Showing posts with label Friendship. Show all posts
Showing posts with label Friendship. Show all posts

Sunday, November 18, 2018

Arada Yaşananlar # 2


Cidden bu seferki uzun sürmüş... En son Şili dönüşü bir Arada Yaşananlar post'u girip öylecene bırakmışım. Elbette bırakılan hayatın kendisi olmasa da hayat gayesi (!) insanı sürüklüyor. Ama günün sonunda yemişim hayat gayesini... Öyle veya böyle dönüyor dünya; seninle veya sensiz...

#1  Mayıs ayı demek doğumgünü ayı demek falan fişmekan. Çoklu kutlamalı (haliyle her yıl geçen seneki gibi dev parti yapmıyoruz. evet yapan var, güzel de bir şey ama her sene parti benim gibi partici bir insan için bile sıkıcı. ), keyifli, değişimli, büyük değişiklilerin yaşandığı yıl oldu bu yıl. Bizim hanede tam olmasa da işte, yakın hanelerde dev değişimler, acayip gelişmeler oldu. 

#2 Mayıs ayında her şey bir şekilde kendi halinde yaşanırken, sabırsızca sıcak yaz günlerinin gelmesini beklerlen ansızın sabaha karşı gelen ve tümden bir hayat değişikliği. # 8 için ... Zor, hüzünlü, beklenmedik ve acılı günler bir anda #8'in tüm hayat akışını, belki de yaşama dair algısını değiştirdi. Şimdi iyi, çoğunlukla da tepkisiz herhalde ama kendince yorumlamış, yaşamıştır diye düşünüyorum. Umuyorum.

#3 Haziran demek aslında bir şekilde son 4 yıldır Cenevre demek. Carlo demek, Virginie, Vittorio ve Roberto yani diğer ailem demek. Geçen sene neden olduğunu hatırlayamadığım bir şekilde gitmeyi beceremesem de bu yıl Haziran'ın ilk günlerinde Cenevre yine güzel yine keyifli geçti gitti. Evladımı görüp mutlu oldum. 6 yaşında bir varlık artık kendisi. 

# 4 Yaz güzeldi... Bol tatilli, denizli, ada günlerinin varlığını sıcakta hissettirici, kimi zaman büyüyen aile bireylerinin varlığı ile sıkıcı olsa da genel olarak ada güzeldi. J.A. & F.A. ile hafifti, sayfiyenin sakinliği idi. Hele hele #8 ile Chios şahaneydi. İnsan nasıl da mutlu oluyor değil mi Türkiye'den çıktığı anda? Nasıl hafifliyor? Nasıl mutlu hissediyor resmen. Günün sonunda bildiğin kıçı kırık, küçücük Yunan adası. Ama o hayatın hafifliği, o rahatlık o kadar artık bize yabancı geliyor ki, aç kurtlar gibi saldırıyoruz. Ve üzücü belki ama (bence değil)  fark ediyorum ki, bu coğrafyaya bu insanlara hiçbir bağlılık hissetmiyorum. Sadece ben de değil; binlerce insan var böyle. "Mış gibi" oynayanları, kefenleri ile çıkanları da dahil. 

# Ani kayıplar... Bu yaz haberi beklenmedik şekilde gelen ve haliyle gündelik hayatların akışını değiştiren, yaşayanına derin acılar, duygular yaşatan ani kayıplar oldu. Önce #8 ardından Tribün Çocuğu .Giden için aslında güzel, ani ve sorunsuz, çekmeden. Ama kalan için boktan; ani, kaotik, acılı, ürkütücü. 

# Dev kararlar... Ya yemişim dev kararları... Öyle dev mev değil de tatil dönüşü değiştirmeye girişmek. Karşımdakini değiştiremeyeceğime göre kendimi ve şartlarımı değiştirmeliyim deyip yeni yıla başlamak, bu doğrultuda hareket etmek ve sonuçlarına katlanmak. En güzeli. Yeter ki "mış gibi" olmasın hayatlarımız. 

Wednesday, February 7, 2018

Arada Yaşananlar: Şili ...



Yalan değil, fantastik hatta şahane geçen Şili macerasının üzerinden tam 1 ay geçmiş de ben daha burada bahsetmemişim bile. Eskiden böyle şeyler düşünülemezken bugün değil düşünmek, aklıma dahi gelmiyor. Neymiş bir kez daha görüyoruz ki, her şey değişiyor şu hayatta. 

Peki Şili'ye geri dönersek ... Öyle böyle değil, 25 saatlik uzun bir gidiş dönüş yolculuğunun hedefi. Bir de tabii asıl arkadaş ziyareti. Aynen. İnsanın üniversitede beraber okuduğu, sonrasında da farklı milletlerden olunmasına, farklı coğrafyalara yaşamalara rağmen koparmadığı arkadaşları varsa işte ya vaftiz anne filan olunuyor ya da gidip ziyaret ediliyor. İlk olasılık Carlo ile zaten bir ömür boyu sürecek gerçeğe dönüştüğü düşünülürse geriye ziyaretler kalıyor. 
Aynen Jules ile Elisa 'yı Santiago'da ziyaret gibi. 

Sıra ile madde madde gidersek bebeğim;

- Santiago, Şili cidden çok ama çok uzak. Bunu yaptıktan sonra ben artık dünyanın her yerine uçarım. Şimdi üşenmedim baktım; Melbourne 20 saat, Cape Town 11 saatmiş. Hadi Melbourne, Santiago ile aynı fantastiklikte ama Cape Town, bildiğin çerez patlamış mısır tadında. Direkt uçuş olmadığı için İstanbul-Amsterdam-Buenos Aires-Santiago güzergahı evlere şenlik in, bin, dur, kalk, kemer bağla, kemer çöz, uyu, uyuma, yemek ye, su iç, tuvalete git, kulağına tıkaç tak, film seyret, çinlilerin susmasını dile derken geçip gidiyor işte. Zaten geçip gitmeyip ne olacak ki? Ama uçaktan korkan birisi için akıl karı bir iş değil. Kesin her seferinde panik atak geçirir, ortaya bir yere atar kendisini. Uçak korkusu olmayan ve adımımı attığım anda uyuyabilen biri olarak çok önemsemesem de dönüş yolunda Çinliler yüzünden uçağın deli gibi yüklenmesi ve Çinlilerin bir türlü koltuklarını oturmaması sebebiyle kalkışın gecikmesi aklıma Aaliyah'ın overloaded uçağın düşmesi sebebiyle ölmesi ve Uruguay rugby takımının meşhur And Dağlarına çakılması ve yolcuların hayatta kalabilmek için ölüleri yemesi gelmedi değil ama işte olmadı. 

- THY uçmadığı için KLM ile gidip neden ben KLM ile uçmuyorum diye düşünmedim de değil. Evet, yemekler matah değil de yani THY insanda antipatik duygular uyandırıyor. Her şeyi ile.  

- İstanbul buz gibi kışı yaşarken orada havanın 30 derecenin üzerinde olması şahaneydi. 

- Yemekler gayet güzel ama fazla et ve mısır. Deniz mahsülleri ise harika olmakla beraber çiğ yenmiyor. Nedense üzerine peynir meynir gibi şeyler ekleniyor ki bence gerek yok. Ohhh çiğ istiridye filan nasıl da yerim ( gerçi sünniler sevmiyor hatta sevmemekle kalmayıp bunu dinen yasaklıyor filan. gerizekalılar). Ama burada tanesi 8 liraya kadar çıkan avokadonun orada kilosu o kadar. Veya canım yaban mersinleri...burada 100 gr 15 lira, orada kilosu 2 dolar. Ve o kadar lezzetliler ki...

- Evet, şaraplar gerçekten çok güzel. Bir de sevenler için tatlılar. 

- Julien ile günler boyu aynen üniversite öğrencisi gerzekliği ve salaklığında saatler geçirdik. Bayağı Strasbourg'daki gibiydik. Asıl bomba: Petrus'un çocuğunun olması. Şok şok şok. Acayip dalga geçtik.

- Ayrıca çok acayip rüyalar gördüm. Çok fazla geldi her yerde Petrus.  

- Valparaiso ve o kıyı şeridi insanı gayet Güney Amerika'da hissettiriyor. Santiago büyük şehir, her şey var, çok kozmopolit, çok hareketli. Ama ufak yerleşimler muhtemelen daha çekici daha cezbedici. 

- Hayat güzel. Belli ki travmalar yaşanmış atlatılmış ama hafif ve güzel bir hayatın peşindeler. Elbette Güney Amerika denilen yer koskoca bir kıta ve farklı onlarca toplum ve etnisiteden oluşuyor ve genellemek manasız. Ancak bu tarafta yani Şili, Arjantin vs tarafından her şey başka bir denklemde. 

- Meşhur stadyuma yani Pinochet'in darbe yapıp solcuları, solcu öğrencilerin, sendikacıları vs işkenceden geçirdiği stadyuma gittim. Biraz J.A. & F.A.'nın zorlamasıyla desem yalan olmaz çünkü onların hissettiği ile benimkisi çok farklı. Julien de gitmemişti, beraber gittik. Garipti. Çünkü gündelik hayatın devam ettiği, hala milli stadyum olarak kabul edilen, maçların, çeşitli sportif müsabakaların yapıldığı ve şehrin ülkenin akışında gayet önemli yer tutan bir stadyum. Ama bir tribün hala o günlerin anısına dokunulmamış vaziyette duruyor. İçinde fotoğraflarla, mermi izleriyle, kırık dökük hali ile. 

- Pinochet, Evren filan tamam bunlar bir şekilde yargılandı, itibarları zedelendi de yani noldu? Hepsi 90'nına kadar yaşadı bir bok da olmadan öldüler. 90'nında hapse atsan ne olur, atmasan ne olur? Olan sadece genç, pırıl pırıl beyinleriyle sadece daha iyisini daha eşitlikçisini isteyen filizlere oldu. 
Bilmiyorum, bazı kötülükler çok uzun sürüyor ve hiçbir şekilde kötüye bir şey olmuyor. Eeee adalet neresinde bunun? Burada, bu dünyada olmadığını biliyoruz da ilahi adalet gerçekten var mı?

- Ama her şey bir yana, I heart my friends ve iyi ki de gitmişim. 






Sunday, December 24, 2017

Vol. - X ( veya hatırlanamayan)





Muhtemelen 10 yıl oldu ilk partiden bu yana. Ve o günden beri neler neler değişti, evrildi veya sonlandı. Bu yılki de efsane şekilde yaşandı bitti. Yani biz yine yeni yıla girdik. Şimdi ayın 31'inde tüm dünya ile bir kez daha girmemiz gerekiyor ama bizim cephede her sene olduğu gibi pre-yılbaşı partisi her türlü kalabalığı, eğlencesi, coşkusu, mutluluğu, diskosu, müziği, şampanyası ve tabii leşliği ile gerçekleşti...

Mutluyuz, gururluyuz, canım İstanbul'un parti günü saat 3'te başlayan ve ertesi gün yine öğleden sonra 3'e kadar yani 24 saat süren su kesintisine her şey olabileceğinin en iyisiydi. 

# Mutluluk... Şurası kesin ki bu yıl, 2016'nın iğrençliğinden pisliğinden sonra insanlar nisbeten daha hafif, daha keyifli daha umutlu daha mutluydu. Hemen herkesin hissiyati bu yönde bu çizgide olunca ortaya çıkan da mutluluk oluyor. 

# Payet... Zorunlu hiç değildi ama isteyene Studio 54'e gider gibi gelsin demiştim. Elbette kızlar için eğlenceli oldu, şahane oldu. İyi ki oldu. 

Evet, mümkünse yenisi bugünleri aradığımız değil, aydınlığın güzelliğin yılı olsun.... Şampanya hep olsun. 

Not: Her yerde Moet&Chandon fotoları paylaşımları var da, Moet bildiğin vasat bir şampanya. Bayağı sıradan. Onu içeceğine iyi bir Venedik prosecco'su iç daha iyi. Daha lezzetli, daha anlamlı daha ucuz. Ama Veuve-Clicquot, Louis Roederer (ki malum Cristal bu markanın), Ruinart, Dom Perignon gibi markaları mümkünse hep içelim, hep içme fırsatı bulalım.


Thursday, November 16, 2017

Sevilen Arkadaşların Öldüğü Yaşlar

Evet, bu yaşlar gerçekmiş. Bu yaşlarda insanın sevdiği arkadaşlarının ölmesi ama çok da şaşırtıcı değilmiş. Gerçi Hasan'nınki şok edici oldu ama yine de artık bunlara alışmak gerekiyor değil mi? 

Türkiye hala güzel ve eğlenceli bir yer iken  bu dükkanda hayat keyifle sürerken Bodrum seyahatlerinin, gecelerinin insanıydı, keyifle görüşülen vakit geçirilen insanlardandı. 

Ölüm haberi geldi. Her şey sanki bir anda değişti; bu kadar genç, bu erken, bu kadar güzel insanların ölmesi cidden haksızlık. Hele hele en büyük kötüler semirirken, domuz gibi yüzlerinden sağlık fışkırır gibi yaşarken...

Sunday, November 5, 2017

Arada Yaşananlar # 7




Pinky ring sevdalısı olarak farkettim ki geri dönüşümü yaptığım blogumu ihmal etmiş yazmamışım... Oysa niyetim var arzum var da üşengeçlik de değişmeyen bir huy galiba. 

whatever.

Eylül'deki film festivalinde -elbette- çoğunlukla biyografik belgeselden hallice filmlerin peşinde koşma, arada bir yerlere, uzun aylar sonrasında (gerçekten) ilk defa doğru dürüst bir yemek masasında gördüğüm İsveçli M.'yi yerleştirme, Yeniköy'de moonlight loving ışığında dışarda oturup içebilme deyip migren atakları için doktor ziyareti ile bir sürü kısıtlama bir sürü kural ile yaşanacak aylar, yıllar reçetesi ...

# 1 Bu sonradan, belli bir yaştan sonra çıkan migren atakları değişik olduğu gibi tedavisi de oluyormuş. Doktor klasik olmayınca yöntemler de öyle değil. Aslında 2011'deki bu glutensiz hayatı bırakmamalıymışım diye hayıflansam da bu ülkede ruh hastası, migren hastası olmamak pek mümkün olmadığı için hayıflanmak da nafile. Allah'tan sorun belli, çözüm belli. Partiye kadar (ben öyle dedim, doktorun dediği 3 ayı böyle yorumladım) gluten, süt ürünü, bakliyat yok. Alkol şarap yok bira yok şampanya yok (FAK!) ama viski var, rakı var, cin, votka var. Ha bir de stress yok ama tabii o bu coğrafya için imkansız bir şey o yüzden içine tüküreyim. 

# 2 Ayaspaşa Rum Lokantası gayet güzel bir lokanta. Tabii votkaları mideye indirdikten sonra epey ilginç oluyorsun ama yine de güzel. J.A. & F.A. zamanındaki sahipleri değil tabii bugünkü işletmecileri ama yine de yemekler lezzetli, ev yapımı votkalar güzel. Daha ne? Ayrıca İsveçli ile gidilecek iyi bir seçim oldu, tam onluk bir yer. O dekorasyon, o rus romanlarını andıran atmosfer. 

# 3 Peki Papermoon'nun hala harikulade bir lokanta oluşu ... Cidden. Kötü ne yazılabilir ki? Hele steak tartare olmayan mönüde müşteriyi kırmayarak steak tartare yapmaları zaten bambaşka bir anlayışın göstergesi. İlla boktan bir taraf bulmak gerekirse belki nouveaux riches müşterileri sayılabilir; eski kalecinin yapay saçlı ve mücevher tasarımcısı karısı veya herkesin bir şekilde arkadaş olmak istediği Acun'nun mimar olmayan ama mimar sıfatıyla ofis işleten karısı filan yeni Türkiye'nin yeni zenginleri olarak varlığını gösteriyor. Yalan değil, para onlarda. Bizden daha fazla kazanıp daha fazla harcıyorlar, muhtelemen itibarları da o ölçüdedir. Ancak görgüsüzlük vahim bir şey. Baştan aşağı kusursuz şekilde marka giyinince asilzade olma arzusu taşıyıp da acı geçmişlerini silemedikleri insanlar zinciri. Çok sıkıcı. 


# 4 Masaj...Aman Allah'ım iyi yapanını bulunca insan her hafta masaj yaptırmak istiyor, o kadar şahane bir şey. Hele hele benim gibi sert masaj sevenler için acı ve zevk sanki bir arada ama zevk hep daha yüksek. 

# 5 Pazartesi akşamı, J.A. F.A. ve Melahat ile beraber biraz ani kararlı yemekte duyulan önemli ve bir o kadar üzücü kararlar. Neyse birliktelik, aramızdaki sevgi biten bir şey değil, sadece mekanlar, şehirler, ülkeler değişecek. Bu arada Jash'ta herhalde ilk defa güzel yemek yedim. O da tahminen F.A'nın torpilinden. Gerçi yediğim sınırlı ama yine de. 

# 6 Dünkü dolunay efsaneymiş boğa burcundaymış falan filan... Fala inanma falsız kalma hesabı ama yine de içimde büyük değişik arzusu doğmadı değil.

# 7 L.A. E. girl artık hem Yale insanı olacak hem de kitabını Duke'ten bastıracak. Ne güzel! İnsanın güzel işler yapan arkadaşları olması mutluluk verici bir şey. Partisi de güzeldi ancak benim için belki dolunay etkisi belki yiyip içememek hali biraz sönük geçirdi. Ama gecenin başında kafama tacı taktım gidene kadar da çıkarmadım... 

Sunday, August 20, 2017

Ve Nice ...


Yıllarca Fransa'da yaşayıp geç gidilmiş güzergahlardan oldu Cote d'Azur... Meğer ne geç kalmışım, ne kadar yazık etmişim kuzeyde kalarak...

Tamam, kabul ediyorum, 19-25 yaşlarının serseriliğine, "nihilistliğine"; hatta üniversiteye son ergenlik dönemi ile başlayıp tam anlamıyla glamour bir serserilik ile geçen 6 yıl boyunca dolu dolu yaşanmış saçmalık, komiklik, itlik ve serserliğe vermek lazım. Ne güzelmiş orası ayrı ama neden bu kadar geç kalmışım diye de sormadım değil kendime Nice seyahatinde. 

Olsun, geç ama yine şahane bir Cote d'Azur seyahati oldu. Hem de gerçek Niçois (e) ile olması olayı daha güzel kıldı. 

Géraldine ile bir anda bir şekilde karar verdiğimiz Nice seyahati, Nico+les filles (yani yine çoluk çocuk diyeceğim de tabii çocuklar bizim türk çocukları gibi şımarık olmayınca her şey müthiş oluyor) ve tabii gerçek bir Niçois olan Michel-papi severe- deyip ilk geceden fantastik şekilde yemeğe başlamak, içilen şampanyalar, cin tonikler, evde hazırlanan eğlenceli "apéro" hallerin Michelin yıldızlı alengirli lokantalara, küçük köylerin minik pizzacısına uzanması , Eze, San Remo, Fondation Maeght, St Jean Cap Ferrat, La Turbie, Cannes'ın yoldan döndüren trafiği ve her şeyden en güzeli şehrin her tarafından denize girebilmenin hafifliği derken yani her şeyde ama her şeydeki medeniyet ve keyif ... 

 Hep özlemini yaşadığımız hissettğimiz medeniyet ve keyifli ruh hali değil mi? 





 

Saturday, July 22, 2017

Arada Yaşananlar # 6



Temmuz ezelden beri sevdiğim aylardan değil, keza ağustos da. Aynı şekilde Temmuz ve Ağustos ayında doğup sevdiğim insan sayısı da bir elin beş parmağını geçmez; ki bu harika bir şey, böylece feci sıcak gecelerde boğucu doğumgünü kutlamalarına gitmiyorum. Ayrıca bu yeni yazım kuralları gereği ay isimlerinin özel isimmiş gibi büyük harfle yazılmasından ise hiç hoşlanmıyorum.  

whatever.

Zaten sevmediğim Temmuz ayı geçen seneden beri ise iyice kabus bir ay haline dönüşte. Tedirginlik, mutsuzluk, baskı, korku, hayattan bezginlik hepsi bir arada temmuzda toplanıyor, yükseldikçe yükseliyor. 

Biraz #8 'in Ağustos'a kaydırmayı beklediği planlarını öne aldırmış olsam da  ay ortasında bir anda şehirden, İstanbul'dan gitmek şahane oldu. Sadece birkaç günlüğüne de olsa cidden müthiş oldu, nefes aldırdı, o manasız ama süslü ve boyalı aptallıktan, sahtelikten, kötülükten uzaklaştırdı. 

İşin içine Merso ile biraz da arkeolojiyi ekleyince, yüreğim yaz akşamlarının "apéro saatini" bekler oldu. 

Sabah yolculuğu, araba yolculuğu, heyecanlı ve komik ama yer yer kavgalı gidiş yolculuğu deyip Efes'e, Efes Antik Şehri'ne varış, şehrin güzelliği, müzenin güzelliği, tepede güneş 45 derece olsa da o sıcakta manasız itişmeler, iyice anlamsız didişmeler deyip canım Iassos'a varmak, iyice gece olmuş ve yorulmuş vaziyette denize girmek, suyun güzelliği, suyun hafifliği, suyun keyfi, deniz insanı olmanın mutluluğu ile ertesi gün, Padova'dan beri görmediğim pek bir özlediğim Reyyyy ile artık yeni evi Bodrum'da buluşma, vın vın hareketler, sürekli alkol sürekli patates kızartması ve midye dolma ile günleri geçirme, tantana bitti dönme zamanı dendiğinde ise sağanak gelmesi ile istikametin Foça'ya çevrilmesi ile müthiş bir hale dönüşen müthiş bir yaz kaçamağı..

Sunday, May 14, 2017

Koskoca Bir 10 Yıl




Gerçekten de koskoca bir 10 yıl geçmiş hayattan...

2007'de ilk yazıların yayınlandığı bizim dükkan şaka maka 10 yaşına basmış hatta ortalamış bile. Mayıs ayı ise başka bir şey; dükkan sahibinin doğumgünü ayı (hayır, doğumgünü birleşik yazılır; windows'un otu boku kendiliğinden düzeltmesi salaklığından sonra her şey ayrı yazılmaya başlandı) . 

2007 9 Mayıs'ında 30'a basmışken, bugün 40'a... 

Şahane değil mi? Gerçekten!

Hayatın akışında değişen şeylere inanamazsın ama değişimin güzelliğine de inanamazsın. Çok acayip bir şey... Yalan değil, yaş büyüdükçe insanoğlunun gelişebilme yetisini kullanabilenler (var çünkü hala kıçının kılları ağırlamasına rağmen beyinsizce hareket edenler) sorgulamalara, gerçeklere yöneliyorlar ve muhtemelen "40" denilen rakam o yüzden insanlara ağır geliyor. "Allah'ım neler yaptım? Neler yapmadım? Nelerden sözde onu mutlu etmek için kendimi kandırarak vazgeçtim? Hayatımı mahvettim. Hayatımı bu hıyar (ve hıyarlarla) harcadım, değerimi bilmedim"... vs vs vs sorularıyla ve gerçekle yüzleşme halleriyle karşılaşınca o an artık her şey ağır geliyordur. 

Genelde hayatının büyük kısmını 3 yıl fazla 5 yıl eksik yaşıtlarıyla geçiren biri olarak bugünlerde hemen herkesin büyük sorgulamalarda olduğunu söylemem yanlış olmaz. Ben hariç... Belki biraz şans belki de bu sorgulama, ruh temizliği, aydınlanma (!) işini yaklaşık 5 yıl önce halletmiş olmam. 

Bilen biliyor; konuşurken, kimilerine bazı garip durumları, şaşırtıcı ayrılıkları, hayat seçimlerini anlatırken komik bir şekilde "aydınlandığımı (müthiş klişe ve komik olsa da var böyle bir şey bebeğim) neleri veya kimleri hayatımda istemediğimi" söylüyordum. 

Sonuç o günden bugüne getirdi. Şu meşhur lafım hatta İdila'nın her söylediğimde çok güldüğü "dün bugün, bugün de yarın" değil mi hayatın özü? 

10 yıl geçmiş bu blogda. 
10 yıl önceki değerler, inanışlar, duygular, hayatlar ve insanların bir kısmı yok artık. 

Bugün her şey yepyeni mi? Bir şekilde evet; çünkü her gün bir yenilik demek. Fakat bir yandan da hiç de değil. Sadece dün yapılan tercihler, seçilen arzular, sahip olunması istenilen ilişkiler daha gelişmiş ve aslında gerektiği gibi yaşanan, yakışan gibi ifade edilen olmuş. Hani o sarhoşluk dönemindeki boğan, boğdukça sarhoşluğa (metaforik ve gerçek) iten dar gelen gömlek hissi vardı ya, o durum tamamen değişip yerini tiril tiril bir gömlek taşıyormuş haline dönüşmüş; "tamamdır" olmuş. 

Gel gör ki tiril tirilliğe ulaşmak pek kolay değil. Ama biraz kıçı sıkarsan "hayatında neyi istediğin önce, neyi istemediğini" bilirsen ve seçimlerini yaparsan bir şekilde geliyor o ruh hali.

Ha bir de bu tiril tirillik yolunda olmaması gereken en önemli şey; "günü kurtarma operasyonu" yani kendini kandırıp "We See What We Want" hali. O işte tehlikeli çünkü herkes gerçeği görmeyip kendine göre yorumlarla abuk subuk çıkarımlarla kendi görmek ve göstermek istediği kıvama getiriyor ve öyle sunuyor. Oysa kıvama gelen hiçbir şey yok sadece sen önce kendini sonra da ötekini kandırıyorsun (ya da sanıyorsun) ve sürekli hayatının "müthiş" olduğunu dile getiriyorsun. Bir şeyi de bu kadar çok dile getirince aslında orada büyük bir eksiklik/yokluk olduğunun işaretini çoktan karşıdakine vermiş oluyorsun ama Instagram State Of Being' de like'ı aldıkça coşku da artıyor.

whatever.
  
Teknede, dükkanda artık ne boksa her şey bir şekilde yolunda. Gerçeklik de yolunda. O halde "congrats". 10 yıllık bilanço için her şey yolunda. 

P.S. Parti büyüktü...Öyle böyle değil. Ama asıl büyüklük şampanyalarda değil,  ruhundaydı, o yükselen ruh halinde. 2000 Strasbourg ruhunun kapısı 2017'den açılmış gibiydi; yüksek, afili, tiril tiril. Eksikler, hastalanıp evde yatanlar, iş gezisinde olanlar filan oldu ama tiril tiril yüksek ruh gayet bizimleydi. Daha ne?  9'unu takip eden günler ile #8 ile, J.A. & F.A. ve M.U. yenilen geleneksel yemekleri saymıyorum, mutlulukla cebe atıyorum. 

P.S. (2)  #8 ile yemekteyken uzaktan organize olmaya çalışan Virginie ve Roberto'nun efsane harketi karşısında ağlamam pek olmadı ama Allah'tan kimse görmedi, makyajım da akmadan devam edebildim. 

P.S. (3) Dore renkli elbise alıp siyah elbise ile gitmem partiye nedense manasız oldu ama dore elbisenin rengi güzel, formu çirkin. Neden aldın sorusu ise, gereksiz manasız hareketlerden biri daha. Yaşın ilerlemesi gerzekliği kimi zaman engellemiyor. 





Monday, May 1, 2017

Arada Yaşananlar # 4


Gariban hayatlarımız hep başka birilerine, başka güçlere, başka sevimsizliklere bağımlı olduğu için ruhumuz da hep bir başkasından etkileniyor, bir başkası tarafından şekillendiriliyor. 

Hiç ciddi şeyler yazmak istemesem de bu ülkede her şey ciddi, her şey soğuk ve her şey o çirkin kahverengi renkli bürokratik baskı altında. Gülmek, kahkahalar atmak ise tamamen kişinin kendi çabası, kendi motivasyonu ile oluyor. Ne boktan değil mi? Millet Mars'ta kuracağı koloninin derdinde, Chanel'in yeni koleksiyonun güzelliğini konuşurken bizler günlük sıradan bir gülümsemenin peşinde ilk insanın ateşi yakmak için sarfettiği çabayı gösteriyoruz. 

whatever.

Açıkcası Mayıs ayının gelmesiyle birlikte kendimi de biraz zorlamak, bir şekilde burada geçirilen yılların yaşanmışlığını kutlamak istedim. Gerzek insanoğlu işte; hep kendisine bir umut kapısı yaratıyor, güne güzel başlamanın peşinde koşuyor...

O halde, zaten sene-i devriyesini devirecek olan OHAL ile beraber yaşarken geçtiğimiz aylara bakarsak;

biraz kavgalı, biraz fazla yanlış anlaşılmalı, hatta biraz "varoş ifadeli" geçen mart ayının bitmesiyle gelen nisan tatili ile beraber brüksel ve yabancı aile ziyareti, bol bol yemek, bol bol şampanya, bol bol michelin yıldızlı yemek, #8'in yokluğu, havanın güzelliği, tatie anotherstar halleri ve bu sefer hediyelerin kaybolmaması, ba(ğ)zı ciddi konuların telaffuzu, ciddi konularla ilgili girişimler, konudan bağımsız antiquaire gezileri, bol bol géraldine, nico, emilie&louise ve hatta martine&jean; istanbul'a dönüş ile beraber çöken ağırlık, referandum ağırlığı, çapsızlığı, kötülüğü ve ilginç bir şekilde geri gelen umut; havanın uzun yıllar sonra gerçekten bahar gibi hissettirmesi yani yağmurlu yani soğuk yani güneşli yani tam hasta olmalık, yani tam baharlık olması ve garip bir şekilde güzel bir şeylerin eve geri dönmesi...

P.S. Artık kötülüğün sadece "adam öldürmek" ile filan sınırlı olmadığını biliyoruz değil mi? Yani kötü olmak veya kötülük yapmak için illa korkunç, kanlı bir eyleme imza atmak gerekmiyor. Gerçi Hannah Arendt, en sevdiğimiz insanlardan, bunu bize defalarca söyledi, defalarca tekrarlattı da biz aptallar anlamamakta ısrar edebiliyoruz. Gel gör ki yaşıyoruz. 16 Nisan gecesi olanlar sadece bir yelpazenin katlanan parçaları gibi. Filmi çok eskiye, çok eski hikayelere sarabildiğimiz gibi, herkesin pek güldüğü Recep Ivedik filmi bile bu topluma yapılan kötülüğün güzel bir örneği. Veya Ankaralı artık iyi zenginleşmiş mimar arkadaşın Kabataş'a kondurduğu martı gibi, yine aynı mimar tipin tarihi yarım adanin silühetini bozacak şekilde yaptığı çirkin ötesi köprü gibi, topçu sığırların birbirlerinine gaz vererek çomaristan desteklemeleri gibi (Haşmet'e ağır girerdim ama bugün o gün değil)... Hiçbir şey aynı kalmadığı gibi, her şey değişecek, değişiyor. Değişmeyen tek şey insanoğlunun güç karşısındaki zayıflığı, kaypaklığı, aciz hali. İşte o zaman her şey ortaya çıkıyor. 

Dönüşler hayırlı olsun, bebeğim. Bakarsın "bir gece ansızın gelebilirim" (ne eğlenceli hayatlarımız vardı değil mi?) . Aynı suda iki kere yıkanılmaz ama değişen suda varolabilmek ancak şahsiyetli olanın becerisi. 


Friday, December 30, 2016

Her şeye rağmen "parti"






Sıkıcı ve karanlık gündem, dinmeyen patlamalar, kapanmayan yaralar, bitmeyen acılar, sönmeyen yangınlar derken hiçbir şey hayatın devam etmesini engelleyemiyor, güneşin doğması ve her gün yeni bir güne başlanması ertelenemiyor... Ne yaparsak yapalım hayat devam ediyor; bebekler doğuyor, cenazeler kalkıyor, insanlar işe, çocuklar okula gidiyor ve her an her şeyin olabileceği hissiyatını bir hissedip bir unutuyoruz...

Bu boklukta eğlenmeyi, gülmeyi, hafifliği, kahkaha atmayı, tiril tiril ruh halinde yaşamayı da unutuyoruz. Unutturuluyoruz. Yüzlerimizde çirkin bir ifade ile ciddi vaziyette oturuyor, her an umudu kaybedecek şekilde oturduğumuz koltuğa tırnaklarımızı geçirerek bekliyoruz. 

whatever...

Her şeye ama her şeye rağmen bu yılki partiyi özellikle yapmak istedim. Doğru, artık iyice kalabalık, masraflı, yorucu, sağlam hazırlık gerektiren bir parti haline dönüştü ama yine de beni mutlu ediyor, insanları mutlu ediyor ama en çok da insanların mutlu olması şahane. 

Bu yıl yapmak istememin en büyük sebebi de herkesin böyle bir eğlenceye duyduğu özlemdi. Yalan değil, hepimiz biraz olsun hafiflemek, eğlenebilmek, gülmek, dans etmek, flört etmek, sarhoş olmak arzusu içerisindeyiz. O halde neden olmasın, her şeye rağmen güzel bir pre-yılbaşı partisi. En sevdiğimiz, en ihtiyacımız olan...

tam 23 aralık günü, cuma günü, büyük hazırlık, güzel yemekler, güzel içkiler, güzel kalabalık, güzel insanlar, güzel müzik, güzel ilişkiler, güzel gece, güzel parti ve biraz olsun mutluluk biraz olsun "oh be" hali... elbette mutluluğun şampanya halinin güzelliğini hep hatırlamalıyız, değil mi?

Friday, December 16, 2016

Arada Yaşananlar # 3

Boktan olmamasına gayret içerisinde sürdürmeye çalıştığımız fani hayatlarımızda bizler deliler gibi uğraşırken, kötüler kazanmaya devam ediyor. Bu konuda yapacak bir şey yok; birbirimize kenetlenmemiz dışında... Birbirine benzeyen insanlar bir arada olsun, beraber olsun, beraber iş yapsın, beraber üretsin, beraber üresin, beraber yola devam etsin. Günün sonunda gideceğin yer belli, orada da yalnızsın zaten. 

Biraz dürtülmek de iyi bir şey. E.A.'nın yaptığı, beni dürtmesi gibi. Muhtemelen sonucunu düşünerek yapmamıştır ama mesajı, ilgisi uzaklaştığım dünyayı yaklaştırdı, kendimi kapattığım halden sıkıldığımı hatırlattı. 

Neticede çok şaşırtıcı değil bugünlere geri dönmek... Her ne olursa olsun hayatta mutlu olan, yaşananlardan yılmayan, her türlü kötülüğe direnen, geleceğe umutla bakan biri olup da bu kadar dış etkenlere itibar etmek herhalde yaşlılıkla veya tecrübesizlikle ilgili bir durum. Bu kadar kötülüğü hiç tecrübe etmemiştim. Evet, fani ve hala genç olan hayatımda birçok insanın deneyimlemediği çok kötülük gördüm ama bugünkü leşliği hiç görmedim, duymadım, okumadım. O atmaca karının öve öve bitiremediği 1984 dahi bugünün kötülüğü kadar olamadı. Gerçekten de tebrikler; leşlik başka şey...

whatever...

Ama insanoğlu uyum sağlıyor, kendisine çıkış yolu arıyor, beynini kendisini bu yönde eğitiyor. İyi ki de böyle yapıyor, sonra da nanik yapıyor. Bizler yani leş olmayanlar için ise nanik kahkahadan, mutluluktan, eğlenceden, umuttan geçiyor. O yüzden geri dönüşlere gel, bebeğim...

Ağustos ayından al kalemi...


Bir şekilde la rentrée, yeni bina, yeni uzak semt, yeşil, hatta orman, değişen bazı durumlar, değişmeyen bir başka durumlar, putsch etkisinin devam etmesi, selaların okunması, tedirginlik hakimiyeti, arada yaşanan her şeye rağmen hayata kadeh kaldırmalar, kutlama yapmaya "insani şekilde yaşamaya" kendini zorlamalar, haliyle sarhoşluklar derken biraz Padova, Venedik ve I.K.'nın doğumgünü kutlamaları, biraz Brüksel, biraz sevilen arkadaşlar, biraz vaftiz oğlum ve yeni dükkanın açılışı ve bir şekilde la vie continue ...

Friday, December 9, 2016

Kamuoyu Açıklaması



Başlık iddialı ama bir şekilde bizim dükkan da iddialı... Uzakta ve bir şekilde incognito kalmaya çalışarak yaşamaya çalıssa da yine de iddialı. 

Ama her şeyden öte zenginliği ile iddialı. Özellikle de dost zenginliği ile...

Geçen hafta gerçekten sevdiğim, Sainte Pulchérie'de tanıdığım ilk arkadaşım E.A. mesaj atmış "iyi misin? bloguna baktım, elini sürmüyor gibisin, her şey yolunda mı?" diye. Elbette bunları daha güzel ve samimi kelimelerle ifade etmiş. Ama yine de bende bazı düşünceleri uyandırmadığını söylemek yanlış olur. 

Evet, belki de birkaç yıldır kendi küçük dünyamda pek mutlu pek keyifli olsam da bu ülkede yaşamak mutsuz ediyor, hasta ediyor. Ülkenin çirkinliği, leşliği, kokuşmuşluğu en temel eğlence hallerimi dahi etkileyebiliyor. Doğru, elin herifinin veya karısının yaptıklarına itibar etmemek ve kendi gününü etkilememek lazım ama kimi zaman beceremiyor insan. İşte o yüzden de bazı şeyleri yapmak istemiyor, içinden gelmiyor. 

Biraz buydu durumlar. Yazdan beri.

Biraz da yorgunluk. Fiziksel. 

Korkunç erken bir saatte kalkıp, bir o kadar korkunç erken bir saatte işe gitmek (hem de gerek yokken, zorunlu değilken) mahvetti beni. Resmen beni mutsuzluğa sürükledi. Karga bokunu yemeden hayata başlama neticesinde akşam 7'de uykumun gelmesine bir de insanlarla muhatap olmak bitirdi beni. Yorgunluktan parmağını dahi kaldıramıyordum, değil dükkana uğrayayım...

Ama o günler de bitti. Hallelujah! 

Ruhumun çekilmesi bitmiyor tabii bu ülkede ama onu da .... Yeter artık. 

O yüzden pek bir sevdiğim E.A.'nın ilgili mesajı neticesinde zaten kaç zamandır aklımda olan, draft post'lar hazırlayıp bir türlü bitiremediğim bloga dönüşüm tamamdır. 

Şimdi dünya düşünsün, bebeğim...  

Saturday, May 21, 2016

9 Mayıs'tan geriye kalanlar ve devam edilenler




Bir şekilde harikaydı...Devamı da benzer bir şekilde hem kutlamalı, hem de hafifleticiydi. Sonuç ise, bebeğim, "tamamdır". 

Sıra ile gidilmesi gerekirse; evet gün güzel başlamış, havanın ısınmasıyla gelen ve durmaksızın öten kuşlar muşlar derken hafif, keyifli, alkollü, masajlı, yine alkollü, hediyeli, öpücüklü, sarılmalı devam etmişti.

Doğru, durmadı. Telefon da, diğer iletişim araçları da. Her biri mutlu etti, güldürdü, gerzek gerzek komik konuşmalar espriler yaptırdı. " İyiyim" hissini sabitleyiciydi sanki. 

Her türlü kutlamanın ve şahane tebriğin keyfi ile beraber bir başka keyif daha vardı ki ... "oh be" çektirmesi ile ayrılıyordu diğerlerinden. (2012'den beri) Sürüncemede kalan, ayağa neredeyse pranga gibi dolanan ve zoraki devam edilen ilişkilerin zoraki konuşmaları bu yıl yapılmadı ve böylece tamamen sonlandı. Hah, işte nihayet tamamen bitti. Gerçekten de bu harika, dümdüz ve gerçekti. En güzeli, olması gerektiği gibi. 

O yüzden 9 Mayıs bu yıl %100 keyifli, samimi ve gerçeklerden oluşuyordu. 

Ha, ardından gelen 40 gün 40 gece kutlamaları ile devam etmek gerekirse o da bir o kadar günün kendi güzelliği kadar şahaneydi...


Tuesday, February 2, 2016

Arada Yaşananlar




 Alt Başlık: Vaftiz ve ötesi


Elbette bu nadide ülkede "arada yaşananlar" sadece vaftiz veya eğlenceli şeylerden oluşmasa da pek sevgili anotherstar dükkanı için bu aralar hem eğlenceli hem dini hem keyifli hem güzel oldu.

... mayıs ayında cenevre'de konuştuğumuz gibi carlo'nun yaklaşan (daha doğrusu ilerleyen yaşı ile beraber yaklaşması gereken) vaftiz töreni ve vaftiz anneliği(m), törene katılacak herkese göre ayarlanan tarihler, nihayetinde kararlaştırılan tarih ve yer ocak 2016 strasbourg derken istanbul'da ise bitmeyen kar yağışı, iptal edilen seferler, kalkmayan uçaklar, seçilen kıyafetler, hediyelerden şişen bavul derken artık direkt uçuş yapılmayan güzeller güzeli strasbourg'a çirkin basel+navette+st louis'den tren ile varış ve elbette yıllar sonraki karşılaşmanın meşhur strasbourg yağmuru ile olması ama alsace topraklarına basmanın mutluluğu, ilk gece virginie + roberto + gianni + vittorio + carlo basit italyan aile yemeği, kavuşma mutluluğu; géraldine 'nin 2008'deki düğünü sonrası strasbourg'da ilk uyanış, soğuk ama güneşli havanın güzelliği, durmaksızın görülen eski insanlar, kavuşmalar, durmaksızın yemek, durmaksızın şarap, durmaksızın crémant, durmaksızın steak tartare hatta tarte flambée, durmaksızın atılan gerzek ve keyifli kahkahalar, durmaksızın koşuşturan ama bir anda laf dinleyen çocuklar, durmaksızın vittorio & carlo ile gelip geçen 4 gece, 5 gün neticesinde gururlu bir vaftiz anne olarak hayat devam ediyor...

P.S. Strasbourg'u bu kadar özlediğimi hiç farketmemiştim. Ancak üzücü olan şu ki, Türkiye dışındaki her yeri özlüyorum, özlemediğim tek yer ise burası. 
 
P.S. (2) Tek çocuk olarak özellikle de kendileri hiç bencil olmayan "kardeşli tiplerin" sürekli üstüne basarak söylediği "bencil tek çocuklardan" biri olarak bayağı geniş bir ailem olduğunu bir kez daha farkettim.Keyifliydi o kadar kardeş sahibi olduğumu görmek. Eveet, ilk değildi ama bu kadar resmi bir olayda daha ilginçti. Ve şahaneydi.

P.S. (3) Vaftiz defterini de imzaladıktan sonra "tamamdır".

P.S. (4) Sonia Rykiel vs Hervé Leger neticesinde kazanan Sonia Rykiel. Siyah, edepli, kiliseye uygun.  

 

 



 
        

Friday, January 1, 2016

İlk günler

Böyle geldi. Yeni günler, yeni yılın ilk günü. Eğlenceliydi. Biz zaten geçen cumartesi gecesi malum yeni yıla sansasyonel vaziyette ve şampanyaya düşmüş girdiğimiz için gerisini her yılki gibi salladık. 

2015 bitsin gitsin zaten. Kişisel olarak şikayetim olmadığı hatta getirdiği güzelliklerden mutlu olsam da genel olarak BOKTAN ve ötesi bir yıldı. Çirkin ve kötünün yayılarak genişlediği, insanlık açısından boktan bir yıldı. Bitsin ve gitsin. Bir şeyler de güzel olsun.

P.S. Yine de yılın son günün de kar yağması bir de üstüne tatil olması bir de üstüne Sekvotka ile mahallede buluşup viski içmemiz güzel oldu. Geri kalanı zaten #8. All over.

P.S. (2) Hayır, partiden sonra evde hiç içki kalmadı. Yani doğru düzgün bir şey. Yoksa abuk subuk bira mira gibi manasız şeyler- ne yazık ki- mevcut.

Sunday, December 27, 2015

Ve işte o gece



Gelenekselleşmiş olsa da bir şekilde son iki yıldır yapmaya üşendiğim neden üşendiğimi de açıkcası anlamadığım pre-yılbaşı partisi nihayet gerçekleşti. Hem de en skandallı, en payetli, en şampanyalı ve en kalabalık haliyle ... Gecede kimler olduğunu, neler olduğunu yazacak kadar halim yok ancak efsaneye yakın demek yanlış olmaz. Kısacası şanına yakışan şekilde bir gece daha yaşandı, yeni yıla çoktan girildi, gerzek 2015 defteri kapandı. 

P.S. Parti her yıl yeni bir skandal yeni bir skandal açılımı ile geliyor. Yapacak bir şey yok. Çoğunlukla vandal bir ortam işte, ne yaparsın. İşin eğlencesi de biraz burada. 

P.S. (2) Biz, her sene olduğu gibi yine yılbaşına girmiş olduk. Şimdi diğerini beklemek gerekiyor. Cidden gereksiz!

P.S. (3) Korkum gereksizmiş. Genelde çevreleri birleştirmesem de doğru insanların birleşmesi güzel oluyormuş, geçiş rahat oluyormuş. 

P.S. (4) Nereden nereye değil mi? Gerçekten de memory lane gibi geldi geçti tüm yıllar, tüm partiler, tüm insanlar. 

P. S. (5)  Şampanya... İçine düşüldü demek yanlış olmaz. Single malt ve diğerlerini geçiyorum bu coşkunun yanında. Bi de buraları takip edip de hırslananlara sonra da kendini tutamayıp mesajlara boğanlara gelsin. Öyle böyle değil valla; net İstanbul'da başka bir ev partisinde bu kadar şampanya açılmamış içilmemiştir. Öyle zavallı Moet veya Henkel değil bahsettiğim, bildiğin vintage. Ha, ben hep bitmesini ister miydim, hayır, bu sene ortaya iki şişe bırakıp diğerlerini kaldırmayı ihmal ettim ve sonuç hepsi açıldı. Bir şekilde iyi oldu, her şey 2015'i tepe tepe gönderdi.