Tuesday, December 26, 2017

Neden bebito, neden?

 Hiç bugünkü çocuklar gibi delicesine prenses olmayı istedim mi çok iyi hatırlamasam da eminim istemişimdir. Özellikle de tek kanallı 80'lerin TRT'sinde Diana ve Charles'in düğününü ekrana kilitlenerek seyretmiş bir nesilden gelen biri olarak, kesin prenses evliliğini hayal etmişimdir (veya toplumsal roller tarafından ettirilmişimdir). Gerçek hayatta ise, Diana'dan sonra yine hatırlayamacağım kadar uzun süredir "prenses" kılıklı, prenses taklitli kızlardan nefret ettiğim gibi, bu rolden ayrıca nefret ediyorum. İş yerlerinde, plazalarda olduğu gibi, sokakta da bolca wannabe prenses var ve ne yazık ki varlıkları sadece zaman kaybı. 

whatever.

Olayımız burada prenseslik değil, şu kahverenginin çirkinliği... Neden ama cidden neden??? Neden bu kadar çirkin ve iğrenç bir renk giyilir ki? Böyle garip bir bejimsi sümsük bir renk ile yanında babaanne kahverengisi. Korkunç! Kız zaten siyah bir de üzerine kahverengi amann yani...Taba rengi olur, Hermes'in, Mulberry'in kullandığı taba rengi olur ama bu ton kahverengiler kadar kötüsü az görülür. Prenses bile olsa çirkin durur. 


Sunday, December 24, 2017

Vol. - X ( veya hatırlanamayan)





Muhtemelen 10 yıl oldu ilk partiden bu yana. Ve o günden beri neler neler değişti, evrildi veya sonlandı. Bu yılki de efsane şekilde yaşandı bitti. Yani biz yine yeni yıla girdik. Şimdi ayın 31'inde tüm dünya ile bir kez daha girmemiz gerekiyor ama bizim cephede her sene olduğu gibi pre-yılbaşı partisi her türlü kalabalığı, eğlencesi, coşkusu, mutluluğu, diskosu, müziği, şampanyası ve tabii leşliği ile gerçekleşti...

Mutluyuz, gururluyuz, canım İstanbul'un parti günü saat 3'te başlayan ve ertesi gün yine öğleden sonra 3'e kadar yani 24 saat süren su kesintisine her şey olabileceğinin en iyisiydi. 

# Mutluluk... Şurası kesin ki bu yıl, 2016'nın iğrençliğinden pisliğinden sonra insanlar nisbeten daha hafif, daha keyifli daha umutlu daha mutluydu. Hemen herkesin hissiyati bu yönde bu çizgide olunca ortaya çıkan da mutluluk oluyor. 

# Payet... Zorunlu hiç değildi ama isteyene Studio 54'e gider gibi gelsin demiştim. Elbette kızlar için eğlenceli oldu, şahane oldu. İyi ki oldu. 

Evet, mümkünse yenisi bugünleri aradığımız değil, aydınlığın güzelliğin yılı olsun.... Şampanya hep olsun. 

Not: Her yerde Moet&Chandon fotoları paylaşımları var da, Moet bildiğin vasat bir şampanya. Bayağı sıradan. Onu içeceğine iyi bir Venedik prosecco'su iç daha iyi. Daha lezzetli, daha anlamlı daha ucuz. Ama Veuve-Clicquot, Louis Roederer (ki malum Cristal bu markanın), Ruinart, Dom Perignon gibi markaları mümkünse hep içelim, hep içme fırsatı bulalım.


Wednesday, December 20, 2017

Nefes Aldıran Haftasonu




kış çocuğu olmak vs yaz çocuğu olmak...

Arada kesin belirgin farklar var ama yine de çok ehemmiyet göstermemek lazım. 

Manasız bir kış çocuğu (ki Allah'tan ocak-şubat doğumlu değil) hatta Şeb-i Arus çocuğu olan #8 ile beraber gelen komik doğumgünü eğlence paketi.

Pazar gününe denk düşen bir doğumgünü günü ile yemeğin haliyle cumartesine alınışı, taaa Etiler'deki adını unuttuğum (ama yemeklerini merak ettiğim) İtalyan lokantasından bildiğimiz sevdiğimiz evimizde hissettiğimiz Cavit'e dönüş, akabinde eller havaya insanı T'nin mekanı Nan'a uğrayış, yağmur, sortie nocturne deyip doğumgünü ile hiç sabah insanı olmayan #8 ile brunch ve tabii Star Wars, patlamış mısır ile özel hazırlanmış doğumgünü eğlence paketinin sonu...

# Brunch denilen şey zor iş...Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada brunch, kahvaltı filan uğraştırıcı işler, beklemeli, rezervasyonlu, sıraya girmeli işler. Man Repeller'da bile NY'taki brunch sendromu yazılmış. Bizde de bence en komiği özellikle yazın Nişantaşı'ndaki o bazlama mı ne, onu yapan mekanın önünden caddenin başına kadar giden kuyruk mesela. İnanamıyorum resmen. En komiği de taksi şoförlerinin her seferinde "ya hanımefendi burada ne var ne zaman geçsem kuyruk, ne ki burası?" diye sorması. Gerçekten de "bazlama ne?" mesela? Veya "serpme kahvaltı", "Van kahvaltısı" nedir bunlar? Nereden türüyor, ürüyor bir de bilinmeyince "garipseniyor". Efsane ülke Türkiye, her şeyin olduğu ama hiçbir şeyin tam olmadığı ülke... Brunch'a geri dönersek de eğlence paketinin parçası olarak Star Wars'a yakın yer olsun diye aranınca ve mevsimlerden kış olunca eldeki tabii otel brunch'ı oluyor. Güzel miydi? Evet. İstisnai miydi? Hayır. Mutlu olundu mu? Evet. Eğlenildi mi? Evet. Son görüş: yani gitsem de olur gitmesem de olur ama sınırsız sushi ve istridye yemek için gidilir. Yoksa türk usulü kahvaltı için manasız, gerekiz ve pahalı. Ama evet, sushi ve istridye için olur ki sanıyorum çay içmeyen, beyaz peynir yemeyen, çiğ istridye peşinde dolaşan bir ben, bir de birkaç avrupalı turist ile uzak doğulu bakıcıydık. Onun dışında herkes sucuk beyaz peynir poğaça çay gelenekselliğine bir de ocaklarda pişen muhtelif kırmızı etleri ekliyordu. 
Brunch'ı bir yana bırakırsak, bir de çıktığı her yurtdışı seyahatinde ettiği kahvaltıdan söylenerek ayrılan, "aç kaldığını" söyleyen Türkler var değil mi? Hayır, bir insan beyaz peynir domates zeytine ne kadar yapışık olabilir? Bu kadar mı dar hayatlar? Allahım hatırlıyorum İtalya'daki otelin kahvaltısı salonunda "bu tip kahvaltıyı hiç sevmediğini neden çay beyaz peynir olmadığını anlamadığını" söylenişini, benim ruhumun çekilişini filan...Ahhhhh... bir kez daha düşününce ürperdim. 

# Star Wars... Laf eden çok etmiş de ben etmedim. Hayran olarak ben pek beğendim. Ayrıca manasız anlam yüklemelerden, romantikliklerden kurtuluş da şahane olmuş. 

# Irréversible... Güzel ama zor film. Belki anlatmak istediği vermek istediği mesaj, filmin rahatsız edici insanı zorlayan sahnelerinin arasında kaynıyor. Ve tabii tersten seyredince düşününce daha farklı seyrediliyor, daha güzel oluyor.  Ayrıca eski de film artık; nereden baksak 15 yıl geçmiş. 15 yılda neler oldu neler? Belki de en dramatiği filmde başrollerdeki Monica Bellucci ile Vincent Cassel'in çoktan boşanmış oldukları. Gaspar Noé de yani iyi ama çok zorlayıcı bir yönetmen. Gerçi bugünlerde sanıyorum daha minnoş filmler çekiyor da o manasız Seul Contre Tous filmini Strasbourg'dayken seyrettiğimi hatırlıyorum da...Aman yarabbim, bu kadar mı gereksiz zorlama olur?

Saturday, December 16, 2017

Arada Yaşananlar # 8

Bazı şeyler ne kadar uzun sürerken bazıları ne kadar kısa değil mi? Veya hiçbir şeyin aynı kalmadığı bir yerde, inatla aynı şeyi istemek... 

Kasım-Aralık arası yaşananlar, bazı hastalıklar bazı hastane ziyaretleri, eski L.A. girl yeni Yale girl E. ile yemek, polisiye haftası, bazı değişiklik peşindeki görüşmeler, J.A.'yı beklerken en sevdiğim şey bankta otururken parkta yıllar öncesinin bu sayfalarında zikredilmiş o zamanki sıfatıyla kifayetsiz muhteris adamını görmek, hala aynı loserlığı ile varlığını gösteriyor oluşu, gereksiz stresli hareketler derken ve #8'in doğumgünü kutlamaları... 

P.S. Bilmiyorum bundan 10 yıl öncesinde gerçek bir çapsız olduğunu düşündüğüm N. için bugün de kifayetsiz muhteris der miyim? Muhtemelen, belki o denli yüksek sesle düşünmezdim ama fikrimin değişeceğini zannetmiyorum. İnsanlar değişen varlıklar değiller. Uyum sağlıyorlar ve eğer istiyorlarsa gelişim gösterebiliyorlar ama değişmiyorlar. Kötü kötü, iyi iyi kalıyor. Aradaki leşlikler, çapsızlıklar şartlara sosyal konuma para durumuna toplumsal kabule göre değişiyor. Ama şunu çok iyi biliyorum ki, insanı çocuğu eğitiyor. Yani çocuktan önce etrafına ukala, yargılayıcı ve kötücül olan insanlar, zaman içerisinde kendi çocukları-doğal olarak- başkalarında görmek istedikleri mükemmellik seviyesinde olmadıkları hatta hata yaptıkları, beceremedikleri veya herhangi bir şekilde tökezlediklerinde yarattıkları hayal kırıklığı o tiplere en iyi ders oluyor. N. için de öyle olacak, belki oluyordur da. Hayat! that's life