Tuesday, February 24, 2015

Dream on # 2

  


alt başlık: Kennedy'nin Dönüşü

Arka arkaya dream on olunca insan şaşırıyor, Freudyen bir heyecana kapılıyor. Allah'tan bu seferki öyle sıkıcı, gergin, sevimsiz ve çirkin insanoğulları ile ilgili olmayıp aksine hem heyecanlı hem de komikti. Haliyle güzel de uyandım bu şahane dream on sayesinde. Tam da ihtiyaç duyulan buymuş demek ki. Biraz hafiflik, basitlik, güzellik, çok şey değil yani. Şu bir gerçek ki buranın insanından da, milletinden de, ruhundan da, havasından da, gerginliğinden de, çakallığından da tiksindim resmen. Daha da boktanı keşke yalnız ben olsam böyle hisseden. İçinden yeni bir ülke çıkar, o kadar kalabalık. 

Ehhh...Yine nereden nereye. Kennedy'den çirkinliğe gittik. Ne gerek vardı, yaz bitir işte.

Monday, February 23, 2015

Dream On

Ulan, ne bitmez tükenmez davaymış, mevzuymuş... Kurtulamadım gittim yemin ediyorum. Hayatımda neyi istemiyorsam, rüyamda karşıma çıkıyor. Karabasan gibi gerçekten. Hayır, illa Freudyen bir analiz mi yapmak gerekiyor kökünden kurtulmak için, anlamadım ki? Cidden, istemiyorum. Tamamen kopsun, bitsin eğer bugüne kadar hala bitmediyse ki rüyalarda süründüğüne göre devam ediyor. 

Vivement la fin...
 

Oscar sebepli (erken) Cuma eğlencesi # 3

 Yalan değil, yaşadığımız iğrenç yerdeki çirkinlik, çirkeflik, şahsiyetsizlik, adaletsizlik yüklü döngü içerisinde biraz olsun nefes almaya, iyi hissetmeye, kendimize eğlence bulmaya, hayatlarımızı devam ettirmeye çalışıyoruz. İnsanoğlu işte, bir şekilde hayata sarılıyor, devam etmeye ve her şeyden öte umuda inanmaya çalışıyor. Kendi çapında. Artık olduğu kadar. Olmadığı yerde de oldurmayanlar utansın diyeceğim de utanan kalmamış ki memlekette...

whatever

Kar ardından gelen güneşli İstanbul günleri derken, Los Angeles da doğu komşusu kar altında nefes almaya çalışan NYC 'a inat en güzel bahar havalarını yaşarken gerçekleştirilen Oscar Ödül Töreni. 87.siymiş bu yıl ki. Maşallah demek lazım. Bizde 87 yıldır devam eden ne var acaba? Doğru, aslında hiç de azımsanmayacak bir cumhuriyet var 92 yıldır devam eden de ona da yakında "100 yıllık yalnızlık" filan derler aşağılamak, küçümsemek için. Neyse, hiç sinirlenmeden gerilmeden içimdeki bütün nefreti Oscar'a yönlendirerek başlıyorum. Ve ne yazık ki çirkinle başlıyorum. İşte hem çirkin hem tarzsız. Amerikan eğlence kanalı sunucularından, geniş alınlı, koyu ötesi solaryum tenli ve bir de bunun üstüne kıpkırımızı ruj ve kıpkırmızı elbise ile çıkınca mevsimi geçmiş pörsümüş domates gibi olmuş. Saçları filan her şey fiyasko. Tamam, elbise değil ama o da bir zahmet olmasın.



Yukardakinin sahne arkadaşı, Ozzy Osbourne'nın forever çılgın forever ergen olma kaygısını artık iyice büyümesine rağmen hala gururla taşıyan embesil kızı. Hayır hem embesil, hem de bütün o Dazed &Confused (hem filmden hem de dergiden bahsediyorum, Led Zeppelin şarkısından değil) görünme çabaları içerisinde müthiş sıkıcı. Çılgınlık saç kazıtmakla, saçı mora boyatmakla, 800 tane dövme yaptırmakla olmuyor ama işte moron her yerde moron.


Nihayet! Nihayet ! Belki fazla sade belki fazla siyah ama o turkuazlarla ve Cate Blanchett'in şahane duruşu ile her şey daha bir güzel. Elbise Maison Margiela'ymış yani moda dünyasından yaptığı ırkçı yorumlar sebebiyle dışlanan John Galliano'nun yeni evi. Mücevherler de Tiffany & Co 'i ki on dirait pas ...
 Korkunç. Yani Marchesa elbise değil de kendisi elbiseyle beraber korkunç. O saçlar, o kaşlar...Hani elbise de öyle matah bir şey değil de belki daha sürekli kendisini ortalıklarda göstermek istediği anlamsız kıyafetlerle gelseydi daha etkileyici olurdu. Böyle hiç olmamış Rita Ora zaten olmamış, bildiğin davetlere katılan haute couture elbiseler giymeyi seven sıradan zengin bir hispanik kadın olmuş.
 Armani Privé elbise aslında güzel de fazla riskli fazla duvar görünümünde. Sanırsın Naomi Watts bir Another Brick In The Wall entalasyonu temsil ediyor. Yoksa kendisi gayet güzel yaş alanlardan, gençliğindeki sıradanlığını olgunluğunda anlama döndürenlerden de talihsiz bir kıyafet seçimi.
 Help filminin başrolündeki oyuncu ve şahane elbisesi. Saçları güzel, Zac Posen elbisesinin rengi, kumaşı, kesimi her şeyi çok güzel. Şaşırtıcı veya afallatıcı değil belki ama gayet güzel.
Müthiş antipatik çift. Herif Maroon 5'in kendisini dünyanın en yakışıklı en yetenekli en harikulade erkeği sanan solisti karısı da Victoria's Secret mankenlerinden biri. İkisi de Armani giymiş de ortaya hiçbir şey çıkmamış. Yaydıkları herhangi bir elektrikleri olmadığı gibi, sürekli aynada kendilerine hayran hayran bakıp sonra dellendiklerinde kırışıklıklarına, yağlarına, selülitlerine bakıp kafayı yiyen insanlarmış duygusu veriyorlar. Tanısam merhaba demem o kadar iticiler.  
 Hollywood'un ismi az siması daha kolay hatırlanan kadın oyuncularından Laura Dern. Babasıyla ve ortaçağ askerlerinin zırhını anımsatan Alberta Ferretti elbisesi ile gelmiş. Yani. Kötü değil. Güzel de değil. Oscar'a giderken herhalde daha güzel bir şey seçmek çok zor olmasa gerek. Kendisi hakkındaki ilginç detaylardan biri de kendisinin geçtiğimiz yıla kadar Ben Harper 'in eski karısı olması ve daha yıllar yıllar önce henüz Brangelina devri dahi başlamadan önce Billy Bob Thorton ile kendisi beraberken bir gün adamın evden gidip Angelina Jolie ile evlenmesi ve bir daha haber vermemesidir. Cidden hayat dediğin şey ilginç.
 Kendisi de, botokslu ifadesiz yüzü de, sıradanlıktan patlamak üzere olan Louis Vuitton elbisesi de çok sıkıcı. Hem hala film filan çekiyor mu ki Nicole Kidman.

 Oooo arka arkaya en sevdiklerim...Sadece rengi güzel olan elbisesinin sıradanlığını geçiyorum da asıl şunu merak ediyorum Oscar öncesi Gwyneth Paltrow kaç gün yemek yememiştir veya Nasa teknolojili bakım yaptırmıştır? Kukusunu steam clean denilen şey ile yıkatıp bir de bunu spastik sitesinde tavsiye eden biri olarak herhalde Oscar gecesi için sıradan diyetler, fitness programları, juice cleanseler filan ile uğraşmayacaktır. Ne de olsa ettiği "I am who I am. I can’t pretend to be somebody who makes $25,000 a year" gibi laflarla kendisini biz fakirlerden ayıran bir insan.


Çok sıkıcı, çok sıradan. Kendisinin aday olması, elbisenin Tom Ford olması bunları kapatmıyor ne yazık ki.
 Hem çok güzel olup çok güzel giyinen bir insanken nasıl bu kadar geleneksel olunur. Jessica Chastain ve Givenchy Haute Couture. Olsa da olur olmasa da. O kadar.
Hiçbir şeyi ile beğenmediğim Jennifer Lopez ve Elie Saab Haute Couture elbisesi. Elbise çok güzel rengi çok sönük, ten rengi ile içiçe girmiş. 

Olması gerektiği gibi hiç risksiz tam Oscar elbisesi. Atelier Versace. Ne az ne fazla.


Keşke daha güzel bir elbise ile gelseydi Julianne Moore. Tamam Chanel Haute Couture ve duyduğumuza göre Karl Lagerfeld elleri ile dikmiş elbiseyi de..Yani. Daha güzel daha etkileyici olabilirdi. Çünkü güzel bir kadın. O saçlarla öğretmen gibi olmuş.


Güzel kız, güzel Saint Laurent elbise. Ama heyecansız. Bu kadar genç insanın bu kadar sıradan bir elbisesi seçmesi büyük talihsizlik.

 Önden ayrı korkunç arkadan ayrı korkunç. Dior Haute Couture olması, Marion Cotillard'in hoş bir insan olması da hiçbir şeyi değiştirmiyor. Feci.

Ve çok güzel bir insan çok güzel bir elbise. O kadar ki iki resim koydum. Lupita Nyong'o ve custom Calvin Klein elbisesi. Boncuklarla incilerle işli. Her türlü çok güzel, kızın şahane sırtında ise inanılmaz güzel.



 Home wrecker damgası yiyip kaybettiği belki de hiçbir zaman güzelliğinin dışında başlamadığı oyunculuk kariyerine nihayet yaptığı çocuk ile geri dönüş günlerini yaşayan Sienna Miller ve edepli Oscar de la Renta elbisesi ve ne yazık ki kendisini çok çirkin gösteren contour makyajı. Aman yarabbim. Gerçekten de özellikle beyaz ve açık tenlilerde müthiş bir hata bu Kardashian ailesinin contour makyajı.
 Gecenin en güzeli en şıkı Emma Stone ve Elie Saab Haute Couture elbisesi. Bayağı güzel.

Off gitgide sıkılmaya başlıyorum, yazmak istemiyorum. Gone Girl'ün oyuncusu ve kırmızı elbisesi de bence kız da güzel değil Givenchy Haute Couture elbise de. Bilmiyorum ama bir şeyler çok sıkıcı. Belki yüzü ifadesi belki belinin sıkılığı.

Scarlett'ciğimi benden başka beğenen yok herhalde de sevgilisini de kendisinden başka beğenen olduğunu zannetmiyorum. En azından dün gece o smokinin içerisinde. Atelier Versace elbisesi, saçları, elbisenin rengi filan. Dediğim gibi ben çok beğeniyorum da o kadar sanki...
 Gecenin en ama en güzellerinden Margot bir şey ve şahane Saint Laurent elbisesi ve şahane dekoltesi, şahane duruşu, şahane kırmızı ruju ile cidden en güzellerden. 

Ve noktayı, geceyi hem ödülü hem de yaptığı konuşma ile kapatan Patricia Arquette ile koyup sıkıntıma son veriyorum. Nedense çok beğenirim kendisini. Ta True Romance filminden beri. Yanındaki de Toto'nun efsane Rosanna şarkısına ilham veren ablası Rosanna Arquette. Ailede herkes iyi hoş bir şekilde oyuncu da korkunç giyinen bir erkek kardeşleri var ki hiç girmek istemiyorum. Kıyafeti güzel, öyle gülünç filan hiç değil, kendisi zaten güzel ve ortaya çıkan 46 yaşında güzel başarılı bir kadın işte. "Daha ne" deyip biter gider bu erken oscar kaçak cuma eğlencesi...



Friday, February 20, 2015

Breathe-Respire

Biraz şampanya olsun, biraz keyif olsun, biraz sürat olsun, biraz özgürlük olsun, biraz mutluluk olsun, biraz şahsiyet ve haysiyet olsun; nefes alalım. Çünkü artık gerçekten yeter. Artık her şey ve herkes çok sıkıcı.


Şampanya hep olsun ama.

Sunday, February 15, 2015

Never on Sunday'den Ugly on Sunday'e ...

Bir gün de güzel geçsin değil mi? Sorunsuz, keyifli, bol kahkahalı, mutluluk dolu. Ama yok. Bizim sınırlar içerisinde bunun mümkün olmadığını biliyoruz değil mi? Her günümüz bir azap, bir mutsuzluk hareketı resmen. İnsan yaşadığına sevinemiyor, mutlu olamıyor, güldüğünde başkasının üzüntüsünden ayıplıyor kendisini.

Savaş yani ciddi ciddi (iç) savaşın yaşanmadığı ülkelerde her gün-gerçekten de her gün- bir insan ölmez. Yok böyle bir şey. Özellikle de medeni, gelişmiş/gelişmekte olduğunu iddia edenlerde. Elbette bu iddiaların içerisinde yer alan "dindar" ibareyi geçiyorum çünkü tabii dindar olmak çok önemli bir gösterge. Neden? Dindar olunca her şey mükemmel oluyor, dindarlar hata yapmıyor, dindarlar kuralların dışına çıkmıyor. Hangi dinden olursa olsun bu değişmez, değil mi? Herkesin bildiği gibi hani din olursa olsun birkaç kural var hiç değişmeyen farklılık göstermeyen; çalmayacaksın, öldürmeyeceksin gibi. 

Uzun zamandır ağlamamıştım. Yani ciddi ciddi ağlamaktan bahsediyorum, şekerimin düştüğünde dudaklarımın kuruyup bayılacak hale geldiğimdeki bir anda gözlerimden fışkıran ağlamalar değil elbette bahsettiğim. Tarsus'ta evine dönmek için bindiği minibüsün şöfürü tarafından tecavüz edilip öldürülüp yakılıp giden 20 yaşındaki Özgecan sadece bir örnek (bir de cesedi yok etmek için bu tecavüzcüye yardım eden tecavüzcünün babası ile arkadaşı var da işin o iğrenç kısmını yazmıyorum). Sadece Ocak 2015'te 20 kadın cinayete kurban gitmiş. 2014 yılında 294 kadın (istatistik var hepsini yazmıyorum). Yılda 365 gün var. Biraz daha iddialı veya kendi ifade ettikleri halleri "sevdikleri için" hareket etse erkekler 365'e 365'i bulurlar. Her şey sevgi için...

Bir tane kılıksız bir kadın var bakanlık koltuğunda oturan. Hala açıklama yapmadı, doğru düzgün bir kınamada bulunmadı. Bravo gerçekten kendisine. Bir Kadın olarak harikulade bir iş çıkartıyor. 

Bugüne kadar yapılmış "kadın mıdır kız mıdır bilmem", "kadınlar çalıştığı için işsizlik var" gibi zeka geriliği belirten açıklamaları filan zaten geçiyorum çünkü nefretim çok büyük. Yok, artık bitti. Sevmemek, hoşlanmamak filan değil, o evreleri geçtik çoktan. Net Nefret! Üzgün filan da değilim. "İçte nefret biriktirmemek lazım", "beş para etmez adamlara değmez" "karma marma" filan gibi ulvi lafları kaale almıyorum. Yok ya, kalsın o nefret şimdilik. Bitmesi gerektiği gün bitiririm ben. Günün sonunda çirkin ve kötü olan ben değilim. Sorun zaten bende değil. Ama evet, bu insanlar, burası çirkin ve kötü. Bu çirkinlik devam ettiği sürece nefretim baki. Doğru, beş para etmez hiçbiri ama hepsi hissetsin kendilerine karşı oluşturdukları nefreti iliklerine kadar. 

Oysa ne güzel şeyler yazacaktım. Ama Türkiye burası. Güzel yok burada. Kötü ve çirkin var.

Thursday, February 12, 2015

Tanıştırayım, "arkadaşım" ...

Arkadaşlık ciddi bir mevzu. Hem de gayet ciddi bir mevzu. Kimin arkadaşın olduğu, arkadaşlığın tanımı, arkadaşlığın sınırları, paylaşımı, mahremiyeti, samimiyeti, gerçekliği, güveni, desteği o kadar önemli ki belki de her şey olması gerekenden sırf bu yüzden daha karmaşık hal alıyor. Belki de çok daha basit (basit derken ucuz değil) ilerlemeli işler, ilişkiler. Çok abartılı sıfatlar yüklemeden, çok büyük beklentiler taşımadan ve hatta yaşanan sevinçlere, kızgınlıklara dair iddialı, büyük laflar etmemek lazım. Arkadaşlık nasıl bir şey ise kendi yolunu buluyor, ya devam ediyor ya da bitiyor. Her ilişki gibi. Elbette bu ilişkilerin seviyesi, yoğunluğu da arkadaşlığın kendisi kadar önemli ama işte su yolunu buluyor. 

Hiç sevmediğim ama belki gittiği İspanya'da bir nebze olsun göreceği yeni dünya sayesinde bilgelik veya şahsiyet kazanır diye düşündüğüm müthiş yetenek bir o kadar müthiş açıklamalar yapmış. Hem arkadaşlık, hem de Gezi olayları üzerine. Yani kendisini kat be kat aşan konulara değinmiş, büyük büyük laflar etmiş. Bayılıyorum böyle insanlara...Dünkü çocukların bugünün kanaat önderi olması haline. Ne kadar şanslıyım ki güzel ülkem Türkiye bana bunları gani gani sunuyor. 850 kere din ve inanış değiştirip beraber olduğu erkeğe göre şekillenen boyun ağrılarından namaz ile kurtulan Tuğçe Kazaz mı istersin, koca koca göbekli hayatta belli bir yaşa gelmiş adamların çapsızlığını mi istersin yoksa son günlerin bombası topçu Arda'yı mı ? Saçmalardan seç beğen al. Ama yalan değil, son noktayı koyan Arda oldu. "Arkadaşım gibi" dedi. Arkadaşım gibi. Dediği insan cumhurbaşkanı.

Çok yazmayacağım da sadece kendi arkadaşlık ilişkilerimde öğrendiklerimi sıralayıp bitireceğim bu sıkıcı konuyu. 

İnsan arkadaşım dediğinin yanında hazırola geçmez, kendisini rahatsız hissetmez aksine onun kendisine güveni hisseder ve canını yakmayacağını bilir, yine onun yanında başka arkadaşlarının yanında olduğu halinden farklı davranmaz, yapmacık veya sahte ifadelerde bulunmaz ya da düğününde o çok sevdiği arkadaşım dediği insanın katılımı esnasında alkol servisini durdurup o gidince alkolün dibine vurmaz...

Arkadaşlık güzel hatta şahane bir şeydir. Kıymetlidir de. Çıkar ilişkisi genelde azdır ya da az olması beklenir. Ha bir de dikkat edilmesi gereken bazı ince noktalar vardır, mesela kimse kimsenin çöp tenekesi değildir ve kimsenin bir diğerine kötü veya hoyrat davranması kabul edilmez. O yüzden de özenli ve güzel davranmak gerekir. Ve elbette arkadaşın kim olduğu çok ama çok önemlidir çünkü insanın yanında arkadaşım diye tanıştırdığı, beraber dolaştığı, evine gittiği, (rakı) masasına oturduğu insan bir şekilde onun da kim olduğunun göstergesidir

Yukarda görüldüğü gibi Ray Charles Ronald Reagan ile poz vermiş, tarihe resim böyle geçmiş. Ray Charles'in bir siyah olarak Ronald Reagan gibi ırkçı ve daha da vahimi mensubu olduğu cemaati hedef alan neo-liberal bir politikacı olan birisiyle aynı karede yer alması o kadar talihsiz ki. Özellikle de Amerika'daki zenci cemaate yönelik baskı ve ekonomi politikalarını düşünürsek. Belki arkadaştırlar, belki birbirlerine ihtiyaçları vardı ve o yüzden arkadaş gözüküyorlardı. Olabililir. Hayatta her şey var. Ama yine de insan yarın hayat doğal olarak değiştiğinde kendi yüzüne bakabilmek için kiminle arkadaşlık ettiğine, kimin evine gittiğine, kiminle aynı resim karesine girdiğine iyi dikkat etmeli. Çünkü bir şekilde o evine gittiği arkadaş, o beraber vakit geçirdiği arkadaş, o aynı fotoğrafta poz verdiği arkadaş aslında kendisinin de yansımasıdır. Biz aslında kendisiyle bir kez daha tanışıyoruz. Aynen The Rolling Stones 'ın dediği gibi.

Pleased to meet you. 
Hope you guess my name, Sympathy for the Devil,

Biz de bir kez daha tanışmış olduk Arda ile (ve daha niceleri ile). Arkadaşları vesilesiyle ... 

Hızlı okuma: neo-liberalizm nedir?

Monday, February 9, 2015

(Erken) Cuma eğlencesi # 2

Niyetim pek olmasa da sıkıntıdan patladığım, kelimeler ve kitaplar içerisinde delirdiğim günlerde gerçekten kurtarıcı gibi geldi 2015 Grammy Ödülleri. Hem de ne geliş! Uzun zamandır bu kadar iyi veya tarz kıyafetin olduğu bir ödül töreni görmemiştim. Sahneye Prince filan çıkmış, onu zaten geçiyorum. İçimden sıcak sular akıyor resmen, kahroluyorum. whatever. Grammy 'ler deyip ilk insan ile başlıyorum. Ne yazık ki gecenin çirkinine denk geldi. TV'de sunucu olmasa asla gidemeyeceği törenler, giyemeyeceği kıyafetler filan derken işte ortaya çıkan sonuç. Giydiği üstündeki ne bilmiyorum ama çok kötü. Aşırı zayıf olduğu için her şey daha da kötü durmuş. Alnın genişliği, yanık ten rengi ve asla yakışmayan kırmızı ruju ile poz vermiş. Keşke vermeseymiş. Of, keşke ilk resmi daha güzel birini koysaydım da şimdi çok üşendim değiştirmeyi.


 Madonna...Bence çok fazla bir şey yok hakkında yazacak çünkü karşımızdaki Madonna. Üzerindeki Custom Givenchy. Evet, göğüsleri patlayacak gibi, evet bir sonraki karede kıçını gösteriyor fotoğrafçılara ama günün sonunda o Madonna ve böyle bir şeyi giyebilecek değil ama taşıyabilecek tek kişi de o. Yani gerçek olan. Diğerleri takipçi işte, isterse üzerine et yapıştırsın isterse saçını uzay modeli bir şey yapsın farketmez, günün sonunda hepsi Madonna 'nın takipinde. O zaman tamamdır, tartışmaya gerek yok.    
 Hah işte, takipçilerden. Ama hayret, platin sarısı saçlarına kırmızı rujundan vazgeçmesi şaşırtıcı. Üstündeki de Atelier Versace. İdare eder. Derli toplu bir şey de idare eder işte.
Gecenin güzel performans sergileyenlerinden, Beyoncé. Selma filmi vesilesiyle söylediği ilahi Precious Lord, Take My Hand. Martin Luther King'in en sevdiği hatta Mahalia Jackson'a sıklıkla toplantılarda söylettiği şarkılardan. Gayet de güzel söyledi ama tabii bir Aretha Franklin değil ki o da 1956'da kaydetti. Of keşke sırf müzikten konuşulsa. whatever. Elbisesi Proenza Schouler. Çok güzel ama bir o kadar da sıradan.

 Aslında Katy Perry, saçları mor olmasa gayet güzel elbisesi de müthiş bir haute couture örneği. Zuhair Murad Haute Couture. Elbise bayağı bayağı güzel ama o saçlar...Bilmiyorum herhalde ergenliğim bittiği için beni aştı.
 Eş kontenjanından Grammy'lere gelen Nicole Kidman ve Mugler elbisesi. Aslında çok güzel ama pek belli olmuyor. Siyah oluşu da zaten fazla ağırbaşlı, hele o ellerin önde duran hali...Sarışın iyi aile kızı. Ama kezbanlar gibi saçları uzun olan kadınların saçlarını kestirmelerini destekliyorum. Iyidir değisiklik. Kısa saç gayet iyi bir şeydir.
Gecenin fiyaskosu çift. Kim derdi ki dünyanın tarzları ile en çok konuşulan çiftlerinden birinin şu hale düşeceği. Hadi bebeğim Pharrell'i böyle şort takımlarla görmeye alıştık da karısının o korkunç Adidas takımı ne öyle? Feci! Daha fazla yazamayacağım ama o kadar kötü ki...Ayrıca çiftimize Happy şarkısı pek yaramamış gibi unhappy duruyorlar. Pek olmamış.

 Ay çok kötü. Hem de zengin görünen kötülerden. Yani çok para eden, verilen ama neticesi çok kötü olan. Pharrell 'in karısınınki en azından Adidas tulum. Pamuklu neticede. Bunda işçilik filan da var da taşıyan da ışık yok. 
 Gecenin en ama en güzeli, en tarz ve en klas insanı; Jane Fonda. 70 küsür yaşındaki haliyle harikulade bir yeşil tonundaki Balmain kıyafetinin içerisinde herkesi afallatacak kadar güzel. Yaşlanınca Jane Fonda olmak istiyorum resmen.
 Şaşırtıcı ama gecenin en güzel kıyafetlerinden birini giyip ortalıklara çıkmış insan sıkıcı ve gerzek Kanye West ile evli olan Kim Kardashian.  Hiç kendisini bu kadar güzel bulacağımı düşünmezdim ama Jean Paul Gaultier içerisindeki Kim Kardashian nihayetinde kendisi için oldukça dramatik bir karar ile kestirdiği saçları ve gayet şaşalı şahane elbisesi ile cidden dikkat çekici. Ancak sürekli yaptırdığı contour makyajından nefret ediyorum, orası kesin. Ama şu da var, makyajını öyle yaptırmasa o ve kız kardeşleri bayağı patates suratlı tipler. 
 Rihanna'yı "lise mezuniyetine götürelim elbiseni seç alalım" demişler o da bu elbiseyi seçmiş. Giambattista Valli Haute Couture. Yorumsuzum. Pembeden gözüm kamaştı ama orası kesin.

Çirkinle başlayıp çirkinlerle bitirmek kadermiş diyelim. Miley Cyrus 'a cidden üzülürüm de çocukları üzerinden para kazanmak için erken yaşta onları şov dünyasına atan aileler üzülmediğine göre, benim de üzülmeme gerek yok. Öbürü de Nicki Minaj-galiba. Of galiba Grammy'ler heyecanlandığım kadar fantastik değilmiş. Gerçi müzik kısmı fena değil. Neyse bitip gider belki başka cuma eğlenceleri gelir.

Friday, February 6, 2015

"Yarış atı gibisin bebeğim, sana oynamak istiyorum"

Detaylara çok girmeyeceğim, girmemeye çalışacağım, kendimi tutacağım gel gör ki epey zor olacak. Malum konu o kadar acıklı ve zavallı bir durumda ki ... 

Bir kez daha üzülerek ve talihsizlikle görüyoruz ki kızların erkeklere dair ajandası varmış, her şeyi ona göre yapıyor, ona göre çalışıyormuş ve bir yarış atı gibi ona oynuyormuş. Eğer yatırım yaptığı at iyiyse yani yarışı önde ve sağlam bitiriyorsa sonuç muhtemelen evlilik ve tek taş yüzük (evlilik süresince sıklıkla değiştirilmesi beklenen) ve çocuklar ve güvende hissettirecek bir banka hesabı ve ömür boyu "kutsal anne ve harika eş" kategorisinde v.i.p. koltuk. 

Tahammül edemiyorum. Beraber olduğu insanla şekillenen (herkese) kızlara, onlara göre davranışını, karakterini, ruhunu değiştirenlere. Ancak bu kategoriden daha korkuncu, daha vahimi de varmış: erkeği üzerine oynanacak bir yarış atı gibi görenler. Ben duyduğuma, gördüğüme inanamadım oysa oyundakiler yarışı çoktan oynamış ve yatışı bitirmişler bile. Bana da afallamış vaziyette bakmak kalmış.

Tenkit menkit değil derdim. Aksine. O kadar üzücü ki kadınların kendi karakterleri ile yoğrulmayıp bir başkası (erkek) üzerinden kendilerine bir kimlik oluşturmaları. Bitmedi, vehamet devam ediyor; kanaat önderi de olabiliyorlar bu karakterle. Okumuş oldukları, ortalama insandan daha görgülü eğitimli oldukları için elbette buna hakları olduğunu düşünüp toplumu şekillendirebiliyorlar da. 

Utanç verici. Bir kadın olarak yorumum utanç verici olduğu. Ama bu duygunun hissedilmesi bile (bir kadın olarak) çok üzücü.

Acaba kim doğru ata oynadı?


P.S. Kadın erkek farketmez. Kimin karşısındakine dair bir ajandası varsa ve o ajandaya göre hareket ediyor, adımlarını ona göre atıyorsa değişen bir şey yok, hepsi aynı kefede. Benimkisi sadece kadın olarak, hemcinsimi gördüğüm yerde duyduğum rahatsızlık. Yoksa erkek de kadın da hepsi aynı işte. 

Ama cidden merak ediyorum; acaba kim doğru ata oynadı? Oynanan bütün atların değeri var mı yoksa atları da vururlar mı? They shoot horses, don't they kitapta yazdığı gibi, filminde seyredildiği gibi...






Tuesday, February 3, 2015

( Kendime) Hatırlatma

Yılbaşı, yeni yıl öncesi şahane wish list'ler yapıp  kurtulmak istediğim sevmediğim ve ne yazık ki " sarhoşluk döneminde öğrenilmiş" olmasının herhangi bir mazaret teşkil etmediği "sevimsiz ve antipatik" davranış biçimlerinden bahsediyorum. 

Kendime: "Doğru değil. Yanlış davranıyorsun. Eskiden böyle değildin. Tekrar eskisi gibi ol ve bu kadar çirkin düşüncelerin aklına gelmiş olmasını dahi unut. Sil. Ne olursa olsun, kim olursa olsun, anlamsız ve saçma".

Sunday, February 1, 2015

Never On Sunday # whiplash

Günlerin kapanmışlığı, kelimeleri, sayfaları derken, neredeyse haftalardır sinemaya gidemeyip daha doğrusu gidip de sinema kapılarında kalış derken nihayet nihayet hakkında pek konuşulan pek merak edilen Whiplash'li geçen bir never on sunday...

Güzel film, psikolojik şiddet ve mobbing nedir gösteren gayet başarılı örneklerle dolu bir film. Ama hayır, Whiplash bir müzik filmi değil. Cazdan bahseden bir film hiç ama hiç değil. Yetenekli, hırslı, çevresinden, ailesinden ve tabii çok yukarılara koyduğu hocasından takdir görmek isteyen, asosyal kendi yaşıtları ile ilişkide zorlanan genç bir müzisyen (adayı), (muhtemelen) kendi beceremediği istisnai ve müthiş caz müzisyeni kariyerine hoca olarak devam edip öğrencilerini aşağılayarak onları eğittiğini sanan ve bu acımasızlıktan zevk alan ruh hastası bir hoca hikayesi. Çocuğun deli gibi saatlerce  davul çalıştığı, ellerinin değil çizilip kanaması, kanlar içerisinde kaldığı ama hala hocasını tatmin edemediği acıklı sahneler dışında filmden kalan tek şey aslında mobbing denilen şeyin ne kadar tehlikeli olduğunun göstergesi. Öyle ama. Zamanında belki 19 değil ama 25 yaşlarında gayet net ve korkunç bir mobbing deneyimi yaşamış biri olarak, evet filmin seyredilmesi sadece bu açıdan önemli. İnsanlar özellikle de çok genç insanlar böyle tecrübeler yaşamamak için bu filmi seyretmeli. En azından akıllarında kalır, başlarına geldiğinde ki mutlaka bir şekilde gelecektir, neyi nasıl yapmaları gerektiğini, mobbing uygulayanın aslında (filmde de söylediği gibi) iyi niyetlerle, yeteneğini, becerisini, aklını takdir ettiği için sert (veya acımasız) olmayı seçmediğini; aksine kendi eksiklikleri, kendine güvensizliği, kıskançlıkları (veya sadece psikopatlığı) olduğu için karşısındakinin canını acıtmak ve bunu bir güç gösterisi haline getirdiği gerçeğini görebilirler. 

Bu psikolojik savaşın nasıl bir şey olduğunu gösteren bir film. Ama müzik filmi değil, caz filan yok bebeğim, hiç ilgisi yok. O yüzden de çocuğun hayran olduğu davulcu belki istisnai teknikleriyle insanı afallatan Buddy Rich. Cazda çığır açmış, davul gibi bir aletinin müzikteki yerini başka bir yere taşımış caz davulcuları  Tony Williams, Elvin Jones, Max Roach değil. 

P.S. Elbette evin içinde saatlerce davul çalan birini görünce aklıma hemen U. geldi. Okuldan çıkıp onlara giderdik, biz içerde o da davulun başında. Saatlerce çalardı. Değişen bir şey yok, hala da çalıyor. Filmden hemen sonra aradığımda "evet ya, bugün 2 saat çaldım. şimdi gidip 1 saat daha çalışırım herhalde. kanar, kanar ellerin de yani, işte film çok abartıymış, o kadar biraz zor ama kanar" dedi. 

Buddy Rich değil de bari Billy Cobham gelsin o halde Never On Sunday pazarına. Hani şu, Massive Attack'in meşhur Safe From Harm'ına sample olmuş parçasıyla 1973 tarihli Stratus. Ooo, kesin çalarım bu hafta programda. Davul mavul cidden havalı. Oldu bu iş!