Saturday, March 29, 2014

Evrenden torpilli ve davudi cevap

Yalan değil o yüce sesi öyle ezik büzük duyunca J.A.'nın "Allah'ın elinde sopası yok, çocuğum " lafını hatırladım. Gerçi çocukken bana kendisi insanların fiziksel defoları, özürleri, engelleri ile dalga geçmemeyi öğretmişti ama o sese yarılarak gülmekten kendimi alamadım. Kötü bir insan olduğumu biliyoruz, o yüzden bunun üzerinde çok durmuyorum zaten. Kendi kendime ara ara hatırlattığım "Allah'ın elinde sopası yok" lafı haricinde ise beynimde asıl bambaşka bir bilgi canlandı. Hem de neon ışıklarla resmen kendisini anımsattı. "çakra" ! Evet, evet, genelde dalga geçtiğimiz ( ya da benim geçtiğim ama sonra söylediklerimi yutmak zorunda kaldığım) çakra hadisesi. Hint felsefesine göre insan vücudunda 7 çakra bulunuyor yani enerji merkezi ve hepsinin bağlı olduğu vücudun farklı bölgeleri aynı zamanda belirli başlıkları işaret ediyor. İşte başta var, alında var, göbekte var, kıçta var ve asıl bir de boğazda var

The throat chakra is about choice: the concept that every choice we make is an act of power and has a positive or negative consequence. The throat represents the expression of your will - the balance of your emotional and mental intentions.

Problems with this chakra arise from issues with self-expression. For example, lying, gossiping and the inability to express negative feelings or thoughts, opinions and emotional needs.

Gerçekten bomba değil mi? O kadar güldüm ve bir o kadar gerçek geldi ki yalan değil, artık sıtkı sıyrılan evrenden gelen cevap da bu olsa gerek diye düşündüm.

P.S. Hatırlıyorum da "evrenden torpilliyim" gibi bir kitap vardı. Aman Allah'ın o nedir o? Vah vah! R.'lerde bir gece otururken görüp karıştırmış, epeyce bir sayfa da okumuş sabrımın sonuna kadar dayanmaya çalışmıştım ama nihayetinde şişip bırakmıştım. Ama garip şey işte, insanların kendilerini gördükleri ve göstermek istediklerinin gerçek ile hiçbir ilgisinin olmaması. Ah ulan evren bir torpil de bize diye diye ne hallere düştük...

Thursday, March 27, 2014

Fani İşler Müdürlüğü sunar: "Poor Little Gwyneth"

Hiç uzatmadan- bilen bilir- ilk cümlemden belirteyim; hiç ama hiç sevmem kendisini! Hayranlık uyandıran güzelliğini de, Oscar tasdikli oyunculuğunu da, müthiş mutlu evliliğini de, herkesi kıskandıran vücudunu da...kısacası hiçbir şeyini beğenmiyor, kaale alınacak bir hadise olarak görmüyorum. Haliyle bu durumda biraz bir  "kıskançlık" olduğunu düşünecekler çıkacaktır; ona da "peki" olacaktır cevabım. Kabul ettiğimden ve doğru bir tespit olduğundan değil aksine değiştirmek için uğraşmayacağımdan ve "kim ne istiyorsa öyle düşünsün" halim neticesinde "peki".

Peki Fani İşler Müdürlüğü'nce sunulan Poor Little Gwyneth'e dönersek...Öğreniyoruz ki kendisi yine kendisi kadar sıkıcı bir müzisyen olan kocasından ayrılma kararı vermiş. Ve aman dikkat! Bu durumun tüm dünyadaki fani işler birimlerine duyurulması  "boşanma" filan gibi sıradan, halka  özgün, sıradan insanların dilindeki bir kelime ile değil, "conscious uncoupling" gibi yabancı bloglarda "plain english meaning of divorce " olarak dalga geçilen ama pek afili hatta tipik bir Gwyneth açıklaması ile oldu. Bu komik "conscious uncoupling" ifadesi ile zaten yazının en sonunda söyleyeceğime baştan kendisinin yardımı ile ulaşmış oluyorum. Kendisiyle ilgili rahatsız edici olan işte tam da bu! İster süslü ifadelerle olsun ister hukuki terimlerle, günün sonunda olay boşanma değil mi? Evet. Bugüne kadar sürekli ortalık yerlerde ne kadar mutlu bir evliliğe sahip olduğunu söyleyip söyleyip, bugün biz sıradan insanlar gibi boşanma yaşamıyor mu? Evet. O halde hala neyin küstah ifadesi ile kendini duyurma çabası? Bunlar mutsuz insan çığlıkları. Ya da  Gwyneth'in örneğine özel olarak "pek de akıllı olmayan mutsuz insanın çığlıkları" demek daha doğru olacaktır. 

Mutsuzluk kötü ve üzücü bir şey. Elbette kimse mutsuz olmasın da bu mutsuzluğun sonucu etrafındakilere veya "hayranlarına", her şeyi bilen kanaat önderi, her konu hakkında ahkam kesebilen ve onay veren kişi olarak geri dönmesin mümkünse. 

Yine Poor Little Gwyneth örneğinde rahatsız edici şekilde görüldüğü gibi, varlıklı ve ünlü bir ailenin çocuğu olarak doğup yine kariyer ve yaşam tarzı olarak dünya üzerindeki herhalde % 1lik bir kesimde varolan birisi olarak hem kendisinin çok rahat, sevgi dolu, iletişim gücü yüksek, ayakları yere basan olarak kabul edip hem de bununla tamamen ters düşecek bir yaklaşımla, evlere şenlik web sitesinde "must-have fashion item" olarak 2500 dolarlık kaşmir kazak önerisi, cidden güzel resimlerle süslü ve kendince müthiş sağlıklı ama uzmanlarca " the bible of laughable Hollywood Neuroticism" olarak nitelendirilen yemek kitabında sunduğu harikulade diyetin haftalık maliyetinin-balıklar hariç- 155 dolar civarı tutmasının, her türlü mutfak gereci ile beraber mutfak ve temizlik insanı bulunan, harikulade evlerde yaşayıp çocuklarını da bu yaşam tarzında besleyip diğer taraftan kendisi gibi yaşayamayan (ve zaten buna imkanı olmayan) ama evlatlarını da en az kendisi kadar seven sıradan insanları aşağılarcasına " I would rather die than let my kid a Cup-a-Soup" diyebilen bir insan olabilmek küstahlık, şımarıklık, algı bozukluğu ile beraberinde aslında gerçek bir "mutsuzluğun" varlığını düşündürüyor. 

Kişi eğer kendisi ile bu kadar uğraşıyorsa, sürekli etrafından kendi yaptıklarına dair onay ve takdir görme ihtiyacını giydiği daracık ve incecik kıyafetler üzerindeki skinny vücuda veya porselen bir cilde sahip olmak gibi fiziksel özelliklerle dışa vuruyorsa, beslenme ve yeme-içme gibi hayattan alınan küçük zevkler gibi konular kendisinin ağzından sıklıkla ve neredeyse dini inançlar kadar katı vaziyette ortaya çıkıyor ve bütün bunlar kendisinin toplumsal varoluş söyleminin neredeyse merkezinde yer alıyorsa o kişinin kendi vücudu içerisinde rahat olduğunu, kendisini sevdiğini, beğendiğine inanmak, Nagehan Alçı'nın boyun damarları çatlarcasına savunduğu AKP'ye inanmak gibi bir şey olacaktır. 

 Poor Little Gwyneth binlerce dolarlık psikoterapiyi rahatlıkla karşılayacak durumda olduğundan kendisinin sıkıcı mutsuzluğunu geçmek istiyorum çünkü zaten sıkıcı bir insan olmasının üzerinde bir de bu "iyi beslenme, iyi evlilik, iyi ebeveynlik, iyi yaşam guru"luğu konularındaki ahkam kesen hali eklenince zorlayıcı oluyor. 

Aynen kendi çevremizdeki etrafımızdaki mış gibi insanlar gibi. Aynen çevremizdeki, toplumsal ve sosyal hayatımızda bir şekilde varolan insanlar da olmayan hayatlarını varmış gibi gösterip bunun üzerinden kendilerine bir algı yaratıyorlar. En mutlu insan, en mutlu çift, en mutlu aşk, en mutlu ebeveyn, en mutlu bebişin anne/babası, en ahlaklı insan, en dindar insan, en dürüst insan...Herkes ne oluyorsa olsun kimsenin bir şey dediği yok da yaşadığı da gösterdiği de bir olsun. Yoksa kimsenin kalori hesabı sayıyor diye bir başkasına edecek laf edecek hali yok (aptalca ve saçma bulabilir). Evlilik (veya başka bir şey) mutsuzsa mutsuzdur biter gider yerine başka bir şey olur (veya olmaz) ama "biz cennette yaşıyoruz şahane hayatımız var çok mutluyuz evimizin bahçesinden çikolata deresi akıyor" tadında abartılı mutluluk ifadeleri kullanıp, günü gelip de gerçek ortaya çıktığında netice o muhteşem aşkın sonu olunca başkalarının gülmesine de eleştirmesine de ya da laf etmesine şaşmamak lazım. Hem bu kadar da kasmamak lazım. Kim bilir bu kadar her şeyin dışarıya farklı gösterilme hali için gösterilen çaba, mutluluk için sarfedilse ve ufak eğlenceler olsa herhalde sonuç bu kadar sıkıcı ve mutsuz olmaz. 

İşte bu yüzden Poor Little Gwyneth konusu oldu. Yoksa çok da fifi!  Zaten ülke batmış, yiyen yedikçe daha da çok yemiş, içine etmiş. Arada bir bu fani işlerin balon eğlencesi olmasa, kafaya sıkıp gitmek gerekebilir, o kadar boğucu çünkü her şey.

Bunlar da Poor Little Gwyneth bonusları olsun, eğlencesi olsun. Allah'tan benim gibi kendisinden hazzetmeyen o kadar çok insan var ki, komikliklerine ulaşmak çok kolay. Ama cidden zekası ayrı bir parlak kendisinin, onu da geçmemek lazım!

* On beauty: “You know, I use organic products, but I get lasers. It’s what makes life interesting, finding the balance between cigarettes and tofu.”

I think that women, especially women in my job, come to me because they know I’m very loving and nonjudgmental and I’m not competitive, and I’ve been through a lot.

When asked what her last meal would be: “Oysters and cocktail sauce, and then a baked, stuffed lobster and french fries. I would have a baguette and a cheese course for my dessert, and red wine. I drank like crazy [when the kids were babies]. How else could I get through my day?








Wednesday, March 26, 2014

Arada yaşananlar, V

Arada yaşanan günlerdeyiz. Bitmeden, tükenmeden ama bitirerek tüketerek. Ayrıca sıkıcı da. Böğürmeleri de, kavgaları da, yalanları da, tipleri de, karakterleri de, cehaletleri de, ingilizceleri de, ilan-ı aşkları da...Kısacası her şeyleri sıkıcı, haliyle bahsi geçen,sözde heyecanla beklenen seks kayıtlarını hiç mi hiç merak etmiyorum. Kudretli ve muktedir olarak beyefendi merak etmesin, sıkıcı insanların sıkıcı seks sahnelerini seyretmenin vakit kaybı olduğunu düşünüyorum. Ola ki ve illa ki "seks seyretmek istesem" gözlerimi bu sıkıcı sahnelerle yoracağıma gider şahane sitelerden birinde seyrederim; hem de HD, sonuç sen sağ ben selamet.

Ama işte, aradayız hep bu aralar. Dünyamız da hissimiz de öyle. İyi olmak "peki biraz kabul edilebilir" de ama sonra  "aman çok iyi olmamak" . Olamamak. Olmanın ayıp olması da cabası. Gülmenin utandırması ile neşeli kahkaha atmanın ahlaksızlık ile bir tutulmasını zaten geçtim. Ulan bir aile hem kalkınacak, hem her yeri parselleyecek, hem de en zengin en ahlaklı en inançlı olacak en güzelinden öyleymiş gözükecek diye ne yediğimiz kazık kaldı, ne de işittiğimiz ahlaksız sıfatlar, üzerimize yapıştırılan aşağılayıcı tanımlar? 
70 milyon resmen 15-20 kişiye (üreme yoğun tabii) karşı boşa kürek çekiyor resmen. Oturduk kaldık arada yaşanan günlerde. 

whatever.

p.s. monuments men ocean's 11'nın kansız silahsız savaş filmi versiyonu gibi. çerezlik. konusu da hem gerçek hem de ilgi çekici olsa da sanki ocean's 11 daha başarılı. en azından daha eğlenceli daha parlak, daha çıtır çerez yemelik. 

p.s. ferzan özpetek'in filmi, allacciate le cinture...aman yarabbim ne kadar kötü bir film... tamam; renkler güzel, kızlar güzel, adamlar güzel, şehir güzel, italya güzel, vespalar güzel de ne kadar klişe karakterler, ne kadar tribünlere oynanan ağlak konuların abartılı halleri. hele o müzikler...nasıl sıkıcı (ki bir sezen aksu şarkısı olmayışına bu defa şaşkınlıklar içerisindeyim). beğenen beğenir elbette de o beğenen ile ben sinema filan konuşmayayım. 

p.s. (3) yaz sonu olsa gerek... fuket ile konuşurken, bir şekilde kendimce geçtiğimiz yıllara dair en çok rahatsızlığını hissettiğim, varlığından yorulduğum ama ne olduğunu bir türlü göremediğim adlandıramadığım "şey"i bir şekilde anlatmaya çalışırken bunun "cehalet" olduğunu farketmiştim. orada öylece pek de kaale alınacak kadar süslü kelimeler olmaksızın konuşurken bir anda, yıllarca göremediğim görsem de görmek istemediğim farketmekten kaçındığım durum kendiliğinden dile gelmiş oldu. gerçekten de güzel, eğlenceli, bilgili görüntünün altındaki cehalet idi beni en çok rahatsız eden, hayallerimi kıran, söylemimi küçümseyen, büyük sıfatların aslında altında yatan küçük hayatları tek doğruymuşcasına benimsetmeye, şaşalı elbise etkisi yaratan tek tip uniformalı hayatın en güzel hayatmışcasına kabul ettirmeye çalışan. bunu da fuket'e "zamanında kitap, roman okumamaktan oluyor olsa gerek, hayaller küçük, sıradan, yerel, uzaklara gitmeyen ve daha da kötüsü gitmek istemeyen" gibi anlatmaya çalışmıştım. pazar günü murat menteş de bambaşa ama bir o kadar benzer hem de siyasi bir konuda edebiyatın, kitap okumanın öneminden bahsedince kendime kendime çok güldüm. okumak lazım. cidden. belli bir yaştan sonra da olur. dedikleri gibi "geç olsun güç olmasın" ama yine de çocukluktan itibaren okumak edebiyat ile haşır neşir olmak her şeyi bambaşka kılabilir, çocukluktan çıkıp da yetişkinlikteki karakterini edebiyat karakterleri, kahramanları renklendirebilir, ufkunu açabilir, sıradanlıktan çıkartabilir. evet, aslında anlatırken de aradığım kelime bu idi; "ufuk". ufkumun ne yakınımda ne de çizilebilir olmasını istemiyorum, galiba her şeyin çıkışı bu.

p.s. (4) malum savaş günlerindeyiz. "corsair" korsan gemisi demek fransızca. bir yandan da savaş gemisi demek olsa da korsan gemisi olarak da geçiyor. biz de korsan gibi bir şeyiz zaten. kaba saba, zarafetten uzak, arkadan vuran, başkasının elindekini almak için gemisine çıkan halimizle klişe korsan görüntüsüne gayet uyuyoruz. herhalde kimsenin de itirazı olmayacaktır. her şey manidar.

Wednesday, March 19, 2014

Kaba saba vs nazik

" Anlayışın için çok teşekkürler. Hafta başı görüşelim. h.k.

Ortada hiç öyle büyük bir anlayış gerektirmeyecek durum olmasına rağmen benden çok büyük ve bir o kadar zarif bir insanın bir görüşmeyi elde olmayan sebeplerden ertelemesine dair attığı bu mesaj hatırlatıcı vaziyetteydi. Bir kez daha. Hele bir de bayıldığım akıllı newly-momlardan E.A.'nın " çatlak kremi, Uykusuz/Penguen, vegan siyah çikolata, bebek şampuanı, mektup, cd " dolu post-natal kuryeye gönderdiği teşekkür mesajının üstüne iyice sabitleyici oldu. 

Öyle gereksiz aptalca, ağdalı nezaket vurgulu kelimelerle süslü konuşmalar filan değil ama gerçekten özen göstermek, özen gösteren olmak şahane bir şey. Şanslıysa insan özen gösterilen de oluyor ancak bu oldukça nadir bir durum.Çünkü ne yazık ki kişinin kendi gündelik hayatında, sosyal hayatında, toplumsal hayatında nezaket öyle pek itibar gören bir hadise değil, kimi çevrelerce ise matah bir şey zaten değil. Özellikle de Türkiye'de. Kaba saba ve hıyar hatta mal olmanın marifet zannedildiği ; konuşurken yükselen sesin karşısındaki üzerinde kurulan bir güç olarak kabul edildiği ; güzel bir laf etmenin karşısındakinin g.tünü kaldıracağı sanrısı ile bundan imtina etmenin; mutluluğu, başarıyı, heyecanı, coşkuyu kıskanmadan paylaşmanın neredeyse imkansız olduğu; herhangi bir jeste, bir harekete, bir hediyeye "teşekkür etmenin" özellikle de arkadaşlar arasında gereksiz kabul edildiği bir yerde gerçekten şahane bir şey özen göstermek. Ve biraz şanslıysa özen gösterilmek. Ama günün sonunda asıl soru şu oluyor ; özen kime gösterilir ? 

İşte o da herkesin kendi gönül defterindeki yaşanmışlık sayfalarında ...

P.S. Böğüren bir adamın sürekli böğürerek kendisini ve ailesini yalandan sıyırmaya çalışmasına maruz kalınan bugünlerde, zaten olmayan keyifli hallerde insanı iyi hissettiren hareketler bunlar. Bir de çok bilinen bir şeydir psikolojide filan da var, elbette kendisi değil de etrafındaki g.t göbek sevimsiz danışmanları biraz olsun aşinadır "bir insan bir şeyi ne kadar yüksek sesle söylüyor defalarca tekrar ediyor damarları patlarcasına aynı konuyu konuşuyorsa orada zaten bir bok yeniği vardır, mevzu yalan ise çoktan Cehennem'in katlarından inilmeye başlanmıştır". 

P.S. (2) Nezaket özen filana geri dönersek... Bu minvalde sanal dünyanın en sevdiği tanımlar sıfatlar cümlelerden olan "güzel kadın"; "harikasın sen !", "canım arkadaşım", "hepiniz iyi ki varsınız" , "işte aşk bu" , "varlık sebebim" vb gerzek ötesi olanları mümkünse geçelim.  Mış gibi hayatların mış gibi tanımları bu dükkandan da ruhumdan da bir uzak olsun. Hatta # 8'nin bomba lafı gibi "şov musun?"  diyeyim...

P.S. (3) Sıkıldım. Yazmak da gelmiyor içimden. Ama işte bazen coşuyorum heyecanlanıyorum e haliyle de elim gidiyor sonra duruyorum bazen durmuyorum. Yoksa "ehhhh yemişim her şeyi.". Ama gelecek yine benli haller, günler, keyifler. Az kaldı. Ama ne ülkeymiş amk! Varlığı çöktü üstüme, bitmedi, üstüne de tüketti. Ama bekle, intikamım müthiş olacak; kill them with kindness derler ben bir de happiness ekleyeyim...

Tuesday, March 18, 2014

Back to the future, back to the normal

Yavaş yavaş. İç çeke çeke ama olması gerektiği gibi. Neticede hayat böyle bir şey, ne olursa olsun dünya dönüyor hayat devam ediyor.  that's life.  Kimi zaman sıkıcı bezdirici çoğunlukla adaletsiz ama gün devam ediyor bitince de dünya durmuyor ertesi gün güneş yine yükseliyor. İstesen de istemesen de. 

Saturday, March 15, 2014

Hurt So Bad

Yıl 1969. Grant Green ve Carryin' On albümü ve Blue Note. Hurt So Bad

Gerçekten hurt so bad. Öyle böyle değil.

 

Tuesday, March 11, 2014

Madalya

Herkes umutluydu. Başta ben. Bayağı inanıyordum sonun böyle olmayacağına. Ama işte umut kimi zaman (çoğu zaman) sadece gerzek bir teselliden başka bir şey değil. Umut dolu düşüncelerle aptal gibi kendisini kandırıyor .

Şanlı polisler özellikle bu ölümden sonra mümkünse madalyalarını takıp dolaşsınlar. Gurur duysunlar meslekleri ile, patronları ise daha da alkışlasın "aferin" desin. Nasıl olsa adam öldürüp 5 yıl hapiste kaldıktan sonra da çıkabiliyorsun bu ülkede; orada sorun yok. Adalet zaten yok. Adaletin işlediği birkaç kişi de zaten bizim mahalleden değil.

O kadar çok ama o kadar çok sıkıldım ki... Ve iyi ki bu ülkede yaşamak durumunda kalacak çocuğum yok.

P.S. Ve tabii şunu da merak ediyorum: önümüzdeki günlerde kaç kişi, kaç organizasyon, kaç gazeteci, kaç "emeğin, ezilenin,kadının yanında"ki solcu takımı, daha düne kadar "ama benim çocuklarımın ismini biliyor" gibi gerzek ifadelerle kimin yanında olduğunu belli eden kaç kutsal anne, kaç şarkıcı türkücü oyuncu takımı bu ölümü kendisine bir karlı geri dönüş haline getirmek için kullanacak? liste bugün itibariyle tutulmaya başlayabilir. neticede sabah programları erken saatte. muhtemelen bugün surata yapışmış gülümseme ve darbuka sesleri arasındaki "vur patlasın çal oynasın" saçmalığı yerini biraz ağırbaşlılığa, ciddi ses tonuna, siyah kıyafetlere ve mazlum bakışlara bırakır. hem de gözler smokey eyes yapılır ki o derin acı derin üzüntü (!) belli etsin kendisini. hadi bugün de vicdandan yırttı şöhretli takımı.  




Sunday, March 9, 2014

Never on sunday # 2

yağmurların geri dönüşü, cumanın bir anda kendisini hissettiren soğukluğu, isveçli ile hiçbir şekilde denk düşmeyen ve bu gidişle de düşmeyecek olan bir cuma fantezisi, cumartesinin iyice soğuk hali, trafiğin kilit hali, eve kapanma hali, mini bahçe hali, fantastik ev hali, sabah radyo soulshine hali, akşam yemek hali, her zamanki gibi pek şahane pek lezzetli karaköy lokantası hali, rakı hali, deri etek hali, "kim kardashian olmuşsun" hali, tesadüfler hali, 2can den aka louboutin tesadüf hali, edepli yemek hali, uzun yemek hali, yeniköy'e gidememe hali, yağmur hali, soğuk hali derken pazar ve antipatik bir havanın never on sunday hali, yalan değil gerçekten de never on sunday hali, pazar gecesi sineması derken, dallas buyers club derken soğuk bir mart günü... 

Saturday, March 8, 2014

Arada Yaşananlar, IV


önce üşenilen sonra kavuşulan buluşma, anne, yarı anne, no anne derken, i.k., rey., z., den aka louboutin derken bir anda soğuk bir akşamda kanyon, konyalı, doğacak çocuğa isim seçmenin zorluğu falan filan derken, dönüş selfie'si, dumb&dumber&dumbest selfie'si; bahar gibi sabahta  j.a. ile kahve, ardından yine j.a. ile çok benzeyen özellikler taşıyan h.k ile kahve ve yine ayrılırken " oh be güzel şeyler olabileceğini düşünen insanlar da var, yanından mutlulukla kalktığım insanlar da var" diye düşünürken g.g. ile kaç zamandır gitmeyip de özlediğim cavit , perşembe rakısı, yanımıza biraz uğrayan bizimle bir kadeh içen kalkarken de fantastik efsane hareketi ile beni benden alan, g.g.'yi de afallatan j.a. (I heart her), gecenin devamı ile karşılaşılanlar, eğlenilenler derken eve dönüş, power lunch ve e.g., radyo günleri * 5, ho ho ho, # 8 ve flamingo gazinosu davetiyesi derken biten hafta, cuma ...

p.s. nezaket üslup önemli şey. ne yazık ki apple teknik servisler ile muhatap kalınca daha da bir önemli oluyor. o beşiktaş'taki yerdekilerin hıyarlıkları nedir öyle? ama çalışan kızlar daha da bomba. soru: "dizide mi oynuyorsunuz?"  hey yarabbim ya. 

p.s. (2) görüntüde çok nazik, çok iyi, çok masum, çok kırılgan, çok temiz olanların hiç beklenmedik bir anda yeri geldiğinde ise karşındakinin canını acıtak istercesine içteki kaba saba hallerin ortaya çıkmasına ise ayrıca hastayım.  hadi ben zaten gürültücü, it kopuk duruyorum ama nedense işte bu "takım" hiç öyle it kopuk olmayıp tam aksi duranlar kadar kaba saba olamıyorum. durup da listelemek istesem örnekler, insanlar sayamayacağım kadar çok. hem de en güzel örneklerini en yakınlardan gelenler teşkil ediyor. tam bir yeme de yanında yat durumu resmen. ve tabii en bombası da bunu "iyi bir şey söylüyormuş" gibi yapmıyorlar mı? hah ona daha büyük hastayım.

p.s. (3) teorim - ne yazık ki- doğru çıktı. üzücü ama taşradan istanbul'a çalışmaya, yırtmaya gelenler nezdindekilerde gözlemlediğim, beraber yaşarken deli gibi yorulduğum  ama iş hayatında özellikli sürekli maruz kalınan bu "en istekli", "en hırslı", "herkesi tanıyorum ben", çok "sosyalim ben, herkes arkadaşım benim, "çok "komiğim ben"  gibi manasız hareketlerine dair teori. ah o "sevgili herkes" hitaplı mail atmalar veya ne istediğini "mail başlığına yazmak". ah işte görüntüde bir falso yok da kendini hissettiren  içteki ankaralığı, izmirliliği, antepliliği, konyalığı etrafa bunlar gösteriyor. üslup işte. yoksa her şey görünüşte çok nazik, çok zarif, çok medeni. offf ki offf...

Tuesday, March 4, 2014

Oscar eğlencesi erken cuma eğlencesi

Biz burada " kaset, kayıt, cepe atılan paraların miktarı, yapılan yolsuzluklar, söylenen koca koca yalanlar" gibi her günümüzü boğan, sıkan, mide bulandıran olaylarla uğraşmak zorunda kalırken, şanslı coğrafyalarda doğanlar ve onların creme de la creme'i olan beautiful people, fani ve bir o kadar hedonist dünyada yaşamaya devam ediyorlar, Oscar'larda coşuyorlar, eğleniyorlar filan. Biz de burada cidden loser hayatımızla devam ediyoruz. Ama yine de bir şekilde direnerek, mutluluğumuzu kaybetmemeye çalışarak... O yüzden gülerek,  atarak kapağı kapatmak lazım. En azından bizim dükkanda (gerisini zaten sallamayı öğreneli çok uzun zaman oluyor. gerek yok kaale almaya). 

Hah, o halde eğlence işte kaale alınmayacak oyunculardan ama işte bir şekilde Akademi'nin radarından çıkmayan, belki de "çocuk, evlilik, kariyer(?)" başarısı timsali ile başlasın. Ben Affleck'in Jennifer'larından evlenip çocuk yaptığı. Çirkin hiç değil ama farklı da değil. Karizma gibi bir şey zaten yok. Ama işte bir şekilde orada burada, çocukların peşinde müsamerede, kocasının Oscar teşekkür konuşmasında.Kısacası Hollywood'un  sevdiği kadınlardan. Saçı kezban saçı olsa da güzel, elbisesi ise her ne kadar açık tenli kadınları parlatacak kadar gerektiği kadar ışıldamasa da güzel. Oscar de la Renta. Elbisenin ve Oscar de la Renta'nın adınadır bu kadar satır yazı.

Resim buradan güzel çıkmamış ama Cate Blanchett gecenin en güzellerinden en şahane olanlarındandı. Konuşması da gayet heyecanlı kıpır kıpır Aussie idi. Armani Privé elbise elbette güzel ama Chopard mücevherler elbiseden daha iddialı. Cate Blanchett gibi çok çok beyaz bir kadına yine ten rengi bir elbise giydirip sönük kalmamasını sağlamak herhalde tasarımcıyı diğerlerinden ayıran nokta olsa gerek. 


Yorumsuzum. Ama üzülüyorum Liza Minelli gibi yaşlanan insanlara. Belki başka bir renkte başka bir bedende başka bir yüzde başka bir uzaylıda böyle bir kıyafet çok farklı durabilir ama ne yazık ki Liza Minelli'de bu söz konusu değil. Bilmem, belki anlamak gerekebilir onu da; şöhret ve zenginlik içinde doğmuş olsa da mutsuz evliliğe tanıklık, biseksüel baba, ilaç ve alkol bağımlısı anne, ilgisizlik, sevgisizlik, başarısız evlilikler...Ama ben kötü bir insan olduğum için sürekli acıklı çocukluğu, geçmişi yüzünden yaptıklarına mazeret bulunan insanlara tahammül edemiyorum, o yüzden de "bakamıyorum" diyorum.
Beyaza beyaz güzel olanlardan. Genelde sönük bir tip olsa da bu akşam iddialı olmuş, kırmızı ruju farklı kılmış. Markaya ismini verse de çok hayırlı bir şekilde tasarım çizmeyi başka tasarımcılara bıraktıktan sonra atağa geçen ve gerçekten güzel şeyler ortaya çıkartan markalardan olan Calvin Klein. Gayet temiz, gayet güzel. Gelinlik de olur. Ama ince uzun olmak lazım. Giyebilen giysin ama törende pizza yemek bu elbiseyi patlatır. Bir tek şu geriye atılan saçlarla derdim var. Nedense olmuyor herkeste. Naomi Watts'ta olmuş gibi. Ama olmamış gibi de. Kısacası benlik değil.

Yok cidden ten rengi ile aynı renk elbise giymek saçın da benzer tonlarda olması iyice sıkıcı ve yorucu bir seçim. Julie Deply forever Reality Bites ve kredisi forever tam da offf yani... Ten rengi babaanne sütyeni gibi renkte bir elbise ile karşıma çıkınca sıkıcılıktan başka bir şey gelmiyor aklıma. Mücevherler Chopard olsa ne olacak ki, alttaki renk babaanne sütyen rengi. Kaçmak geliyor insanın içinden.
Kendisi için önceki yıllardaki hali gibi efsane, şaşırtan gibi sıfatlar kullanmak istesem de Elie Saab elbisesi içerisindeki Angelina Jolie, altı çocuk annesi sıkıcılığını aşamamış. Evet, parlak, evet glamour ama sıradan ve muhafazakar. Kim bilir, yardımsever, çocuksever, göçmen çocuk sever imajına ekleyeceği yeni sıfatı budur.
Korkunç. Daha fazla yazamayacağım ama feci.
Sıkıcı gençlerden biri daha; Vera Wang içerisindeki Harry Potter çocuğu . Neden bir insan hem de bu kadar genç bir insan bu kadar kapalı ve sıradan bir kıyafet ile Oscar'a gitmek ister ki. Ciddiyet uyandırmak için mi? This is Hollywood ama. Ayrıca zaten hali hazırda Brown öğrencisi yani Ivy League diploma sahibi olacak yakında. Eee? Neden ki bu sıradan kıyafetler? Ben evdeki kokteyle giymem, o kadar pinpon.
Adam güzel, kadın güzel, elbisesi zaten güzel. Oscar kazansa da kendisinin soyadı yazamayacağım kadar kelt alfabesi içerdiği için bu çabaya girmiyorum. Ama karısı ki benim için çok esmer olmasına rağmen çok güzel bir kadın pudra pembesi elbisesi ile iyice güzel olmuş.
Hah, yine arkaya yatırılan antipatik saç modeli. Kadın da benim tarzım değil ama beğeneni vardır herhalde . L.A. Girl E.'den birinci el olarak biliyorum ki Hollywood'un pek sevdiği Ellen Degeneres merkezli  bu power lesbian couple'in glamour tarafı yani Portia de Rossi'nin yıllık " güzellik, bakım, elbise, makyaj, spa, mani-padi, beslenme, spor, pilates" masrafı 1 milyon doları buluyormuş. Peeh! Bizim için bir ayakkabı kutusu kadar bir şey, çok bir şey değil yani.
Sarışın iken gayet güzel olup gotik hali ile olmayan oyuncu. Wolf of the Wall Street'teki sarışın hali ile gayet bimbo gayet genel beğeniye açık olsa da off yazamayacağım daha fazla. Saçları koyultmak başka da bari elbise efsane olsaydı. Elbisenin markası efsane de kendisi değil ne yazık ki. Saint Laurent (evet aynen, saint laurent. yves'siz. bir süredir "yves" yok artık markada)
Epic Fail. Ota boka takım elbise giyip gelen Pharrell'in Oscar'a şort ile gelmesi, karısı ile bir örnek gibi giyinmesi filan cidden benim için epic fail. Çılgın hiç değil. Kıçındaki şortun ve smokin ceketinin Lanvin olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Manasız.

İşte Hollywood'un en sıkıcılarından ve en yapmacık bulunanlarından. Yine arkaya saç ve yine olmamış saç. Elbise Gucci olsa da fiyasko resmen. Kız ise Williamsburg hipster'ı mı yoksa Upper East Side bitch mi olacağına karar veremediği için amerikalıların hate list'te bir numara. (ardından pek sevdiğim gwyneth geliyor). 

Ve gecenin gerçekten en güzeli. Belki de uzun zamandır Oscar filan törenlerdeki en güzel kıyafet en güzel kadın en güzel mücevherler. Lupita Nyong'o (artık öğrendim de ismini) ve şahane Prada elbisesi ve Fred Leighton mücevherler. En güzel ama en güzel. Hem de çok uzun zamandır. O halde ciao bella! Hatta notte.