Showing posts with label Cinéphile. Show all posts
Showing posts with label Cinéphile. Show all posts

Sunday, March 10, 2019

"Never Look Back In Anger, Always Look Forward In Hope"

Festivalde seyretmiş, bayılmıştım. Şimdi televizyonlara düşmüş, tam olmuş, ilaç gibi gelmiş.

Muhtemelen belgesel sevmeyenler için pek bir şey ifade etmeyecektir. Neticede aksiyon yok, hareket yok, aşk hikayesi filan ya da abartılı renk oyunları gibi gerzomat şeyler yok. Benim gibi belgeselciler için ise, tek kelimeyle şahane. İçinde müzik var, popüler kültür var, moda var, 70ler kadar bayılmasam da 60lı yıllar var ve tabii hayatın kendisi, her an değişen dinamikler, sosyoloji var. Ve tabii en inandığım şey; "dün bugün bugün de yarın" var. Aslında her şey bu kadar basit. Bir de Michael Caine'in dediği gibi: "Never look back in anger, always look forward in hope. 



Monday, February 25, 2019

Cuma Eğlencesi # Oscar

Madem eski yeni günler dedik, madem hayatın eğlenceli rahat günlerindeyiz, madem Oscarlar verilmiş dün gece. O halde dükkan eski yeni günlerine göz kırpar ve aylar yıllar sonra Cuma Eğlencesi sahnelere geri döner. 

Kıyafetlerin büyük çoğunluğu sıkıcı veya daha doğru ifade ile olgun, sorumluluk sahibi bir tarz olsa da geceye imzasını atan sayılı (bir elin parmağını geçmeyecek) birkaç elbise ile başlayalım. 

Şahane bir elbise, şahane bir renk, acayip güzel de bir kız. Valentino son yıllarda zaten çok güzel işler çıkartıyor. Geçen sezon kırmızı, siyah elbiselerine büyük tavdım, Oscarlar'da bu çinli ingiliz aktris giymiş, iyi ki giymiş... Gemma Chan, Valentino Couture deyip gecenin birincisini ilan ediyorum. Aynısını giyip çıkmak istiyorum da nereye tabii orası soru. Günün sonunda boklu İstanbul'da çıkıyorsun yani. 


Ve gecenin en cool hareketini yapan Julia Roberts... Şöyle ki kendisi herkes gibi öyle kırmızı halıda filan yürümüyor yani kıyafeti makyajı mücevherleri vs gözükmüyor, geleceği kesin değil filan derken gecenin sonunda elinde zarfla en prestijli ödülü En İyi Film ödülünü sunmaya çıkıyor. Normalde bayılmasam da acayip güzel burada. Üzerindeki Elie Saab elbise de keza öyle. Bundan sonrakiler yemin ediyorum sıkıcılar listesi...


Yıllardır Oscar alamayan, sürekli Meryl Streep ile karşılaştırılıp dalga geçilen, sarkastik Instagram hesaplarının gözdesi Glenn Close, ki kendisi Fatal Attraction ile aslında bir efsanedir de, olmadı bir türlü. Bu yıl da olmadı, yine Oscar başkasına gitti. Gerçekten üzülüyorum kendisine. Carolina Herrera elbisesi güzel ama doreye rağmen sönük bir elbise. Ama Oscar da gittiği için çok yüklenmeyeceğim kendisine. Neyse en azından milyon dolarlık hediyelerle dolu Oscar goody bag/swag bag'i var. 

 Facia... Yemin ediyorum facia... Annesi Minnie Riperton'ı seviyorum, programda çalıyorum ama Maya Rudolph neden böyle şeyler giyiyorsun, hem de sunuyorsun filan? Hayır, zaten dünya güzeli bir insan değil şimdi, peki neden böyle polygamist tarikatlardaki kadınlar gibi bir elbise giymek ister ki? İnanılmaz kötü. 

Bu kız güzel bir kız. Kıyafeti de güzel. Ama o kadar. Özelliksiz, masalsı filan değil. Öyle giydirmişler çıkmış. 
 Zincirlikuyu'da eşşek gibi yazan (ve cidden şehirdeki en manasız şeylerden olan) "her canlı ölümü tadacaktır" yazısı gibi şu da bir gerçek ki "her canlı yaşlılığı tadacaktır". Zor iş yaşlılık. Cidden. İnsan kabul etmiyor ama pörsüyorsun, cildin, götün başın her şekilde pörsüyor. Ama yapacak bir şey yok; herkesin kaderi. Helen Mirren 73 yaşında olup da fuşya renkli Schiaparelli elbisesi içerisindeki hali gibi olmak iyi olabilir. 

Neden? Gerçekten neden diye soruyor insan. Hani tamam sarışın beğensem de öyle Charlize Theron hayranı olmasam da güzel bir insan kendisi. Peki bu çirkin Dior Couture elbise, bu kötü saçlar, bu sıkıcı pırlanta Bulgari yılan kolye. Sonuç mutsuz bir karlar kraliçesi Los Angeles Kodak Salonu'nda. Amaç ne? 




Offfff... Kız Brie bir şey adını tam bilmiyorum ama ışıksız olduğunu biliyorum. Ayrıca gerizekalı insan Hedi Slimane'ın elinde iyice sıradan ve sönük olduğunu biliyorum. Tüm o lameye rağmen (evet, I hate Hedi Slimane). 


Facia forever devam ediyor. Rengi hariç korkunç bir Givenchy elbise plastik mlastik bir şeyler var üstünde. Rachel Weisz'in üstündeki yegane güzel şey kafasındaki Cartier taç. Gerisi talihsizce kötü.


Şimdiiii güzel yaşlananlara, yaş alanlara gelelim...Jennifer Lopez. Hiçbir zaman dev hayranı olmasam da gayet güzel yaşlanıyor kendisi. Üzerindeki de güzel de yani...Tom Ford yapmış (ki artık feci sıkıcı bir tip oldu) olsa da dikkatli bakınca sanki Barcelona'daki Park Güell'in mozaikleri gibi. Bir de saç rengi güzel değil, ne bileyim, çok ortadoğu sarımsı/röflemsi bir şey. 


Bence kendisi depresyonda. Emma Stone. Genç yaşta iyi filmlerde roller, kazanılan Oscarlar filan derken bu yüz ifadesi, bu müstehzi gülüş bundan başka bir şey olamaz. Marka yüzü olduğu Louis Vuitton elbise de kabus, facia forever. 

Depresyon part # 2. Pharrell ve karısı. Bitmiş gitmiş bu ilişki, o el tutuş, o uzaklık, o suratsızlık (hayır, coolluk değil). Hayır, kendisini bu kadar beğenen insanım ama o giydiği ne ya? Tamam, Chanel giymiş ama yani böyle izci kampına giden çocuk gibi mi giyinir insan? Bu kadar güzel bir insan oysa. Kesin mutsuz bebeğim. 

Kendisini, Glenn Close'u ezip geçip aldığı Oscar için tebrik etmek lazım da o kıyafet ile cidden neden diye soruyor insan. Yani ingiliz insanısın, London Fashion Week gibi bir şey kültüründe var, tarihin şahane modacılarla dolu. Evet, bu da Custom Prada ama Prada ya... Overrated markaların başında gelendir ya Prada. Hiç anlayabilmiş değilim insanın Prada'yı her sezon sevebilmesini, giymesini, satın almasını. Valla bir eteğim var yazlık bir şey, arada bir giyiyorum. Bir tane böyle bluzumsu bir şey vardı, onu da birilerine verdim galiba. Kısacası Oscar'a ödül almaya gitsem, hele hele İngiliz olsam asla ve asla Prada giymem. Yüzlerce efsane İngiliz modacı var. Neden insan elinde onlarca seçenek varken sıkıcı Prada giymek ister ki? 



Gecenin en cool insanı bence Irina Shayk. Sevgilisi, partneri Lady Gaga ile iç içe şarkı söylemiş filan umrunda değil. Kılık kıyafet de keza gayet umrunda değil büyük özgüven var.. Gerçi Burberry giymiş olsa da bayağı kool bir insan. #8'in yorumuna göre: "Rus olduğu için böyle. Anaerkil bir toplumda bir kadın için en önemli güç aracı olarak çocuğunu yapmış, kariyerinde yaşına rağmen halen çok iyi bir yerde, sevgilisi dünya yıldızı. Tamamdır artık, Irina da Rusların gözünde ilah konumunda. Umrunda olmaz. Bu adamdan ayrılır gider Jeff Bezos ile beraber olur, ondan da çocuk yapar, o kadar cool.". 


Bitmeyen facia, facia forever...Tommy Hillfiger ve karısı. O kadar sıradan ki...Kötü bile değil. 

Yaşlılık kötü şey dedirten örneklerdenVanity Fair partisindeki Angelica Houston. Büyüklerime saygılı bir insanım ve susuyorum. 



"Oley, çok güzel çiftiz, oley renk uyumumuz da var ayrıca Fendi giyiyoruz ki  iki gün önce ölen Karl smokini özel dikti bendeki de Fendi Couture son örnek". Ahhh...Bilmiyorum ama itici buluyorum o ikisinin saçları, tarzın yoruculuğu. Hele hele adamın sağ bileğindeki Amerikalıların scrunchy dedikleri kadifeden saç tokasını andıran şeyin anlamsızlığını daha fazla yazamayacağım. Herhalde o harikulade saçlarını toplamak için anlamıyorum. Bir tek renk yani pudra pembesi güzel, gerisi ehhh. 

Acayip "gerçek" ve "içtenlikle samimi" bulduğum Rami Malek'in sevgilisi müthiş sıkıcı Rodarte elbise içerisinde. Oysa Golden Globe'larda dore parlak bir tulum giyip ortalığı sallamıştı. Ama bu babaanne kıyafeti ile sıkıcılıktan ileri gidememiş. Yazık etmiş kendisine. Bu arada neden Rodarte giyer ki bir insan Oscarlar'a? 

Gayet güzel elbise. Herkes bombalamış ama acayip güzel; ab'lerine güvenen giysin ama Oscar'a giderken de ab yapar insan herhalde. Seviyorum galiba böyle kabarık kırmızı elbise. 

Üzülerek dünya yakışıklısı Joe bilmemne ile güzeller güzeli Sofia Vergara de ayrılacağı düşüncesindeyim. Vücut dili biraz uzak, gergin, öyle eski günler gibi değil ki, eskinin güzel çifti bunlar. Güzel insanlar birlikte olsun ya. Sofia Vergara da herhalde Oscar değil de Vanity Fair partisi olunca bu kadar özenmiş, biraz sallamış. 


Nedense çok beğendim. Renee Zellweger. Normalde hiç beğenmediğim bir kadın olsa da bilmiyorum zayıflığı (ki aşırı zayıf ve aşırı zayıf güzel gelmez bana) güzel geldi. En azından kendisinde bu elbise, bu zayıflık çok güzel olmuş. 


Ve dükkanı iyi aile kızı, anadolu lisesi mezunu, ailesini hiç üzmeyen, erken yaşta evlenip beyi ile şekillenen, aşırıya kaçmayan hep derli toplu tarzına hep french manikür yaptıran sıkıcılıktan geberen türk kızı Jessica Alba'nın sıradanlığı ile kapatıyoruz. Narciso Rodriguez elbisesinin hispanik dayanışması olduğunu düşünüyorum ama öyle bir tasarımcı bana bu dikip giy dese kafayı yerdim, o kadar sümsük sönük bir şey. Hele bir de elinde elbiseden daha da sümsük saten bir çanta var ki... facia forever

Oscar kıyafetleri artık sıkıcı. Herkes çok ciddi, çok yetişkin, çok sorumluluk sahibi. Yazık. Zaten bütün dünya yeterince sıkıcı ve sevimsiz biraz hafifleme zamanında imkanı olanlar bari bu kadar sıradanlaşmasınlar. 

whatever



Wednesday, December 20, 2017

Nefes Aldıran Haftasonu




kış çocuğu olmak vs yaz çocuğu olmak...

Arada kesin belirgin farklar var ama yine de çok ehemmiyet göstermemek lazım. 

Manasız bir kış çocuğu (ki Allah'tan ocak-şubat doğumlu değil) hatta Şeb-i Arus çocuğu olan #8 ile beraber gelen komik doğumgünü eğlence paketi.

Pazar gününe denk düşen bir doğumgünü günü ile yemeğin haliyle cumartesine alınışı, taaa Etiler'deki adını unuttuğum (ama yemeklerini merak ettiğim) İtalyan lokantasından bildiğimiz sevdiğimiz evimizde hissettiğimiz Cavit'e dönüş, akabinde eller havaya insanı T'nin mekanı Nan'a uğrayış, yağmur, sortie nocturne deyip doğumgünü ile hiç sabah insanı olmayan #8 ile brunch ve tabii Star Wars, patlamış mısır ile özel hazırlanmış doğumgünü eğlence paketinin sonu...

# Brunch denilen şey zor iş...Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada brunch, kahvaltı filan uğraştırıcı işler, beklemeli, rezervasyonlu, sıraya girmeli işler. Man Repeller'da bile NY'taki brunch sendromu yazılmış. Bizde de bence en komiği özellikle yazın Nişantaşı'ndaki o bazlama mı ne, onu yapan mekanın önünden caddenin başına kadar giden kuyruk mesela. İnanamıyorum resmen. En komiği de taksi şoförlerinin her seferinde "ya hanımefendi burada ne var ne zaman geçsem kuyruk, ne ki burası?" diye sorması. Gerçekten de "bazlama ne?" mesela? Veya "serpme kahvaltı", "Van kahvaltısı" nedir bunlar? Nereden türüyor, ürüyor bir de bilinmeyince "garipseniyor". Efsane ülke Türkiye, her şeyin olduğu ama hiçbir şeyin tam olmadığı ülke... Brunch'a geri dönersek de eğlence paketinin parçası olarak Star Wars'a yakın yer olsun diye aranınca ve mevsimlerden kış olunca eldeki tabii otel brunch'ı oluyor. Güzel miydi? Evet. İstisnai miydi? Hayır. Mutlu olundu mu? Evet. Eğlenildi mi? Evet. Son görüş: yani gitsem de olur gitmesem de olur ama sınırsız sushi ve istridye yemek için gidilir. Yoksa türk usulü kahvaltı için manasız, gerekiz ve pahalı. Ama evet, sushi ve istridye için olur ki sanıyorum çay içmeyen, beyaz peynir yemeyen, çiğ istridye peşinde dolaşan bir ben, bir de birkaç avrupalı turist ile uzak doğulu bakıcıydık. Onun dışında herkes sucuk beyaz peynir poğaça çay gelenekselliğine bir de ocaklarda pişen muhtelif kırmızı etleri ekliyordu. 
Brunch'ı bir yana bırakırsak, bir de çıktığı her yurtdışı seyahatinde ettiği kahvaltıdan söylenerek ayrılan, "aç kaldığını" söyleyen Türkler var değil mi? Hayır, bir insan beyaz peynir domates zeytine ne kadar yapışık olabilir? Bu kadar mı dar hayatlar? Allahım hatırlıyorum İtalya'daki otelin kahvaltısı salonunda "bu tip kahvaltıyı hiç sevmediğini neden çay beyaz peynir olmadığını anlamadığını" söylenişini, benim ruhumun çekilişini filan...Ahhhhh... bir kez daha düşününce ürperdim. 

# Star Wars... Laf eden çok etmiş de ben etmedim. Hayran olarak ben pek beğendim. Ayrıca manasız anlam yüklemelerden, romantikliklerden kurtuluş da şahane olmuş. 

# Irréversible... Güzel ama zor film. Belki anlatmak istediği vermek istediği mesaj, filmin rahatsız edici insanı zorlayan sahnelerinin arasında kaynıyor. Ve tabii tersten seyredince düşününce daha farklı seyrediliyor, daha güzel oluyor.  Ayrıca eski de film artık; nereden baksak 15 yıl geçmiş. 15 yılda neler oldu neler? Belki de en dramatiği filmde başrollerdeki Monica Bellucci ile Vincent Cassel'in çoktan boşanmış oldukları. Gaspar Noé de yani iyi ama çok zorlayıcı bir yönetmen. Gerçi bugünlerde sanıyorum daha minnoş filmler çekiyor da o manasız Seul Contre Tous filmini Strasbourg'dayken seyrettiğimi hatırlıyorum da...Aman yarabbim, bu kadar mı gereksiz zorlama olur?

Sunday, November 5, 2017

Arada Yaşananlar # 7




Pinky ring sevdalısı olarak farkettim ki geri dönüşümü yaptığım blogumu ihmal etmiş yazmamışım... Oysa niyetim var arzum var da üşengeçlik de değişmeyen bir huy galiba. 

whatever.

Eylül'deki film festivalinde -elbette- çoğunlukla biyografik belgeselden hallice filmlerin peşinde koşma, arada bir yerlere, uzun aylar sonrasında (gerçekten) ilk defa doğru dürüst bir yemek masasında gördüğüm İsveçli M.'yi yerleştirme, Yeniköy'de moonlight loving ışığında dışarda oturup içebilme deyip migren atakları için doktor ziyareti ile bir sürü kısıtlama bir sürü kural ile yaşanacak aylar, yıllar reçetesi ...

# 1 Bu sonradan, belli bir yaştan sonra çıkan migren atakları değişik olduğu gibi tedavisi de oluyormuş. Doktor klasik olmayınca yöntemler de öyle değil. Aslında 2011'deki bu glutensiz hayatı bırakmamalıymışım diye hayıflansam da bu ülkede ruh hastası, migren hastası olmamak pek mümkün olmadığı için hayıflanmak da nafile. Allah'tan sorun belli, çözüm belli. Partiye kadar (ben öyle dedim, doktorun dediği 3 ayı böyle yorumladım) gluten, süt ürünü, bakliyat yok. Alkol şarap yok bira yok şampanya yok (FAK!) ama viski var, rakı var, cin, votka var. Ha bir de stress yok ama tabii o bu coğrafya için imkansız bir şey o yüzden içine tüküreyim. 

# 2 Ayaspaşa Rum Lokantası gayet güzel bir lokanta. Tabii votkaları mideye indirdikten sonra epey ilginç oluyorsun ama yine de güzel. J.A. & F.A. zamanındaki sahipleri değil tabii bugünkü işletmecileri ama yine de yemekler lezzetli, ev yapımı votkalar güzel. Daha ne? Ayrıca İsveçli ile gidilecek iyi bir seçim oldu, tam onluk bir yer. O dekorasyon, o rus romanlarını andıran atmosfer. 

# 3 Peki Papermoon'nun hala harikulade bir lokanta oluşu ... Cidden. Kötü ne yazılabilir ki? Hele steak tartare olmayan mönüde müşteriyi kırmayarak steak tartare yapmaları zaten bambaşka bir anlayışın göstergesi. İlla boktan bir taraf bulmak gerekirse belki nouveaux riches müşterileri sayılabilir; eski kalecinin yapay saçlı ve mücevher tasarımcısı karısı veya herkesin bir şekilde arkadaş olmak istediği Acun'nun mimar olmayan ama mimar sıfatıyla ofis işleten karısı filan yeni Türkiye'nin yeni zenginleri olarak varlığını gösteriyor. Yalan değil, para onlarda. Bizden daha fazla kazanıp daha fazla harcıyorlar, muhtelemen itibarları da o ölçüdedir. Ancak görgüsüzlük vahim bir şey. Baştan aşağı kusursuz şekilde marka giyinince asilzade olma arzusu taşıyıp da acı geçmişlerini silemedikleri insanlar zinciri. Çok sıkıcı. 


# 4 Masaj...Aman Allah'ım iyi yapanını bulunca insan her hafta masaj yaptırmak istiyor, o kadar şahane bir şey. Hele hele benim gibi sert masaj sevenler için acı ve zevk sanki bir arada ama zevk hep daha yüksek. 

# 5 Pazartesi akşamı, J.A. F.A. ve Melahat ile beraber biraz ani kararlı yemekte duyulan önemli ve bir o kadar üzücü kararlar. Neyse birliktelik, aramızdaki sevgi biten bir şey değil, sadece mekanlar, şehirler, ülkeler değişecek. Bu arada Jash'ta herhalde ilk defa güzel yemek yedim. O da tahminen F.A'nın torpilinden. Gerçi yediğim sınırlı ama yine de. 

# 6 Dünkü dolunay efsaneymiş boğa burcundaymış falan filan... Fala inanma falsız kalma hesabı ama yine de içimde büyük değişik arzusu doğmadı değil.

# 7 L.A. E. girl artık hem Yale insanı olacak hem de kitabını Duke'ten bastıracak. Ne güzel! İnsanın güzel işler yapan arkadaşları olması mutluluk verici bir şey. Partisi de güzeldi ancak benim için belki dolunay etkisi belki yiyip içememek hali biraz sönük geçirdi. Ama gecenin başında kafama tacı taktım gidene kadar da çıkarmadım... 

Sunday, May 28, 2017

Cuma "Cannes" Eğlencesi

Elbette bugünün cuma olmadığının farkında olmadığını bilmekle beraber "canım isterse yaparım, canım istemezse yapmam" mottosunu bir şekilde hayata uydurmanın fena olmadığı kanaatindeyim. 40 yılda bir yıllar sonra içimden Cuma Eğlencesi yazmak gelmiş, Pazar da yazarım, Salı da. Hem ayrıca artık 40 yaşında olmanın getirdiği bir eğlenceli hal var; oooo her yerde kullanıyorum bu "40 yaş ayağını". 

O yüzden bebeğim, hazır kanayan dünyaya, ülkeye rağmen, içimde bir eğlence kıpırtısı olmuş neden olmasın, hazır Cannes da bitiyor bugün, o halde 40'larının sonlarında Eva bir şey gelsin. 

Cannes sadece filmlerin değil, bu AMFAR gibi galaların veya L'Oreal gibi sponsorların kendini gösterme yeri. Eva da L'Oreal reklam yıldızı olarak gitmiş de nedense bir türlü giyinememiş. O kıyafet, o ruj hiçbir şekilde olmamış kendisinde. Ama saçları iyidir herhalde diye düşünüyorum, L'Oreal bir şekilde yapmıştır artık ama o kıyafet o bünyene nayn bebeğim. L'Oreal demişken neredeyse 10 yıl önce orada yönetici bir kadın ile tanışmıştım tam Efsane ile ayrılmışken, o da meğer kendi yakın arkadaşını Efsane'ye ayarlıyormuş. Olur öyle şeyler gayet normal de çok gülmüştüm. Meğer garip garip beni takip ediyorlarmış filan. O zaman bir de öyle takip için Instagram filan yok, Facebook bile Türkiye'ye henüz uğramamış, işte bir şekilde buluyorlarmış yolunu. Bayağı komikti. Michel'li bir kızdı, adını tipini hiçbir şekilde hatırlamasam da Michel'li olduğunu hatırlıyorum. Velhasıl L'Oreal markası beni pek güldürür.





Offf...Sıkıcı Almanlardan Diane Kruger. Amerikalı kocasından da ayrıldı, Fatih Akın'nın filminde oynamış filan Cannes da Alexander McQueen elbisesi ile tasarımcı Jason Wu ile poz vermiş de elbise o kadar kötü ki bu fotodan anlaşılmaması ciddi bir şans. Efendim, giydiği elbise değil, uzun ve yamuk bir tuniğin içinden çıkan oversize bir pantalon... Facia...Bir de püskülleri tüyleri filan da var. Oy ki oy ... Keşke yanındaki Jason Wu'dan bir şeyler giyseydi...

Üzülerek güzeller güzeli Coco Rocha 'nın yeni kestirdiği kısa saçlarıyla müthiş çirkin olduğunu söylemek durumundayım. Hani ben ki kısa saça tav, kısa saç hayranı bir insanım, şu an uzamış saçlarımı kestirmemek için zor tutuyorum kendimi, gerçekten yazık etmiş güzelliğine. Ve bir de o kadar kötü bir kesim ki... Siyaha da boyamış. Yalnız sanıyorum ki bu biraz o platin beyaz boyanın cazibesine kapılıp sonrasında saçları eline almakla ilgili de bir durum. Saçını bu fantastik güzellikteki renge boyatan herkes bir eline alıyor saçları ve kestirmek durumunda kalıyor. Ama kendisi güzel bir insan.



Ooooooo... İşte giyinebilenler, götüne güvenenler böyle giyinsin....Hele o Anja Rubik...Aman yarabbim, ne kadar müthiş olmuş (saçını filan daha güzel yapabilirdi ama elbisesinin bacaklarının muhteşemliğine sallarım kendisini). Yorumsuzum o kadar güzel...

Hah işte overrated kızlardan...Ha belki kendisinin böyle mankenlik bilmem ne gibi kaygıları yoktur ama bilmiyorum, pek öyle durmuyor da kestirmek zorunda kaldığı saçlarıyla tek kelimeyle facia...Benim teorim yine bu platin-beyaz saç rengi yüzünden bu ingiliz socialite Cara ve kankası Kristen Steward saçlarını kısacıktan da öte bir vaziyette kestirmek zorunda kalıyorlar. Elbise de olmamış, kendi de olmamış, o rujun rengi hiç olmamış. Bir nevi epic fail de celebrity olunca kurtarıyorsun paçayı. 

Anoreksik evlat sahibi anoreksik Donatella Versace, Black don't crack lafının yaşayan örneği Naomi Campbell, boktan oyunculuğu ve ultra antipatikliği ile her tarafta gözüken, manasız hareketler yapan adını unuttuğum koca burunlu oyuncu ve yıllardır film çekmeyen, çektiklerinde ise sıradanlıktan ileriye gidemeyen Ben Affleck ile bir türlü boşanamayan yine adını unuttuğum kadın oyuncu. Hepsi "celebrity sıradanlığı" içerisinde yani çok pahalı markaların elbiseleri üzerinde bir bok yapamayan cinsten. Gereksizler ordusu. Ama people mı people...
Güzel ingiliz manken, beyaz tenli, kızıl Karen Elson kırmızı elbisesi içerisinde. Şimdilerde Nashville'de mi ne yaşıyor, galiba Jack White'dan da ayrılmış. Ama yine de Amerika'nın değişik bir coğrafyasında gül gibi yaşıyor.





Evet, biraz kısa bir Cuma eğlencesi ile biter gider bu sefer. Yapacak bir şey yok.  Kısa olsun ama yine de olsun diyelim...Cuma eğlencesi ruhumuza iyi gelsin, ileriye bakalım, biraz ruhumuz dinlensin.  

Bu arada canım Türkiye insanı da Cannes'a sözde çıkarma yapmış-her zamanki gibi-... Offff o kadar varoş o kadar sıradanlar ki...Yazık bir de festivalin gösterim programında değil, bu L'Oreal Moreal gibi markaların düzenlediği geceye katılan ışığı olmayan ama işte Türkiye şartlarında meşhur olan şarkıcı-türkücü-oyuncu tayfası kendisinin fotoğraflarının çekileceğini zannetmiş de almış eline oturmuş. Yemin ediyorum loser'lıkta #1 ilerliyoruz.

Sunday, May 21, 2017

- Chris Cornell





Artık Prince 'den sonra saymayı bıraktım sevdiğim sanatçıların ölümlerini. 

Etrafımda, çevremde, yaşadığım ülkedeki ölümleri ise saymakla takip edemediğim gibi, yüreğimin sıkışması, kötülüğün üzerimdeki ağırlığı ile kalıyorum. 

Chris Cornell 'i değil sevmek, bayılırdım. Soundgarden'nın o zamanlar Türkiye'ye gelmeyen albümlerden Badmotorfinger filan deli gibi dinler hele hele Singles'i durmaksızın seyrederdim-manasızca. Filmin efsane soundtrack'ini zaten geçiyorum...

Soldaki, en yakışıklı bir o kadar harikulade ses sahip Chris Cornell garip bir ilaç intiharı ile bize veda edenlerden. Eskiden intihar edenlerde dalga geçerdim, insanların nasıl bu sürece geldiklerini hiçbir şekilde anlayamazdım. Şimdi ise, özellikle geçtiğimiz yazdan beri, o kadar iyi anlıyorum ki... 

Kötülerin hâlâ bokum gibi geniş geniş yaşadıkları hayattan yine bir iyi, bir güzel gitti, bize de ardından üzülmek kaldı. 

Allah'tan müzik o kadar müthiş bir şey ki hiçbir zaman silinemiyor...Hayat herkese fani olduğu için muktedirin dönemsel gaza gelip ortalık yerlere diktirdiği heykeller, binalar, saraylar başkasının dönemi geldiğinde yıkılsa da veya Kaddafi'nin ölümünden sonra olduğu gibi millet gelip sarayın ortasına sıçsa da, müzisyen (sanatçı, bilim insanı) öldüğünde "fani" olmuyor, eserleri kaybolmuyor ve sonsuza dek yaşıyor. 








Thursday, June 30, 2016

Motto



" Il y a une chose effroyable; c'est que tout le monde a ses raisons ". - Jean Renoir

Her şey nasıl da mutluluktan, keyiften bir anda çamurun cehennemin dibine yapışabiliyor değil mi? Nasıl her şey elimizden bir saniyede kaçıp gidebiliyor ve mutsuzluğun dibine vurabiliyoruz.

Doğru, herkesin kendine göre bir şeyleri yapmak için sebebi var. Ve bu cidden çok boktan bir şey. Ama herkesin seçim yapma şansı da var; öyle veya böyle. Kişisel hayatlarda da toplumsal hayatlarda da iş hayatında da.

Biz bugün bunları yaşıyorsak bu toprakların yöneticileri bizim yerimize karar verip kendilerine uygun gelen ve toplum için ne sonuçlar doğuracağını hiç önemsemedikleri bir seçimin sonucunu yaşıyoruz. Aptallık mı? Evet. Ama yeterince karşı çıktık mı? Muhtemelen hayır. Sadece kişisel günümüzü kurtarıyoruz ki bu da bir tercih.  Vahim ama bir tercih.

Neticesinde sonunda ağlamıyorsak sorun yok. Ağlıyorsak o zaman vahim.

 Evet, herkesin kendince bir sebebi mazareti var ve bu korkunç bir şey.

Wednesday, March 2, 2016

Dream On


Yorumsuz, güzel şeyler bunlar...Zaten uzun bir süredir ağzımın suları akar vaziyette #8 'e de anlatıyordum, gerzek Leonardo'nun nihayetinde kazandığı Oscar'lar neticesinde rüyamda görmek tek kelimeyle şahane oldu...

Tom Hardy. Ev yıkar, yuva yıkar, her şeyi yıkıp geçer, alır götürür. 

Tuesday, January 5, 2016

Ve Nihayet Futebol ...



O kadar uzun zamandır futbolla daha doğrusu Türkiye'deki çirkin futbolla, futbol insanları ile ilgilenmiyorum ki şahane Zidane haberini okuyana kadar futbolu özlediğimi farketmemiştim. Gerçi hala Türkiye'deki hiçbir şey ile ilgilenmek ilgimi çekmiyor. Başından sonuna her şeyi ve herkesi ile epey gerzek bir durumda futbol. 

Ancak... Zidane, güzeller güzeli insan şahane futbolcu Real Madrid'in teknik direktörü olmuş! Bu haber ile bir anda kendimi tekrardan futbol ile ilgilenir, L'Equipe sayfalarını karıştırır buldum. Real Madrid'i zerre sevmesem de güzel futbol seyretmek müthiş bir şey. Bir takımı desteklemek de öyle. Keyif aldığın mutlu olduğun bir şey. 

Zidane'lı Real Madrid güzel olacaktır, İspanyollar şanslı, Madridliler daha da şanslı. 

Biz de işte burada abuk subuk tiplerin tüpçülerin olduğu bir ligde embesil ötesi bir oyun çıkartıp adına da futbol demeye devam ediyoruz. 

that's life bebeğim. 

P.S. Neredeyse 9 yıl olmuş... Dükkanın ilk açıldığı zaman yani 2007'nin ilk günlerinde Zidane'nin belgeseli festivalde gösterilmişti ve F.A. ile Le Carré Vert filmine beraber gitmiştik. Film güzeldi, Mogwai'nin müzikleri güzeldi, F.A. güzeldi, Türkiye kesinlikle çok daha güzeldi. Ama işte bugün buradayız, nereden nereye? Neler değişmiş, neler gitmiş, neler gelmiş 9 yılda? Güzel de var çirkin de. Çirkinlikler tamamen gitsin de sadece güzellikler kalsın... Dükkanda böyle olur da Türkiye'de biraz zor bi 10 yıl daha çirkinlikler diyarındayız. 

Ama nihayet futebol, değil mi? Naysss...

Monday, February 23, 2015

Oscar sebepli (erken) Cuma eğlencesi # 3

 Yalan değil, yaşadığımız iğrenç yerdeki çirkinlik, çirkeflik, şahsiyetsizlik, adaletsizlik yüklü döngü içerisinde biraz olsun nefes almaya, iyi hissetmeye, kendimize eğlence bulmaya, hayatlarımızı devam ettirmeye çalışıyoruz. İnsanoğlu işte, bir şekilde hayata sarılıyor, devam etmeye ve her şeyden öte umuda inanmaya çalışıyor. Kendi çapında. Artık olduğu kadar. Olmadığı yerde de oldurmayanlar utansın diyeceğim de utanan kalmamış ki memlekette...

whatever

Kar ardından gelen güneşli İstanbul günleri derken, Los Angeles da doğu komşusu kar altında nefes almaya çalışan NYC 'a inat en güzel bahar havalarını yaşarken gerçekleştirilen Oscar Ödül Töreni. 87.siymiş bu yıl ki. Maşallah demek lazım. Bizde 87 yıldır devam eden ne var acaba? Doğru, aslında hiç de azımsanmayacak bir cumhuriyet var 92 yıldır devam eden de ona da yakında "100 yıllık yalnızlık" filan derler aşağılamak, küçümsemek için. Neyse, hiç sinirlenmeden gerilmeden içimdeki bütün nefreti Oscar'a yönlendirerek başlıyorum. Ve ne yazık ki çirkinle başlıyorum. İşte hem çirkin hem tarzsız. Amerikan eğlence kanalı sunucularından, geniş alınlı, koyu ötesi solaryum tenli ve bir de bunun üstüne kıpkırımızı ruj ve kıpkırmızı elbise ile çıkınca mevsimi geçmiş pörsümüş domates gibi olmuş. Saçları filan her şey fiyasko. Tamam, elbise değil ama o da bir zahmet olmasın.



Yukardakinin sahne arkadaşı, Ozzy Osbourne'nın forever çılgın forever ergen olma kaygısını artık iyice büyümesine rağmen hala gururla taşıyan embesil kızı. Hayır hem embesil, hem de bütün o Dazed &Confused (hem filmden hem de dergiden bahsediyorum, Led Zeppelin şarkısından değil) görünme çabaları içerisinde müthiş sıkıcı. Çılgınlık saç kazıtmakla, saçı mora boyatmakla, 800 tane dövme yaptırmakla olmuyor ama işte moron her yerde moron.


Nihayet! Nihayet ! Belki fazla sade belki fazla siyah ama o turkuazlarla ve Cate Blanchett'in şahane duruşu ile her şey daha bir güzel. Elbise Maison Margiela'ymış yani moda dünyasından yaptığı ırkçı yorumlar sebebiyle dışlanan John Galliano'nun yeni evi. Mücevherler de Tiffany & Co 'i ki on dirait pas ...
 Korkunç. Yani Marchesa elbise değil de kendisi elbiseyle beraber korkunç. O saçlar, o kaşlar...Hani elbise de öyle matah bir şey değil de belki daha sürekli kendisini ortalıklarda göstermek istediği anlamsız kıyafetlerle gelseydi daha etkileyici olurdu. Böyle hiç olmamış Rita Ora zaten olmamış, bildiğin davetlere katılan haute couture elbiseler giymeyi seven sıradan zengin bir hispanik kadın olmuş.
 Armani Privé elbise aslında güzel de fazla riskli fazla duvar görünümünde. Sanırsın Naomi Watts bir Another Brick In The Wall entalasyonu temsil ediyor. Yoksa kendisi gayet güzel yaş alanlardan, gençliğindeki sıradanlığını olgunluğunda anlama döndürenlerden de talihsiz bir kıyafet seçimi.
 Help filminin başrolündeki oyuncu ve şahane elbisesi. Saçları güzel, Zac Posen elbisesinin rengi, kumaşı, kesimi her şeyi çok güzel. Şaşırtıcı veya afallatıcı değil belki ama gayet güzel.
Müthiş antipatik çift. Herif Maroon 5'in kendisini dünyanın en yakışıklı en yetenekli en harikulade erkeği sanan solisti karısı da Victoria's Secret mankenlerinden biri. İkisi de Armani giymiş de ortaya hiçbir şey çıkmamış. Yaydıkları herhangi bir elektrikleri olmadığı gibi, sürekli aynada kendilerine hayran hayran bakıp sonra dellendiklerinde kırışıklıklarına, yağlarına, selülitlerine bakıp kafayı yiyen insanlarmış duygusu veriyorlar. Tanısam merhaba demem o kadar iticiler.  
 Hollywood'un ismi az siması daha kolay hatırlanan kadın oyuncularından Laura Dern. Babasıyla ve ortaçağ askerlerinin zırhını anımsatan Alberta Ferretti elbisesi ile gelmiş. Yani. Kötü değil. Güzel de değil. Oscar'a giderken herhalde daha güzel bir şey seçmek çok zor olmasa gerek. Kendisi hakkındaki ilginç detaylardan biri de kendisinin geçtiğimiz yıla kadar Ben Harper 'in eski karısı olması ve daha yıllar yıllar önce henüz Brangelina devri dahi başlamadan önce Billy Bob Thorton ile kendisi beraberken bir gün adamın evden gidip Angelina Jolie ile evlenmesi ve bir daha haber vermemesidir. Cidden hayat dediğin şey ilginç.
 Kendisi de, botokslu ifadesiz yüzü de, sıradanlıktan patlamak üzere olan Louis Vuitton elbisesi de çok sıkıcı. Hem hala film filan çekiyor mu ki Nicole Kidman.

 Oooo arka arkaya en sevdiklerim...Sadece rengi güzel olan elbisesinin sıradanlığını geçiyorum da asıl şunu merak ediyorum Oscar öncesi Gwyneth Paltrow kaç gün yemek yememiştir veya Nasa teknolojili bakım yaptırmıştır? Kukusunu steam clean denilen şey ile yıkatıp bir de bunu spastik sitesinde tavsiye eden biri olarak herhalde Oscar gecesi için sıradan diyetler, fitness programları, juice cleanseler filan ile uğraşmayacaktır. Ne de olsa ettiği "I am who I am. I can’t pretend to be somebody who makes $25,000 a year" gibi laflarla kendisini biz fakirlerden ayıran bir insan.


Çok sıkıcı, çok sıradan. Kendisinin aday olması, elbisenin Tom Ford olması bunları kapatmıyor ne yazık ki.
 Hem çok güzel olup çok güzel giyinen bir insanken nasıl bu kadar geleneksel olunur. Jessica Chastain ve Givenchy Haute Couture. Olsa da olur olmasa da. O kadar.
Hiçbir şeyi ile beğenmediğim Jennifer Lopez ve Elie Saab Haute Couture elbisesi. Elbise çok güzel rengi çok sönük, ten rengi ile içiçe girmiş. 

Olması gerektiği gibi hiç risksiz tam Oscar elbisesi. Atelier Versace. Ne az ne fazla.


Keşke daha güzel bir elbise ile gelseydi Julianne Moore. Tamam Chanel Haute Couture ve duyduğumuza göre Karl Lagerfeld elleri ile dikmiş elbiseyi de..Yani. Daha güzel daha etkileyici olabilirdi. Çünkü güzel bir kadın. O saçlarla öğretmen gibi olmuş.


Güzel kız, güzel Saint Laurent elbise. Ama heyecansız. Bu kadar genç insanın bu kadar sıradan bir elbisesi seçmesi büyük talihsizlik.

 Önden ayrı korkunç arkadan ayrı korkunç. Dior Haute Couture olması, Marion Cotillard'in hoş bir insan olması da hiçbir şeyi değiştirmiyor. Feci.

Ve çok güzel bir insan çok güzel bir elbise. O kadar ki iki resim koydum. Lupita Nyong'o ve custom Calvin Klein elbisesi. Boncuklarla incilerle işli. Her türlü çok güzel, kızın şahane sırtında ise inanılmaz güzel.



 Home wrecker damgası yiyip kaybettiği belki de hiçbir zaman güzelliğinin dışında başlamadığı oyunculuk kariyerine nihayet yaptığı çocuk ile geri dönüş günlerini yaşayan Sienna Miller ve edepli Oscar de la Renta elbisesi ve ne yazık ki kendisini çok çirkin gösteren contour makyajı. Aman yarabbim. Gerçekten de özellikle beyaz ve açık tenlilerde müthiş bir hata bu Kardashian ailesinin contour makyajı.
 Gecenin en güzeli en şıkı Emma Stone ve Elie Saab Haute Couture elbisesi. Bayağı güzel.

Off gitgide sıkılmaya başlıyorum, yazmak istemiyorum. Gone Girl'ün oyuncusu ve kırmızı elbisesi de bence kız da güzel değil Givenchy Haute Couture elbise de. Bilmiyorum ama bir şeyler çok sıkıcı. Belki yüzü ifadesi belki belinin sıkılığı.

Scarlett'ciğimi benden başka beğenen yok herhalde de sevgilisini de kendisinden başka beğenen olduğunu zannetmiyorum. En azından dün gece o smokinin içerisinde. Atelier Versace elbisesi, saçları, elbisenin rengi filan. Dediğim gibi ben çok beğeniyorum da o kadar sanki...
 Gecenin en ama en güzellerinden Margot bir şey ve şahane Saint Laurent elbisesi ve şahane dekoltesi, şahane duruşu, şahane kırmızı ruju ile cidden en güzellerden. 

Ve noktayı, geceyi hem ödülü hem de yaptığı konuşma ile kapatan Patricia Arquette ile koyup sıkıntıma son veriyorum. Nedense çok beğenirim kendisini. Ta True Romance filminden beri. Yanındaki de Toto'nun efsane Rosanna şarkısına ilham veren ablası Rosanna Arquette. Ailede herkes iyi hoş bir şekilde oyuncu da korkunç giyinen bir erkek kardeşleri var ki hiç girmek istemiyorum. Kıyafeti güzel, öyle gülünç filan hiç değil, kendisi zaten güzel ve ortaya çıkan 46 yaşında güzel başarılı bir kadın işte. "Daha ne" deyip biter gider bu erken oscar kaçak cuma eğlencesi...