istersem ben kendim alırım ne alacaksam).
Gerçek hediye onu düşünerek alınandır bana göre. Büyük paralar verip alınanlar sonrasında gelir benim listemde.
Bugün o kadar sıkıcı, o kadar kızıl, o kadar boya dolu bir günden sonra sevdiğim insan kool şahsiyet K.'nın beni düşünerek getirdiği Macallan o kadar güzel geldi ki beni düşünerek alınan hediyelere ne denli tav olduğumu bir kez daha hatırladım. Ya hediye de olmasın mektup yazsın, resim çizsin, film çeksin, kaset doldursun, kart göndersin, kitabın içine not yazıp bıraksın, benim sevdiğim rengi, filmi, tarzı, kadını bilsin, yapamasa bile içtenliğini göstersin tamamdır, benim için milyonlara değer.

Etiler'de neler oluyor?

Mahalle benim mahallem değil, bilmem. Eski halinin bizim Yeşilköy'e benzediği söylenir, tabii denizsiz olanı. Ama bizim bugünküne çok laf edilir, çok saydırılır şöyle özenti böyle entel dantel diye, laf anlatamazsın, dinlemezler, sen de zaten umursamadığın için geçip gidersin. Bizimki derken malum Cihangir tarafı -hadi Asmalı'i da ekle içine- ve tabii Nişantaş. Aman yarabbim ne saydırma. "ben buralarda yaşayamam; siz ne biçim hayatlar sürüyorsunuz; ne kadar çok para harcıyorsunuz" tut da taa nelere kadara gider de götürmüyorum.
Bizim mahalle dışında da İstanbul'da garip olayların yaşandığı bir yermiş, Etiler. Şoktayımm! Pek akıllı olmayan ama wannabe'si bir başka kıt akıllı Şirin Şever'in öğretmeni olacak gazeteci Ayşe Arman kendisine gelen mektupları basmış, kaliteli eğitimli insanların beklenmeyen izdivaç sorunlarını yayınlamış ki şok halim devam ediyor ...

*
Etiler’de oturan, yurtdışında eğitim almış kişileriz.
Bunu söyleme nedenim, belki bizim çevrelerde durum böyledir ama diğer sınıflarda farklı ilişkiler yaşanıyordur bilemiyorum.
Minimum 30 evli arkadaşımla bu konuyu konuştum.
Sorun şu:
Hiçbirimizin evliliğinde seks yok!
Bu nasıl oluyor anlayamıyorum.
İstersen önce kendi hikayemi anlatayım:
7 yıl önce evlendik hem de çok büyük bir aşkla, her şey yolundaydı, şehvetle sevişiyorduk. Evlendik ilk bir iki ay fena değil derken, bir anda kesildi. Bıçakla kesilmiş gibi. Daha çoluk çocuk yok ortada. Sekssiz geçen 8 ayın sonunda hasbel kader, bir kere oldu ve şanslıyız ki... Onda da çocuk oldu. Sonra yine tık yok!Aradan bir 3 yıl daha geçti, yine birlikte olduk, neyse ki ikinci çocuk oldu. Dışarıdan görenler, "Bunlar da her gün birlikte oluyor!" falan diyordur. Yok öyle bir şey. Ben bayağı bir bunalıma girdim, kimseye söyleyemiyorum
.......
filan falan devam etmiş yazı.

Dediğim gibi ben mahalleyi de bilmem, evliliği de, iki çocuk sahibi olup da incecik olmayı ama bilenler dertlerini dökmüş, hem de az değillermiş. Hayranım "mış gibi" yaşayan insanlara ...

Friday, August 14, 2009

Cuma eğlencesi, 17

Bodrum ve skandallar dönüşü derken, telaş derken, heyecan derken, muhteşem Faith No More konseri derken, harikulade insan Mike Patton derken, pezevenk tarzı derken işte cuma geldi geçiyor bile ama nedense etrafta güzel resim yok, beautiful people alemlere pek çıkmamış gibi gözüküyor. Elimizdekilerle yetinmek durumundayız, ne de olsa devir tasarruf devri, yetinme devri.
Zamanında epey yakışıklı -sarışın- bir sevgilisi olan ama kendisinin adını unuttuğum amerikalı aktrislerden. Üzerindeki elbise dümdüz gibi gözükse de bence muhteşem. Emilio Pucci. Beyaz oluşu zaten harika ama o önünün açıklığı yok mu, beni benden aldı, çok kıskandım. Kız da hoş zaten ama o nasıl bir göğüs dekoltesidir, nasıl bir açıklıktır. Aynısını giymek istiyorum. Hadi giydim ama giydiğim gibi gecelere de böyle çıkmak ve bunun normal karşılanmasını istiyorum. Ama elbette wake up little susie, this is middle eastern end.

Offf çok fazla çılgın party girl görüntüsü veren ama sıkıcı insan Sieanna Miller ve leopar desenli elbisesi. Bence elbise güzel de kızın göğsü olmadığı için dümdüz durmuş ve o elbisenin rengi kızın ten rengi ve saç rengi ile hiç uymamış, söndürmüş resmen albenisini. Fakat en kötüsü bence kırmızı ruj. İşte bu bu kırmızı ruj hadisesi de çok ince bir durumdur; herkeste olmaz, her dudak yapısına yakışmaz, her yüze gitmez, her saç rengini kaldırmaz ki Sienna'da da olmamış. Yaşlı göstermiş, yüzüne ciddiyet katmış ki Sieanna shinny happy people tadında bir insan, öyle ciddi ve kool bir görüntüsü yok.

İşte Sienna Miller'dan sonra en beğendiğim insan alman köylü güzeli Diane Kruger. Benim için ikisi de kabus ama sanıyorum Sienna'yı bir nebze olsun daha fazla beğeniyorum. Köylü güzeli zaten açık olan tenine bej renkli bir elbise giymiş onu da kırmızı ruj ile tamamlamış. Ki olmamış! Anladık ikisi de sarışın, mavi gözlü yani masumiyet temsilcileri ama nedense ileriye gidemeyen bir halleri var. Belli ki bu 20li-30lu yıllar retro saç taramaları filan her ikisine de yakışmıyor ayrıca o saç rengine o kırmızı ruj hiç olmuyor. Kötü yani. Hem de her ikisi de!


Ooo işte gecelerde akan Pocahontas fantezili Naomi. Gecenin amacı tematik giyinmekmiş vs ama Pocahontas ya. Başka bir tema bulumadı mı? Bence kendisi gibi olsun yani bitchy, ota boka bağıran, mobbing yapan, çalışanlarının kafasına telefon atan patron olsun daha inandırıcı olur çünkü böyle pazar tezgahlarında satılan müsamere kılığındaki hali ile ne güzel ne de inandırıcı olabiliyor.
Oh be en sonunda güzel giyinen birisi. Penelope Cruz. Kendisi güzel, giydiği kırmızı ceket-pantalon takım, içindeki bluz (ki sütyensiz giymiş. hayranım böyle kadınlara), ayakkabıları, yüzüğü ile cidden çok güzel. Ayrıca yukardaki silik tiplemeler Sienna ve Diane'nin yaptığı hata olan kırmızı ruju sürmemiş ki Sienna Miller bir davette kıpkırmızı bir tuvaletin üzerine kırmızı ruj sürmüştü ve hiç olmamıştı.
Genelde arka arkaya aynı kişinin resmini koymam ama Kate, Katie bir şey hani şu I kissed a girl şarkısını söyleyen kızın bu hallerini görünce dayanamadım, tutamadım kendimi. İlk resimdeki o ipek kerhane perdesi gibi duran tulum nedir, onun altına giyilen o pembe ayakkabılar nedir? Peki, iç çekerek ilk resmi geçtim ama 2. resimdeki ingiliz W. A. G. varoşluğunu yansıtan önden fermuarlı kıyafet nedir, o iğrenç bileklikler nedir, o kötü pembe ruj nedir? Bence kızları öpmeyi filan bıraksın, girsin bir manastıra ruhunu arındırsın.

Ve genç ingilizlerin yeni bad girl 'i Lilly Allen. Chemical Brothers'takilerden biri ile olan ilişkisini sonlandırdığından (ve de çocuğunu karnında düşürdükten sonra) beri alemlerde kötü çocuk Liam Gallagher başta olmak üzere bir sürü insan ile görülen aslında yetenekli müzisyen. Önceleri biraz balık etiydi ama şimdilerde epey zayıf ve ötesi. Rejim ve sağlıklı hayat tarzından ziyade kokain sebebiyle olduğu söylense de bir kanıt yok gazetelere yansıyan. En son Kate Moss ile teknede joint paylaşırlarken çekilmiş resimleri var ama bu sanıyorum 3 gün daha eski. Yanmış, giyinmiş çıkmış. Ki little black dress ve kafasındakiler çok güzel. Ceketinin rengi de çarpıcı olmuş, farklı kılmış ama o kötü göz makyajı ne? Her şeyi bitirmiş, yüzünü karartmış bir de galiba güneşte fazla kalmış fazla siyah olmuş. Gerçekten de asaletin simgesi olarak gösterilen Chanel 'in yeni yüzü olmuş bir insan olarak kendisine, huysuz tasarımcı Karl Lagerfeld "neden güneşin altında malak gibi yattın?" diye kızmaz mı, merak ediyorum şahsen...

Cuma biter, manasız iş sebebiyle Fantastik 4'lü tamamlamaya gidemediğim Bodrum'dakilere kıskançlığım pazar akşamına kadar bitmez, dün gece yine Cavit yine C.D., bu akşam yine Asmalı Mescit ve yine kim bilir kimler ve forever night, forever more, forever me, forever us...

Pissst, sahnedeki delikanlı!

Thursday, August 13, 2009

1, 2

Sarışın, kızıl, sakallı, tarz, kool, ağır insan-karşı cins beğenen olarak benden ve ondan ortaya çıkacak şu ikisi gibi olabilir. Ayrıca böyle de giydirir sokaklara çıkartırım (ama asla ve asla el kadar çocuğa papyon takıp sünnet çocuğu gibi ortaya çıkarmam. o ne ya? bu kadar itici bir görüntü olabilir mi? neden ki ayrıca?).
Şahsen bir tane olması, bir tane yapma taraftarıyım. Hiç öyle "evladımın kardeşi olsun şımarık olmasın, bencil olmasın" gibi ulvi düşüncelerim yok, bu konuda kendimi yerden yere atarak diretecek yapım zaten yok. Ortalıklarda gezinen ve herkesin yaşayarak gördüğü örneklerde de olduğu gibi kardeş-abi-abla durumlarında bile kişi gayet şımarık ve bencil oluyor, öyle oyuncağı paylaşma , odayı paylaşma durumu bir boka yaramadığını görmek yeterli geliyor bana.

Fakat Chanel torbası taşıyan , ortalıklarda atlayıp koşan ve mümkünse bundan daha sevimli little anotherstar komik olabilir, eğlenceli olabilir (lütfen bakıcı faktörünü unutmayalım. artık bakıcısız bir hayat biraz zor sanki). Hiç öyle "kadınsı arzular ve hormonal duygusallıllar" içerisinde değilim, resimleri gördüm komik geldi, bende bazı şeyleri merak eden, denemek isteyen takipçileri okusun dedim. Yoksa....

Wednesday, August 12, 2009

Bu akşam 30 yaş üstü herkes


Bu akşam burada olanların, şehri terk etmemiş olanların, bir dönem Flatline, Kemancı, köprüaltı, Gitar vs gibi mekanlara takılmış olanların, fanzin okumuş, Laneth bulup soruşturup alanların hepsi bu konserde buluşuyor. Hem de Maçka'da, hem de bize çok yakında, hem de Mike Patton ile...Yaş 30 üstü olmuş, Mike Patton'nınki 40'a gelmiş, kendisi iyice efsaneleşmiş, ağırlaşmış, karısından ayrılmış...
You want it alll......




Tuesday, August 11, 2009

Gece ve olanlar


Hiç iyi uyumadım. Uyuyamadım. Garip garip şeyler gördüm garip şeyler düşündüm, gece 2,3,4 oldu, uyuyup uyandım, "acaba her daim sabaha karşı arayanlar dışında birisi arasa ne kadar telaşlanırım, ne kadar korkarım" diye aklımdan geçirdim, sabah zor uyandım, gitmedim, izin verdim kendime, bir sürü bir şey yaptım. Öğlene doğru öğrendim ki iyi uyuyamamanın, düşüncelerimin bir sebebi varmış. Neyse ki şu anda telaşlanacak bir şey yokmuş. Geçmiş gitmiş, yorgunlukmuş sebebi. Ama gece sabaha karşı diye beni aramamış, kalkıp acile de gitmemiş ki Alman denilen yer burnunun dibi, ama bugün doktor bir şey olmadığını söylemiş. İassos'tan J.A. aradı "ilgilen çocuğum babanla, ben de geliyorum zaten" dedi. Zaten ilgileniyorum ama bu böyle bir şey olduğunda "aman söylemeyelim, telaşlandırmayalım" hadiselerine de kıl oluyorum. Ara, söyle atlayıp geleyim yanında olayım. En sevmediğim şey söylenmeyenler, gizli kapaklı yapılanlar, "amannnnnn üzülmesin" diye gerzek bir sözde ince ve nazik düşünce inadı ile gerçeği söylememek.

Demek ki bu yüzden uyuyamadım, çok salakça bir şekilde daimi şekilde gecenin 2sinde arayanların dışında arayanlar olursa ne yapacağımı düşündüm.

Sunday, August 9, 2009

Dönüş, 2

bodrum, mövenpick, yalıkavak, reca's, xuma, deniz, deniz, deniz, deniz, deniz, sait, memedof, adamik, zaman makinesi, sandoz, devamı, d. a.k.a louboutin, karabasan h., kayıp çanta ve içinden giden her şey, kabus, reflü krizi, çağırılan doktor, bulunan çanta ve içinden geri gelen her şey, mutluluk, sakinlik, huzur ve whatever happens in bodrum stays in bodrum...

p.s. uçağın erken saati sebebiyle bugün xuma'ya gitmeyip ne yazık ki otelin havuzunda yüzüp şöyle kollarımı havuzun taşlarına dayamamla daha dün güldüğümüz bir pozu anımsadım. galiba biz kız takımında havuzun kenarında durup poz verme arzusu, isteği ve talebi var. daha doğrusu havuz kenarında bir banu alkan-ahu tuğba-bo derek gibi poz verme ve bunun fotoğraflandırılma arzumuz var. ve tabii çoğunlukla bunu facebook'a koyma hali. amann derimmm. ne kadar çok kız-kadın var facebook'ta öyle poz veren. hepsi bir su perisi gibi bakmış, havuz kenarında bedenini yarısını sudan çıkarmış hali ile poz vermiş, derin derin bakmış, resim çektirmiş sonra da onu profil resmi yapmış. vah vah! kimse alınıp bozulmasın ama böyle bir resim çektirip bunu da herkesin göreceği yere koymak büyük varoşluk. ha bir de unutmadan elbette resim çekilenin gözleri mavi ise yani suyun rengi ile uyumluysa en büyük artı elbette ki onda. hani mavi ve mavi birbirini tamamlıyor, derinlik sağlanıyor. bravo. aslında profil resimlerinde böyle resimler olanların hepsi birer stefanie, birer claudia, birer daria, birer erin, birer natalia; yazık harcanıyorlar bu hayatlarda ve onların resimlerini çekenlerle...

Wednesday, August 5, 2009

yarın, öbür gün...

sörf değil belki ama mavi evet, ıslak evet, ten evet, bikini evet...

Yıldız derken, star derken budur


"madem gökyüzünde bir yıldızsın neden bana kaymıyorsun".
Çok akıllı bir o kadar seviyeli arkadaşlarım var. Seviyorum. Forever. Pearl Jam Black'in sözlerini böylesine yorumlayan S.'yi ayrı seviyorum. Evet, resimdeki dövmeyi de yeni dövmesine yer arayanlara öneriyorum: " hmm yaptır sen bunu o bahsettiğin yere de gülelim biraz".
Fakat dalga dışında cidden "madem gökyüzünde bir yıldızsın neden bana kaymıyorsun". Ya da aslında yıldız olan benim, ben mi kaysam ona? Gerçekten seviye forever, seviye denizzzz, seviye bodrummmmm....

Tuesday, August 4, 2009

Motto # 6




smoke, 1995, dir. wayne wang

auggie - if you can't share your secrets with your friends then what kind of friend are you?

paul - exactly... life just wouldn't be worth living.

Az önce rastladım, mutlu oldum. Beni en çok mutlu eden basit mutluluklar üzerine kurulu filmlerden "SMOKE". Ayrıca sigara içmesem de içmekten zevk alanlara gitsin.
Forever little happiness in everyday life.
Ayrıca son sahneden çalan "you're innocent when you dream" , tom waits... forever.

Hafta arası eğlencesi

İki haftadır yazmaya her seferinde yeltendiğimde bir aksilik oldu veya beautiful people'i beğenmedim filan, haliyle de cuma eğlencesi sekteye uğradı. Ayrıca hava da sıcak, yani insan pek bir şey yapmak istemiyor (hatta mümkünse bu sıcakta yapışmayalım) ama ona buna sallamayı özlediğimi itiraf ediyorum.
Zerre beğenmediğim, tarz da bulmadığım amerikalı aktrislerden Claire Danes. Bildiğin vasat surat, vasat ifade ama işte yüksek paralara tutulan stlylist denilen hadise vasat olmayan hoş bir kıyafet içerisinde kendisi. Elbisenin modeli de rengi de çok güzel. Sıradan yüzü de uzun saçları ile daha bir bakılır olmuş. Resimlerden anlıyoruz ki New York ve Londra'da havalar öyle bizdeki gibi sıcak değil, aksine serin ve esintili. İşte Anna Wintour ve gergin ifadesi, yüzündeki gülümsemenin gerginliği. Her daim trençkot, her daim beyaz, her daim Anna Wintour (ama lütfen muhtemel türk versiyonları benden uzak olsun; görmeyeyim bilmeyeyim çünkü 3. dünya ülkesinin bu çabaları beni çok yoruyor).

Anna Wintour'un kızı, Teen Vogue'un bilmem nesi Bee xhxhx. Aslında güzel kız ama burada o kadar belli olmuyor. Kıyafeti de bence sıradan ama mükemmel olmadığı için özellikle beğendim. Yani lacivert elbise kahverengi kemer siyah ayakkabı ve siyah çanta. Bizde olsa tarzı ve gustosu olmayan ama parası ve mevkii olan türk kadını lacivert ile siyahı asla yanyana giymez, ola ki giydi (ki bunun mutlaka moda dergilerince o sezon için onay görmüş olması gerekir) o zaman o kahverengi kemeri takmaz. Neden? Çünkü lacivert,siyah, kahverengi bir arada olamaz, olmaz çünkü moda değilllll....

Mario Testino, ultra zengin yunanlı armatör aileleden rinNiarchos'un torunu ve Carine Roitfeld. Bence kıyafeti muhteşem; saten kumaşı, rengi, kemeri, altın takıları ve eldeki çantası. Çantayı o kadar beğendim ki sanırım özel resim koyacağım çanta için. Carine Roitfeld de öyle muhteşem güzel bir insan değil ama Anna-Alexandra ikilisinin yanında bambaşka kalıyor ama genelde Vogue genel yayın yönetmenlerinde bir çirkinlik var. İtalya'nınkini geçiyorum bile ama bizde de o kanlı savaşların galibi olacağı söylenen koca burunlu silik kız olacaksa tam uyar resme (hoş, büyük umutların büyük hayal kırıklıkları yaşatacağı vogue türkiye'nin esamesi esmez condé nast'ta ama hadi neyse, iyi olayım bugün).
Carine'nin oğlu ve italyan erkek Vogue'nın editörü, olabilecek en gereksiz sıfatlardan olan ikon kraliçesi Giovanna Battaglia. Gülmemesi gereken hoş kadınlardan Giovanna. Tarzı duruşu olanlardan, öyle her daim vintaj giyip de tarz olduğunu sananlardan değil. Ama nedense gülünce koolluğunu kaybediyor. Fakat elbisesi güzel, bacakları güzelTanımam etmem sadece kabusum olduğunu bilirim. Buyurun giyinin hanımlar, önünüz açık.
Gerçekten de kimi zaman hırsızlar çetesi gibi görüntüleri var bu italyan erkeklerinin. Hepsi tasarımcı ve hepsi de dağ kaçkını görüntüsünde garip bir çirkin görüntüye sahip. Özellikle de Giambattista Valli. O ne ya? Kapıya gelse musluk tamircisinin çırağı olarak bile almam, o kadar korkunç bir görüntüsü var. Ama iyi tasarımcı, orası ayrı. Ayrıca o musluk tamircisi çırağı imajı da biraz kendi seçimi. Kız da Valentino'nun tasarımcısı.

Ve tabii en sevdiğim insan ile bitiriyorum. Gerzek Gwyneth Paltrow. Üzerindeki çirkin kendisi ayrı antipatik. Zayıflamış kendisi bu davette de özellikle detoks sonrası zayıfladığını göstermek istemiş. Hani eski resimlerine de bakıldığında görülen tek şey aslında hep çok zayıf olduğu. Ama o memnun değilmiş 2 çocuktan sonra aldığı kilolardan. Cidden bu tip insanları alıp iyice bir dövmek lazım. İnceciksin, hiç kilo almış değilsin, almışsan da zaten süt emzirme, yoga, pilates, ölüm orucu ile vermişsindir ama hâlâ ortalıklarda çok şişmanım deyip duruyorsun. Ayıp ya, cidden bu durumdan muzdarip insanlar var hayatta. En sevmediğim şey işte bu tarz kadın; sürekli ne kadar "iyi" durumda olduğunun söylemesini bekleyen kadınlar. Hep duyacaklar "taş gibisin, ne kadar incesin, iki çocuğunnn mu varrr, vaoooow" gibi lafları, egoları yükselecek ama onlar hep "1 kilo almışım, bacağım kalınlaştı" diye ağlayacaklar, ölüm oruçlarına girecekler. Hem salak hem de içten bir şekilde ezik oluyor, işte en ünlülerinden biri de Gwyneth Paltrow, ezik amerikalı kendisi.