Sunday, December 27, 2015

Ve işte o gece



Gelenekselleşmiş olsa da bir şekilde son iki yıldır yapmaya üşendiğim neden üşendiğimi de açıkcası anlamadığım pre-yılbaşı partisi nihayet gerçekleşti. Hem de en skandallı, en payetli, en şampanyalı ve en kalabalık haliyle ... Gecede kimler olduğunu, neler olduğunu yazacak kadar halim yok ancak efsaneye yakın demek yanlış olmaz. Kısacası şanına yakışan şekilde bir gece daha yaşandı, yeni yıla çoktan girildi, gerzek 2015 defteri kapandı. 

P.S. Parti her yıl yeni bir skandal yeni bir skandal açılımı ile geliyor. Yapacak bir şey yok. Çoğunlukla vandal bir ortam işte, ne yaparsın. İşin eğlencesi de biraz burada. 

P.S. (2) Biz, her sene olduğu gibi yine yılbaşına girmiş olduk. Şimdi diğerini beklemek gerekiyor. Cidden gereksiz!

P.S. (3) Korkum gereksizmiş. Genelde çevreleri birleştirmesem de doğru insanların birleşmesi güzel oluyormuş, geçiş rahat oluyormuş. 

P.S. (4) Nereden nereye değil mi? Gerçekten de memory lane gibi geldi geçti tüm yıllar, tüm partiler, tüm insanlar. 

P. S. (5)  Şampanya... İçine düşüldü demek yanlış olmaz. Single malt ve diğerlerini geçiyorum bu coşkunun yanında. Bi de buraları takip edip de hırslananlara sonra da kendini tutamayıp mesajlara boğanlara gelsin. Öyle böyle değil valla; net İstanbul'da başka bir ev partisinde bu kadar şampanya açılmamış içilmemiştir. Öyle zavallı Moet veya Henkel değil bahsettiğim, bildiğin vintage. Ha, ben hep bitmesini ister miydim, hayır, bu sene ortaya iki şişe bırakıp diğerlerini kaldırmayı ihmal ettim ve sonuç hepsi açıldı. Bir şekilde iyi oldu, her şey 2015'i tepe tepe gönderdi.

Saturday, December 26, 2015

Beklerken...


Beklemek zor iş. Hastalanmamaya çalışarak beklemek daha zor iş. Ama dedikleri gibi, the night is young, so are we.

Tuesday, December 22, 2015

Arada Yaşananlar # 9


"Nerede kalmıştık" derken arada yaşanalar, yemekler, eğlenceler, kahkahalar, kahkahaları takip eden üzüntüler ( bunlar artık olmazsa olmaz çirkin Türkiye halleri) deyip hep bir devam için uğraşmak neticesinde mutlulukla gelen #8'in doğumgünü ve tam da doğumgününün Star Wars'a denk gelmesi, pek heyecanlı pek mutlu pek eğlenceli gecenin mutluluğu, "Ah canım Han Solo", hediye kaosu (nerede kaykay günleri, porsche günleri, hediye bile kaos oldu), pek bir eğlenilen, sevilen Morini gecesi ki bu kadar zaman neden gitmemişim kendime şaştım ama no way, Zorlu, yok sevmiyorum, adamları da yaptıklarını da deyip bir de hemen ertesi gün pek sevdiğim A. ve Leopoard Lover G. ile Maya deyince evet yıl sonu kapanışları bir de üstüne bu grupla gerek "orijin olsun, gerek grup olsun, gerek konulu olsun, gerek şampanyalı olsun" derken resmen şekilli oldu.

Nefes almanın zorluğu içerisinde ezilirken insanoğlunun hayata tutunuşu da ilginç. Ortada bir saçmalık var ama bakalım ne zaman bitecek..?




Sunday, December 13, 2015

Arada Yaşananlar # 8

Artık çok iyi bilmeliyiz ki devir güzel değil, racon hiç değil. Devir nobranlık, kötülük devri. " Adilik" ki en çok öne çıkan, gerinerek dolaşan değerler. Bunlar bize, bu dükkana çok uzak ama karşındaki adi bir hırsız olunca gelip evini soymasını beklemezsin; kendine korunaklı yeni bir dünya yaratırsın. Olduğu kadar işte; nasıl olsa gerisi sığır, günün sonunda bir yerlerde bir şekilde sığırlarla muhatap oluyorsun

whatever

Amsterdam dönüşü ne kadar keyifli ve yükselen bir mutluluk ile geldiysek de elbette derin bir mutsuzluğa çevirecek bir olay gerçekleşti bu kıymetsiz ve değersiz topraklarda ( yıllar önce Nuri Bilge Ceylan'nın söylediği pek bir havalı "yalnız ama güzel ülkem" sözü artık o kadar yalnız o kadar değersiz ki)... 

Pek eğlenceli bir astro gecesi, astro team; pek sevdiğim yeni oluşumunda pek desteklediğim T.; uzun zamandır göremediğim K. Sisters ve efsane manuka balının efsaneliği; kaç zamandır bir türlü ikili yemeğe gidemediğimiz canım # 8 ve tarama üzerine tarama yediğim Cavit; davet, Palais de France ve Okan Bayülgen'nin korkunç fransızcasını duymak zorunda kalmak; kaç zaman sonra geniş kız grubu ile Karaköy Lokanta; üzerine iki gün sonra bir kez daha Cavit ve Strasbourg A. & M. ve haftanın kapanışı, heyecanlı günlerin beklenişi...

P.S. Palais de France'taki davet ilginçti, fazla amerikanvari idi, kalabalığı gereksizdi, sıkıcıydı. Ama komik olan liselilerin bir kez daha fransızca konuşamadiklarını Okan Bayülgen'nin düştüğü gülünç durumdan görmüş olduk. Feci!

P.S. (2) Gerçekten de nereden nereye...Yani herhalde olması gereken de insan her seferinde şaşırıyor. Ya da şaşırıyor gibi mi yapıyor, hayır böyle olamaz diye. 
  

Tuesday, November 24, 2015

Breathe-Respire IV

Cidden özlemiştim. Uzun zaman olmuştu gitmeyeli. Gittim ve çok iyi geldi. Gerçi bu ülkeden uzaklaşılan her an insanın mutlu etmeye yetiyor. Hiç öyle " aaaa ama milli değerler milli duygular" filan diye beyinsizce konuşulmasın, geçti gitti o "yüce" devirler. O havalı büyük lafların telaffuz edildiği sözde büyük inanç devirleri milli çirkinlik yıllarından önceydi, artık milli çirkinlik günlerini yaşıyoruz, her şey farklı hiçbir şey aynı değil. İnada inat bebeğim artık. 

Amsterdam, J.A., üç günlük nefes alma tatili, pek özlediğim pek sevdiğim Amsterdam, pek bir soğuk hatta don yağan bir Amsterdam, her daim insanı mutlu eden Amsterdam, bol bol yemek bol bol içki, bol bol eski A'dam arkadaşları ve üç günlük nefes alma mutluluğu...

herengracht, the seafood bar, the plantage deyip bir de üstüne içilen proseccoları biraları ekleyince buraları okuyup hırslanan ardından da acıklı mesajlarla kendi ifade edenlere de benden giden şöyle geniş bir big up olsun o halde. 

P.S. Amsterdam seyahatinin herhalde en güzel tarafı flamingoları görmem oldu. O kadar mutlu oldum ki ... Ne diyeyim, I heart flamingos...  

Tuesday, November 17, 2015

Sabah keyfi

Hey yarabbim...Daha dün darlanıp delirmişken, rüyalarımın sıkıcılaşmasına kadar işi vurmuşken şahane bir rüya ile uyanmak böyle oluyormuş. İnsanın keyfini yerine getiriyormuş, güldürüyormuş. Her şeye rağmen. Utanıyoruz ya artık gülmekten, güzel vakit geçirmekten e o zaman da garip oluyor her şey...

whatever...

İlginç ama eğlenceli ama komik bir rüya ile uyandım. Ve tabii hiç mi hiç sıkıcı değildi. Eski dünyadan iz yoktu. Oh be!

Monday, November 16, 2015

Sabah # 2

Paris patladı, insanlar öldü ve bütün dünya ağladı. Paris'ten iki gün önce Beyrut patladı, insanlar öldü ve bütün dünya farkında dahi olmadı. Ankara geçti gitti; Paris'in ardından hemen taziye mesajlarını Fransa'ya gönderen sözde büyük çapsız adamlar kendi ülkelerinin ardından kıllarını kıpırdatmadı.

Artık bazı şeyler cidden can sıkıcı. Bu abuk subuk dünya düzeni, çirkinliği filan her türlü sıkıcı. İnsanoğlu ise öyle böyle değil, toptan can sıkıcı ve sevimsiz. Hiçbir katkısı filan da yok dünyaya. Bence hepimiz patlayabilir ve ölebiliriz. İnsanoğlunun, insanlığın bir şekilde tükendiğini düşünüyorum. Ha, ama evet bireyler olarak bir şey yaşayacağız, iyilikler yapıp kendi küçük dünyamızda umut taşıyıp mutlu olmaya uğraşayacağız. Ama küresel değil, tamamen bireysel çabalarla.

Daha boktanı artık gerçek yaşa geçtim, rüyalar bile çok sıkıcı. Nerede gördüğüm o eski şahane rüyalarım? Beautiful people dolu, yer yer erotik yer yer macera dolu komik eğlenceli rüyalarım bile sıkıcılaştı. Özellikle de içinde yer alan insan tiplemeleri, profilleri ile.

Anladım bu insanoğlu denen şey cidden sıkıcı da, bu etrafımı çevreleyen geniş halkayı oluşturanların sıkıcı olması pek olmadı benim açımdan. Gerçi ben bu sıkıcılık ve sıradanlıktan çoktan ayrıldığımı, kendilerine vedamı ettiğimi düşünüyordum. Sahiden ayrılmamış mıydık biz? Çoktan o sahte ve sarhoşlukla geçen günlere adieu dememiş miydik? Demek ki vedayı rüyalarda da yapmak, rüyalarda da ayrılmak lazımmış. Gerçek hayatta sona eren her ilişki rüyalarda da bitmeliymiş.  

Kesinlikle! Bari rüyalarımda nefes alayım...Alalım...
  

Sunday, November 8, 2015

Never On Sunday # 4


Nasıl normale dönüldü mü yoksa zaten biz bir hayal ülkesinde geçici bir süre için yaşamayı denemiş ama 3 aylık vizenin bitmesi ile pasaport polisi tarafından apart topar kendi, o iyi bildiğimiz le pays du mal'e mi gönderildik? Yapacak bir şey yok. İnadına yaşamak hem de inadına güzel yaşamak her zaman en iyi cevap en iyi tepki. En azından bizim dükkan için. Düşülse de kalkılır, devam edilir. Nitekim öyle oldu. Seçimin ardından soğuk duşumuzu alıp pazartesi gününe başladığımızda artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Gazetecilere ters kelepçe takan polis de aynı şeyi söylemedi mi zaten "bundan sonra hiçbir şey aynı değil, size öğreteceğiz" diye. Eh öğreniyoruz işte. Yalnız unutulmaması gereken şu ki, hiçbir şey hiç kimse için aynı değil, olamaz da zaten. Ama evet, defalarca söylediğimiz gibi gelecek uzun sürüyor. 

O yüzden neye inanıyorsak ona devam... 

P.S. Son zamanlardaki takıntım ya da daha doğru bir ifade ile algı seçiciliğinin odak noktası bir mekandaki özellikle de pek havalı pek pahalı mekanlara gelen elbette çok havalı, maşalı saçlı, orta-üst yönetici veya ev kadını olan kadınların tek taş yüzükleri. Hepsi o kadar sıkıcı ve o kadar aynı ki...Hepsi tamtur ve tektaş. Ve hepsi aynı. Ve çoğunda da çok sakil duruyor. Muhtemelen o yüzüğe çok büyük anlamlar yüklemekten ötürü olsa gerek, her şey fazlasıyla mış gibi.  Zaten çoğu kadın da aynı, gerek zevkleri gerek adamlara dair ajanda üzerinden giden halleri ile. Evet dediğim son günlerdeki yeni eğlencem bu; önce yüzüklere ardında tipe bakıp hikaye kurgulamak. 

P.S. (2) Hayır, tek taşa karşı değilim. Aksine. Ama sıradanlığa ve ortalama zevkin kendisini ortalıklara atmasına karşıyım. Ha tabii bir de o g.tüm gibi tek taşlarla kendisini Kim Kardashian'nın devasa yüzüğünü takmış gibi hareket edilmesine hastayım. Ulan altı üstü adam gitmiş Kapalıçarşı'dan (bu iyi tahmin, Atasay filan demiyorum mesela) almış yaptırmıs en iyi ihtimalle de -ama en iyi diyorum- Tiffany'den almış. Eee? Çap belli, karat belli, model belli, karının giydiği kıyafet, maşalı saç modeli belli, olmadığı zaten belli. O yüzden bi sakin bebeğim, kimsenin sana ve parmağındakine baktığı yok. 

P.S. (3) Bütün bir haftam neredeyse doğru fontu aramakla geçti; "memoriam". Ve buldum. Ve çok güzel olacak. 

P.S. (4) Beşiktaş pazarı ve Bodrum kırma zeytini. Cumartesi keyfi. Ve ardından gelen Sabahattin keyfi ve rakı keyfi ve lüfer keyfi ve # 8 keyfi. 

Olduğu kadar bir never on sunday...

Monday, November 2, 2015

Sabah


"Nefes al nefes ver, nefes al nefes ver" ... 

Yapacak şimdilik pek bir şey yok, aldık elimize oturuyoruz. Ağlayacak veya söylenecek bir durum da yok açıkcası. Her şey neyse ne, işte. Ha, ama sandıklarda hırsızlık, usulsuzluk var mı? Kesinlikle! Sonuna kadar hem de. En komiği de yıllarca (halen de) bu ülkede solcular, sosyalistler hep vatan haini , ülkesini milletini satmak isteyen  şerefsiz damgası yedi, sırf "eşitlik, adalet" kavramlarını savundu diye hapse düştü, işkence gördü. Karşı taraftaki sağcılar, milliyetçiler, muhafazakarlar, islamcılar da herkesin ve her kurumun gözü önünde göstererek yaptıkları her şeyi vatan millet inanç (islam) uğruna yaptıklarını söyleyip binlerce insanı patlattılar, domuz bağı ile işkence ederek kadınları öldürdüler, aydınları sanatçıları otel odalarında diri diri yaktılar. Öldürmedikleri zamanda da yalan, hırsızlık, yolsuzluk, dalavare ile arazileri kapattılar, ihaleleri aldılar, oy pusulalarını çaldılar, para vererek oy satın aldılar. 

Durum bu, hayat da bu. that's life. Üzülecek bir şey yok çünkü üzülünecek o dönem çoktan geçti gitti. Bugünün başlığı bokun içinde nefes almayı öğrenmek çünkü bir süre daha bokun içinde kendisini büyük bok sanan küçük ve çapsız boklarla beraber yaşamak zorundayız.

Bugün gülenin ağlayacağı günler de gelecek, herkes gibi. Hiçbir şey aynı sürmüyor aynı kalmıyor. Sadece bu bekleme dönemi çok sıkıcı ve boktan. 

Ne yaparsan yap yine her gün güneş doğuyor, sabah oluyor ve akşam batıyor. Yani hayat devam ediyor. Herkes için. İstesen de istemesen de. O yüzden dünya yine dünya döndü, sabah oldu hayat da bizler için nefes alıp nefes vermeyi öğrenerek, çirkinliği görmeye alışarak hayat devam ediyor. Kötülerin dünyasında pis sırıtışlarının gölgesinde. that's life. Cidden. 

Encore un matin. 

P.S. Ama evet bir wish list 'im var. Hepsi, kime ne yaptılarsa (iyi-kötü diyeceğim de yaptıkları iyiliklerin bir elin 5 parmağını geçeceğini düşünmüyorum) gani gani başlarına gelmesini diliyorum. 

Eee bebeğim, naparsın artık hepimiz kötüyüz, kötülüğü ustasından öğrendik.  

Sunday, November 1, 2015

Never on sunday # 3

Hiçbir şey aynı kalmıyor. Hiçbir şey yerinde kalmıyor. Doğası gereği, olması gerektiği gibi. Bir şeyler değişecek. İlla ki. Bugün? Muhtelemen hayır. Daha doğrusu bizim istediğimiz, ümit ettiğimiz gibi bir değişim bugün olmayacak. Bir şeyler değişecek ama yine de o büyük değişim, tokat etkisi yapacak değişim olmayacak. Ancak o da bir gün olacak. Bir gün, kendi zamanı geldiğinde "evet, artık hiçbir şey aynı değil" diyeceğiz. O güne kadar da inatla, direnerek ve hiçbir şekilde yılmadan hayata devam edeceğiz. Belki üzücü ama zaten iyice sıyırdığımız için o güne kadar "kimin kim olduğunu, nerede kimin yanında yer aldığını da hiç unutmayacağız". 

A Change Is Gonna Come








Saturday, October 31, 2015

Arada Yaşananlar # 7

Normal insanlar gibi normal duygularla, keyiflerle, ruh halleriyle yaşamaya çalışmak, hayal etmek derken bir şekilde yer yer hafifleyen duygular, duyulmayan hisler, ötelenen nefret dolu bakışlar ve bir şekilde yaşanan normal yaşanmaya çalışılan hayatlar, arada yaşananlar

Deli gibi yağmurlu günde bir şekilde zorunlu olarak gidilen Ağva ve şehirden bilmem kaç derece daha soğuk havası ve bir şekilde akıllara hemen sevgililerin kaçamak güzergahı fikrini getirmesi; bitmek tükenmeyen eğitim sevdası, koçluk müessesi pek sevdiğim İdila ve doğumgünü kutlaması derken kutlamanın ne yazık ki bir o kadar hazzetmediğim jash'ta olması, pek matah olmayan mezeler ile korkunç servisin birleşimi; Fener-Galatasaray maçına ilgisizliğim, umarsızlığım ve önceki geceden sonra kalan sarhoşluğum; "tinder'tan hızlı" iyi niyetli ama epey beceriksiz pimp hizmeti (m) ; geçtiğimiz günlerde yazmayı unuttuğum ama gayet keyifle hazır bulunduğum Sani 'nin doğumgünü ve Boogie Boy ve U. ve bir şekilde aile içinde kutlama hali; # 8 hali; 29 Ekim gösterisi ve çocukların komik ve eğlenceli ve umut veren hali; bayram hali; Fuket ve Furi ile pek güzel pek beklenen bayram yemeği, şahane yahni, şahane şarap, şahane jameson derken birden yani işte 2 civarı (daha gece 4'ü bulmamışken) gecenin zengin kalkışı; son bienal atakları, ziyaretleri; bir şekilde bir şeylerin veya her şeyin değişme hali içerisinde arada yaşananlar...

Daha yazacak çok şey var. Belki sonra. Belki hiçbir zaman. Daha önümüzde yarın var. Hem de çok uzun süren bir yarın. Hallelujah!

Monday, October 19, 2015

Arada Yaşananlar # 6

Biraz sakinlik biraz olsun durulma halinde kalmıştık değil mi? Hayır, bebeğim, bizde öyle şeyler olmaz. Üstünde yaşanılan coğrafya da o coğrafyanın üstünde yaşayan insanı da birbirinden çirkin, birbirinden kötü, birbirinden mal olduğu olduğu için ortaya bir medeniyet, huzur ortamı, mutluluktan beslenen insan türünün çıkması mümkün değil tabii. 

Bir ülkenin başkentinde, yönetiminin olduğu yerde göbeğinde patlama olursa ölenler 100'ü aşmışsa ve hala bunun failleri gayet pişkin ve leşlikle ortada geriniyorsa artık nefretten, mide bulantısından, acıdan başka hiçbir şey olmaz. 

Patlama günü Ankara'da olmak da ilginç bir deneyimdi ama insanlar ölmüş, umutlarını kaybetmiş. O yüzden bunlardan hiçbirinin, hangi bambaşka amaçla gerçekleşen seyahatin hiçbir önemi yok. Asshole de belli, official hali de ortada. 

Bir gün her şey bitecek de işte o zaman kim ne hale düşecek onu merak ediyorum. Ah canım, cahillerin ve varoşların Sabah 'ı en karizmatik lider anketi açıklamış. Bir o kadar hayali ve bir o kadar uydurma. Ama yalan değil, propoganda böyle bir şey. Alkışlar sana bebeğim, cehennemde yerini sağlamlaştırıyorsun!

Oysa insan güzelliklerden bahsetmek istiyor değil mi? Olmaz bu topraklarda. 

Arada Yaşananlar # 5

En son Arada Yaşananlar ın üzerinden üç ay, en son yazının üzerinden-jusqu'hier- bir ayı aşkın zaman geçmiş. Yaşananlar da, olanlar da hem ilginç hem sıradan, hem çirkin hem güzel, hem mutlu hem mutsuz, hem umutlu hem umutsuz. Her zamanki gibi that's life derdim ama demiyorum çünkü artık işin tadı kaçtı, herkesin yaşanan her şeyde bir imzası iyi veya kötü bir katkısı var. Önemli olan doğru olan tarafta olmak ve evet, bazı şeyler sadece doğrudur bazı şeyler de sadece yanlış. Doğruya yanlış, yanlışa da doğru denmez. 

Yeni hayat öncesi kısa ama şahane Bozcaada seyahati, # 8, beklendiği kadar beklenmedik şekilde müthiş geçen Bozcaada tatili, pek güzel Kaikas Oteli, pek güzel Kaikas Oteli'nin pek bir ses geçiren odaları, pek popüler Bozcaada mekanlarının fiyasko hali (hele o ada'm filan gibi şişirilmiş yerleri cidden geçip daha başka daha güzel yerlere gitmek lazım) neticesinde daha doğru düzgün daha az bilinen yerlere yönelme ; 3 gün neticesinde dönüş ve E. & R. 'nin düğünü ile düğün sezonunun-mutlulukla-kapanması, gayet güzel düğün, gayet keyifli ve eğlenceli düğün, kasmayan insanlar, rahat insanlar, eğlenen ve suratsızlık etmeyen insanlar; başlangıç ve kendine güvenli, iğnelemeden konuşan, güzellikleri söylemekten çekinmeyen, düzgün insanlarla -yine ve yeniden vakit geçirmeye hala şaşmak ; J.A.'nın küçük ama eğlenceli doğumgünü kutlaması, bir o kadar fantastik doğumgünü hediyesi ; bayram tatili, şehir dışındaki J.A. & F.A. ile gerçekleşen erken bayram tebriğini bayramın ilk günü Boogie Boy ve pek sevdiğim ebeveynleri Sani & A. ile yapıp geri kalan günlerde yayılıp tembellik derken tatile vedayı bayram yemeği ile yapmak. Pek sevdiğim A. ve yine pek sevdiğim arkadaşı İ. 'nin komşu çıkartmasına Sekvotka'nın kitap teslim günü yaklaştığı için katılamaması (ki bitmedi o kitap hala), kafasındaki peruğu ile büyük bir heyecan içerisinde gelen A., erken ve gayet keyifli gelen çirkin ama karizmatik erkek B., ilk defa erken gelen #8 ve yine keyif eğlence hedonist güzelliklerde başarılı bir yemek ; her türlü acayip içeceği yiyeceği yemiş denemiş olsam da hayatımda ilk defa yaşadığım üç günlük detoks deneyimi, ilk günün inanılmaz zorluğu (ama o zorluğun sonra o ikinci yeşil içecekten geldiğinin anlaşılması), devam eden günlerin yorgunluğu ama bitimindeki tarif edilemez hafiflik ve daha da ilginci hiçbir şeyin ama hiçbir yiyecek veya içeceğin özlenmemesi. 

Ha tabii bütün bu süreçte ülkenin her tarafındaki patlamalarda ölen insanlar, ablukaya alınan iller, mahalleler, evinin balkonunda öldürülen çocuklar...Neden? Çirkinlikle kaplı insan süretlerinin hırsı ve leşliği uğruna. 

Evet hayatlarımız ne yazık ki iktidar hırsının korkunçluğu ile kişisel mutlulukların nefes alması arasında gidip geliyor. Şansımıza da kaderimize de sıçayım...

Saturday, October 17, 2015

Dream on # 6

Ulan kaç zaman sonra yazacağım edeceğim içimden gelmiş, uyandığım insanlara bak? Resmen çirkin yemek karışımları gibi. Hemen düzeltilsin, "çirkin yemek" olmaz, lezzetsiz yemek olur, tatsız yemek olur ama çirkin yemek sadece boktan bir türkçenin ifadesidir. 



whatever .

Hepsi vardı işte, doldur doldur kepçeye ne gelirse artık. Cidden hepsi oradaydı. Meseleler de konuşulanlar da ciddi mevzular, aynı gerçek hayat gibi, gerçek gerçek konuşuluyor filan. En sonunda bi de yolumu kaybettim mi eve dönerken ve yine "kahretsin, yine mi ulan?" dedim. Nasıl olsa güvenmediğim için Gratel gibi dönüş yolunda kaybolmayayım diye cebime taş parçacıklarını almalıydım diye bile düşündüm. Yemin ediyorum rüya değil, sanki gerçek hayat. Freud'a göre zaten her rüya gerçek hayat da onu geçiyorum. 

Lezzetsiz, tatsız tuzsuz kötü bir fast food combo'su gibiydi. Hiç öyle resimdeki canıım In-n-Out gibi değil. Ah, canım # 8, nasıl da getirmişti çantasında...

Olsun, bitti gitti. Her şey boktan, rüyalarım bari fantastik olsun dedik, çıkana bak, gerzekler combosu.



Friday, September 11, 2015

Komşunu Tanıma Zamanı, part II

"Peşmerge kıyafeti' giyip sosyal medyada paylaştığı için Muğla'da saldırıya uğrayan ve zorla Atatürk büstü öptürüldükten sonra linç edilmek istenen İbrahim Çay olaydan sonra ilk kez konuştu: Beni dövenler kapı komşumdu ".
Çok olmadı değil mi buraya " Komşunu Tanıma Zamanı" diye yazalı. Eh işte, talihsiz yalnız ama güzel ülkem; şüpheli, kötü, tehlikeli bir şeyi düşündün mü sana gani gani veren ülkem...
Her şey gitgide çirkinleşiyor, leşlikten kafamızı çıkartamayacak vazitetteyiz. Bir baskıdan kurtulma umudu diğerinin putperestliğinde bitiyor. 
 Evet, zaman komşunu tanıma zamanı, eşini dostunu bilme zamanı. Güven dostluk saygı kolay işler değil. O yüzden hala inandığım şey şu; evet belli bir şekilde belli temel değerlerde iyi anlaşan insanlar beraber kalmalılar, kendilerine yarattıkları dünyanın parçası olmalılar. Budur. Gerisi zaten bakıldığında oldukça acıklı. Baksana kapı komşum dediğinin yaptıklarına. Ya da 6-7 Eylül'de yaptıklarına. İlk değil ama son mu? Zannetmiyorum. Ama bir şekilde gerçek temelli bir birliktelik dostluk arkadaşlık komşuluk bazı şeyleri kökten değiştirebilir.  

Wednesday, September 9, 2015

Komşunu Tanıma Zamanı

Kimse kusura bakmasın ama zaman insanın dostunu, sevgilisini, komşusunu, arkadaşını hatta kardeşini tanımasının zamanı. Her şey zaten çirkin, her şey zaten rezil, her şey zaten iç karartıcı vaziyetteyken bari en azından yanımda beraber nefes almaktan mutlu olduklarım olsun. Eş dost çevresi tamamdır. Girilen süreç olması gerektiği gibi işledi, her şey elekten geçti ve geriye biz, kalması gerekenler ve kalmasıyla mutlu edenler kaldık. İş, profesyonel hayat ilişkilerini filan geçiyorum çünkü iş hayatı dediğin şey normalde evine dahi sokmayacağın insan ile günün en uzun saatlerini geçirme zorunluluğunu getiriyor. Bir şekilde idare ediyorsun, çok kaale almıyorsun lafını edip yürüyüp geçiyorsun. Komşuluk ise ilginç ... Ahh o eski komşuluklar diyecek halim yok, öyle arayışlarım da yok. İyilerine denk düştüğümüz Yeşilköy günlerinde çocukluğum şahane geçti ama bitti gitti. Bugün ise birçok insan gibi öyle içiçe olalım, pasta börek alışverişi yapalım kandillerde helva dağıtalım arzum yok. Karşılıklı düzgün, medeni ve yapışmayan ve mesafeli olsun, tamamdır. Ve tabii temel değerlerde hemfikir olabilmek en güzeli...

Evet, iyi bir kadın. Yine kendisi gibi hakkında pek bir şey bilmediğim ailesi de fena değil. Neredeyse on yıl olacak taşınalı, o sürede zarfında çocuklar bile büyüdü. Adamı pek bilmiyorum, sabahları çok erken gidiyor, nadiren görüyorum ve kim olduğunu bilmeden iyi akşamlar, günaydın deyip geçiyorum. Birimiz en alt bir diğerimiz en üst kat olunca bu durum dahi gayet medeni. Ancak günün sonunda kapı önündeki paspasın üzerine atılmış Sabah gazetesini görmek zaten kayıtsız medeni olan ilişkide her şeyi netleştiren nokta oldu. Paspasın üzerinden hane bireyleri tarafından içeri alınmayı bekleyen Sabah gazetesi, niyet veya amaç veya sebep ne olursa olsun her şeyin göstergesi oldu. En azından benim için. Özellikle de içinde bulunulan bu kabul edilemez faşizan günlerde... Çirkinliğin, yalanın, yalakalığın, cehaletin göstergesi bir gazete öyle veya böyle girdiği evin ve okuyucusunun da bir yerde ne olduğunun göstergesidir. Belki çok müthiş, iyi insanlardır; olabilir. Ancak öyle bile olsa bu kadar bilerek, amaçlı ve mimarının belli olduğu bir kötülük ekseninde yer alan bir gazetenin okuyucusu, seveni, takipçisi, destekleyicisi, çalışanı olmak hiç mazeretsiz o kötülüğe imzayı atmaktır. Benim için ise araya net bir şekilde duvar örülmesi gerekendir. Merhaba-iyi akşamlar ve aidat üçgenindeki medeni konuşma devam eder ancak okunulan gazetenin binlerce insana ettiği kabul edilecek bir şey olamaz. 

Duvar da kapı da her zaman kötü bir şey değildir. Özellikle de fiziki olmayanları. Birey ile istemediği her şey ile arasına mesafeyi koyar, kendi dünyasında nefes aldırır. 

Tanımak lazım komşuyu, arkadaşı, eşi dostu. Tam da bu günlerde.

Saturday, August 29, 2015

Breathe-Respire, III

Yalan değil tatlı bir heyecan hakim. Birçok şeye olduğu gibi, hemen önümüzdeki günlere de. Zamanıydı, iyi oldu, ani oldu ama iyi oldu, güzel oldu, beklenmedik oldu, summer breeze oldu. 

Sous le soleil bebeğim...

Tuesday, August 18, 2015

(muhtemelen) En sağlıklı ilişki biçimi

Bazı ilişkiler neticesinde gelinen nokta aynen yukardaki gibi oluyor. Muhtemelen "her şeyden sonra birbirine yabancı olmak" çoğu insana acıklı veya üzücü gelse de açıkcası değil. Aksine gayet sağlıklı bir durum. Bir dönem bir şekilde belli bir seviyede duygular paylaşılıp vakit geçirilmiş olması kimsenin kimseye eyvallahı olmasını gerektirmediği gibi üzerine kilit vurmak ilişkiyi sağlamlaştırmıyor, gerçek kılmıyor. Kötü kötüdür, gitmeyen gitmiyordur, biten de bitmiştir. Öyle "ama biz şöyle çok eski arkadaşız" veya "nasıl bu aşk ilişkisi biter" tarzı abartılı söylemler de bir yerden sonra inandırıcılığını yitiriyor kadar çünkü gerçek hayat öyle ilerlemiyor. Kimi zaman bir insandan bir durumdan gitmek de bırakmak da uzaklaşmak da gerektiği gibi yeri geldiğinde yabancılaşmak da gerekir. Garip üzücü filan değil sadece işin doğası böyle. Doğru, pek tercih edilecek durumlar değil bunlar ama hayat boyunca da yaşanması yüksek ihtimal şeyler olduğunu bilmeli insan.

Yine de zor , kimsenin tercih etmeyeceği bir durum. O yüzden de yaşanmış her şeyden sonra muhtelif sebeplerle bir dönem en kıymetli olana karşı yabancı gibi durmak herkesin harcı değil ve muhtemelen de bu yüzden herkes böyle bir ihtimalini gerçekçi görmediği için ilişki içerisinde ilişki yaşanırken çok iddialı laflar ediyor, büyük puntolu, bağırmalı cümleler kuruyor. İnsanlar genelde kendileri için hissedilmesi olağan bu yabancılaşma duygsunun yaşanmayacağını, bir yerde bir şekilde mutlaka o "derin arkadaşlık, sevgililik" duygusunun baskın çıkıp karşıdakinin girdiği o yabancılaşma duygusundan-nasıl olacaksa o iş- vazgeçileceği düşünüyor, rahatlıyor. Oysa gerçekler öyle değil. Elbette sıklıkla değil belki ama bunu ilişkinin kendisi gerektirdiği yapan hayata geçiren mutlaka çıkıyor ve işte ne zaman bunu rahatlıkla yapan biri ile karşılaşılıyor, o zaman işler değişiyor, resim çirkinleşiyor. 

Yukarda bahsedilenler beni şaşırtmayan, bana garip gelmeyen, oluyorsa oluyordur diye hissettiren duygular. " Olabilir" diye düşünüyorum, inanıyorum. İnsanlar birbirlerinden tamamen kopabilir, birbirlerine tamamen yabancılaşabilirler. Hem de her türlü (zamanında) hayranlık uyandıran o aşk ve o sevgi duygularını (zamanında) karşılıklı beslemelerine rağmen. Çok değil ama yine de birçok insana göre daha fazla yaşadığım bir duygu bu "yabancılaşma". Çoğunluk denilen baskıcı, şekilci ve hatta yarattığı illüzyon ile korkutucu bir güruha göre bu duygu asla kabul edilemez olsa da (bir dönem tanıdığım, beraber yaşadığım, beraber vakit geçirdiğim) karşıdakine çok rahatlıkla gayet yabancılaşabilen, o insan veya insanlardan gidebilenlerdenim. Bu kendiliğinden oluşan, bu yönde gelişen bir durum olduğu için ortaya acıklı bir sahne çıkmıyor, eksiklik hissi yaşanmıyor, hele hele ağlaklık hiç varolmuyor. Aksine! O noktaya  gelmek aslında bir sürecin neticesinde olduğu için bir şekilde her türlü ruhsal oluşum kendi içinde kişiyi hazırlıyor. Na zamanki yaşananlar veya aradaki ilişki manasız, bencil, yıpratıcı, değersiz ve hatta "olsa da olur olmasa da olur" gereksizliğine bürünüyor, işte o zaman olması gereken ne ise o gerçekleşiyor. Hiç öyle zorlama duygularla filan da değil, gayet  su gibi, olduğu gibi. 

Garip ama öyle oluyor. Bu yabancılaşma tecrübesi kaç kere yaşanırsa yaşansın hissedilen garip hissi de insani olarak pek şaşırtıcı olmasa gerek. Günün sonunda herkes hayata dair beklentiler umutlar dilekler taşıyor. Kimi oluyor kimi olmuyor. Yabancılaşma duygusu artık yabancı bir duygu olmasa da yine de insan olmaktan mütevellit o garip hissi kendini gösteriyor, "hiç düşünememiştim buraya geleceğimizi" cümlesi yine de telaffuz ediliyor. How bizarre.  Ama sonra gayet rahat ilerleniyor, öyle şaşkınlık ve hayal kırıklığı hissetmeden. Hayat da zaten epey garip bir şey. Oluyor yani türlü türlü fantastik garipliklte olaylar. 











Thursday, August 13, 2015

Breathe-Respire # 2


2015'in her açıdan fantastik ve terminus halinde geçeceğini biliyordum da bu kadarını beklemiyordum. Bir türlü bitmeyen (ruhsal ve manevi) sonlar, sonlanmalar ve aynı zamanda yine bir türlü bitmeyen ölümler, cenazeler...

Geçen hafta içerisinde kaldırdığım iki cenazeye bir de bu hafta pek sevdiğim Strasbourg A.'nın annesinin cenazesi eklenince artık her şey başka bir hal aldı. Yorgunluk, hastanelere taşınmalar, mezarlıklarda yer beğenmeler, beyhude halde teselli etmeye çalışmalar, garip saatte eve dönüp yatıp kalkıp sabah tekrar A.'nın yanına gitmeler, yer yer aksayan işler, beklenmedik anda beklenmedik hatalar veren ev aletleri, bir o kadar beklenmedik iletişim hatası veren ev insanları, havanın korkunç sıcaklığı, Türkiye cehenneminin her geçen saniye artan sıcaklığı, gerzeklerin erken seçim uğraşı uğruna aldıkları canlar ve breathe-respire...

Oysa ağustosun fantastik bir ay olması bekleniyordu. Gerçi daha var...Ardından başka şeyler de var. 

whatever. be water, my friend. Gerçekten de nefes al ve be water...En güzeli. 

P.S. Etiler-Levent hattı yeni mekanım, mahallem oldu resmen. Yani. Bayıldığımdan deği zorunluluktan da bu yeni metro hattı ile pratik olmuş. Gerçi yeni metro hattının içi pavyon gibi ama yine eğlenceli ve pratik ve trafikten uzakta.

P.S. (2) Cenazeler, hastane görüşleri, beklemeleri derken o kadar çok insan gördüm ki bu sabah insan görmekten sıkıldığımı farkettim. Geçicidir muhtemelen ama şu an hissettiğim bu. 

P.S. (3) Oysa nefes almıştık haftasonu. Cumartesi gecesi Juno bir anda #8 ile pöti bir buluşmadan efsane kadrolu buluşmaya dönüşmüştü, eğlenceli ve keyifli olmuştu. Ama işte gelen haberler, ciddiyetini sabitledi. Ülke dediğin yer zaten mutsuzluk ve asık suratlılık yeri. 

P.S. (4) Ölüm, kayıp geride kalanlar için kesinlikle çok zor işler de hastalık sebebiyle hastanede yatanın sevenleri için öleceği zamanı beklemek daha büyük bir azap. Arafta bekliyorsun işte. Cennet de cehennem de bir adım uzaklıkta. Hele vicdan duygusu...Belki de en zoru. O yüzden eğer ölümcül bir hastalığın sona yaklaşan bir evresi varsa mümkünse erken bitsin, gerçekle yüzleşilsin. Aksi takdirde "ya uyanırsa" duygusunu takip eden gece yarısı gelen hastane telefonları ile yaşamak hastaya değil ama hasta yakınları için gerçek bir kabus. 

P.S. (5) Şimdilik bu ölüm vs hadisesini kapattığımızı umarak ilerliyorum ayın ortasına doğru. Daha fantastik daha eğlenceli günlere...

Tuesday, August 4, 2015

Breathe- Respire

Biraz nefes almak için ne yapmak lazım acaba? Hepimizin kafasındaki soru bu değil mi? Biraz nefes alabilmek, keyiflice vakit geçirebilmek, gülebilmek, güldüğünde suçluluk hissetmemek, 3-5 gerizekalı idiot'un yanlarına bi de idare amiri kılıklıyı alıp sıçtıkça sıçmaları neticesinde pişirilen krizlerle uğraşmamak, gelen ölüm haberlerini acıyla yutkunarak seyretmek gibi ağır mesaiden uzak olmak hepimizin dileği degil mi? Biraz tiril tiril yaşansın biraz mutlu olunsun...

Bu yıl fantastik ama ilginç bir yıl. Bütün dünyada böyleymiş, astroloji kurmayları böyle ifade ediyor. Büyük değişimlerin, büyük sonların, büyük fiyaskoların, ayrılıkların, kopuşların, ölümlerin, bitişlerin yılı olacak (mış). Ancak bu durum sadece kötü olarak algılanılmayıp bunların ardından yeni bir hayatın başlangıcını ifadesi olarak görmek lazım(mış). Gerçekten 2015 bayağı hızlı gidiyor, her şey şekil değişiyor. Ülke sınırları, ülke politikaları değiştiği gibi insanlar ve insanlarla ilgili her şey değişiyor. Bütün ilişkiler. En iyi arkadaşlar en iyi dostlar bir anda tanımadık birine dönüşüyor, en mutlu gözüken sevgililer çoktan ayrılmış, bir o kadar mutlu evlilikler bitmiş oluyor. 

Birçok şey değişiyor ve bir daha asla aynı olmayacak. Ama yine de kötü bir şey değil bu. 

Her şey değişti, kabuklar kalktı, zırhlar söküldü ve bunu hiç sorunsuz anlıyorum da bir de şu sabahları uyanıp güne "çabasız" mutlu başlama değişimi de yaşansa burada, işte o zaman her şey bombastik olacak...

P.S. Bu arada anlatacağım birçok şey olsa da ya unutuyorum, ya üşeniyorum ya da zaten yaşananlar neticesinde yüreğimde coşkulu hal kalmıyor.