Friday, December 31, 2010

Biterken


Yıl biterken mutlaka yazmak lazım değil mi ? Bilmiyorum ama bu "yılbaşı eğlencesi baskısı ve muhakemesi" beni fazlasıyla yoruyor geriyor üzerimde baskı yapıyor ve her şeyin aksini yapmama sebebiyet veriyor.

Biterken ve giderken iyi ve huzurluysa her şey daha fazlasına gerek yok sanki; bu böyle devam edermiş gibi gözüküyor. Zaten bitmişken ve gitmişken ise yarı yoldan dönüşlere sebebiyet vermemek belki de en doğrusu-bence-. Ha bir de bol bol şampanya ve single malt içmek, bol bol müzik dinlemek, deliler gibi müzik dinleyerek coşmak ve tabii dostların, özel ve ayrı şekilde sevilenlerin kıymetini bilmek, bu kıymeti de ara ara göstermek, beraber keyifli vakit geçirmek lazım hayatta.

Monday, December 27, 2010

Never on sunday # 9 1/2

out of champagne. evde kadar veuve-clicquot, laurent perrier, henkel varsa hepsi bitti. bitsin hiç sorun değil de bir tek veuve-clicquot'da tereddüt ettim, onu yerine bir başkasının içilmesini tercih ederdim. kendimce garip bir nedenim vardı, o anda da anlatamadım ve açıldı gitti. dediğim gibi hiç sorun değil, her şey bitirilsin içilsin sadece ona dair bir şeydi; yoksa iyi ki içildi. whatever. dün açılan şampanyaları, bitip giden votkaları dizseydik herhalde görüntü benzer olabilirdi. içimden gelen keyifli yaşanmasını temenni ettiğim gecenin belki de asıl resmi budur, bizlerde bıraktığı daimi "şampanya" dokunuşlu mutluluktur.

Sunday, December 26, 2010

Never on sunday # 9


çok içimden gelerek toplamayı düşünmüştüm herkesi, yılbaşı öncesi, "bitsin gitsin bu yıl" diye, iyi ki de yapmışım, iyi ki de herkes gelmiş, iyi ki de kimse caymamış, iyi ki de hepimiz berabermişsiz.

"yemek yetecek mi o kadar insana ?" sorularına "yemek yok ki peynir şarküteri içki var, yetmezse de dışardan bir şeyler söyleriz" cevapları, hazırlık, kadim dostum sekvotka'nın telefonda konuşmamızdan sonra boynunda kendisine pek bir yakışan "kravat ile" gelmesi, tam kadro fantastik 4'lü, julius sezar t., çirkin ama karizmatik erkek b., sevdiğimiz insan kool şahsiyet k., karla kaplı londra'dan nihayet dönen gey kapılım z., yeni sinemacılardan i.b., susmak bilmeyen sesi ile dağları inleten t. ve tabii pornstar v. ile leopard lover g. ile cidden güzel bir gece, keyifli bir gece, mutlu gece deyip kırılan kristal bardakları, herkese yeten herkesi doyuran peynir çeşitlerini, pastırmaları, domuz salamlarını, içkileri, haribo'ları, lindt çikolataları, foi gras'ları, böğürülerek yapılan konuşmaları saymıyorum. sonucu güzel ve keyifli olan bir olayda ufak teferruatların gereği yok.

p.s. sekvotka'nın deyimiyle üzerimdeki "şahika" kazağım ile 50'lı yılların pin-up kızları gibiydim (sütyenden sebepli, benden değil).

p.s. (2) bir aydır "küs" olduğumuz eski sevgilim b. ile barıştık. yüzyüze. vino bardağı getirmiş bana. hani şu şarabı en çok içmeyi sevdiklerimden, küçük olanlardan. bir de o kadar komiktik ki... mahallede hep beraber oynayan ama ara sıra küsen 2 gerizekalı çocuk gibiyiz .

p.s. (3) "lelelele" nedir diye merak ediyorum ki gördüm yakından. t. sağolsun böğürerek hem söyeyip hem oynadığı için biz de yandaki "diğer taraf"a yolcu hasta kadın da duydu, öğrendi.

p.s. (4) muhtemelen ev sahibi olmanin getirdiği ile epey az içip epey az yesem de ertesi günkü "reflü ve safra çıkartmaları"na engel olamadım. sabah 8 den öğlene kadar her saat başı safra. belki bir şey yiyip içmediğim için çok acı çekmedim ama yine de kusmanın kendisin ve safranın verdiği acı yetiyordu. bir de üzerine 6 saatlik elektrik kesintisi ile eklenince sadece yatmakla geçen bir pazar oldu. whatever. dün gece güzeldi, fantastik derecede hem de o yüzden sorun yok.

Friday, December 24, 2010

to whom it may concern # 4

by nan goldin, from "couples & loneliness"

Cuma şarkısı



Yine bu sabah da şarkıyla uyandım, Morrisey ile. Kadim dostum Sekvotka'nın adamıdır hatta İsveçli M. ile eski sevgilim B. Londra'da yüreğimi tüketmişlerdi. Ben bayılmam derdim düşünürdüm ma demek ki içten içe bayılıyormuşum ki rüyalarıma giren insanmış Morrisey.

Bugünün şarkısı hatta yarın akşamki yemeğin şarkısı olsun. Hayır, "yemek yapmayacağım" demiştim, sadece atıştırmalık olacak. Baştan basit bir gece demiştim.

- let me kiss you-
there’s a place in the sun, for anyone who has the will to chase one
and I think I've found mine, yes, I do believe I have found mine, so

close your eyes, and think of someone, you physically admire
and let me kiss you, let me kiss you

I've zig-zagged all over america, and I cannot find a safety haven
say, would you let me cry, on your shoulder
I've heard that you’ll will try anything twice

close your eyes, and think of someone, you physically admire,
and let me kiss you, let me kiss you

but then you open your eyes, and you see someone, that you physically despise
but my heart is open
my heart is open to you


P.S. şu da bomba değil midir ilişkilerde. birisi physically "admire" dır diğeri ise "despise". ya da eskiden admire olan bugün despise'dır ve insanın midesi bulanır değil mi? kabus. ama hayat işte.

Tuesday, December 21, 2010

Sabah motto'su

Bugünkü niyetim. Hatta bu haftaki, önümüzdeki haftalardaki. Acil durumlar hariç!

Sunday, December 19, 2010

Dream on # 7


(şu sıralar her şey gerçekçi her şey ertesi gün, iki gün sonra gerçekleşen cinsten) strasbourg, a.y., alsace şarap kadehi, boots, boots ile krutenau sokakları ve beyaz ışık (!) . ve tabii şu sadece alsace üretilen şarap kadehi her zaman o kadar güzel durur ki beyaz alsace şarabı ile beraber.

Friday, December 17, 2010

Akif Beki'nin "sosyolojik" çıkartması



Günün haberi değil ama benim gündemime yeni geliyor kendisi. Akif Beki 14 aralık tarihli Radikal'de çıkan "cosby ailesi'nde bir akşam oturması" isimli yazısında sosyolojik gözlemlere girişmiş, birbirinden çok farklı etnik gruplar arasında çeşitli karşılaştırmalar yapmış ve muhtemelen de son noktasını bastığında "müthiş" gözlemler yaptığını düşünerek yazısını tamamlamış. Oysa, yazısının dilini vs geçiyorum ancak en azından sosyolog olarak diyebilirim ki yaptığı gözlemler hem sığ hem de doğru değil.

Öncelikle "zenci" aile zengin bir semtte oturmuyor. Yani dizi NY'ta geçtiğinden oturdukları semt Manhattan değil, Brooklyn (hatta brooklyn heights). Mesela Akif Beki, 70lerin ünlü "zenci" dizisi The Jeffersons'ta bahsetseydi dediği doğru olabilirdi çünkü o dizide aile Queens 'ten (ki queens hele hele 70lerdeki brooklyn'den de kat be kat feci bir mahalle-borough- oluyor) Manhattan'a lüks bir daire taşınıyor. Oysa Cosby Ailesi fertlerinin hayatları bir şekilde "amerikan toplumuna bir aidiyet duygusu geliştirme amaçlı" derslerle doludur; uyuşturucudan uzak durmak, okulu bırakmamak, genç yaşta hamile kalıp hayatını harcamamak gibi. Bir başka deyişle yüzyıllardır amerikalı zencilerin üzerilerine yapışmış etiketlerden veya daha sosyolojik bir ifade ile "stigmat"lardan kurtulmasını sağlamak amaçlı, senaryoda "konulu" olarak verilen derslerdir.

Ailenin salonunda mutlaka afro-amerikan sanatçıların resimleri, tabloları durur, ara ara caz müziğine ve müzisyenlerine atıfta bulunulur, Stevie Wonder sahneye çıkar ve baskın w.a.s.p kültürlü amerikan toplumunun "Reagan" sonrası ghetto'larda, project'lerde televizyon karşısında büyüyen afro amerikan gençliğe kendi geçmişini öğrenmesini, ona saygı duymasını, ve bu toplumda uyuşturucu satıcılığı veya lisede hamile kalıp tezgahtarlık yapmak dışında da "doktor veya avukat olabilmek" gibi bir geleceği olabileceğini göstermeye çalışır. Eleştirilecek çok yeri de olsa yine de bu dizi amerikan toplumundaki zenci cemaatin bir dönem yaşayışını etkilemiştir. Ve Akif Beki'nin yapmış olduğu gözlem sayılamayacak şekildeki karşılaştırılmalarının aksine türk televizyonlarındaki dizilerle hiçbir ilgisi yoktur. Ne toplum dinamikleri aynıdır, ne de televizyon kültürleri ne de endüstriyel ve kültürel geçmişleri. Kısacası Akif Beki oldukça sığ bilgilerle oldukça derin bir konuya girmiş. Çıkmış da tabii yazısında gazetesinde de (genel yayın yönetmeni de dahil olmak üzere kimse bu konularda pek bir bilgili olmadığı için) kimse bir şey diyemeyeceği için zaten basılmış ama biz bu işi bilenler için boşa yazılmış yazılardan biri daha olmaktan ileriye gidememiş. Ha bir de biz okurken "off nasıl bir cehalettir bu" diye de hissettirmesini geçiyorum.
*
Uzun zamandır ciddi bir şey yazmıyordum blogda. Bu sefer bu cehalet karşısında içimden geldi tutamadım kendimi. Hem sosyoloji demiş, hem zenci kültürü, hem alt kültür demiş ama keşke demeseymiş. Ama paylaşımcı bir insan olarak birkaç referans vereceğim kendisine. Bir sonraki sosyolojik çıkartmasında yardımcı olur.

- school of chicago sosyologları.
- stigmate kavramı, e. goffman'nın çalışmaları
- hip hop tarihi (zaten ny'tan başladığı için queens, bronx, brooklyn tarihi iyice görülebilir)
- public enemy- don't believe the hype
- spike lee filmleri. özellikle de do the right thing, crooklyn,
- r. reagan'nın fakirlere yönelik-ki bu çoğunlukla zenci cemaati etkiliyordu- politikaları
- project/ghetto olgusu

Tekrardan fani ve eğlenceli hayatımıza geri dönebiliriz artık.

Sunday, December 12, 2010

"never on sunday sorusu"

kopya çekmeden, wikipedia/google/sözlük gibi yerlerden bakmadan tek seferde cevap verecek aranıyor. hatta çok fazla bile yazılmış ama neyse.

Thursday, December 9, 2010

Faniler dünyasında bir güzel haber daha!

Kanserliler kervanına katılmış. Ms. Aretha Franklin. Hem de pankreas kanseri. Bugün zaten kendim dahil olmak üzere herkes ve her şeyden sıkıldığım bir gündü ki bu haber daha da bir güzelleştirdi şahane günümü. Bayıldığım şarkılarından. Bu kayıt 1968 ama asıl kayıt 1967 Atlantic Records imzalı.


Wednesday, December 8, 2010

Hediye alan hediye veren hediye vermeyen

Bayılıyorum viski ve tütün karışımının kokusuna. Tek değilmişim ki böyle kokular yapılıyor, karşı cinsi cezbedici kokular haline getiriliyormuş. Belki de daha doğru bir ifade kızlara cezbedici denilmeli. Ne de olsa biz koklamaktan zevk alıyoruz. En azından ben viski ve tütün kokusuna tav olanlara. Gucci eau de parfum pour homme var ki tav olmaktan öte olabiliyorum. Bir de şimdi bunlar. Hediye versem bunlardan diye düşünsem de Türkiye'de satılmıyor, yine bir yerlerden sipariş etmek gerekiyor ki her zamanki gibi üşenebiliyorum. Ayrıca Anais Nin 'nin dediği gibi "he does not need opium. he has the gift of reverie". Tüm hediyeler bize, biz kızlara...

Yalan ve dalaverenin fendi şimdilik rahat nefes aldı!


Ve nihayet devletler, devlet adamları, politikacılar bir nebze olsun rahat nefes aldı, Julian Assange İngiltere'de tutuklandı. Sanıyorlar ki bu tutuklama ile her şey bitti, her şey engellenebilecek, her şey ama her şey (tüm saklamaası gereken bilgiler) yeniden kontrolleri altına geçecek. Oysa devrim internet üzerinden bir kere gerçekleşti. Herkes her şeyi en azından bir kez gördü, okudu. Adamı tutuklasan ne değişir ki devrimin adresi internet artık.

Sunday, December 5, 2010

Motto # 9


ernest hemingway- "always do sober what you said you'd do drunk. that will teach you to keep your mouth shut".
- "about morals, I know only that what is moral is what you feel good after and what is immoral is what you feel bad after".


Never on sunday # 8



ılık havadan rüzgarlı soğuk yağışlı havaya geçiş, cuma gecesinin beklenmedik eve uğramadan komik ve eğlenceli cıkışı, msgsü birası, zanzibar yemeği, sonraki gecenin a. ailesi olarak cavit'teki "sakin" yemeği, iki geceye de yayılan komik dedikodular, eğlenceli hikayeler derken pazar günü okuması, çalışması, kitap sunumu hazırlaması (salı gününe yetişecek kitabı okuyup bitirdim mi? elbette hayır. peki heyecanlı var mı? ona da hayır. dedikleri gibi "tembel öğrenci her zaman tembeldir"), garip bir sessizlik , dinginlik, rahatlık hali ve kar özlemi, kar soğuğu özlemi, şu anda karlar altındaki londra özlemi ve "böylesine bir sabaha albion'da bir kahvaltı yakışırdı" dileği ile never on sunday ... ama daha bitmedi. london calling-us-forever-

p.s. peki gitsem de resimdeki croissant'ları, pan cake'leri yiyebiliyor muyum?no! çavdar/mısır/karabuğday olmadığı sürece hayır. ama olsun, görüntüsü bile insanı mutlu edebiliyor.

Friday, December 3, 2010

Thursday, December 2, 2010

Sabahın duygu karışıklığı



Kötü uyanmadım. Uyanmakta zorlandım ama kötü uyanmadım. Aksine gayet keyifli ve hatta mırıldanarak. I'll Rise. Sanıyorum '93 tarihli ilk albümünün en son şarkısıydı. Nedense çarpılmıştım ilk duyduğumda, hatta çektiğim efsane kasetlerin en sonuna sakladığım gizli ama bomba şarkılardandı. Konserinde ise alışageldiği üzere en son şarkı olarak çalmış, biz de mutlu mesut ayrılmıştık Açıkhava'dan (e.k. vardı yanımda). Ben Harper hayranı değilim hele bugün rock filan zaten dinlemem ama o ilk albümü ve de I'll Rise'ı hep ayrı tutarım. Sözleri çarpıcıdır, gerçektir, herkesin hayatında mutlaka bir başkası ile sorguladığı şeylerdir.
does my happiness upset you
why are you best with gloom
cause i laugh like i've got an oil well
pumpin' in my living room


veya now did you want to see me broken
bowed head and lowered eyes
shoulders fallen down like tear drops
weakened by my soulful cries

does my confidence upset you
don't you take it awful hard


Kendi kendine kalkmanın, dik durmanın şarkısıdır. Ha, yarattığı duygu karışıklığı ise sabah okuduğum Kemal Türkler'in davasının 30 yıl sonra düşmesi haberi ve kızının sözleri. "bugün bu ülkeden nefret ettim ve burada doğduğum için üzülüyorum". Ne kadar doğru ne kadar acı! Kim suçlayabilir ki? Belki de yapabileceği tek şey zaten 19 yaşından beri yaptığı gibi hiçbir zaman başını eğmemek, dik durabilmek, gözlerini çevirmeden bakabilmek. Utanması gerekenin o değil de kimler olduğunu bütün ülke biliyor. O yüzden I'll Rise. Bu kadar vahim bir örneğin dışında da herkes için I'll Rise. Çünkü mutlaka herkesin mutluluğunu, güvenini, varlığını, başarısını istemeyen, kıskanan vardır, schadenfreude hep olacak, işte o yüzden inatla tebessümle I'll Rise.