Thursday, July 28, 2011

An itibariyle hot in the city

An itibariyle bugünlük bana ayrılan sürenin sonuna gelmiş durumdayım. Herkese iyi günler iyi çalışmalar...sanıyorum nefes almakta zorlanıyorum.

Tuesday, July 26, 2011

Yaz mevsimindeki 1 haftada neler yapılır

Dün itibariyle basit bir boya badana ufak çaplı geliştir ve başka bir şeye dönüştü. Elbette eve boya badana için iç mimar getirirse insan olacak budur. Anladığım kadarıyla sonuç bayağı bayağı güzel olacak ama 1 hafta sürecek. Yaz olunca herkes boya badanaya girişiyor sanıyorum. Çalışan olup da yapmak başka bir şey. Bazen ev kadınlarının günü çekici geliyor (ama sonrasında hayatlarının ne kadar sıkıcı olabileceğini düşünüp kaçıyorum bu düşünceden) Dün ilk gündü. Çocukken yaramazlık peşinden kazan dairesine uçup da kırdığım dişim yine kırılınca, pimapenciler eve gelince her şeyin yeri oynayınca bunalımdan bunalıma girdim. Dişi yaptırdım. Ama yine kırılabilme ihtimali olduğu için artık nihai olarak kaplama yapılmalıymış, bunu düşünmeliymişim vs. Bugün boya badana, birkaç değişiklik daha, ne o ev boyatıyoruz hem de hayvan ev sahibinin hiçbir şey yapmamasına rağmen. J.A. kool bir insan olarak "çocuğum önemli olan senin mutlu olman" olduğu için hayat kısa, bari yaşantımız güzel olsun. Ama bu 1 hafta nasıl geçecek? Göçebeyim. Bavulum hazır, diş fırçam da içinde, bir gece ansızın gelebilirim.

Sunday, July 24, 2011

27 değil 28 - amy winehouse


Öncelikle belirtmek gerekirse basit bir matematik işlemi sonucu ( 2011-1983= 28) ulaşılan rakam efsane 27 değil de 28. Ama tabii biz efsane gereği 27'ye inanmak istiyoruz. İnanmak istiyoruz ki büyük yetenekli olduğu kadar kötü alışkanlıklara da sahip olan Amy Winehouse, müziğin erken yaşta eroinden, depresyondan, uyuşturucu-alkol bağımlılığından diğer genç efsaneleri gibi 27 yaşında ölmüş olsun, 27 yaşın bir efsanevi değeri olsun. Joplin, Jimi Hendrix (ki o da 27 değil 28'inde ölüyor), Kurt Cobain gibi. Gel gör ki 2011'den kendisinin doğum yılı 1983 çıkınca 28 kalıyor. Oysa biz efsanelere, özellikle de acıklı olanlarına inanmayı istiyoruz.

Peki bizler bile, bilmiyor muyduk bu genç yaştaki müzisyenin ölümünün gelişini? Daha geçen ay biletlerini heyecanla aldığımız konseri iptal edildiğinde, bir önceki günkü konserin kayıtları internete düştüğünde ayakta duramayan, sürekli burnunu çeken halini gördüğümüzde düşünmedik mi, demedik mi "herhalde yakında ölür" diye. Ama yine de konserin kayıtlarını seyrettiğimizde, onun o iç acıtıcı yerlerde sürünen halini gördüğümüzde aklımızdan geçmedi mi "neden bu kadına bu halde iken turne ayarlıyorlar, neden doğru düzgün bir tedaviye zorlamıyorlar" diye.

İkinci soruyu aslında hemen eliyorum çünkü bağımlılık sahibi birini hiç kimse onun isteği ve iradesi olmadan herhangi bir tedaviye gönderemez. Yani elbette zorla, kolluk gücü ile vs gönderebilir ama oradan kaçmasına, orada bile kendisine bir şekilde uyuşturucu tedarik etmesine engel olamazlar. Ancak ve ancak bağımlı olan kişi bu madde bağımlılığını öncelikle kendisine itiraf edip sonra da bundan kurtulabilmek için kendisinin çaba sarfedeceği, yakınlarından destek alacağı (çabayı çevresi veya yakınları sarfedemez. etse bile bir işe yaramaz) ve ömrü boyunca bir bağımlı olduğunu unutmaması gerekmektedir. Çok zor bir şey olan madde bağımlılığını yense bile tek bir kadeh/sefer yeniden düşmesi için yeterli olduğundan hep kendisine "bir bağımlı olduğunu" anımsatmalıdır.

İşte bu yüzden de ikinci seçeneği geçip, birinciye geliyorum: neden bağımlılığının durumu, fiziksel hali bu kadar kötüyken turneye çıkartıyorlar? Para. Mo' Benjamins! For the love of money sebebiyle menajerleri, plak şirketi mümkün olduğu kadar bu halden para kazanmak isteyip zaten yakın olan ölümüne dek sonuna kadar sömürmek gerekiyordu herhalde ki yerlerde sürünen birisini oradan oraya sürükleyip konserlere çıkartmaya çalıştılar. Dünkü overdose sebepli ölümünün ardından bugün artık resmen efsane olduğuna göre herkes rahat nefes alabilir. Albümleri hep çok satacak ama dünden beri iyice fırlamıştır. Eğer şarkılarının kayıtlarını meslek birliklerinde yapımcı firma üzerine değil de kendi üzerine yapıp, isminin varisi olarak ailesini gösterdiyse ailesi telif bedellerinden muhtemelen çok zengin olacak. Çok yakında plak şirketi bir konser dvdsini hem de hd/blu-ray vs basar, satışlar patlar, önümüzdeki yıllarda -çok da gecikmeden- kısa ama belası bol hayat hikayesi filme çekilir, başrol yeni yetme ama popülaritesi yüksek şarkıcılardan birine verilir, saçlar siyaha boyanır, siyah eyeliner çekilmiş dramatik göz makyajı yapılır, skinny jeans üzerine Fred Perry tişörtlü ve tabii açık pembe satin bale ayakkabılı (evet, gerçek bale pointe ayakkabılarıydı giydiği) vaziyette afişte yer alır, bu arada 1-2 tane biyografisi filan zaten yazılır. Ki bunlardan da çok para kazanacaklar olacaktır.

İyi olanlar, yetenekli olanlar genelde erken gidiyorlar. Bir de kalpleri kırık gidiyor. Bugün yine bir yerlerde yazılmış "aşkından kalbi kırıktı " filan. Ancak erken gidenlerin asıl kalp kırıklıkları herhangi birine, aşık olunan duyulan değil de güvendikleri birilerine, çoğu zaman ailelerine, halledemedikleri ruhsal meselelerine, bağımlı eden keyif verici maddeler üzerinden sürekli kaçış noktası aradıkları pek de görülmeyen veya görülenin aslında gerçek sorunu gizlediği sorunlarına, tatmin edemedikleri boşluklarına... Ölünce badem gözlü olur derler ya, şimdi herkes onun en iyi dostu, en sevdiği, en yanında olan insan olacak. Biz de zaten uzaklarda, kulağımızdaki sesiyle mırıldananlar olacağız.

p.s. benim için ise 2008 mayıs ayındaki Cunda tatili eşittir back to black albümü demek yanlış olmayacaktır. 19 mayıs bayramı tatilinde kaçıp gittiğimizde b., isveçli m. ile beraber yolculuk boyunca arabada back to black dinliyorduk.

Dream on # 8

günlerdir (gecelerdir) uyuyamıyorum. muhtemelen havanın basıklığından sıcaklığından ama nefes alamıyorum ve çok kötü uyanıp feci antipatik birisi oluyorum. geçmesini beklerken bölük pörçük rüyalarla kalkıyorum. bu sabahki kleopatra vıı ve sezar. gerçekten şu hayatta kendimi ve bilinçaltımı çözsem herhalde mükemmel bir hayatım olacak...

R.I.P Amy Winehouse

Albüm yeni çıkmış, yıl 2006, daha bağımlılıklar artmamış, kendini kaybetme dönemi başlamamış, görünüşü ise zaten epey sağlıklı. Amy Winehouse, Back to Black.

he left no time to regret
kept his dick wet
"with his same old safe bet
me and my head high
and my tears dry..."

get on without my guy
you went back to what you knew
so far removed from all that we went through
and I tread a troubled track
my odds are stacked
I'll go back to black

we only said good-bye with words
I died a hundred times
"you go back to her
and I go back to....."

I go back to us

I love you much
it's not enough
you love blow and I love puff
"and life is like a pipe
and I'm a tiny penny rolling up the walls inside"

we only said goodbye with words
I died a hundred times
you go back to her
and I go back to



Saturday, July 23, 2011

Jöleli'nin güzelliği, resmin güzelliği


Bilenler, francophone'lar bilir ki Galatasaray Liseli'ler çoğunlukla tahammülü zorlayan tiplerdir. Manasız bir küstahlıkları, çoğunlukla da içi dolu olmayan bir güvenleri vardır. Daha geçenlerde birçok yerde gördüğüm, merhaba demediğim ama ortak birçok arkadaşımız olan, yaşına göre epeyce besili bir avukata beynimden geçen "boşver ya belki gerzek liselilerden değildir, merhaba de" lafını dinleyip 5 dakika konuşma hatasını yaptım da bir kez daha neden kendisiyle konuşmadığımı bir kez daha anladım. Kısacası övündükleri francophonie ruhuna rağmen çoğunlukla fransızca bile konuşamayan bütün günü foyer'de geçiren liselilere uzaktan bakmaya devam ederken bir tanesi var ki güzelliği, ten rengi, saçlarının jöle kıvamı, bel bölgesi şişkinliği ile yılık ve yalak konuşması ile beni benden alabiliyor. Ama tabii kendisini kıskandığım için ... Başka ne sebep olabilir ki? Ha, resmin başka güzellikleri de var tabii ama bugün nedense bu kadar yapıcı ve methiyeler düzeceğim bir günde değilim. Yine sayfa kirlendi ama çaresi yok sanıyorum

to whom it may concern # 13


beyaz gömlek, uzun kollu olup da kolları sıyrılmış gömlek, gözüken belli belirsiz kas ve tabii the devil is in the details .

p.s. erkekler kısa kollu gömlek giymemeliler.

Friday, July 22, 2011

gece # 4

hafta içi çıkması, hem de büyüklerle (çocuk kaç yaşında olursa olsun anne babası ve onların arkadaşları yanında her zaman çocuktur; değişmez), burgaz ada, barba, sahibi değişmiş bir barba, melahat doğumgünü, çok küçük kutlama grubu, yine bir 40 yıllık arkadaş insanlar grubu, j.a. & f.a., john wayne, e.u. , büş + 3 ve içilen kadeh kadeh rakılar, john wayne'den bombalar, dönüş yolundaki deniz taksi macerası, rakı içmeyen hatta hiç içmemiş ama rakı servisi yapan ardahanlı garsonlar, değişen dokular, değişen insan manzaraları, burgaz ada ve evlenme niyeti, mutlu kutlu doğumgünleri derken kadeh kadeh içilen rakılar ve sıcak bir yaz gecesinin hafifliğini hissetmek (şehre dönünceye kadar).

p.s. ama yine de öğrenmiş olduk ki bu kadar sıcak bir yaz gecesinde bu kadar alkol alınmamalıymış. neymiş çünkü uyunmuyormuş ama ertesi gün ne yazık ki gerçek hayat bizi bekliyormuş...

p.s. (2) ne şahane bir şey yahu, ebeveynlerin yanında içmek. nasıl olsa rahatsın ailenle berabersin, düşünmen gereken hiçbir şey yok.

Thursday, July 21, 2011

Hot in the city, # 2


Güneşten pek hoşlanmayan biri olarak kendimi hiç böyle bir yerde düşünmemiş olsam da suyun, denizin, mavinin, lacivertin, bikininin, tiril tiril, hafif bir yaşama halinin varlığı ve bu varlığın getirdiği bossa nova mutluluk bile ani bir değişim kararını derinden etkileyebilir. Keşke etkilese. Keşke gitsem. Keşke gidip de orada yaşasam. Mesafeymiş, uzaklıkmış, başka kültürlermiş, burada bırakılanlarmış, aileye, sevilenlere uzaklıkmış bunlar boş işler. Eğer bir şey gerçekse devam eder, boş olmaz ama yok öyle değil, mükemmel görüntünün içi boş ise değilse zaten mış gibi yaşanıp gider bir ömür boyu sürer de sürer.
... brezilya'ya gitmek, ipanema'dan, copacabana'dan denize girmek, o hafif ve serin ve tiril tiril ruh halinde olmak, bossa nova dinginliğinde yaşamak (üzerimden bikinimi çıkartmam o kadar) ...
p.s. evet evet yukarda favelalar mevcut; farkındayım oradaki sosyolojik durumu. sosyolog olarak.

Hot in the city


O kadar sıcak ve o kadar boğucu ki yaz gecelerinin hafifliği yokmuş gibi geçiyor, insanın üzerine çöküyor, insanı uyutmuyor. Geceleri bir şey yapmak, çıkmak, yemeğe gitmek, sokaklarda sürtmek istemiyor hali kalmıyor insanın. Kapanmaktan zaten hoşlanmayan ben mümkünse hiçbir şey giymemek, elbise vs ile herhangi bir temasım olmasın istiyorum. Hani tiril tiril günler gelsin dedik, eteklerimiz uçuşsun üzerimizdekiler dökülsün istedik de yine Mars'a park ettik, güneşin etkisinden boğuluyoruz.

Bu arada Billy Idol best of aldım da rahatladım, bol bol dinliyorum hot in the city diye.

Tuesday, July 19, 2011

Ağzımda dağılan

Üşenmeyip de daha becerikli bir mutfak aleti alsam ağzımda dağılan kendi doğal kreması epey mükemmel olacak ama umrumda olmadığı için bu hali de benim için zaten şahane. Hele sabah vakti kahvenin yanında. Böylece endüstriyel olandan, yapay, işlenmiş, sağlıksız, katkı maddeli olandan iyice uzaklaşmış oluyorum ki asıl derdim bu. Yoksa yemek yapmak, bu konuda iddialı olmak filan zaten umrumda değil. fıstık ezmesi. müthiş başarılıyım, nefis oldu. sorbet de keza öyle oldu. Önce olmadığını, beceremediğimi düşündüm ama aslında olmuş. Demek ki bazı şeyleri yiyememek ya da yapay tatları yemek istememek insanın kendi yapmasına sebebiyet veriyormuş. fıstık ezmesi & sorbet homemade olup ağzımda nefis bir şekilde dağılıyorlar. Aynen başka şeylerin dağıldığı gibi ...

Saturday, July 16, 2011

Denizden gelen yaz serinliği

yine birçok sevimsiz şey olurken, tatsız ve aptalca hadiseler gerçekleşirken hayat da devam ediyor. engelleyemediğimiz keyifler, hissiyatlar, gülümseyişler de oluyor. olmalı da çünkü her şeye bu kadar isyan ederken "mutlu olmamalıyım" düşüncesi de doğru değil. en azından ben sevmiyorum bu ruh halini. birey olarak yapabilecekler kısıtlı gözükürken belki de değildir, bir dokunuşla ilerde her şey değişebilir. whatever. gereksiz cümlelerden de sıkıldım. denizen gelen bir yaz serinliği var bugün. en azından benim hanemde. üzerimdeki tiril tiril kırmızı, kısa saçımın irlanda hali ile tiril tiril bir ruh halinde. o halde yıl 1975 ve wish you were here. syd barrett'a...(isteyen başkalarına da söyleyebilir)

how I wish, how I wish you were here.
we're just two lost souls
swimming in a fish bowl,
year after year,
running over the same old ground.
what have we found?
the same old fears.
wish you were here.


Friday, July 15, 2011

Özenilen tek şey

India : Oxelo Skateboards from GuilhemMACHENAUD.com on Vimeo.



- ne olmak isterdin?
anotherstar- kaykaycı.

Basit yaz gecesi yemeği



araya giren tatiller, telefonda geçen konuşmalar derken bir türlü 4'lü buluşamayan fantastik 4'lü, hepsi beyaz giymiş fantastik 4'lü, sıkıcı ve antipatik atiye sokak, kötü pekin ördeği, geçen londra seyahatinin resimleri, keçi derisinden parşömen, tiffany gümüş kaşık ve b.'den "bozdurulur mu bu? ha yok o zaman sen bana altın al, böyle sembolik gümüş kaşık filan alma" gibisinden bombalar, minik bodrum mandalinaları ve tabii yine b.'den "aaa ben şimdi çeşme'ye gidiyorum bunu kullanamam sen geri al bunu".,isveçlilikten çakıl taşlığına terfii olan m., vs derken ilk defa birbirimize girmeden sakin değil ama anlayışlı geçen bir yemek ve muhteşem bir basit yaz gecesi yemeği...

Wednesday, July 13, 2011

Helene kim ki?

Neden Helene ismi (ve türevleri) hep uzakta olan, bitmiş olan, farkında olmadan da olsa kötü olan, ayartmış olan, ortalığı uzaktan da olsa ateşe vermiş olan, fitili çekmiş olan oluyor? Filmlerde, hikayelerde, romanlarda, şiirlerde ve tabii gerçek hayatta. helene, helen, eleni, elena... Troy efsanesi ve La belle Helene'i zaten geçiyorum derdim ama yıllarca şiir sevmeyen bana İrlanda aşkına şiir okutmuş W. Butler Yeats'de karşıma çıktı. Daha öncesi de Roxy sebebiyle olur (kulüp olan değil, insan olan, eskilerden olan).

no second troy- william butler yeats,

Why should I blame her that she filled my days
With misery, or that she would of late
Have taught to ignorant men most violent ways,
Or hurled the little streets upon the great.
Had they but courage equal to desire?
What could have made her peaceful with a mind
That nobleness made simple as a fire,
With beauty like a tightened bow, a kind
That is not natural in an age like this,
Being high and solitary and most stern?
Why, what could she have done, being what she is?
Was there another Troy for her to burn?

Dream on # 7


horoz. neden bir insan rüyasında horoz görür ki? gerçi rüya tabirlerine göre müthiş harika bir hadiseymiş de neden horoz? ayrıca horoz demişken elbette fransızların meşhur le coq gaulois 'ı, robertsau'daki au coq blanc lokantası da var zihnimde. oh mon dieu!

Tuesday, July 12, 2011

Just sun-kissed

elbette yanmadan, daimi beyazlığı koruyarak sadece sun-kissed olarak geri dönüş, sanki yeni bir başlangıç, yeni bir yaşayış, yeni bir yaşam, yeni bir algılayış, yeni bir dünya gibi.

Tuesday, July 5, 2011

Güneş, balçık ve siyaset


"Güneş balçıkla sıvanmaz" atasözü aslında çok doğru da işte modern hayatlarda işin içine siyaset, topluma karşı takınılan maske girince bir şeyler bazen kaplanabiliyor, gözaltı kapatıcısı gibi ten rengine uyduruluyor. Şike, Fenerbahçe, Aziz Yıldırım vs elbette çok üzgünüm de eğer bu olay gerçekse ne gerekiyorsa yapılır, olan biz takımını seven taraftarlara olur. Hiç öyle "yok öyle gerçek değil, asla inanmam, kesin yalan" diyecek halim yok ama bu işte sadece Fenerbahçe olduğunu düşünmüyor haliyle de inanmıyorum. Eğer bu kadar büyük bir tezgahın içinde Kanaryalar varsa büyük paraların döndüğü bu sirkte hayvanlar aleminin dostlarından Aslanlar ile Kartallar da vardır, olmaması da düşünülemez. Vardır da sadece bu seferlik yırtmışlardır. Yırtanlara da, bize de hayırlı olsun. Belli ki bizim yol biraz fazla tümsekli, tali yoldan kaçma şansımız yok. Fenerbahçe de düşerse de ligden düşer yapacak bir şey yok ama başkaları istedi diye kimse herhangi birine duyduğu sevgiden vazgeçmez. O yüzden "huaa noldunuz ligden düşüyorsunuz? diye gelecek GS'lı arkadaşlara şimdiden söyleyeyim dedim düşüncemi. Budur.

Ha bir de Pennyslvania ile beraber yatıp kalkan ve tabii ağlayan kral lakabı taşıyan ( metin oktay varken kendisinin krallığı tartışılır da) yeni milletvekili Hakan Şükür var ki gerçekten de mevkiisine uygun açıklamalarda bulunmuş. "Benim çok değerli arkadaşlarım var, çocukluğumuzu beraber geçirdiğimiz. Ama ben sporculuk hayatımda hep yalnız kalmayı tercih ediyordum çünkü, çok içli dışlı olduğunuz zaman bazı şeylerden ister istemez belki tehditle belki başka şeylerle işin içinde olabilirsiniz" (sabah, 4 7 11). Ne kadar doğru değil mi? İnsan arkadaşlarını çok iyi seçmeli. Ya istemeden böyle garip bir durumun içerisine düşüverse? Hay allah!

Monday, July 4, 2011

Respect! Barry White

Bugün yani 4 temmuz 2003'de hayata veda eden Barry White'a özel saygı olsun istedim. Talihsiz bir şekilde kendisi çoğunluk tarafından soul müzisyenleri arasında Isaac Hayes, Stevie Wonder kadar takdir görmez çünkü üzerine yapışmış romantik şarkıların, aşk şarkılarının müzisyeni etiketi yapışmıştır. Oysa büyük yeteneklerden, inanılmaz bir bestecidir. Love's theme aslında 1973 tarihli de aşağıdaki kayıt 1976. Gerçekten de biraz saygı, biraz haddini bilmek lazım değil mi? Big up Barry White.

Biraz Suede, biraz Brett Anderson ve biraz da Efes One Love

aslında hala içimde kalan happy mondays konseri, e.k.'nın dediğine göre "incecik bir shaun ryder" ama her daim forever ince kısa saçlı (nispeten) brett anderson, güzel yaşlanmış bir brett anderson, boynundaki altın kolyesi, şahane gömleği, gerçekten he's the beautiful one, here they come the beautiful ones, so young so gone let's chase the dragon... bir de brett anderson'nın o mikrofonu sallayışı var ki..oy oy oy!

p.s. konserler kesinlikle + 24 olmalı, müziği dinlemek istemeyenlere ayrı bir yer oluşturulmalı, hatta o atlayan zıplayan elektrik direklerine çıkan moronları anlayabilmek için özel dedektörler icat etmeli bilimadamları. anladık yerlere yayılma, olmayan glastonbury, hyde park havasına veriyorsun parayı ve geliyorsun da biz senin 18 yaş ergen hatta post ergen zeka geriliğini çekmek zorunda mıyız?

p.s. (2) elbette bir glastonbury havası esecekti değil mi bizdeki çimlerde de? ne eksik ki bizde? kılık kıyafet gençlerde resmen bir wayne rooney'in kendi zeka seviyesindeki karısı ve yeni it-girl alexa chung karışımı kızlar, çok çılgın, çok moda ikonu kızlar. lütfen chanel çantalı kızları unutmayalım. herhalde ben chanel'in ne olduğunu, ne kadar ettiğini bilmiyorum ya da her taraf fason dolu (gerçi kapalıçarşıdaki dükkan basılmıştı, kapatılmıştı). ulan atlamaya zıplamaya, şarkılara eşlik etmeye hadi o da değil çimlerde yatmaya içip sıçmaya geliyorsun, peki neden chanel ile geliyorsun? madem var, şahane, ama o zaman o kapitone yerine biliyorsun yazlık modeller var sahile filan giderken kullanılan onu tak çık....ama yok işte, bu gençlik bu kadardır, çapı da ilerleyeceği yer de.

whatever...

brett is the beautiful one...

Sunday, July 3, 2011

"do you read me?!"


119/500 do you read me ?!

Berlin'den geldi. Bu yıl şımartıldığım bir dönemdeyim nedense. Wish list'lerim gerçekleşiyor, kıtalararası hediyelere boğuluyorum ve yüzümde gerzek bir tebessümle oturuyorum.

Aslında gelen 119 numaraları defterin garip de bir tesadüfü var çünkü şu dönemlerde "daha çok yazmam, tembellik etmemem ve yazma ile ilgili bir iş yapmam gerektiğine" dair ciddi şekilde uyarıldığım bir dönemdeyim. Gittikçe de kendi kanaatim bu duruma ikna oluyor, düşünüyor, kurguluyor. Defterin sayfaları uzun zamandır yenisine geçmeye niyetlenip de bir türlü bırakamadığım Sempé defterimi artık bıraktıracak cinste. Ayrıca her güne bir sayfa numaraları 365 sayfa. 119/500 benimdir. D.'nin Berlin'den "görünce aklıma sen geldin" diye alıp getirdiğidir. Belki de birçok şeyin habercisidir. hallelujah! do you read me?!

Saturday, July 2, 2011

Gece (çıkmadan önce) # 4

uzun zamandır özlediğim yere uzun zamandır özlediğim ama çok sevdiğim, sık göremesem de göremeden de çok sevdiğim biri ile gidiyorum. gecikmiş rezervasyon için aradığımda isimden değil de tipten tanıdıklarını düşünüp de "bence beni görünce tanırsınız" deyip " olur mu another hanım tanıyorum sizi" demesiyle cidden bir kez daha bu mekanı niçin sevdiğimi anladım.

p.s. elbette anotherstar değil another. nedense ismi bölmek diye bir şey var esnafta. yapacak bir şey yok.

Temiz pak bir Shaun Ryder, Happy Mondays


Oasis 'ten önceki Madchesta hadisesi 80'li yılların başı ile 90larda yaşanır. Bugün Liam Gallager alkolü bıraktığını ilan etmiş, ki epey bir süredir ağabeyi asıl müzisyen olan Noel Gallagher ile konuşmasalar da ilk çıktıklarında epey pis, leş tiplerdi. Entelektüel sayılabilecek, rafine Londra'lı Blur ile sürekli kavga eder, bütün sokak çocuğu halleri gösterirlerdi. Ancak Liam da, Noel da ne olursa olsun, ne yapmış olurlarsa olsunlar pislikte, sokak çocukluğunda Shaun Ryder, Bez, Happy Mondays'in yanından geçemezler. Bugün sahneye çıkacaklar. Hem de Happy Mondays olarak. Efes One Love'da. Geçen hafta E.K. buluştuğumda "biz gidiyoruz valla senden benden temiz pak Shaun Ryder'ı seyretmeye" dediğinde bilememiştim gider miyim gitmez miyim diye. Ama hala şu saatlerde şu satırları yazdığımza göre belli ki gitmiyorum. Keşke yarın Suede ile beraber çıksaydı. Haftasonu hem de iki kere bütün haftamı geçirdiğim yere gitmek kadar sıkıcı bir şey olamaz ama işte Suede olacak gibi, Bret Anderson'a niyetim daha fazla olabilir. Ama yine de temiz pak bir Shaun Ryder nedense hala ilginç geliyor. Neticede bahsettiğimiz insan Manchester semalarında çatıya çıkıp güvercinlere fare zehiri yedirip patır patır şehir sokaklarına düşmesine sebebiyet vermiş, bunu da eğlenerek yapmış insandır. Kafasının o dönem "bi dünya" değil bin dünya olduğu bir gerçek olsa da öyle birini bugün sahnede temiz görmek hoş olabilir (di). Kısmet benim için yarınaymış, bu akşam kısmetim başka.

Friday, July 1, 2011

Cuma eğlencesi # 3

Hava yaz havası ama garip bir hava; kah sağanak habercisi gri bulutlar, kah hafifce ürperten etekleri uçuşturan (elbette havaya uygun giyinemeyen benim kafama geçen balon etekler) tiril tiril esintiler derken NY, Londra ve beautiful people...Siyahın gücü. Tulumumsu ama tulum olmayan elbisenin güzelliği, omuzların çıkıklığı, toplu saçların fönsüz saçların güzelliği ve tabii mutlu ifade. Markalı logolu etiketli kılık kıyafetin gücü gece elektriklerle beraber sönse de mutlu bir yüz ve keyifli ruh halinin gücü hiçbir şekilde sönmüyor da kaybolmuyor da. Beyaz gömleğin gücü, etkisi kadında da erkekte de inkar edilemez de mümkünse erkekler de kadınlar da şöyle ortadaki Gossip Girl karakterindeki oyuncu gibi kısa bileklikli pantalonlar giymesinler. Kadınlarda ayrı kötü, erkeklerde daha da kötü. Bu durumu daha güzelleştirecek bir nesne daha var ki; kısa kollu erkek gömleği. Kısa kollu erkek gömleği + kısa paçalı pantalon. Oy oy oy! Giyenlere hayırlı olsun, benden uzakta olsun.
Studio 54'e at sırtında girmişliği, Mick Jagger'a kızları Jade Jagger'ı vermişliği olan 70lerin it-people'larından olan Bianca Jagger. Yaşlanmaya yapacak bir şey yok; yüz gerdirmelere, havyarlı altın karışımlı kremlere, kendi kanını ayrıştırıp yüze tekrar enjekte etmelere itirazım da yok. Herkesin yaşlılığı, onunla nasıl baş ettiği kendine de muhakeme başka bir şey. Acaba artan kırışıklıklarla mücadele beyin hücrelerinin etkisini mi öldürüyor bilemedim ama kimse böyle bir leopar desenli hatta leoparın bizatihi kendisi olarak sokaklara çıkmamalı. Hele hele Bianca Jagger yaşında ise asla. Mimarların, tasarımcıların dünyanın merkezinde yüksek egoları ile oturduğunu, her şeyi onların bildiğini, estetik ve güzel olanı onların belirlediğini sosyal bilimci olduğumdan mütevellit cehaletim ve kısa aklım sebebiyle hep unutuyorum ama Allah'tan Zaha Hadid gibi bu kanaati her daim hatırlatacak isimler var ki şaşıp döndüğüm yoldan geri dönüyorum (gerçi üniversite mimarlık bölümlerinin de egoda kendisini aratmayacak yapıda isimler bulunduğu için nedense unutmam hiç mümkün olmuyor). Ben kılığına kıyafetine yorumsuzum ama herhalde bu kadar büyük bir ego olmasa böylesine bir modern tablo kıyafetinde kimse sokaklara çıkamaz der geçip giderim. Ha bir de kendisinin başında olduğu Kartal Projesi vardı, eee? Az kaldı, güzellere hoş olanlara tarz olanlara geliyoruz da yolda sıkıcılık durağında biraz bekliyoruz. Ya ama ben sıkıldım bu ingiliz mankeni bu saç modeli ile görmekten kendisi sıkılmadı mı? Elbise Roberto Cavalli de gül desenleri boğdu beni desem. Margherita Missoni ve güzel Missoni elbiseler. Sevmeyeni çok olsa da ben bayılıyorum Missoni'ye. Her şeyine olmasa da yukardakiler tamamdır. Hele elbisenin üst kısmının renkleri, o geniş kollar I heart Missoni ...Pucci elbise. Güzel elbise. Ama her şeyden öte göğüs dekoltesinin güzelliği. Ama bunun için sanıyorum küçük göğüslü olmak gerekiyor. şayze!Julia Restoin-Roitfeld ile biter gider, güzelle son bulur bu garip havalı cuma eğlencesi. Bana Virginie'yi anımsatıyor kendisi (elles me manquent, mes amies) İkisini de epey beğeniyorum. Siyahın gücü, keyfin, mutluluğun, kendine güvenin gücü. Çift resimleri de birçok şeyi aslında anlatmıyor mu? Hem şöhretli takımının hem de biz sıradan insanların. Bazıları ne kadar birbirine uyumlu ve beraber iyi iken bazılarınınki maskeli balonun gerçek duygularının farkına varılmadan dışa vurumu oluyor ki, işte o haller üzücü aslında. whatever. . Sağanak geliyor, cuma bitiyor, bitsin artık bu uzun süren hafta.


Sabah güzergahı