Friday, July 20, 2007

Bilinç

Sabah dişlerimi fırçalarken suyu harcamamak için müthiş bir çaba sarfettiğimi farkettim. "Sular bitecek, susuz kalacağız, herkesin dikkat etmesi, özen göstermesi gereken bir durum bu, boşa harcanmamalı" filan diye elimi yıkarken/dişlerimi fırçalarken neredeyse elim ayağım birbirine karışıyor. Sonra kendi halime gülüyorum ve herkes bu kadar dikkat ediyor mudur diye düşünmeden edemiyorum. Herkes bu kadar dikkat ediyor mudur? Farkındalar mıdır bazı şeylerin, bazı tehlikelerin? Bilinçlice yaklaşıyorlar mıdır? Ya da en basiti bilinç nedir, neye yarar?

Bilinç denilen algı ve algılama (perception) ile bire bir ilintili. Aslında bilinç tek bir tanımlama ile açıklanabilecek bir olgu, bir durum değil. Felsefi, transcendantal, psikolojik, sosyolojik olarak tanımlanabilecek, tartışılabilecek bir olgu. Hiç bunlara girmeden, asıl ilgilendiğim, komik bir diş fırçalarken harcanan su örneği ile beni düşündüren "conscience du monde" ya da ingilicesi ile awareness diyeceğim (yabancı okullarda, üniversitelerde okumanın benim için en kötü tarafı bu işte: hiçbir kavramı tam olarak türkçe mealinde açıklayamamak).

Neyin ne kadar bilincindeyiz? Dikkat ediyor muyuz? Kuraklık tehlikesi altındaki dünyada yaptıklarımıza, yediklerimize, harcadıklarımıza, tükettiklerimize dikkat ediyor muyuz? En önemlisi, sonuçlarının bilincinde miyiz? Bence değiliz. Haliyle de hiçbir şekilde bilinçlice hareket etmiyoruz.

Cumhuriyet'in "tehlikenin farkında mısınız?" adı altında herkesce çok güzel ve başarılı bulunan bir reklamı var. Ben de çok beğeniyorum, etkileyici bir reklam. Ne var ki bahsedilen tehlikenin çoğunluğun düşündüğü, korkttuğu değil; aksine ona karşı duran cephede, iyice derinde yatan bir tehlike olduğunu düşünüyorum.

Ezberci ilkokul dikteleriyle, modern hayatlar çağdaş yaşam tarzı süren bizlere çocukluğumuzdan
itibaren sürekli olarak korkulunanın hep kara çarsaf, molla vs olduğu öğretildi, işlendi. Oysa bunlar artık bugün, bu yaşam tarzında çok mümkün değil. İçerde mutlaka bunu tercih eden, bunu uygulatmaya çalışan olacaktır ancak modern yaşamın hazzını almış bir toplumda bu mümkün olmayacaktır. İşte bu yüzden asıl tehlike, içerde, derinde yatan milliyetçiliktir. Asıl bu, ileriye gitmemizi engelleyen, yerinde saydırtmakla kalmayıp geriye götüreceğinin göstergesidir. Ve benim de asıl korktuğum budur. Bilince geri dönersek, ne yazık ki, bunun algılanacağı bir toplumsal bilincin bizde olmadığı kanaatindeyim.

Bütün dost meclislerinde, sohbetlerinde yaşanan seçim konuşmalarında "evet aslında bana çok uymuyor ama birlik bozulmasın diye onlara vereceğim oyumu" diyor. Neden? İşte yıllardır öğretilen korku, "başa gelirse bittik" söylemi. Ee zaten yıllardır baştalar, onlar tarafından yönetiliyoruz. Asla savunacağım bir politika, ideoloji değil. Ne var ki, hepsi aynı bokun soyu; kimse kimseden daha iyi değil. Sadece kötü ve daha kötü var. O yüzden bağımsıza oy vermek, sanılanın aksine, boşa giden bir oy olmayacaktır.

*Bitti*

P.S. Gerçekten pek fani, bir o kadar hafif konular yazacakken birden kendimi derin sularda buldum. Sanıyorum yine içimdekini tutamadım. Aslında su kullanımı, bilinçli tüketim, küresel ısınma, küreselleşme gibi daha suya sabuna dokunmayan şeylerden bahsetmek isterken böyle bir yöne gitti, ne yapalım, bu post da böyle olsun. Bir sonraki post'ta bahsederim ayakkabılardan, komik hayatımdan, diyaloglardan ...

P.S. (2) O kadar yazmışken bari bir özlü söz de yazayım tam olsun.

"Toute conscience est conscience de quelque chose contre laquelle elle bute, qui l’arrête pour ainsi dire". HUSSERL

No comments: