Friday, February 28, 2014

Alkışlar

Bugün itibariyle dolu ceplerle cezaevinden bırakılan tahliyeler neticesinde alkışlar elbette yüce mahkeme ve adalete tabii orayı geçiyorum da kendi küçük dünyamda bir de Apple'a göndermek isterim ... 1 ay olmadan bir anda durup dururken elde patlayan havalı bilgisayar üretmek müthiş bir şey olsa gerek. Hem de o kadar paraya. Ama artık bazı olaylar karşısında verdiğim tepkilerle hep "büyümüşüm ben" diyorum, nitekim aynen bu durumda da öyle diyorum. Eskiden önemsediğim o kadar çok şeyi önemsemiyor, belki sinirlendirecek o kadar duruma tepki vermiyor, kaale aldığım o kadar çok insanı kaale almıyorum ki ... Olur, her şey var hayatta. Sıkıcı ama oldu işte. Tamir edilir herhalde. Edilmezse de yenisini verirler. Ehhh. Sıkıcı. Nerede cuma eğlencesi. Zaten sabahtan akşama kadar sadece ingilizce ile tükenmiş bitmişim, yemişim macbook'u. whatever.

Thursday, February 27, 2014

Önce Kenan Evren şimdi George W. Bush ile "Bir sergiden tablolar"

Tesadüf gerçekten bazen çok eğlenceli bir şey ! Tam da George W. Bush ve Yale ve bir de üstüne Harvard Business School diyorduk ki karşıma çıktı kendisi. Hem de yepyeni bir haberle. Ressam olmuş kendisi ve nisan ayında bir sergisi olacakmış.

Biz alışkınız aslında ne de olsa önümüzde Kenan Evren örneği var. Binlerce aileyi birbirinden kopardıktan ülkeyi mahvettikten sonra emekliliğinde kendini resme vermiş hatta 90ların ortasında resimlerini prestijli Aksanat'ta sergilemişti ( tepki olarak da bazı sanatçılar aksanat'ı atsanat'a çevirmiş başka bir sergi açmışlardı). E işte her şey oluyor bu hayatta. Bush da böyle resim boyama işine girmiş, sergisi de yaklaşıyormuş. Dünya buna hazır olmasa da yine de kolaylıklar, bize ise zaten çoktan elveda bebeğim!



Mussorsgsky'nin "Bir Sergiden Tablolar"ı ise ayrı bir güzeldir, Rus Beşlisi ise zaten bambaşkadır (her ne kadar Tchaikovskyi'yi aralarına almasalar da yine de güzeldir)


Wednesday, February 26, 2014

Arada yaşananlar, III

Her saniye her dakika yeni bir şeyler yaşanıyorken, yüreğimizi kah pır pır ediyor kah sıkışıyorken arada yaşananlar yine de kendi gerçeğimizi, gündeliğimizi hissettiriyor. Allah'tan (maşallah, inşallah, selamın aleyküm ile başlayan ve bir o kadar ulvi devam eden konuşmalar beni yoruyor desem) ...

gelip geçen haftasonu, to do list-not to do list- radyo günleri part 3, wolf of wall street'in ne kadar ama ne kadar kötü bir film oluşu, sıkıntıdan şişirdikçe şişirmesi, yenisi mi eskisi mi derken ikisinin de varlığının zorluğu, yeni bilgisayar sistemlerine geçişin zorluğu, sekvotka ve mahkemesi, çağlayan adliyesi'nin neredeyse bir kafka romanı gibi insanın içini karartan, çaresiz ve çıkışı olmayan bir yer gibi hissettirmesi, çıkışındaki despina, neredeyse 3-4 yıldır gitmediğim despina ama gidince de soğuk ve yağışlı bir kış günü kimseler yokken kalabalık bir grup ile de olsa gitmenin pek de keyifli olmadığına kanaat getirdiğim despina, önümüzdeki "3 gün"ün telaşı ama gel gör ki çoktan yitip giden heyecansızlığı (heyecan gidince giden bir duygu. hiç öyle romantik abartılı duygusallıklara gerek yok ama heyecanı öldürmemek iyi bir şey; hele hele bunun çaresi eldeyken yapmamak büyük hıyarlık. sonrasında edilen "ay çok seviyorum seni", "ay hep yanındayım", "ay biz çok iyiyiz", "yarın hayat daha güzel olacak, unutma, kendine iyi davran, içindeki çocuğu öldürme" gibi zeka özrü sabit spastik laflarla sözde heyecan ifadeleri komik kaçıyor. non merci canım!)

p.s. "3 gün"ün tek heyecanı biten günün sonundaki # 8'dir. gerisi zaten olan biten işler, arada yaşananlar

p.s. (2) en son (muhtemelen) 2011 yazında gittiğim despina'ya mahkeme çıkışı kalabalık ve oldukça keyifli vaziyette hele bir de gündüz vakti gidince rakı masası ehemmiyetini bir kez daha hissettirdi. o güne ve o gün beraber gidilen insanlara dair değil belki ama genele dair düşüncem hala baki; "herkes ile rakı masasına oturulmaz, herkes ile rakı içilmez". arada bir, nadiren de olsa bu konuda heyecana kapılıp hata yapsam da, olmayan zaten olmamış oluyor, olması gereken kendini hissettiriyor ve biten bitip gidiyor. insanoğlu biraz naif biraz aciz biraz da küstah; bir yerlerde mutlaka heyecana, coşkusuna, keyfine, hırsına yeniliyor hata yapıyor. ama yine de dönüp baktığımda muhtelif ve ısrarcı tekliflere rağmen kadehimi tokuşturmadığım, "çiroz yerim ben" demediğim, saatlerimi masada beraber geçirmediğim birkaç insan var ki ...hah işte, orada hata yok, bebeğim. 

p.s. (3) milletçe gördük ki ivy league okullarında okumak öyle parlak bir zeka gerektirmiyormuş. harvard, yale bildiğin parayı ver diplomayı al gibi bir şeymiş. misal george w. bush. önce yale üstüne harvard business school. sonuç? ortada. 

p.s. (4) geri gelsin ruhumuzdaki muzır günler, sean connery bakışlı kool ifadeler...en azından ifadesi gelsin çünkü arkadaki boş istanbul boğazı görüntüsünün geri gelmeyeceği kesin. 

p.s. (5) çok affedersin de yemişim scorsese'yi...bu kadar kötü bir film bu kadar sıkıcı bir film boşa verilmiş para resmen. recep ivedik serisi ile dalga geçiliyor da bence wolf of wall street kötülükte recep ivedik ile yarışır. hem recep ivedik'in komedi olduğu biliniyor da o yüzden yerden yere vuruldukça vuruluyor da diğeri ise ciddi ciddi oscar moscar yolunda...asıl milletle dalga geçmek bu. 

Tuesday, February 25, 2014

Breathe-Respire

Tükendim resmen. Her gün başka bir fantezi başka bir masal başka bir yalan. Cidden tükendim, sıkıntıdan patladım ve mideme giren krampları filan zaten geçiyorum. Belki herkes böyle, belki hiçkimse böyle değil. Ama sıktın artık ! Her şeyinle. Bitsin ve gidelim. Atlas üzerindeki birkaç kör nokta, bozkır veya çöl ortasındaki (suni) medeniyet sirki hariç her yer olur. Ama cidden her yer. O kadar sıkıldım ki ... En boktan ve sıkıcı olanı ise, insan sıradan bir şekilde nefes aldığında mutlu oluyor, bu kadar manasız günler bu günler.
 

Thursday, February 20, 2014

(geceden) kalma Sabah keyfi

Boşuna değildi düşünmem, konuşmam bazı bazı dillendirmem. Dün akşam da seyrettikten sonra bana ne kadar uygun olduğunu hissederek, kurgulayarak geçirdiğim zamanların doğru zamanlar olduğunu bir kez daha gördüm. Elbette bugüne kadar geçen (iki yıla yakın) süre zarfında boş bulunup insanlara anlatıldığında karşılaşılan "gülme", "anlamama", "dalga geçme", "anlamayarak küçümseme" tepkisi de bir o kadar doğal. Uzak hep uzakta olsun, kafi. 

Wong Kar-Wai hayranı değilim, romantik sayılmam, öyle tek çekim tek karenin beş saat sürdüğü sanatsal estetik duygusal filmler benlik değil ama evet, The Grandmaster benlik. Ve yine görüntülerin güzelliğinden, yönetmenin becerisinden ziyade sadece ve sadece konusu sebebiyle. Kung fu, Wing Tsun, Shaolin Kung fu, yaşam biçimi, kurallar, disiplin filan derken gerçekten de gerçekle gerçeğe uyanılan bir sabah keyfi oldu. Neticede acı da hayatın içerisinde varoluyor. Keyif de. İkisi beraber de varolabilir veya zaten onlar beraber de belki bizim algımız kısıtlı. 

whatever

Gerçek olsun. Her şey. (acıyı) Atlatması da, (keyfini) sahiplenmesi de mış gibi olana göre çok daha kolay. Neticede su akıyor, be water o halde. 








Tuesday, February 18, 2014

"Yalan"dan, "dolan"dan, aptallıktan sıkılmak

Yazın susuz (ve haliyle pis) geçeceğinin en güzel habercisi olan kış aylarındaki yağışsız  ve tedirginlik verici "ay ne güzel bu erken bahar ayları" üzerine yapılan "endişe edecek bir şey yok, A, B, C planlarımız hazır, suların kesilmesini bekleyenler mutsuz olacak" gibi zeka geriliği içeren açıklamalar, gerçekten boş ama çok boş yazıları ile yer işgal eden birbirinden farklı seviyelerdeki iticilikleri ve bir o kadar "intelligence limitée" sahibi iki çok meşhur, çok saygı duyulan gazetecinin karakterleri ve bilgi seviyeleri kadar yüksek fantastiklikteki "gördüm, duydum, inandım, ikna oldum" ifadelerinin elde patlaması, ortaya çıkan gerçeklerle acıklı duruma düşmeleri, kendilerini savunma halleri, yine yalan dolan halleri filan derken o kadar sıkıcı ki bu insanlarla beraber aynı yerde yaşamak, aynı havayı solumak, aynı dünyada bulunmak...Sağcısı, solcusu, dincisi, inançsızı, ateisti, hedonisti, sosyalisti, bürokratı, esnafı, bakanı, televizyoncusu, sunucusu, gazetecisi, yazarı, çöpçüsü hiç ama hiç farketmez, yalan söyleyen insanla yaşam o kadar sıkıcı ve o kadar aptal ki ... insan artık onlar yerine utanmayı, rahatsız olmayı filan geçiyor çoktan da sadece kendisini korumaya alıyor ve karşısındakini zerre kaale almamayı öğreniyor.

Ha bir de ne yazık ki kişinin kendi gündelik sosyal ve profesyonel hayatında karşılaştığı yalan dolanlı insanlar var ki elbette o çok daha tehlikeli. Ne de olsa "bugün başkasına yalan söyleyen yarın bana da söylemez mi" diye düşündüren cinsinden. Sonuç ; " söyler tabii, er ya da geç mutlaka". 

P.S. iş hayatında yaşanan ve amacı kendisini hırslı amaçlara ulaşmak için farklı göstererek karşısındakine zarar vererek onu olmadığı gibi gösterek söylenen yalanlardan kurtulmanın - bence - en iyi yöntemi yüzleşmek. hem de herkesin ortasında. öyle nezakete gerek yok çünkü nasıl olsa malum şahıs göstermemiş, o halde what the fuck cicim?  ha bir de kimi kötü örneklerde (mesela ayağını kayırmak, ekmeği ile oynamak amacıyla) yapılan "sözde" sevgi ve ilgi dolu konuşmayı  iphone'a kaydetmek var( aynen 2011 son aylarında otto'da oturmuş benimle bana dair çok ilgili ve bir o kadar sevgili dolu bir konuşmayı yaparken söylediği her kelimenin yalan olduğunu bildiğim için ayrılırken elimde kanıt olsun diye benim yaptığım gibi). yalancı ile ilişki zor iş; insanın kendisini en azından onun yapabileceklerine karşı koruması gerekiyor. that's life!

P.S. (2) bitsin gitsin bu konular, bu mevzular! ama her gün burada yeni bir fiyasko yeni bir kötülük piyangosu. oysa hayatımız basit olsun, eğlenceli olsun, heyecanlı ve keyifli olsun istemez miydik?
 

Sunday, February 16, 2014

Never on sunday : (stres) toplarımı sıkarken




gerçekten de garip bir merkür yavaşlığı ve hırtlığı ile geçen bir hafta, yazıp çizmek istenilen o kadar çok şey olmasına rağmen yaşanan el gitmeme hali, aylardır özlediğim ama göremediğim 5 harfli s., hemen ertesinde yine deli gibi özlediğim ama bir beceriksizliklerimizden göremediğim s.e. ve beşiktaş'ın müthiş hali, united biraları, turşu peşinde haller, hala bir türlü başlamadığım tez, good vibrations ve belfast ve protestan ve katolik ve müzik ve hayata bağlanmak ve yine radyo günleri ve soulshine ve "aa 14 şubatmış aaa her yer kalpmiş kırmızıymış şişirmiş" derken gelen R2D2 ve uzaktan kumandalı helikopter mutluluğu ile bir cumartesi sabahının erken gelen hafif never on sunday hali devamında cumartesi gecesi karşı'ya geçme, gey kapılım z. ve yeni hanesi, güzel hanesi, evdekiler, evdeki sevilen davetliler, evdeki eğlenceli, keyifli insanlar, konuşulanlar, yenilenler, içilenler, bahsedilenler, kavuşulanlar, kavuşuldukça uzaklaşmak istenilmeyenler, geceleri soğuyan şubat havasına bir anda düşüvermek, karşı'dan sabaha karşı dönüş ve never on sunday arzusu ile uyanmanın zorluğu, yüklenenler, çökenler derken gerçekten de kendimi bir nevi (stres) toplarımı sıkarken bulup da bir josé mujica rahatlığında olamadığım için darlanmak....


Sunday, February 9, 2014

Never on sunday




şaşırtıcı şekilde yeni yılın ilk never on sunday'ı olması derken hala güzel hava, korkutucu şekilde kuraklıkla geçecek yaz günlerinin tedirginliği ile cuma akşamı ve radyo günleri'nin başlangıcı derken, heyecanlı derken, mira'nın yanında i.k., reyy. ile açılışı yapıp dakikalarca yanlış kanalı dinleyen # 8'e varış, arada isveçli'den gelen fantastik yorumlar, "gelir o ses merak etme sen", türünden gaz laflar, biraz utanma biraz heyecan biraz da güven derken eğlenceli hadise işte günün sonunda, ama öncesinde boogie boy evinde boogie boy buluşması, perili köşk gibi kapısı, "o, bu, şu, onlar bunlar şunlar" derken geçen saatler ve yine back to the future cumartesi, güneş bahar derken gece yine esintili geceler, yılların missoni 'sinin itsumi için fazlasıyla overdressed oluşu, yine sipariş görgüsüzlüğü, yemeklerin lezzeti derken insanoğlu için yine abartılı yemeler, pazar keyfi, belki uzun zamandır ilk kez hissettiren never on sunday ruh hali, elbette baştakilerin korkunç antipatik halleri, yalancı söylemleri baki kalsa da en azından biz hanemizde direniyoruz. sinirlensek de, üzülsek de, içimizde bekleyen büyük bir öfke mevcut olsa da gerçekten delirmemeye, güne gülümseyerek başlamak için direniyoruz, tepkimizi beklendiği gibi vermemeye çalıyoruz. işte o yüzden hanede never on sunday, ülkede never on sunday...

p.s. tam yedi yıl önce, 2007 şubatında yine bir vesile ile giymiştim. sanıyorum r.'nin doğumgünü içindi. sonraları yine epey sık giysem de bir şubat gecesi giyinme halinin anımsattıkları epey fantastik bir o kadar da komik oldu. hiçbir şey ama hiçbir şey aynı değil ki birinden bahsedeyim. sadece müzikler. dinlenilen müzikler eklenen yeni bir şeyler olsa da asıl dinlenenler hala aynı. bu da yerinde saymaktan ziyade dinlenilenlerin muhteşemliği. yoksa hiçbir şey değişmeden kalamaz. 

p.s. (2) venedik sevmeyen biri olarak tv5'teki bir belgesel resmen venedik'e dair algımı değiştirdi. bayağı bambaşka bir dünyası varmış, turistik kısmının haricinde. büyük bir cehaletle işte, "turistik sıkıcı" deyip geçmişim defalarca. eh, değilmiş, öğrenmiş oldum, karşıma çıktığında da never on sunday resmi olarak da dükkana koymak hoşuma gitti.

p.s. (3) üşenip de pazar sinema seansını eve almak kebapçı televizyonunda kolay oluyormuş. mönü de aynı değişiklik yok, 1 mısır ve 2 içecek dahil. pazar saat 19:00 seansı yer kebapçı sinema salonu film jeune et jolie (kız epey güzel ama eblek, konu fena değil, modern "belle du jour", ebeveyn-çoluk çocuk yanında bizim milleti zorlar da kendi kendine küçük çevre olur) . 

Saturday, February 8, 2014

Neye inanırsan veya neyi yersen !

Aslında sanıldığı kadar zor değil. Gerçekleri kapatmak, gerçeği gerçekliğinin dışında görmek. Aksine oldukça kolay. Bir de herhalde bir şeyi bin kere söylerse mucizevi şekilde öyle olacağını düşünüyor insanoğlu. Ya da düşünmek istiyor. Biliyor ki gerçek hiç dilindeki gibi, etrafa yansıttığı gibi değil ama işte sürekli aynı şeyi tekrarlarsa herhalde olacak diye düşünüyor.

Ünlüsü, ünsüzü, yöneteni, yönetileni bir şekilde herkes bu oyunda kendisine bir rol belirliyor ve o rol içerisinde hayattaki gerçekliğini de yansıtıyor. Ya da yansıtamıyor. İnsanın kendini kandırması belki de en kolayı. Aynaya bakıp "ben yapmadım, ben hırsız değilim, ben öldürmedim. hep onların suçu. herkes bana karşı herkes benim karşımda, beni (benim istediğim gibi) sevmiyorlar beni kıskanıyorlar, bana kumpas kuruyorlar. benim başarımı çekemiyorlar" diye defalarca söyleyince öyleymiş masalına inanıyor insan. just an illusion gerçekten ama öyle.

Geçen akşam yeni evindeki Boogie Boy ziyaretinde bugüne kadar daha önce telaffuz dahi etmemişken ikimiz de "just an illusion" dedik. Ama öyle! Etrafımızdaki tanıdığımız veya  tanımadığımız ama hepsi birer şahane  just an illusion örneklerini dile getirip, bu hayali kurgulanmış hayatı yaşamanın aslında ne kadar zor olduğunu farkettik. İnsanın aslında kendisinde olduğunu çok iyi bildiği defolarını, yaralarını, güvensizliklerini, hırçınlıklarını, acılarını, travmalarını, hayalkırıklıklarını dışarıya göstermemek için onları sanki dünyanın en güzel hediye paketiymişcesine süsleyip cazip hala getirmesi gerçekten çok çok büyük bir çaba. Hem de bir o kadar da yorucu bir çaba! Elbette insanoğlu eksikliklerini dışarıya göstermek istemeyebilir ki bu çok doğal bir şey. Ancak kendisinde olduğunu bildiği, gece yatarken varlığını hissettiren, ilişkilerinde hep kendini hatırlatan o malum sorunu halletmemesi hiçbir şeyi çözümlemeyecektir. Ne kendisi için, ne de dışarıya vermeyi hayalini kurduğu o çok "mutlu, huzurlu, müthiş, aşk, sevgi, iyi niyet " sıfatlı dünya için. Hem de bu sıfatların büyük harflerle vurgulandığı bir dünya. Zaten bir şeyi çok fazla söylemek, sürekli o "ruh haline", o "sıfata" vurgu yapmak, öyle olduğuna karşıdakini ikna için sürekli savunan bir halde olmak aslında ısrarla söylemeye çalıştığının tam aksi olduğunun göstergesi değil mi? Ve asıl korkutucu olan bu değil mi? Herkes bir şekilde birileriyle kurguladığı herhangi bir ilişki biçiminde, yaşanılanın ne olduğunu bilirken yine kendi önüne çıkartılan o "mutlu" resmin, aslında tamamen bir kurgu olduğunu görmemiş midir? Hiçbir şeyin gözüktüğü gibi olmadığını, gülücüklerin fotoğraf makinesi kapanınca silindiğini, hırsızlığın belgelerle kanıtlandığını, sözde eve doğru koşar adımlarla yuvaya giderken edilen telefonları zaten bilmiyor muyuz?

Yalanlı, yalan kurgulu bir dünyayı yaşamak, bunu yaratan sorunun çözümüne gitmekten daha zor. Oysa halletmeye çalışmak, destek alarak üzerine gitmek, korkmamak, dirayet etmek ise 3-5 ağlak seanstan sonra daha kolay ve daha hafif. Ve daha huzurlu. Günün sonunda herkesin aradığı bu değil mi?

Yaşamdaki abartılı makyajı silmek iyi gelebilir. Elbette çoğunluk aynen devam edecektir. Azınlık için ise, aynen 3-5 salya sümük seanstan sonra kendisiyle ve diğerleri ile kavga bitebilir, huzur gelebilir. Oluyor böyle şeyler. Kesin bilgi!


Thursday, February 6, 2014

Hayırlı olsun cicim!

Hayırlı olsun! Yasayı torbalayıp bize, bizim iyiliğimiz için sunan 27 kişiye de saygı ve sevgilerimizle...İyi ki varsınız iyi ki bizim gibi gerizekalıları kötü yola düşmekten kurtarıyorsunuz. Özellikle de sosyolog olan milletvekili Zeynep Karahan Uslu. Kendisiyle meslekdaşı olarak büyük gurur duyuyor, attığı imzayı hayranlıkla seyrediyor, kendime de acıyorum şu düşük seviyeli halime, yalan değil.


 via tknlj.com
***

      Yasa Neleri Değiştiriyor?

  • Yasada önerilen değişiklikten önce bir internet sitesinde uygunsuz bulunan içeriğin kaldırılması için öncelikle o sitedeki içeriğin sahibine ya da site içerik yönetimine başvuruluyor, bu yolla bir çözüme ulaşılamaması halinde yasal yollara gidilebiliyor ve mahkeme sürecinin ardından yalnızca uygunsuz bulunan içeriğin kaldırılmasına karar veriliyordu. 5651 sayılı kanun ise bu süreçteki ieçrik yöneticisi ve içerik sahibi unsurlarını çıkartarak uygunsuz herhangi bir içerik görüldüğü taktirde direkt olarak ve kimseyi uyarmadan mahkemeye başvurulmasının yolunu açıyor. (Site yöneticilerinin dikkatine: Artık her an kapınızda beliren mahkeme kararları ile karşılaşabilirsiniz)
  • Daha önceki uygulamanın usulü, kararın içerik ya da site yöneticisine bildirilecek uygunsuz bulunan içeriğin kaldırılması şeklinde idi; ancak "Erişim Sağlayıcıları Birliği" adında kurulan ekip artık herhangi bir kararı, internet sitesi sahiplerine haber vermeden uygulayabilir ve internet sitelerine (URL ya da Domain'in tamamına) erişimi habersiz şekilde engelleyebilir. (Site yöneticilerinin dikkatine: internet  sitenize erişimin engellenip engellenmediğini her gün kontrol etmek zorunda kalabilirsiniz.)
  • Daha önceki uygulamada yargı süreci sonuçlanana ve karar kesinleşene kadar engelleme yapılamıyordu. Yasadaki değişiklik ise önce sitenin engellenmesi, ardından yargı sürecinin başlaması yönünde. (artık her an sitemize bakıp itiraz etmem gereken bir engelleme var mı diye diken üstünde duracağız)
  • Eskiden tamamen gizli tutulan IP adresi gibi bilgiler, tıpkı arama emri gibi yasal bir izin olmadan kurum ve kuruluşlarca temin edilemiyor bu da gizlilik haklarınızın ihlalini engelliyordu. Yasanın onaylanması halinde ise Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tüm IP bilgilerinizi elinde bulunduracak ve birkaç yıl saklayacak, istendiği taktirde ise sizin bu bilgilerinizi diğer kurum ve kuruluşlarla paylaşacak.
  • Tüm ülke olarak Youtube yasağında yaptığımız gibi DNS ayarlarımızı değiştirerek bölgesel olarak erişimin engellendiği sitelere girebiliyorduk; ancak internet yasasındaki değişiklik bunun da önüne geçmeye çalışıyor ve erişim sağlayıcılara farklı erişim engelleme yolları bulmaları zorunlu hale getiriliyor. (Attığınız twit yüzünden internetiniz kesilebilir mesela). (via webtekno)

Wednesday, February 5, 2014

Sabah hatırlatması

Dert olan görüşüp görüşmemek değil. Zaten hayatın kendi akışında işin içine beklenmedik çirkinlikler, saçmalıklar girdiyse zaten yolun gidişatı kendiliğinden çiziliyor ve kendi çizdiği yol aslında en doğrusu oluyor. O yüzden hem orada değilim hem de bu halden oldukça memnunum. Ama kimi zaman "keşke" dediğim zamanlar olmuyor değil. Özellikle de bazı "mal insan"  durumlarını, fantastik komiklikleri ve pek kimselerden isteyemediğim fantastik yardım taleplerimi zamanında paylaştıklarımla öyle bir an geliyor ki "amaaan bok vardı" diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yalan değil. Ancak abartılacak bir durum değil, olması gerekenin yaşamlardaki yansıması. Yani  that's life . Oluyor böyle şeyler. Olsun da. Herhangi bir şekilde üstelemenin, beklenti veya bir hırs, bir kızgınlık ya da üzüntü duymanın hiçbir manası olmadığı gibi, her şeyden öte baştan beri "olmayanı olmuş gibi yaşananjust an illusion ilişkilerin de yaşanmasına gerek yok. Vakit kaybı olduğunu insan, işin rengi değiştikçe anlıyor. Fakat yine de kimi fantastik anlarda, "acil durum"larda "ah be, sorsaydım kesin hemen hallederdim" diye eğlenceli vaziyette aklına gelmiyor değil. whatever. Nihayetinde de o konuyu paylaşacak, soracak kişi olmayınca kendi kendine hallediyor, çözüme ulaşıyor. Yani yine sorun yok. O arada akıldan geçenler ise sadece insani düşünce; o kadar.

Monday, February 3, 2014

Dream on # 2

Her ne kadar sıkıldıysam "ciddi ve gerçekçi" rüyalardan, peşimi bırakması bir o kadar zor oluyor. Tamam, biliyorum, neyi kimi görüyorsam aslında hiç hayali bir şeyden bahsetmiyor. Aksine zaten yapabileceği bir şeyi bana hatırlatmış oluyor. O yüzden de hiç mi hiç şaşırmadım söylediğini yapmadığını görünce. Böyle şeyler onunla olur yani! Bugün çok bambaşka bir ruh halini gösteriyorken aslında aklında başka bir şey vardır ve gerçek yaşadığı da, istediği de odur. O yüzden hiç şaşırmadım. Sadece sıkıldım. Böyle gereksiz rüyalarla uyanmak istemiyorum. 

Saturday, February 1, 2014

(gece) çıkmadan önce

ben eksenli olmasa da ödev teslim günleri yaşanırken hiçbir şekilde yaşanamayan ve yazılamayan ben eksenli tez günleri, bir şekilde garip duygular, 1 şubat derken birileri doğarken bir başkalarının öldüğü tarih derken meğer iki yıl olmuş anneannem gideli (ama iyi ki de gitmiş, iyi ki yaşayacağı kadar dolu dolu yaşamış ve artık iyice aletlere bağlandığı bilincini kaybettiği günlerde gitmiş. gitsin de insan böyle zamanlarda. çok sürünmesin, sürünmek en kötü şey), yeni ay mutluluğu, payetlere geri dönüş mutluluğu, h.k. parti heyecanı, giyinme heyecanı, "acaba payetli elbise giysem çok abartılı olur mu? esas kızın günü neticede" sorularını düşünürken sorarken esas kızdan gelen şahane "giyinmezsen eşeksin" cevabı ile "allahım payet seviyorum" deyip giyinmek, giyinmenin hazırlanmanın en güzel tarafının müzik dinleyip çıkmadan içki içiliyor olması, eğlenceli olması...