Tuesday, March 31, 2009

Beğeni sorusu


Merak ediyorum Padme Amidala'nin garip saç modelini beğenen erkek var mı? Hani her iki yandan Prenses Lea gibi olanları (lea padme'nin kızı olduğu için ona pek itibar etmiyoruz; ayrıca padme daha güzel) Veya Padme fantezisi kuran? En kool şahsiyet-insan olanlardan- Darth Vader 'dir bu filmde. Seviyorum kendisini. Ayrıca şu anda saçlarım Padme style. Niye mi? Fantezi.

"büyük büyük, yüksek yüksek"

Büyük laflar büyük sıfatlar insanı değilimdir, olmak da istemem. Kolay kolay bazı sıfatları kullanamam, bazı güzel telaffuzları edemem. Tek bir sebebi var, o da "hissetmek istememdir".
Eğer birine o kadar büyük anlamlı yüce isimler ve sıfatlar takacaksam bir anlamı olmasını isterim. Öylesine yapmayı sevmem. Yapanları da sevmem.

Sabah keyfi

Bahar geldi gibi, hava ılık gibi, her şey kool gibi.

what a difference a day makes ... bu sefer esther phillips'ten gelsin. Yıl 1975, disko, kıpır kıpır.



Monday, March 30, 2009

Moda fotoğrafları




Genelde moda denilen şey kadınlara yönelik olduğu, kadınların başrolde bulunduğu bir alan olduğundan erkekler daha arka planda kalıyor.

Ancak tasarımcı olduğu kadar fotoğrafçı da olan sıfır beden ötesi Hedi Slimane Vogue Homme International için ünlü erkek modelleri çekmiş ve bizi olduğu kadar muhtemelen kendisini de mutlu etmiştir.

Favorim avusturyalı Werner Schreyer. Çocukken ki bu 90ların başına tekabül ediyor daha Hugo Boss reklamlarından önce abuk bir fransız gençlik dergisindeki Morgan isimli orta sınıf fransız markasının reklamında fark etmiştim. Elinin yüzünün güzelliği dışında şu gözünün altındaki yarasıdır beni tav eden. Cidden. O nasıl bir yaradır?
Ardından gelen ise Mark Vanderloo (şu şişik yüzlü dudaklı hiç de güzel olmayan esther canadas'ın ilk kocası). DK reklamlarını imzaladıkları yıllarda kendisini tesadüfen bir başka manken arkadaşı Paris'te yolda görmüş ve trafiğin durduğuna şahit olmuştum. Sert ifadenin bu kadar güzel durduğu kaç erkek vardır ki?

P.S. fotoğrafçı da seviyorum ayrıca. ama hepsini değil, herkesi değil, her gözü değil.


P.S.(2) yalnız resimlere baktıkça daha bir fark ettim ki hedi slimane resimleri çekerken biz kızlardan çok kendisini ve hem cinslerini mutlu etmiş. yalan değil şimdi, başka bir göz var.

P.S.(3) ayrıca bu post'un konusu direkt kopyadır. ama söyledim kopyaladığımı.

One fine day



one fine day, you'll look at me
and you will know our love was, meant to be
Hava ılık, yeni hafta, yeni güzellikler olsun. Gitsin kara bulutlar. Üzerimdeki Star Wars tişörtümdeki ışın kılıcı ile onları defedeyim.
P.S. yazdığım şarkı sözünün romantikliğine ben dahi inanamadım. ama şarkı güzel, ne yapayım.



Sunday, March 29, 2009

Never on sunday

Garip geçen, garip hadiselerle yaşanan bu hafta artık bitsin, sona ersin ve kem gözler çıksın gitsin.

Bitsin bu hafta. Kötüydü ama en kötü haftam böyle olsun. Kadim dostum Sekvotka'nın dediği gibi "2 gün seni yalnız bıraktım başıma neler geldi; hastaneye kaldırılmalar, serum verilmeler, kapkaça uğramalar..."

Ben gerçi biliyorum kimin/kimlerin gözlerinin kaldığını ama onun (onların) da sırası gelecek, hatta geldi bile.

Geceye uzan(a)madan kapkaç

Yürürken gezerken her daim temkinli olan, mutlaka ve mutlaka hislerini dinlemesi gereken ve içgüdülerine göre hareket etmesi gereken ben bugün (gece) post'undan sonra giyinip gayet mutlu şekilde adımı dışarı attıktan sonra tüm işaretleri, tüm kozmik güçlerin uyarılarını dinlemeyip yürüyerek yukarı sokağa çıkan ben gayet güzel bir kapkaç mağduru oldum. İki tane 15 yaşında hayvanoğlu hayvan, ec... si....ğimin yavşak itleri güzelim çantamı boynumdan çekip çaldı. Paradan ziyade telefonum, anahtarlarım, ehliyetim filan gitti. Nasıl sinirlendim... Gerçi çocuğun yüzünü paraladım ama sinirlendim. En çok da kendime. Nasıl her zaman yaptığım şeyleri yapmadığıma, işaretleri görmediğime ve en önemlisi içimdeki sesi dinlemediğime o kadar kızdım ki.
*
Hadi ben bu tip anlarda sakin bir insanım ama F.A. cidden çok telaşlı ve duygusal bir insan. Şehir dışındaki J.A. "sana bir şey olmadıysa hiç önemli değil çocuğum, her şeyin yenisi alınır dert etme" dedi, R. M. ve K. çok telaşlanlasalar da beni görünce onlar da rahatladı, mağduriyet halimi şımarttılar. Ama en çok en çok F.A. heyecanlandı, korktu. Oysa "bir şeyim yok" dedim, hemen aradım, yüreğine su serptim ama biliyorum ki yarın onu gördüğümde yine duygusallaşacak. Ebeveyn olmak böyle bir şey galiba, çocuk kaç yaşında olursa olsun.
*
Ama o iki ecda... si..ğimin iti inşallah geberirler...İyi ki suratını çizmişim havyanın!

P.S. tamam telefon alınır da o numaralar nasıl bir daha bulunur, yazılır...kilidi de değiştirmek lazım.off ki offff....ehliyeti de çıkarmam lazım. kabusss resmen.

Saturday, March 28, 2009

(gece) çıkmadan önce # 3


manasız maç saati ve o saate kadar r. ve sevdiğimiz insan kool şahsiyet k.'ya doğru ilerleme, yemek yiyememe mide bulantı hali, belki şefik, belki yan, belki hiçbir şey - pas de sou!
ne giysem?

One of these mornings

Pek çıkma taraftarı değildim, pek sade pek düz giyinmişken, sadece yemeğe gidecekken, M.&R. 'e ile "sadece bir bakıp çıkarım" demişken, hem "aman yarabbim ne yapmış olabilirim?" korkusu, "hayır hayır benden değil, garip bir şeyler var normal değil bu halleri" rahatlaması.
Gerçekten one of these mornings... Hem de şehirde güneş açmışken, içeriye güneşin ışığı giriyorken. Glamour olmayan ama gayet güzel geçen gecenin sabahı bu sabah.

Wednesday, March 25, 2009

"bu şarkı size" dedi


Youre So Vain - Carly Simon

Pek sevdiğim E. ile evde eğlenirken, dedikoduları anlattırken, şaşkınlıktan şaşkınlığa (o) geçerken, bana fantastik cümlelerini kurarken, yorumlarını yaparken, OldSchool şarkılar çalarken "işte bu sizinki olsun" demesiyle gülmekten yerlere yattık.

you're so vain, you think that this song is about you, don't you?



Vallahi öyle. Bir "vain" bir "vain" daha eder iki "vain". Sonuç fevkalade bir gurur bir inat bir itlik. Mükemmel.

P.S. e. yazmadan geçemeyeceğim bir başka fantastik laf daha etti ki dağıldım gülmekten.

- "ha kendince make up seks mi yapıyormuş? öyle mi? bravo o halde"


You're so Vain, Carly Simon

you walked into the party like you were walking onto a yacht

your hat strategically dipped below one eye

your scarf it was apricot

you had one eye on the mirror as you watched yourself gavotte

and all the girls dreamed that they'd be your partner

they'd be your partner, and...

you're so vain, you probably think this song is about you

you're so vain, I'll bet you think this song is about you

don't you? don't you?

Bir kendinden geçme anı

Herkesin kendinden geçtiği anlar farklıdır. Benimki ile seninki, onunki bizimki birbirine benzemez. Her bir insanın hırsı, tutkusu, umudu, arzusu, iktidarı, gücü, mutluluk tanımı çok başkadır. Hele bunu duyguya dökmek, ifade edebilmek, sanatı kullanmak bambaşka bir şey.

Hayatta en sevdiğim filmlerdendir. İyi Kötü ve Çirkin.1966. Sergio Leone. Müzikler ise Ennio Morricone. Altının peşinde koşan Çirkin ve onu bulma, elde etme hırsı. O gün altındır, bugün paradır, yarın başka şey. Her daim ortada peşinden koşulacak altın ve onun peşinden farklı amaçlarla koşan İyi Kötü ve Çirkin çıkacaktır. Hele bugün camdan dışarı bakmak kafi gelecektir.

"The Ecstasy of Gold", The Good The Bad And The Ugly (yıkıp geçen bir bestedir bu).

Tuesday, March 24, 2009

İsterdim ki...

İsterdim ki şu muhteşem ipek şifon elbiseyi ( heidi merrick, "aunt judy dress") varoş bakışlara, varoş mesajlara, varoş söylemlere kalmadan giyebileyim çıkayım sokaklara. Burada değil ama Roma'da olur bence. Bunu giyerim yanımda da o formasının kırmızı-turuncu renklerinde gelir.
Çok güzel elbise.

The boy is back in town

The boy is back in town (thin lizzy olanı gibi çoğul değil, tekil).

Üşenerek gittiğim ama "mutlaka gitmeliyim" düşünceleri ile yılmayıp gittiğim spor salonunda, giyinirken görmediğim ama garip bir şekilde aklıma gelmişken, manasız müzikler çalan spor salonundaki aletlere doğru yönelirken karşıma çıkan havalı havalı suyumu içerken fışkırmasına sebebiyet veren halde gülümserken ...

çok sıkılmış manchester'da, kuzey ingiltere ağır geliyormuş, barcelona'ya gitmek orada okumak istiyormuş. hemen destekledim, "kesin git hele bir de yaşarsan dönmek istemezsin" dedim. bir de üstüne üstlük hayatta en becerememediğim şey olan bürokratik kağıtların belgelerin doldurulması için de "aaa çok kolay ben yardım ederim sana" gibi pişkince ve haince yalan söylemem, "canımsın" demesi en bombası oldu. Gel ben sana pul koleksiyonumu, plak koleksiyonumu göstereyim; gitmek istemezsin!!!

1 hafta buradaymış. Her gün her sabah spora gitmezsem bu hafta en şerefsizim...

The boy is back in town....

Monday, March 23, 2009

Yola çıkmadan önce



Çocukken dinlediğim şarkılardan bu. Hey Joe zaten her daim favorim de bu da klibi olan nadir Jimi Hendrix şarkılarından (ki klibi o öldükten sonra çekildi, montajı yapıldı).

Hala bahar gelmedi, hala hava soğuk, hala kat kat giyinmek zorundayım, hala çıkmak dolaşmak külfet halinde. Artık çok sıkıldım yağmurdan...

1968 yılı, Jimi Hendrix, Electric Ladyland albümü "Crosstown Traffic".

Sunday, March 22, 2009

Yorumsuz


Yukarıdaki resmi taraftar olarak, kız olarak, futbol seven, moda seven, popüler kültürden anlayan bir sosyolog olarak yorumlardım ama never on sunday ... Hele hele sabahın 4'ünden 6'sına kadar telefonla ayakta kaldıktan sonra gerçekten never on sunday.

P.S. gennaro gattuso'nun gg kemerine ise söyleyecek delime bulamıyorum. demet akalın'nın kulağına dolce &gabbana küpeleri takması gibi bir şey bu.

Friday, March 20, 2009

Adrese teslim cuma paketi


İşte iki adam, işte gerçek bir ikilem. Ben ikisini beğeniyorum. Gattuso adamımdır, deli meli ama tamamdır. Totti ise her daim sunshine boy, pezevenk suratlı Totti'dir. Bu hikayenin fantezisi geniş, şimdi online yapıyorum ama yine de resmi koymadan edemedim.
Katolik olmak zor iş boşanmayacaklarını biliyoruz ama ... insan karşı koyamaz bunlara...
Sanadır bu cuma paketi....

Cuma eğlencesi, 8

Soğuk ama börtü böcek bir cuma, keyifli bir cuma, üzerimde J.A.'nın alırken "sakın işe giderken içine kapatan bir şey giymeden giyme" dediği ama tabii benim içine bir şey giymediğim siyah elbisem, manasız bir sebeple başımdan aşağıya boşalttığım parfümüm, iki gündür yüzüme yapışıp kalan kocaman bir sivilce, akşamında kalmak zorunda olduğum sergi açılışı sonrasında gitmek zorunda olduğum (ayrıca tercih de ettiğim) yemek derken işte cuma eğlencesi. Geçtiğimiz haftalar Paris Milano ve New York gibi şehirlerde Fashion Week günleriydi (tabii istanbul'un kendisine özgün bir moda anlayışı olmadığı için bizde böyle şeyler yok. yapılanlar da valinin, emniyet müdürümün tafta elbiseler içerisindeki tombul karılarına, mutlaka ama mutlaka fönlü saçları ile haber spikeri görüntüsünde ve en pahalı en popüler en çabuk taklidi çıkan çantalarla gelen zengin türk varoş kadınlarına yapıldığı için bir özelliği yok). Ön sıralarda ise Carine Roitfeld ve kızı poz vermiş. Kız burada belli olmasa da gayet güzel bir kız. Gözleri, ifadesi filan anlamlı. Üzerindeki leopar ceketi çok beğendim. Annesinin üzerindeki ise ne yazık ki benim hiç sevmediğim, giyince insanın üzerinde orangutan kürkü gibi duranlardan (ki muhtemelen gerçektir, tasvip etmiyoruz).
Bu sefer defilenin ön sırasında yalnız. Ne giydiğini anlamadım ama siyah, ipek-saten karışımı bir şey, saçları ise doğal şeklinde arkadan toplanmış (işte bizde bu yok. saçları doğal haline bırakmak nedense bakımlı türk kadını için mümkün olmayan bir şey. bakımlı olmak demek saçların doğal toplanmaması, bırakılmaması demek onların algısında. illa bir fön, bir kabartma, kocaman kocaman lüleler sallandırma hali var. sonuç: yapay kadınlar cenneti.)
Normalde hiç beğenmem ama burada güzel geldi. Belki de giydiği bluzun omzundan düşmesi ile alakalı bir beğeni olabilir. Ama dediğim gibi bu resimde güzel, doğal, rahat gözüküyor.
Adını asla ezberleyemeyeceğim ama işte Çin'nin Hollywood sinemasındaki medar-ı iftiharı. Aslında bakılırsa giydikleri saçı filan kötü değil ama o her taraftan sarkan boncuklar, kolyeler bilezikler nedir? Uğraşılıp da bu kadar gereksiz şekilde giyinmek böyle oluyor herhalde.

Kate Moss, yanında çirkin sevgilisi ve geçtiğimiz hafta boyunca sırtında çıkartmadığı smokini. Bu sefer smokinin içine bir bluz giymiş ama içine bir şey giymeden çıktığı gecenin ertesinde yani göğüslerinin yayık ve sarkmış şekilde çekilmiş resimleri ingiliz basınında bayağı olay yarattı. Kendisini çok hoş bulmam ve tarzını beğenmem bir yana olsa da yine bu kadar çıkıp bu kadar alemlerde gezen, sabahlara kadar değişik ülkelerde başka şehirlerde görünen birinin nasıl ve neden çocuk sahibi olduğunu merak ediyorum (celebriti dünyasında da ebeveyn olup her gece bir yerlerde gözüken başka birisi pek yok çünkü) . Biliyoruz ki kendisi oldukça zengin, oldukça varlıklı yani 3-4 tane bakıcı tutuyordur ama neden çocuk yapmış mesela, hangi duygusunu tatmin için, neyi yaşamak için. Çocuk yapmamak da gayet güzel ve anlaşılır bir tercih ayrıca. Herkes doğuracak diye bir kaide yok ki.

Mankenler kesinlikle böyle giyinmeli. Çarpıcı ve herkesin giyemeyeceği şekilde. Popüler modellerden Anja Rubik ve üzerindeki payetli muhteşem güzel elbisesi. Ayakkabıları çirkin ama elbise tamamdır, saçları ise sahip olmak istediğim hatta kimi günler taramayı becerebildiğimde sahip olduğum gibi. Payet ise hassas bir konu. Bayıldığım ama hassas bir konu. Böyle bir elbise üzerinde harika duruyor. Veya bu elbisenin bluz versiyonunda, pantalon versiyonunda cidden müthiş. Ama bazen bizim topraklarda ortalama ev kadınlarınca giyilen halleri var: dümdüz bir tişört ve tişörtün yakasında veya bileklerinde az az payet işlemeleri var. Yukardaki gibi tamamen payet kaplı değil; hem işleme gibi hem pul&payet karışık. İşte o facia bir şey. Yorum yapamayacağım kadar kötü.
Elbise güzel, elbisenin rengi güzel, kızın saçındaki örgü güzel, kız da güzel. Ama kim bilmiyorum. Çok sıkıcı çok gereksiz bir kız bu kız. Bir tek bileğindeki bileklik güzel, parlak gümüş gibi. Onun dışında elbise de kolyesi de, çantası da, ifadesiz yüzü de çok sıkıcı.

Son zamanların çift olmayan sıkıcı çifti (kızın lezbiyen olduğu söyleniyor). Kanya West yetenekli müzisyen ama kabus bir tarzı var. Hatta tarzı yok; her şeyden biraz ortaya, bir gün çok jilet bir gün çok varoş. Yanındaki ise kim bilmiyorum ama her tarafta beraberler. Ne ayrı güzeller ne beraber güzeller, bence moda-tarz konularında hiçbir şekilde itibar edilmemesi gereken insanlar ama endüstri bunu istiyor. Yani hype, yani varoş, yani varoş kral ve kraliçesi.

Sivilcem geçmiyor, sinirim bozuluyor, akşam yaklaşıyor hâlâ geçmiyor.

Sabah hafifliği

Sabah hafifliği deniyor buna.

Yağmur dinmiş kar durmuş saat 6ya doğru gökyüzü güzel gözüküyordu üşenmeyip Nişantaşı'na gidip B.'yi göreyim ama GS maçı için Fantastik 4'lü + K. ile beraber gidilecek gidilecek kebapçıya hiç girmeyeyim edebimle hastalanmadan eve döneyim derken yine hiçbiri gerçekleşmedi bambaşka şeyler oldu.
En son bıraktığımda 2-0 öndeydi GS. Ayrıca skora bakmama gerek yok çünkü stattan böğürenlerin sesi eve kadar geliyordu. "bittim ya, şimdi herkes arar, telefonda bir böğürür sabaha kadar" diye düşünürken sesler kesildi daha bir sessiz oldu her şey benim ilgim zaten başkalarına gitti, bitti.

Sabahın erken saatlerinde baharın ara sıra kapıdan kendini gösteren yüzü olan güneş, cik cik cik cik öten kuşlar ve GS'ın yenilgisi. Şu anda yudumlayarak içtiğim kahvemle beraber bana sabah hafifliğini yaşatan güzel bir haberdir bu (daha pisleşirdim ama bugün otoparkçı mafyasından ziyade audrey hepburn'um. o yüzden I'm havin' my breakfast at tiffany's)... Şöyle ayaklarımı elimde kahvemle uzatayım, dün gece yıkılan fantastik GS'lıları düşüneyim... vah vah...

Thursday, March 19, 2009

Wish list,2


Hunter Boots ve Jimmy Choo işbirliğinden çıkan krokodil lastik çizmeleri daha önce görmüştüm ama beni taa çok uzaklardan düşünen Chileksuyu bugün hatırlatıp bana yakıştırınca koymadan edemedim listeme.

Zaten Hunter seviyorum, hem dışı krokodil, hem içi leopar olunca resmen benim zevkimin birebir yansıması gibi olmuş. Harvey Nichols getiriyor Hunter Boots ama ben göremedim bunları. Görsem alacağım hemen (ki bence jimmy choo'nun ayakkabıları müthiş rahatsız. bir daha almam)

Ayrıca kar yağıyor olmasına da inanmakta zorluk çekiyorum. Ama artık sıkıldım. Kar da kar değil ki antipatik bir şey.

Sabah nefesi

İyi grup Air, güzel arı All I need, eğlence, kaykay, kaliforniya, aşk kokan (şu yazdığım tamlamaya ben bile inanamadım) klip ...
Bitsin artık yağmur, bahar gelsin artık, 3 aylarım başlasın artık.

Tuesday, March 17, 2009

Güzel günlerden bir gün

Bizde pek bilinmez pek kutlanmaz ama özellikle anglo-sakson veya Fransa gibi ülkelerde çok eğlenceli çok şamatalı kutlanan günlerdendir St. Patrick's Day veya daha güzel bir söylemle St. Paddy's Day (zaten patrick'e paddy demek nasıl güzel bir telaffuzdur) 'de her tarafta irlanda bayrakları olur, sokaktairlandalılar koskocaman irlanda bayrağını tek ellerinde bira içerek taşırlar, şarkı söylerler, beraber şarkı söylemeye çağırırlar vs.

Şu anda Dublin'de, Belfast'ta veya yoğun irlandalı göçmenlerin yaşadığı New York, Boston'da olmak, arka arkaya devireceğim Guinness'leri kızıl sarışın irlandalılarla kadeh tokuşturmayı dilerdim (gerçi üstün zekalı köşe yazarı şirin sever dublin'e itibar etmemişti ama ben edeyim). Ama madem öyle bir yerde değilim, madem fıçıdan Guinness içemiyorum o halde her şekilde sevdiğimiz irlandalılara diyelim...

- noel gallagher
- roisin murphy
- u2
- john cusack
- bruce springsteen
- phil lynott
- james joyce
- lady gregory
- oscar wilde
- w.b. yeats
- f.s. fitzgerald
- george best

Al Capone tarzı

Yukarda soldakinin siyah-beyazı bende var, yanındakilerin biraz daha inik ve kısa olanı da şu anda ayağımda. Bayılıyorum erkek ayakkabası gibi ayakkabılara, erkek gömlekleri gibi kesilmiş gömleklere... Şimdi ingiliz Vogue'unda çıktığına göre yani bunlar moda olduğu için giyenleri çok olacaktır ama onlar yarın giymeyecektir. Ben ise her daim giyeceğim. Genelde dalga geçilse bile...

"The trend for women wearing men's styles has really taken off and we have had countless enquiries about our custom made service from women"


Roman'nın oyun bahçesi


Daha geçen gece söylüyordum ki ben Abramovich' i beğeniyorum diye dün ingiliz basınında karşıma çıktı. Yalnız resim biraz ilginç. Chelsea takımı'nın stadında kendine ait locası yani Abramovich'in oyun bahçesi yanında 20lerinin ortasına gelmiş sevgilisi manken Daria bir şey ve de yaşı 20'ye bile ulaşmamış ingiliz Harry Potter karakteri aktris Emma bir şey.
Herhalde maçı seyrediyorlar, kızın da eline koluna bakılırsa yorum yapıyor galiba, Harry Potter'ın küçük aşkı da şöyle garip bir bakış atmış Daria'ya. Bence o kadar paraya o kadar şöhrete daha güzel bir manken ile beraber olabilirdi ama karşı cinsin kadın zevki başka ve bizim için pek anlaşılmaz bir şey (kız güzel işte; mavi gözlü, uzun ince ama o kadar, renklerinin güzelliği ile kalmış. var bizde çok böyle renkleri güzel kızlar, egeli filan olanlar gayet daria tadında. ama işte...).
whatever...
Kızıl sarışın renklerindeki sakallı Roman Abramovich locasında biraz yaşlı da kalsa ('66'lıymış) tamamdır. Ne de olsa onun oyun bahçesi, para da onun, takım da onun. Ayrıca kendisinin önümüzdeki günlerde başlayacak olan Hamursuz Bayramı'nı da kutlarım. Happy Pesach Roman!
P.S. acaba nisan'da londra'ya gittiğimde chelsea'nın önünde çadır mı kursam, hamursuz mu dağıtsam..?

Beni düşünen sevgili arkadaşlarım (!)


Fantastik 4 ' lünün yeni yetme teen-age ayağı olan B. ve M. yine bir ergen aktivitesi için haftasonu Berlin 'e gitmişlerdi. Berlin sokakları, konser mekanları vs derken karşılarına çıkan bu tabelayı görüp çekmişler. Sağolsun M. "görür görmez aklıma sen geldin hemen çektim" dedi.
Çok teşekkür ederim. Yani başka hiçbir şeyi görüp aklınıza gelmedim de bununla mı geldim? Bravo doğrusu. Hem kendime böyle bir intiba verdiğim bıraktığım için, hem de maşallah sizin bana dair algınıza. Das is fantastisch

+ / -

Hayatın çoğunlukla + yönünü görmek ister, olumlu taraflarını dikkate almak onları yaşamak isteriz. Kağıtta, defterde, test sonuçlarında hep artı olan değer ön plana çıkar bizi mutlu eder.

Ama bazen de eksi önemlidir. Mutsuz etmeyen, rahatlatan, her şeyi eskisi gibi bırakandır. Her zaman değil ama bazen - iyidir, derin bir oh çektirendir.

(- ) (-) ( -) ( -)

Monday, March 16, 2009

Sıfır seviyesinde bir ilgi, alaka

Bazı konulara hiç bir ilgim, alakam yok. Aslında muhtemelen ilgimi çekeceği düşünülen, "nasıl düşünmez, aklına gelmez" ifadelerini duysam da şaşırtıcı ama açıkcası umrumda değil.
Gerçekten de elin kadını, elin adamı, elin çocuğu neden benim ilgim alanıma girsin ki? Neden düşüneyim ki? Allah allah. Çok şaşırıyorum kendini başkalarının hayatında çok önemli bir yere sahip olduğunu düşünen insanlara. Hâlâ. Evet dolaylı yoldan da olsa ilgim var, herkes gibi belli acılarım uktelerim var. Ama var diye ne yapacağım? Bakıp bakıp iç mi geçireceğim? İşim olmaz ya, onlar bana bakıp iç geçirsin, ben el için neden üzüleyim?

Dream on # 4



Gecenin bir saatinden sonra hatta 1'inden sonra rüyamda duyduğum sabaha kadar beynimde yankılanan şarkı. Özellikle de şarkının "I see you standin'" diye başlayan "if you need a shoulder" diye devam eden bölümü. Yankılandıkça yankılandı. büyük bir ev, geniş bahçe, yeşilköy gibi bahçeli gibi bir mahalle, f.'nin gözükmeyen yüzü ama hissedilen varlığı, manasızca peşimde dolaşan j.r. .
GN'R'in sevdiğim şarkılarındandır. 1987 . Appetite for destruction. İlk başta çok güzel gelmez insana, bir de şarkıda duyulan inleme sesleri filan 13 yaşında bangır bangır dinleyince utandırır bile insanı. Ama güzel şarkıdır, özellikle de ikinci bölümü. Here I am, you're rocket queen...

Sunday, March 15, 2009

Telle mere tel fils


Cumhuriyet döneminin gerçek sanatçılarından Semiha Berksoy ölmeden önce, ortalıklara yüzünde alnında omuzlarında kırmızı boyalarla çıktığında J.A. bana " ola ki yaşlandığımda böyle bir hale gelirsem sakın benim sokağa çıkmama izin verme, mümkünse bir yere kapat" demişti.
Herkesin annesi kendisine göre en güzel, en muhteşem, elbette en sevilendir. Slumdog King C. Ronaldo için de öyledir herhalde. Ronaldo benim için tüm dünyada gitgide artan varoş kültürünün en güzide örneklerinden ( takım arkadaşı w. traktör rooney ile beraber). Ancak annesini gördükten sonra zevki, giyimi, takıları konusunda artık kendisine yüklenmemeye karar verdim.
Telle mere tel fils derim, üzerindeki oğlunun kıyafet markası CR7 tişörtün altına giydiğine "teyze o bacaklara o mini şort olmuş mu? diye bağırmamak için zor tutuyorum kendimi. Ya ben üst bacaklarımı kalın bulduğum için mini şort giyip çıkmıyorum sen ne yapmışsın öyle. Bir de koldan düşecekmiş gibi çanta taşımalar filan. Cidden varoşluk kanda olunca üzerini altınla kaplasan değişmez. Pazar pazar inanamadım.
Bu arada M. United nasıl da güzelce yenildiler Liverpool'a!.... Pek sevindim. M. U. 'ı da sevmem sevenini de sevmem.

"kaç şekerli?"


Her şeyin unutulabildiği, bir gün bir şekilde -doğal bir zaman aşımı- ile ehemmiyetini kaybettiği gerçeğidir bugün. En azından benim için. İnsan nasıl kaç yıl beraber yaşadığı insanın kahvesine kaç şeker attığını unutur? Unutur. Çok doğal. Herkes ve her şey bir şekilde unutulur, rafa kaldırılır, masa altına atılır, hediye alınacaklar veya günlük düşünülecekler listesinde en son sıraya inerler. Sanıyorum biraz ayıp da oldu ama Efsane takmaz böyle şeyleri, rahat insandır, "tek şeker güzelim" dedi (kahvesine şeker atan da kahve içmiyor gibidir ama hadi neyse).

Neyse never on sunday... Asıl birazdan atılacak goller olacak ve ben keyifle seyredeceğim o gollerin GS'ın kalesine yağışını....

Never on sunday: "kafe"

İstanbul hatta gazetelerin tabiriyle bir cumhuriyet olan Cihangir uzunca süredir bir kafeler diyarı. Her tarafta her ara sokakta her tavuk kümesi kadar olan yerde bir kafe var. Hepsinin mönüsünde espresso, cheese cake, rokforlu/cevizli salata yer alıyor. Giden müşteriler de allah var sanki Paris'in göbeğinde, gerçek kafe kültürünün içinde doğmuş gibi her şeyden anlayıp her şeyi biliyorlar. Garsonlar ise, onlar zaten bu kültürün yaratıcısı kendileriymiş, her şeyin adabını, raconunu bilirmiş gibi müşteriye ukalalıkta ve özensizlikte bir numaralar (ama hepsinin son moda giyinmiş olmasına, saçları çoğunlukla dik ve yukarı doğru taranmasına rağmen kahve markası, peynir cinsi telaffuzu ise gerçek şiveleri ortaya çıkma durumu değişmiyor) .

Pazar gününün hafifliğine değmeyecek düşünceler bunlar, o yüzden kısa kesip gideceğim ancak burası varoş bir yer artık. Zihniyetin varoş olduğu, başbakanın varoş konuşmalar yaptığı, halkının sosyal hayatın mekanlarından düzenin kurumlarına kadar içine işleyen varoşluğa itibar ettiği bir ülke burası. O yüzden de burada kafe denilen şey olmaz. Olur da olmaz. Var tabii. Her gün gittiğimiz, her seferinde mutlu dakikalar geçirdiğimiz, dedikodu yaptığımız, ağzımız doluyken maskaralarık yaptığımız, müziklerini sevdiğimiz mekanlar, işletmecilerini sevdiğimiz bağlılık duyduğumuz yerler var. Kaç tane? Nerede? Ayrıca metropol metropol deniliyor İstanbul için ama ne yazik ki ne New York, ne Paris, ne de Londra ile hiç ilgisi yok. Keşke biraz olsun metropol kültürü olsa da bu şehrin çocukları, boğazdan denize girmiş yaşayanları olarak mutlu olsak, keyif alsak.

Café de Flore bayıldığım yerlerden olmasa da bir sembol olduğu için koydum. Gerçek Parisli kafesine gidip gazetesini okurken kahve içmek için hayatta gitmez de işte dünyanın her yerinden gelen turist takımı gider, De Beauvoir ve Sartre'in aşkına özenenler, 68 Mayısı'nı özleyenler gider, olmazsa olmaz bir paris hatırası niteliğinde resim çektirir ( bu arada kazıklanır).

Sembol membol ama Saint Germain 'de bulunan bu kafeye gecenin bir yarısı hatta ve hatta Fendi partisi sonrası Kate Moss da gitmiş içeride rahat rahat oturmuş kürkünü çıkarmadan. İşte never on sunday teması böyle hafif olmalı; kahve eşliğinde, glamour dokunuşu ile.

Pazar sorusu


Güzel kadınlardan Gisele Bundchen yakın zamanlarda amerikan futbolcusu yakışıklı sevgilisi ile evlendi. Angelina&Brad veya Bonnie&Clyde gibi dream couple değiller ama beraber gayet güzeller; kkisi de aynı renklerde sarışın, aynı renklerde gözlere, aynı uzunlukta boya ve muhtemelen aynı şişkinlikteki banka hesabına sahipler. Bankın üzerine çıkmış olan çocuk ise newlywed çiftin değil, adamın eski sevgilisi ile olan çocuğu. Hani hamileyken ayrılıp Gisele ile beraber olduğu oyuncudan olan. İşin o kısmı değil de hem newlywed hem de newlystepmom olma hadisesi pazar sorusu. Hem yeni evlisin hem de çok ama çok küçük bir çocuğun üvey annesisin. Zor hatta garip gibi gözükse de bu tip durumlarda işin hep bir bilinmeyen, gözükmeyen yanı vardır. Sadece yaşayanların bildiği, o ilişkilerin içinde olanların gördüğü üstü örtülü bir gerçek vardır. Hem yeni evli hem de üvey anne olmak ister mi insan? Sevdiği insanın yakın zamanda bir başkasından olan çocuğuna bakmak ister mi? Bilmem. Büyük konuşmamak lazım, ne de olsa sonra patlayabilir (ama annesi var o baksın bence. haftasonları olabilir, adam da mutlu olur çocuğunu görür filan yoksa herkes kendisininkine baksın). En doğrusu O. Henry 'nin kitabına verdiği isim gibi "yaşayan görür".

never on sunday ... hayat fani, güzellikler fani, bize ne, bana ne, kime ne. pazarları beyinleri böyle yormaya gerek yok. never on sunday ...

Friday, March 13, 2009

Cuma eğlencesi, 7

Evden yapılan bir cuma eğlencesi bu. Dünden beri süren üşümem geçmiş değil; ellerim ayaklarım hala buz gibi. Hava da yağmurlu değil, karanlık değil. Soğuk ama açık bir hava ama ben çıkamıyorum cezalı gibi hastalığın geçmesini bekliyorum. Yani hastalığa yakalanmadan atlatmayı.
whatever...
Evlere şenlik bir insan olan Karl Lagerfeld, yüzünde yoğun gece hayatı eğlencelerinin belirgin bir yorgunluk ifadesini taşıyan Kate Moss, aslında yetenekli olup da kendisini alışverişe veren Lily Allen. Ya da suratsız ve kavga etmiş gibi duran iki yetişkin ve yanlarında sanki ebeveynlerinin yanında sarhoş olmuş gibi bir ifade ile genişce sırıtan erkence gelişmiş bir ergen. Karl Lagerfeld yetenekli ve fenomen olmasının yanı sıra bence gayet mutsuz gözüken bir insan. Bundan bir 7-8 yıl öncesine kadar kendisi Anotherstar+B.+M.+R. 'nin yanyana dizilerek oluşturacağımız enlemesine Voltran kadar şişko iken yemek yemeği bırarak sıfır bedene düştü. Zaten hırçın ve huysuz hali ve ifadesi de kat kat arttı. Yani istediği kıyafetlerin içine girebildi (misal yemek yemeyip de bebek maması ile beslendiği idda edilen hedi slimane'nin tasarımları) de içindeki boşluğu doldurdu mu, orası tartışılır işte.
Bir başka gece alemi ve yine Karl Lagerfeld ve yanında şişkoluğunu hiç mi hiç gizlemeyen, bundan rahatsızlık duymayan The Gossip grubunun solisti. Aslında ilginç bir görüntü olmuş. İki eşcinsel (ki bence karl lagerfeld aseksüel olabilir), biri inceliğine takık vaziyette yemek yemiyor, diğeri ise kendisine şişman yerine toplu denmesine bozulup insanları "I'm a fat ugly bitch" diye azarlıyor ama ikisi de Fendi 'nin davetinde buluşuyorlar. İşte mainstream, küreselleşme, para, zenginlik, güç, ihtişam, şaşa budur. Indie/kool/beautiful loser olmak öyle her zaman kolay olmuyor ve herkes bir gün öyle veya böyle Faust gibi Mefisto ile pazarlığa oturuveriyor. Bilinçli ya da bilinçsizce.Kendini sevmek, kendine güvenmek şahane şeyler. Yapabileni var yapamayanı var. Ama herhalde çok az insan The Gossip'in solisti kadar yapabiliyordur. Ben ki çoğunlukla beğenirim kendimi ama herhalde bu halde bu kıyafetle konsere çıkamaz, kendimi bu kadar beğenemezdim. Estetik kavramı çağlar boyu değişip bugünkü hale geldiği için bana bu vücut yapısındaki bu kıyafetin estetik olarak güzel gelmediğini söylemek durumundayım. Ama beğeneni var mı? Mutlaka var ki çıplak pozdan tut da payetli bikiniye kadar giyinip çıkıyor. Ayrıca en beğenenin kendisi olması daha da bir güzel bence. Mankenler topluluğu olduğu için değil kıyafetleri beğendiğim için koydum. Özellikle de ortadakinin. Gerçi hiç özelliği yok gibi ama bence gayet tamamdır. Siyah pantalon siyah payetli bluz. Hasta olmayıp da akşam çıksam böyle çıkmak isterim. Hoş soru yine aynı: nereye? Her zamanki yerler her zamanki insanlar her zamanki mutlak fönlü, mutlak röfleli insanlarla aynı yerlere. fevkalade eğlenceliymiş!Tanımam etmem sadece çok bana uygun çok benlik. Güzel elbise, güzel ceket, hoş uzun saçlı kız. Saçlarımın bu kadar çabuk uzadığına da inanamıyorum, bayağı mutluyum bu yüzden. Sonra yine kestiririm ama bir süre böyle uzun taşırım.Prensesle bitirelim. Monako Prensesi Caroline 'nin kızı Charlotte Casiraghi. Hem güzel hem de kool olduğunu düşündüğüm insanlardan. Fotoğrafçılara poz vermeden suratsızca bakan, hem asil hem de güzel olarak ne giyerse giysin saçını nasıl yaparsa yapsın her daim albenisi olan bir insan bence (dayısının dedesi yerine taç giydiği kraliyet töreninde saçını lastik toka ile topuz yaparak herkesi hayran bırakmıştı). Her şey satın alınabilir ama kemik yapısı, içteki ruh satın alınamaz. Hep söylediğim bazı insanların kemiklerinde vardır o duruş.

Cuma cuma da evde kalmak kadar gerzek bir şey olamaz.

Üç çizgi- her daim



Ne kadar güzel bir reklam.
Tam benlik. Hem Adidas, hem vespa, hem parti, hem kaykay, hem graffiti, hem glamour, hem hip hop insanları. Üç çizgili Adidas her daim.
Altına giyecek bir kotum bile yok ama Adidas hem seviyorum hem de giyiyorum. Bir kotum bile yok.

P.S. evet şarkı çok kötü. o beggin denilen gerzek şarkıdan nefret ediyorum.

Thursday, March 12, 2009

Mart soğuğu

Dün gece inanılmaz soğuktu. Öyle böyle değil, gece 2'ye doğru Hasbi'nin kapısından B.İ. ile çıktığımızda çarpıldığımı hissettim soğuktan. İnce bir elbise üzerine sadece bir hırka baharlık trençkot ile pek havalı olsam da o buz gibi hava beni çarpmış resmen çünkü şu anda donuyorum...Balıkçı bir kazar, yün etek ve gayet sıcak bir ofis ama ben donuyorum. Hele hele her zaman sıcak olan ellerimin soğukluğunu anlatamam. Donuyorum. Eskiler doğru söylemiş mart dediğin ay bahar değil bildiğin kış ayıdır.

Maçın en heyecanlı yeri


Çok sevdiğim Saint Benoit sıra arkadaşım az gördüğüm ama kadim dostum olan B.İ. ile Çarşı'daki Hasbi derken, sevimsiz Manchester United'ın ardından gelen muhteşem Roma-Arsenal maçı derken, rakı derken, gidelim diye televizyonun kapatılması derken, Totti derken hala yatamıyorum. Sanki spor yazarıyım sanki benden haber bekleyen var, futbol yorumlarımı okuyan hayran kitlem var. Manasız ama insan sevince ve de takılınca böyle oluyor. Penaltılara kaldı. Birazdan herhalde heyecandan bakamayacağım. Elbette Totti'ciğim kazansın isterim. Her ne kadar renkleri sarı kırmızı olsa da seviyorum ne yapayım.

P.S. pis gs'lı olan b.i. de "göreceksin bütün kadıköy sarı-kırmızı olacak" diye diye beynimi yedi bütün gece (ya yemin ediyorum, teker teker gelsenize). diğer okul anılarının dışında.yani saint joseph'lileri dövmemiz, saint michel'in müdürünü dövmemiz, bizim müdürden azar işitmemiz dışında.

P.S (2) magda'nın dediğine göre totti ilk yarı birini tekmelemiş. çok ciddiyim totti'nin tekmelediği olmak istiyorum, o kadar beğeniyorum.

P.S.(3) herhalde bakamayacağım penaltılara....

Wednesday, March 11, 2009

Hafta ortası eğlencesi

Geçen hafta da yazmayınca cumaya kadar beklemek istemedim, içimden geldi hava da güzel, şöyle biraz verip veriştireyim dedim beautiul people dünyasına...

90lı yılların top modelleri. Üç sarışın, ikisi alman birisi slovak (?). Artık yaşlar öyle genç değil ama görüntüleri epey genç sayılır. Zor bir şey tabii 40larına gelip hâlâ 20li yaşlarda gibi gözükmeye çalışmak. Hani kadın olarak bakarsak elbette çok kırışık bir yüz, çok büyümüş bir kıç, çok genişlemiş bir basen bölgesi çok tercih edilen bir durum olmasa da bazı şeyleri kabul etmek lazım. Bunlardan biri de yaşlanıldığı gerçeği. Neticede ne yapılırsa yapılsın ne kadar genç görülürse görülsün her zaman daha iyisi daha genci daha akıllısı daha albenilisi gelecektir. Kimse unutulmaz veya yeri doldurulamaz değildir ki... (ya işte böyle. sabah sabah müzik dersinden sonra hayat dersi de veriyorum). Kıyafetler bayağı kötü. Tamam hâlâ çok inceler ama bu kadar yıl bir tarz yapmayı öğrenemediler mi? Ayrıca Eva'nın yüzü iyice garipleşmiş; aşırı zayıflık ve kırmızı ruj hiç mi hiç olmamış (kendisi bir ara 90ların sonu gibi sanki saçlarını kumral yapmıştı ve nasıl güzel olmuştu. sarışınlığı sıradan bence). Claudia zaten bildiğin Alman köylü güzeli. Ama akıllı ve disiplinli. Zamanında Canal + 'de yayınlanan ukala fransız televizyon programında bir ayar vermişti ki herkes hayret etmişti. Sarışın işte. Uzun ince ve sarışın. Nadja ise bilmiyorum en son George Michael'in klibinde bırakmıştım. Güzel yani hepsi ama o kadar.
Tanımam etmem ama belli ki model filan öyle bir incelik öyle tarz görülüyor kendisinde. Yeşil stilettolarına hayran oldum. Deri dar pantalon almayayım (gerçi yıl 1989, axl rose giysin, o kadar) ama beğendim. Böyle giyinen ama giyinmek dert değil de taşıyabilmek önemli, o yüzden taşıyabilen insanları seviyorum. Naomi Watts. Kendisini önceleri sıradan bulurdum ama 2. çocukla beraber bir güzelleştiğini düşünüyorum. Hiç çocuk arzusu taşımasam da bazı kadınlara çok yakışıyor hamilelik, çocukla güzelleşiyorlar. Kıyafetini ise ayrıca beğendim. Beyaz gömlek siyah smokin takım. Kadında da erkekte de. Ayakkabılar ise bayağı başarılı.
Naomi Watts'in beyi Lev xxx ve küçük bey Justin Timberlake. İkisi kötü burada. Naomi'ninki bence hep kötü de, Justin de sakalsız olmamış bence. Frankie gibi. Aman yarabbim bazı erkekler sakalsız nasıl da bambaşka oluyorlar, nasıl da çirkin oluyorlar. Hiç tercih etmiyorum. O sakallar kesilmeyecek bey, duyuyor musun?

Missoni'nin velihatı Margarita Missoni. Tarzı güzel kendisi güzel burada da güzel. Tamamdır yani.
Of bu sıkıcı şekilde giyinen mankenler beni de çok sıkıyor. Hayır her şey ayaklarının altında. Para desen var, ince vücut vs desen o da var yani her kıyafet olur, garip durmaz, bedava giysi desen yığınla ama gusto yok. Demek ki o da parayla pulla satın alamayan bir şey. Şu kung-fu takımları içerisinde davete katılmak nasıl bir zevk göstergesidir bir anlasam. Hani tasarımcılar sportif giyime özel üretim yapıyorlar ya, aynen öyle bir şey gibi duruyor. Misal sanki Yoshi Yamamoto Adidas için kung-fu kıyafeti tasarlamış da Anouk xxx de giymiş davete öyle gelmiş gibi duruyor. Tek kelimeyle kötü. Sadece kafasındaki bant güzel. Öyle bantlara sahip olmak istiyorum, kafama takıp çıkmak istiyorum.


Havalar biraz ısınsın, bahar kendisini göstersin daha çok giyinip daha çok sokaklara çıkacağım. Ceket giyeceğim, trençkot giyeceğim aynen yukardaki gibi dolanacağım.
New York sokakları, iki arkadaş gün ortasında dolaşıyor. İlla fönlü olacağım, yüzümde terracotta fondotenim olacak, mutlaka yanık olacağım, her şeyim uyumlu ve her şeyim son model olacak diye kaygısı olmayan ama tarzı olan kızları seviyorum. Bizim topraklarda pek yok ne yazık ki. Olanlar da ya cidden az ya da kendilerini farklı olmak adına vintage olayına vermiş durumda. Ya her şeyin de vintage'i olmaz ki. Çanta vintage, elbise vintage, ayakkabılar vintage mary-jane modeli, saç modeli vintage... Cidden tarzı olduğunu sanıp da tarzı olmayan insanlar çok sıkıcı oluyor. Bir vintage bir de styling durumundan o kadar sıkıldım ki. "styling eğitimi aldım ben". Of yani, Ankara'da mı? diye sormak istiyorum kendisine. Geldi ders verdi burada geçtiğimiz ay. Gelip bir uğradım mı? Hayır. Ama buradakiler "ya senden para almazdık. katılsaydın da şu kadının kursuna, yol yordam gösterseydin biraz" dediler. Olabilirdi de pazar günü üşenirdim kalkıp gelmeye, zaten bildiğimi bana göstermesine, ona hayran hayran bakan varoş kızlarla aynı sınıfta olmaya. Bir de kendisi hiç anlamıyormuş styling mevzusuna sadece kızların ilgi göstermesini. Bak sen!