Sunday, February 27, 2011

Never on sunday # 5


eğer kar yağmayacaksa hava bu kadar soğuk olmamalı; yağan her neyse de o iğrenç çamurumsu sevimsiz sulu kar gibi bir saçmalık olmamalı.
okunacak ve sunumu yapılacak kitabın okunmaması, sadece ve sadece müzik, bilmem kaç tane albümün ipod'a geçirilmesi, haber, gazete, vogue, "of nasıl yapacağım, ne zaman okuyacağım ben bu kitabı perşembeye kadar?", neredeyse biten gün, I love london gri, "peki ne zaman okuyacağım bu araba sevdası'nı ?" diye düşünürken e.k. & f.'nin bugün gidecek olmasının çöken hüznü, e.k.'nın en az 6 ay olmayacak oluşu, "peki şimdi onunla nasıl konuşacağım nasıl anlatacağım, nasıl haberdar edeceğim olaylardan gelişmelerden" düşüncelerinin "her şey iyi olsun" ile birleşmesi ve never on sunday.
23:45'deki uçuşları için saatleri sayarken gün içerisinde 10. kere konuşurken en son konuşmamızda yaşanan never on sunday bombası:
a.- kaçta çıkıyorsunuz?
e.k.- şimdi birazdan 10 dk içerisinde.
a.- nasıl yani gece 12'deki uçuş için 4 saat önce mi havaalanında olacaksınız?
e.k. evet ne yazık ki biz bütün kurallara uyuyoruz...
a.- puaaah! cidden 3 saat önce mi beklemeye başlayacaksınız? herhalde okyanus geçilen uçuşlarda öyle gerekiyor ama çok komik değil miii?
e.k. evet. evet. öyle olmak gerekiyormus, öyle yazıyormuş talimatnamede.

o kadar güldüm ki zavallı e.k. da gülecekti de yanında muhtemelen f. olduğu için tuttu kendini ve ciddiyetle cevap vermeye çalıştı. gitsin ama dönsün de. ivedilikle.

Tütünün karşı konulmaz cazibesi


Küçük kız çocuklarının çok çok azı tütünün cazibesine kapılmadan geçip gidebilir (elbette modern yaşamlardan bahsediyoruz. lütfen "dünyada ne biçim yaşamlar var biliyor musun" gibilerinden laflarla gelinmesin). Hemen hepsi bir şekilde bir zaman kısa süreli bir heves de olsa balet yapmak, balerin olmak, o tütüyü bir kez olsun giymek ister. Ne de olsa prenseslik hali çoğunda vardır. Elbette tütünün "prenses" albenisi sonrası gelen fiziksel acılar, zorluklar, gereken disiplin, aşırı kilo kontrolü, yemek yemenin neredeyse kabul görmemesi, point'e çıkmanın ayakta yarattığı deformasyon, ayakların çirkinliği, çekilen acılarla çoğunda son bulsa da bulmayanlar balerin olarak devam ediyorlar hayatlarına. En azından bir süreliğine.
Elbette tütü hayalim oldu, elbette evde kendi kendime tütü ile dolaştım, elbette kursa gittim, elbette tütüden önce beyaz külotlu çorap üzerine mayo giymenin hayal kırıklığını yaşadım ve elbette sonrasında sıkıldım ya da J.A.'nın deyimiyle "3 dersten sonra resme geçmek istedin, mayolar, tütü de elde kaldı" .

Black Swan güzel film. Ama ben artık basit, fani, hafif filmler seyretmek istiyorum. İyi bir film işte ama çarpıcı değil. Zaten çarpıcı ne var ki artık film olarak? Natalie Portman zaten güzel ve yetenekli bir insan, burada da yine daha bir yetenekli ama -aşırı zayıflık sebebiyle- daha az güzel. Asıl çarpıcı olan kostümler, onlar da Rodarte imzalı. Hani şu Kaliforniya'lı iki kızkardeşin tasarımları olan harikulade marka. Ha, bir de bu film eğer olursa çocuğuma asla bale yaptırmayacağımın hatırlatışıdır bana.

Friday, February 25, 2011

Breathe-respire # 6











revenge of the sith seyretsek, bu sıkıcı günün ve havanın etkisini azaltsak, nefes alsak...

Breathe-respire # 5


havanın kabusluğu, yağmurun pisliği, trafiğin tüketmişliği, insanların boğuculuğu derken ne cuma olması ne haftasonunun gelmesi bahar tirilliğini getirmiyor, hissettirmiyor.
o yüzden de breathe-respire

Su isyanına destek!

Suyu kaybediyoruz, fark etmiyoruz.
Toprakları, doğal kaynakları kaybediyoruz, fark etmiyoruz.
Baraj ve barajlardan gelecek elektrik uğruna, sadece ve sadece birkaç yıllık kullanım uğruna ağaçlar kesiliyor, nehirler kurutuluyor. Ha bir de suların satışları var, milyarlarca dolarlık anlaşmalar değerindeki...Rize'li amcanın söylediği gibi "çünkü bunlar çok arsız". Evet, çünkü bunlar çok arsız, çünkü bunlar toprağı bilmeyenler, çünkü bunlar doğalı sevmeyenler çünkü bunlar güzel kıyafetler lüks arabalar içerisindeki Mephisto 'lardır.. O arsızlığa da isyan bayrağını çekmek lazım. Arsızlık sevimsizdir, elinin tersiyle silmek isteyeceğindir, isyan edeceğindir.

Anadolu'nun İsyanı from Anadoluyu Vermeyecegiz on Vimeo.

Monday, February 21, 2011

Sabah keyfi

Sabah keyfi ve dream on çünkü bu şarkıyı mırıldanarak uyandım. Mark Ronson & the business Int. feat. Boy George. Evet evet Boy George harika. Crying Game 'de olduğu gibi. Şarkı eskidi bile sayılabilir çünkü 2010 aralık ayında piyasaya sürüldü. Ayrıca kayıt da Jools Holland 'dan daha ne isterim ki. Kahve her türlü duyuları uyaran quliata oro, müzik boy george somebody to love me, hele bir de yeni ipod ve yamaha 491 var ki beni mest eden gerisi boş, televizyonu satayım ben en iyisi derdim ki ama o zaman Fenerbahçe'min harikuladeliğini seyredemem.

I don't want to see you go
I want somebody to love me
why'd it take so long to know
I want somebody to love me
I want somebody to be nice
to see the boy I once was in my eyes
nobody's gonna save my life

Sunday, February 20, 2011

Last exit to bangkok


e.k. & f. 'nin bangkok macerası öncesi son geniş yemek, yine her zaman vaktinde giden ve yine her zamanki gibi bekleyen ben, başka bir sainte pulchérie grubu, e.a., bulut b., a., ayrıca gelip de yanıma oturan pek sevdiğim s., ardı ardına gelen ahtapotlar, mezeler, rakılar, kapıdaki bangkok yazısı, hala "gitmeyin" ikna çabaları, " orada ekmek yok, et yok sebze yok", "ne yapacaksınız sineklerle beraber aylar boyunca" cümleleri, e.k. & f. ile yaşanmış elit viski maceraları, bulut b. ile gelecekte yapılması planlanan elit burger macerası, iki ara bir derede e.a.'ya anlatmaya çalıştığım "bak söylüyorum olur bu iş" durumları, e.k.'nın o komik resme yaptığı "ya cidden benzeme diye buna derim ben, bravo!" yorumları, gecenin devamı, çılgın gençlik, su koy vermem ve this is the last exit to bangkok (keşke brooklyn olsa diye de içimden geçirmedim değil) ...

gecenin lafı: "gerçekten çok güzel bir jest bu yaptığınız"

Saturday, February 19, 2011

gece (çıkmadan önce)

yoğun geçen bir cumartesi, keyifli yoğunluğun cumartesisi, bambaşka bir fön, fönden nefret eden biri için bambaşka bir fön, yakında hem de çok yakında uzaklara gidecek olan e.k. ve f. 'ye uğurlama yemeği,ama daha çok e.k.'ye tabii, küçük çok küçük grup, elit grup, elit yiyecekler, "şehir meyhanesi", "lütfen yağmur yağmasın", mutlu ve heyecanlı ve üzgün halim. sanıyorum 19 yaşında birisinin yurtdışına gitmesi ile 33'ünde gitmesi farklı şeyler. 19'umda gitmiştim ben. gidişin sabahı ne kadar kalabalıktık havaalanında ama çok güzeldi. e.k.'nın da gidişi çok güzel ama yine de dönüşü olmasını istiyorum ben. bencilce biliyorum ama yine de çok özleyeceğim. urban'daki buluşmaları, gerzek konuşmaları, yorumları. giyinmem lazım, gece çıkmadan önce, e.k. için. istediğim sürprizleri yapamadım ama yine de bir şeyler denedim gece için. camel'imi mı alsam acaba yanıma?

Friday, February 18, 2011

Cuma eğlencesi

2011'in ilk cuma eğlencesi bugün. Epey olmuş people'a sallamayalı, cuma eğlencesini yazmayalı. Bilmiyorum, sıkıldım diyeceğim. Değil aslında da üşendim sanıyorum. Bir de güzel kıyafetler güzel insanlar yoktu, tamam ödül törenleri filan var da yani işte her tarafta çıkan şeyler, pek fazla özelliği olan şeyler değil.
Fırfırlı insanlarla başlayayım. Fırfır ve dantel birlikteliği beni boğuyor desem. Her tarafta herkeste bir fırfır&dantel hadisesi, o kadar sıkıcı ki. Ortadaki bizim Black Sabbath 'dan bildiğimiz Ozzy'nin şımarık kızı Kelly Osbourne ve Marchesa markasının tasarımcıları. Beyazlar içerisindeki ki gayet güzel bir kadın, zaten her daim kendi Marchesa kıyafetlerini giyerek başarılı pr çalışmalarına elbette kocası prodüktör Harvey Weinstein Hollywood ilişkilerini de ekleyerek ilerliyor. İlerlesin de zaten başarılılar, güzeller, neden olmasın ki? Gel gör ki resimdeki Marchesa tasarımlarında siyahlar beyaza karşı elenmiş hatta yenilmiş durumda çünkü o kadar sıkıcı ki bu fırfırlı kurdeleli dantelli kıyafetler baktıkça kafamı çeviresim geliyor.
Bazıları kahverengi çok sever bazıları ise hiç sevmez. Ben galiba hiç sevmeyenlerdenim. Ayrıca bence bana yakışmıyor kahverengi. Hadi ben bende güzel olmadığını biliyorum da yukardaki resimde poz veren artık yaşlı kategorisindeki mankenlerden olan Carmen bilmem ne de mi bilmiyor? Ama nihayet saçlarını kestirmiş güzel olmuş. Elbise kürk ve renklerin baskınlığı kabus ama saçlarını kesmiş olması harika. Nedense kadınlarda saçlarına dokundurtmama gibi bir durum var. Özellikle de türk kadınlarında. Aman yarabbim o bele kadar gelen saçlardan 2 santim dahi aldırtmıyorlar. Aldırtmadıkları gibi onları öyle kezban gibi toplamaktan başka bir şey de yapmıyorlar. Ne yazık ki böyle bir tanesini ben her gün görüyorum. Oy oy oy! Dağlar kızı resmen. Bir de onları örüyor filan...Off ! Gerçekten kaçıp gitmek istediğim o kadar çok an oluyor ki iş hayatında!
En sağdaki beni ilgilendiriyor; Anja Rubik. Sanıyorum ilk 2008'de yazmıştım kendisini burada. Şimdilerde çok meşhur ama gayet başarılı. Saçları kısacıktı uzadı çok da güzel oldu, yine kestirir sonra yine uzatır ama yani ara ara değişiklik önemli şey. Tarzı da var, şu kıyafeti leopar botları zaten tamamdır
Soldakini bilmem ama sağdaki kimilerine göre moda ikonu olan Chloe Sevigny. Farklı bir tipi olduğu ve sıradan giyinmediği için evet ayrı bir yeri bir konumu var jet set fashionista dünyasında da şu resimde ışık-açı denilen şeyin fotoğraf denilen şeyde ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Kendisi aslında gayet ince bir insan fakat bu resimde bu pozu ile kolları ne kadar kötü çıkmış yapılı iri kıyım göstermiş. Kol demişken, spora tekrar başlasam lazım ne yazık ki. Şekerim reflüm intoleransım derken yaşlandıkça kolları çirkinleşen kadınlardan olmayayım, unutmayayım, 1 mart yeni spor hayatımda başlangıç olsun. Elbette her yıl yaptığım 2 ay sonra bıraktığım gibi.
English rose havasındaki ingiliz mankenlerden, Amerika'da amerikalı müzisyen kocası ile yaşayanlardan Karen Elson. Beyaz tenli kızıl saçlı. Resmi güzel muhtemelen elbisesi de basit ama taşıyabilenin glamour etkisi yaratacığı boheme chic dokunuşlu uçuşan elbiselerden ki hatta sırtı açık sanıyorum. Kolları da ince. Kısacı güzel kendisi, sıradan olmayanlardan, kendiliğinden doğal olarak farklı güzellerden.
Bir başka güzel. Soldaki. Sağdaki ise açıkcası tarzı olmayıp dünyayı satın alabilecek paraya sahip olan varlıklı aile evlatlarından. Onlar için ise ne verirsen giyiyorlar her hafta her davette başka bir tarz ama önemli herhalde tasarımcılar için ki bunun için bir de zaman zaman para veriyorlar. Soldakine geri dönersek fransız Vogue'nun geçen ay genel yayın yönetmenliğinden ayrılan Carine Roitfeld'in kızı Julia Restoin-Roitfeld. Bayağı bayağı güzel buluyorum kendisini. Tarzını da seviyorum. Elindeki her türlü imkana rağmen logolu kıyafetler giymiyor olmasını ayrıca destekliyorum. Ya zaten bu markanın logosunu göze batırarak giyme hadisesi işte sonradan parayı bulanlarda, 3. dünyanın kabul görme ritüellerinde mevcut. Yoksa gerçekten tarz sahibi olanlarda kafada burberry taç ile uyumlu burberry babet giymek pek tercih edilen bir durum değil (var var böyleleri ve ne yazık ki ben gördüğüm anda midemi kaldıran bu resme sıklıkla rastlıyorum iş hayatı denilen yerde. of ki of. bir de o çağla şikel'in işkadını versiyonu haline burberry çantayı ve atkıyı takınca cidden insanın güldükçe gülesi geliyor. hayır, yukardaki saçları beline kadar uzun olan kezban ile aynı kişi değiller).
Sadece güzel geldikleri için. Belki siyah beyaz resmin etkisidir ama kız siyahların içerisinde güzel erkek de keza öyle. Hiç beklenmeyen şekilde kendisine başka bir algı yaratanlardan, zengin ailenin L.A. kızı iken bugün kendine has bir tarzı ile gitgide farklılaşan ve cidden hoş insanlardan. MTV The Hills ile bir şeyler yapıyorken yine şimdi başka şeyler yapıyor ama bir şekilde doğru ilerliyor. Kendine has giyiniyor ve sonuç oluyor. Belki zorlamadır ama Sienna Miller'dan daha az zorlamıyordur kendisini. Burada sönük gibi dursa da yukardakiler arasında belki de en çok kendine tarz bir şekilde duran kişilerden deyip cuma günü biter bizde. Yarın cumartesi mutluluğu var. Ve kaderin cilvesi yarın yağmur geliyormuş. İstemiyorum artık bahar gelsin istiyorum. Ayrıca yarın aksam E.K.'nın veda yemeği var. Galiba koyun olup ağlayacağım arkadasından. Belki yağmurun arasına karışıp gider gözyaşlarım.

Wednesday, February 16, 2011

GP of the day


a guilty pleasure is something one enjoys and considers pleasurable despite feeling guilt for enjoying. The "guilt" involved is sometimes fear of others disocovering one's lowbrow or otherwise embarassing tastes.
dün gece neler olmuş neler san siro'da. gennaro gattuso is my guilty pleasure .

Tuesday, February 15, 2011

to whom it may concern # 8

123KLAN REEL 2011 from 123 KLAN on Vimeo.



ne desem ki? hayranım. tavım. bitiğim. yinelersem hayranım, tavım, bitiğim.

to whom it may concern # 7


rat pack suit, rat pack whisky, rat pack style, rat pack attitude, rat pack music rat pack glamour goes to whom it may concern.

Dream on # 2



bence şu sıralar fazla uyuyorum. uyumasam uyumam sorun değil ama nedense normal yetişkinin uyuma saatlerinden fazla uyuyorum (hayır, depresyon değil, aksine bu yıl kışı "kış depresyon"suz atlatıyorum). sabah bunu mırıldanarak uyandım. bence eğer yetişkinler gibi sadece 7-8 saat uyusaydım ve eğer yine paul weller'i görseydim bu kesinlikle rose royce 'ın muhteşem "wishing on a star" olurdu ama romantik you do something to me'ye kalmışım...tam benlik, o kadar romantik, o kadar kırmızı güller kırmızı kalpler insanıyım ki cidden tam benlik ya...
*
you do something to me -something deep inside
I´m hanging on the wire - for a love I´ll never find
you do something wonderful -and chased it all away
mixing my emotions - that throws me back again
hanging on the wire, I´m waiting for the change
I´m dancing through the fire, just to catch a flame - an´ feel real again
hanging on the wire, I´m waiting for the change
I´m dancing through the fire, just to catch a flame - an´ feel real again
you do something to me - somewhere deep inside
I´m hoping to get close to - a peace I cannot find
dancing through the fire -yeah - just to catch a flame
just to get close to, just close enough - to tell you that...
you do something to me - something deep inside

Sunday, February 13, 2011

gece # 3- bright star

julius sezar 'ın ifadesiyle müdire hanım'ın özel kutlama yemeği, "şehir" meyhanesi, fantastik 4'lü, sekvotka, gey kapılım z., sevdiğimiz insan kool şahsiyet k. ve elbette julius sezar diye düşünürken güzel bir tesadüf ile karşımıza çıkan geceye katılan leopard lover g. & pornstar v. ile daha bir güzelleşen masa, eğlenceli gece, komik gece, şehirden sonra sefahat, soda limon, kahve ve hasarsız, safrasız atlatılan gece. gecenin yıldızı eski sevgilim b. bugün ceo.

p.s. madem bright star dedik, o halde gece'de keats olsun (şiir sevenlerden değilim, romantik zaten değilim ama işte bazılarını nedense biliyorum)...

Bright star, would I were stedfast as thou art--
Not in lone splendour hung aloft the night
And watching, with eternal lids apart,
Like nature's patient, sleepless Eremite,
The moving waters at their priestlike task
Of pure ablution round earth's human shores,
Or gazing on the new soft-fallen mask
Of snow upon the mountains and the moors--
No--yet still stedfast, still unchangeable,
Pillow'd upon my fair love's ripening breast,
To feel for ever its soft fall and swell,
Awake for ever in a sweet unrest,
Still, still to hear her tender-taken breath,
And so live ever--or else swoon to death

Saturday, February 12, 2011

P.S. # 3

ne yazık ki yoğunum. tercih eder miyim bu durumu? elbette hayır ama işte kahpe kader, ekmeğinin peşinde bir insanoğlu olduğumdan; günlerdir insanı bitiren yoğun haller, organizasyonlar, günlere yayılan sosyal medya insanları, kendi deyimleriyle sosyal medya maymunları, kaç zaman sonra görülen tanıdıklar, güneşli ama soğuk istanbul havası; üst üst üst düzey toplantı, elbette tüm dünyanın kendisini beklemesini bekleyen bakan ve şakşakçıları, tuvalette abdest almak isteyince aranılan gel gör ki sınırlar içerisinde bulunamayıp mahçubiyet sebebi olan terlik, kiminin sokaktaki torbacı kiminin ise gece kulübündeki yakışıklı delikanlı tipinde ortalıklarda dolaşan siviller, "günaydın başkomserim";
son bulan kamyoncu hareketler ya da bir başka deyişle bir süreliğine bronx 'tan capri' ye giden iletişim kurma biçimleri, kürdan+star wars+masa üstüne oturma üçlemesine bakıp "herhalde şu anda aynada kendimi görüyorum" diye düşünmem, trois films d
e suite de gaspar noé? tu rigoles, j'espere! ; her yerdeki manasız sevgililer günü programları sıkıcılığı, yapmacıklığı, sahteliği, "mış gibi aşk tesadüfleri sever" hali; işte p.s....ayrıca son p.s. olarak besmersoy ne kadar güzel bir insan. evet doğal sarışın değil, evet çok çok ince ama eni konu güzel bir insan. sesi de güzel kendisinin öyle viyik viyik kız seslerinden değil. güzele güzel çirkine de çirkin diyen bloglardan bizimkisi, beğeniyoruz kendisini. ya tabii bu arada biliyoruz ki hasbelkader genetikleri ortalamadan farklı olup da beyaz tenli ve mavi gözlü doğmuş bütün türk kızları da kendilerini besmersoy sanıyordur, ondan eminiz. oldu zaten, tabii, elbette, ms. dünya güzeli bu tiffany çikolatalar benden hediye olsun nasıl olsa her şey mış gibi...

Friday, February 11, 2011

Capri-pantalon olmayanı mümkünse!




Madem Jean Cocteau dedik, ara ara yaşadığı yerlerden Capri 'ye gidelim, hatta hep orada kalalım.
Varlıklı italyan ailelerinin giyim tarzına hayranım. Aynen I am Love 'da görülebildiği gibi, Napoli 'de, Milano 'da veya Santa Margarita 'da sokakta dolaşırken göze çarpılabilecek örneklerinde farkedildiği gibi. İnsanı cezbeden garip bir mücevher düşkünlüğüne sahipler. Bir de hayat güzel akdeniz sularında, kıyılarında. Şarap güzel, prosecco güzel, yemekler zaten güzel, balıklar başka lezzetli, ahtapot ise damaklara hükmeden şekilde. Capri...Napoli 'den tekne ile 1 saat. Napoli zaten çok güzel, Sicilya ayrı güzel ama Capri çekiyor. Özellikle de akdeniz güneşinin her türlü nüfüz etmesini istediğim şu günlerde. Kitabı da varmış o da wish list 'im. In the Spirit of Capri. Böyle de Bronx'ın sokaklarındaki kaykaydan inip Capri'nin sularında riva teknelere binen, gökkuşağı tadında bir insanım. Zor hayat!

Thursday, February 10, 2011

jean cocteau

1889-1963
si on pouvait aller a la méditerrané maintenant; si on pouvait se baigner nu sous le soleil azuréen... ça aurait été magnifique. ça viendra, je m'inquiete pas.

Motto


jean cocteau 'yu bugün kaç kişi hatırlıyor, kaç kişi okuyor, seyrediyor, desenlerine bakıyor ama yine de cocteau cocteau'dur. ben ki imzasına hayranım, yukarda söylediğine ise tav oldum. özellikle de dün giydiğim eski ama gideri olan elbiseyi düşündükçe...
bir de cocteau twins var ki bir dönemler bulunamayan albümleri ile efsaneleşmiş olsalar da sanıyorum hiç benlik olmadılar.

Tuesday, February 8, 2011

Güzel ama embesil


Her daim beğendiğim, delicesine güzel ve seksi bulduğum insanlardan. Karşı cins ise malum geberiyor kendisine, ki çok normal ben bu halimle geberiyorum. Ancak ağır embesil insanlardan Gisele Bundchen. Daha önce biyolojik annesi olmadığı kocasının önceki sevgilisinden olan çocuk için aptallık seviyesinde "kutsal anne" lafları etti, sonra kendisi hemen doğurduktan sonra yine köyde yaşayan köylü cehaletinde manasızlıklar dillendirdikten sonra da şimdi de güneşten koruyucu güneş yağlarına karşı savaş açmış çünkü cildine asla kimyasal bir karışım sürmek istemediğinden hiçbir şey sürmüyormuş. Ya bunun %100 doğalı var, içinde kimyasal olmayanı var ama evet en doğrusu zararlı güneş ışınlarının altında öylecene yatmak değil mi? Gisele, dünya güzelisin de bir o kadar da embesilsin. Ama tabii bizim buralar "böyle sevgilim olsun 100 milyar borcum olsun" mantığı ile beslendiği için sorun olmaz. Ama çüş yani, cehaletin bu kadarı.
*


"I cannot put this poison on my skin," the model said. "I do not use anything synthetic." Hmm. We can definitely understand a woman, especially a big model who is constantly photographed, not wanting to put too many chemicals on their skin. But we're pretty sure many of the cosmetics used on Bündchen in photo shoots are not all-natural. She has also appeared in ad campaigns for Nivea Sun products in the past. Why would she endorse a product she is so strongly against?

But worst of all, perhaps, is the thought of a woman going out in the sun unprotected all the time. Bündchen claims she has no need to worry about sun damage though, because she only goes out in the sun before 8 a.m. when the UV rays are weaker.

Can we call BS now? How can this bronzed beauty claim she's never gone out in the sun after 8 a.m.? What about all her photo shoots? All her tropical vacations? Her entire childhood growing up in Brazil? You mean to tell us she stayed indoors all the time while her friends frolicked on the beach and swam in pools? No way.

Naturally, dermatologists are also up in arms about a role model like Gisele making such a statement. "Sunscreen prevents damage to the skin and is of fundamental importance for the prevention of cancer. This is not any poison, when a public person makes a statement like this, it creates confusion," Dolival Loao, head of dermatology at the National Cancer Institute of Brazil told the Daily Mail.

Sunday, February 6, 2011

Never on sunday # 4

nihayet daimi seferi vaziyette olan den a.k.a. louboutain'de buluşma, stefano bombası, genova&ev bombası, prada bombası, i.k. , her zaman güldüren yeşilköy konuları, anıları, marmara sitesi'ndeki evdeki komünal hayatın yeniden yaşanılması ile geçen saatler, arabada dönerken " yaa şimdi grana-lazcan-altınbaşak yesek, yanında espresso ile", "hala roxy'nin sesinin kayıtlı olduğu kasetler duruyor mu sende?", "joel, roxy, patrick-ooo!"; güneşli pazarın amerikan sonrası durağı j.a. & f.a. ile akın balık, 2 porsiyon hamsi tava (ki daha 2 porsiyon gelse yerim), kalabalık insan topluluğu, kaçtığım pazar günü insan topluluğu ama yine de balık keyfi, "selimiye'ye bakma keyfi" demek isterdim ki romantik bir insan olmadığım için sadece öküzce "ha güzel evet" demekle yetinmemle karşımdaki j.a.'nın " nasıl bir çocuk yetiştirmişim böyle tepkisiz" söylemi; never on sunday hissiyatlı hafif bir pazar günü olsa da gidilmesi gereken garip ve duygusal bir doğumgünü kutlaması, amerikan'nin 5. katındaki hasta odası, küçük henkel şampanya derken 2 yıldır hastane odasında bitkisel hayatta belki de dünyanın en iyi insanlarından, benim çok sevdiğim h.'nin insanın içini buran doğum günü kutlaması, her şeye ve her türlü engele rağmen hayata devam edebilmek, hayatın kendisine sahip çıkmak ama en önemlisi şükredebilmek eldekilere. ya, işte böyle, hem never on sunday hem de ciddiyet, hem de şampanya keyfi hem de burukluk gözyaşlarının birikmesi. demek ki her şey "tek tip" olmuyormuş...

p.s. veuve-clicquot evine döndü!

Saturday, February 5, 2011

P.S. # 2

kabus geçen perşembe gecesi çıkartması, "ben sen bizim oğlan"nın kalabalık gözüksün getirtildiği neredeyse yoklama yapılan kar amaçsız gözüken reklam amaçlı gece, indigo mavisi elbise ile prenses lea&tomoşenko karışımı saç, esmer insanların hiçbir şekilde kırmızı ruj sürmemeleri gerektiğinin bir kez daha fark edilmesi (cidden koyu ten rengi ile kırmızı ruju birleştirmek bir de üstüne koyu kızıl "pancar" saç rengi yapmak türk kadını için büyük hata!), kaçış;
hiçbir şekilde geçmeyen sıkıcı cuma günü, gün ortasında gelen telefon, kabataş deniz otobüsü, karşı, hatay meyhanesi, çirkin ama karizmatik erkek b. , isveçli m., "kendimi içmeyiz çok diye kandırmayalım büyük açalım", manalı derin sohbetlerle isveçli ile ikili kalınca manasız lafların karışımı, "kesin olur", rock in rio II, axl, duff, eddie vedder, porch, eğlenceli güzel gece, fenerbahçe battaniyenin altında uyuyakalan galatasaraylı isveçli, üzerimde palto ile tam çıkacakken "kafama sıkar giderim" ile geçen 20 dakika, cadde'ye 2 dakikada çıkıp 10 dakikada bizim yaka...

p.s. karşı, karşılı olmayana uzak ama yine de illa oralarda oturulacaksa mümkünse cadde'ye, sahile yakın bir yerler olsun, bildiğimiz alışkın olduğumuz semtlere benzer yerler olsun. o üst taraflar, ilerisi, ataşehir vs gibi yeni yapılanmış yerler sevenine olsun, kendim için "allah düşürmesin" diyeceğim yerler.

Thursday, February 3, 2011

P.S.

Kış güneşinin pencereden bütün salona girdiği güneşli kış gününün sabahında daha bir eğlenceli, hafif şeyler yazmak istiyordum ki bugün benim için "pain in the ass" bir gün. Ağır hem de. Oysa hafif geçecekti, ödevleri vermiştim, sonuçlarına sevinmiş, ruhum da keyifliyken her şey daha bir turn it loose tadında gidecekti ki...dünyanın en gereksiz, en kendini bilmezlerinin en matah işi yaptıklarını sandıkları, en kar amaçlı, en görgüsüzlerin oyun alanının olduğu beş para etmez bir yerde bulunmak zorundayım. Hem de akşam saatinde. Nefes alıp tutmak 10 saniye sonra karşımdaki takım elbiseler içerisinde yarı ingilizce yarı türkçe konuşan varoşların yok olmasını dileyeceğim.
İntikamını soğuk yiyenlere hayranım, böyle hikayelere ise bayılıyorum. Beşiktaş dün soğuk soğuk intikamını. Biz zaten 30 yıldır beyhude çaba içerisindeyiz, o yüzden geçiyorum. Ama sabah sabah güldüm, hoşuma da gitti. Resimdeki ilanı veren kadın ise zaten intikamını yemiş bitirmiş sonra da yayıla yayıla gülmüş anlaşılan. Kadın olsam da kadınların intikam çabalarından korkan bir insanım. Herkesten her şeyi beklemek lazım. Bugün nasıl olsa bir gün ilerde yine bir şekilde karşımıza çıkıyor o yüzden ne ekersen onu biçersini unutmamalı. Ya da fani işlere geri dönmeli ve "güzel seksi şeylerden bahsetmeliyiz" yine çok da önemsemeden.
Ayrıca geçen gece R.'nin doğum gününü kutladık, pek de eğlendik Cavit'te. Özlemişiz hafta içi rakı içmeyi. Fantastik 4'lünün 2011 doğum günü macerası başladı. Oh beybi!

Wednesday, February 2, 2011

biraz bira, biraz sohbet, yıl 1969


Steve Mcqueen Hugh Hefner'e yazmış, "bir gün bira içip sohbet edelim" demiş. Kool hayatlar yaşayan insanlardan olmak kolay değil. Ayrıca ben de şu malikaneye gitmek ister, o havuzda yüzmek isteyenlerdenim sanıyorum. Sarışın olmasam da ....

Tuesday, February 1, 2011

Mısır piramitlerinin dünü ve bugünü



'70lerin sonu ile 2011'in ilk ayları... Yer Mısır, arka manzara piramitler; kimilerine göre egzotik bir tatil güzergahi, kimileri için ise dünya kültür miraslarının en önemli eserlerinden. Bugün ise panzerlerle korunan bir vaziyette.