Wednesday, November 30, 2011

Supreme

it was supreme. c'était supreme.

aynı zamanda sevdiğimiz ama buralarda bulamadığımız new york city streets markası supreme. ama it was supreme, baby.

Server Bey

Benim için Server Bey, başkaları için Server Tanilli. Benim için beraber yemeğe gittiğim, evinde brezilyalı yardımcısı ile makarna yediğim, salonunda koltuklardan daha çok yer kaplayan Cumhuriyet sayıları ile beraber oturduğum, bir yere gittiğimizde tekerlekli sandalyesi sebebiyle özel araçla gidip geldiğimiz yüksek sesli otoriter ama keyifli biridir Server Bey. Dün o da gitmiş.

Tuesday, November 29, 2011

Lure of (some) (one ) people

evet evet mesele john kennedy jr ve karısı ve birlikte yaydıkları çekicilik değil. ama evet, kennedy tamamdır; olur. evet, evet kennedy derken caroline derken çekicilik derken, peki ya ne derken kim derken? evet, evet, gözükmeyen bir başka lure de var.


Monday, November 28, 2011

Gereksiz # 6

Bazı cümleler, bazı ifadeler, bazı mimikler ve tabii bazı hal ve tavırlar o kadar gereksiz ki bu hayatta insanın gündeliğini meşgul ediyor, yoruyor.

- "çok zarifsiniz hocam." (ve türevleri olarak "çok zarifsiniz sayın müdürüm, sayın bakanım". "sayın meclis başkanım demişliği var ama onu yazmıyorum bile ama tabii yalnızken saydırıyor takkelilere)

- "yolu açık olsun" (nedense bu dizi, tv programı gibi şeyler için söyleniyor ve sahteliği ile beni benden alıyor).

- "canım" ("canıım şu faksı çeker misin? "canım nasılsın, çok zarifsin yine).

- "arkadaşım" (şöyle bir "arkadaşım"lı konuşma durumu var ki...duyduğumda tüylerim ürperiyor. iki gün önce tanıştığı biri ile normal bir telefon konuşması "canım arkadaşım nasılsın" diye başlayıp ""o senin güzelliğin" ile bitiyor. bir de "arkadaşım ne kadar yakışıklı değil mi? cümlesi var ki ara ara söylediği işte o anda gülmemek için tutuyorum kendimi. zaten televizyon anteninin sevgisi genelde erkeklere ve kendisinden çirkin, götü yere yakın ve tabii "muhtaç" kızlara dağılıyor; tehdit olarak gördüğü diğerlerine ise elbette yok)

Daha çok var da işte bu gereksiz laflar gündeliğimin tahammülümü zorluyor. Ne yazık ki saatlerimi NTV, ATV vs gibi ana medya kanallarını çekmek için deliren ama çekemeyen televizyon anteni ile beraber geçirdiğimden televizyon medya dünyasının yapaylığını görmek durumundayım. Gerçekten de televizyon anteni medyadan, bir elin beş parmağı hariç, düzgün doğru düzgün adam çıkmayacağının sanki bir göstergesi gibi.

Az kaldı.

Sabah # 5


- "it takes two to make an accident", f.s. fitzgerald, the great gatsby, ch. 3

p.s. kahveye de, fitzgerald 'a da, hamptons'lardaki yaz gecelerine tavım. her daim.

Sunday, November 27, 2011

Pazar ciddiyeti

Bugün Ayşe Hür yazmış "özür dilemek ciddi iştir" diye. Doğru. Siyaseten olduğu kadar kişisel tarih için de özür dilemek ciddi bir iş. Yok eğer özür dilemenin sorumluluğu, gereklilikleri ve tabii özür sonrası en önemli nokta olan özen gösterilmiyorsa hiç alemi yok büyük işlere girişmenin, özür filan dilemenin. Aynen sevmek gibi. Yoksa sevmek de özür dilemek de o kadar kolay ki. 1-2 kelimeyi telaffuz etmek yetiyor. Gerisi geliyor mu peki?

P.S. pazar şarkısı olsun o halde I'm so sorry... ama hatırlatmak gerekir ki şarkının asıl adı suedehead, so sorry değil. albüm de viva hate. ciddiyet. kim bilir belki daha sonra never on sunday.


Saturday, November 26, 2011

Bakamamak # 2

Biraz ayıp bir şey belki ama bazı insanlara, bazı tiplere bakamadığımı daha önce de söylemiş ve de yazmışım. İyice anladım ki bakamama durumum sadece tip ile ilgili değil. Bazı insan hallerine, bazı yansımalara, bazı nüfuz etmelere de bakamıyorum. Resmen rahatsız hissediyorum. Deniyorum, zorluyorum. Nafile. Baksam da aslında bakamıyor vaziyetteyim, kafamı çevirmek istiyorum.

Friday, November 25, 2011

Sabah # 4

Que bois-tu?
Que lis-tu?
Au petit-déjuener
Et je sais qui
Tu es

"l'élégance du hérisson", p:95, muriel barbery, gallimard, 2006

Monday, November 21, 2011

"Tema" temalı kartlar, bağışlar

Yıllar önce bana bir yılbaşı hediyesi vermişti. Herhalde 10eme'de filandık, pek de yakınlığımız yoktu ama iyiydik, tembellerin başını çeken sosyal şubesinde nedense kendisinin de derse girmediği bazı derslerde (hadi benimkisi malum da onunkisi niye hatırlamıyorum) bir şekilde tanıştığımız, karşılaştığımız, haliyle de konuştuğumuz, kendim dışında tanıdğım Bessi Smith seven birisi olarak "iyiydik". Belki çok bilinen, çok coşan, çok eğlenen, çok atlayıp zıplayan bir tip değildi. Hatta benim gibi tembeller şampiyonu hiç değildi. Aksine daha ciddi ciddi çalışan, hatta bazı derslerde stress olan, benim gibi en arka sırada oturup da hocayı delirteceğim diye herkesi delirtenlere de ara ara deli olanlardandı. Ama dediğim gibi biz bir şekilde nedense iyiydik. İşte o zaman bir yılbaşı hediyesi vermişti bana; benim adıma ağaç diktiğini gösteren bir Tema kartı. Hayatta belki de aldığım en ilginç en güzel en düşünceli hediyelerdendi.

Bugün cenazesi vardı. Aynı yaştaydık ama gel gör ki onun bugün cenazesi vardı. İlk defa sınıftan, dönemden birisi öldü. En azından benim. İki hafta hastanede kalmış, sonuç olmamış ve işte bugün cenazesi vardı. Ben kendisini mezuniyetten beri görmediğimi düşünüyordum ki söyleyenlere göre başka bir arkadaşımızın yine yıllar önceki düğününde görmüşüm. Hatta aynı masada oturmuşuz ama işte, hayatta çok garip detayları hatırlayan ben nedense ilgimi yitirdiğim şeylerde, kesinlikle blackout misali, hiçbir şey hatırlamıyorum. "SB 96 mezunları" olarak çelenk koyalım dedik, bağışı yaptık, yazıyı yazdırdık, makbuzu da bana verdiler. Neden bana verildiğini anlamadığım makbuzda ise gördüğüm TEMA Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı oldu. Özel bir tercih değildi, bilerek yaptığımız bile değildi, cenaze namazı öncesi orada dikilirken herhalde en yakınımızdaki Tema'ydı, biz de ona yönelmiştik. Ama makbuz elime tutuşturulduğunda hatırladığım şey ise özeldi, yüreğimi sıkıştırandı.

Bazı şeyleri çok önemsememek, bazılarını ise çok önemsemek lazım. Bazı insanları önemsememek, bazılarını ise her daim önemsemek lazım. Hayattayken. Sağlıklıyken. Her cenaze sonrası bunlar hatırlanmaz mı zaten? Ama işte hatırlandığı ile kalır, öbür gün hayat devam eder. Kim bilir, belki de uygulamanın zamanı gelmiştir.

Sabah # 3


a se réveiller:
espressodan yapılmış bol a cafélerde içilen kahve;
- roy ayers, everbody loves the sunshine
- marlena shaw, feel like making love
- the motherhood, soul town
- frank sinatra, this town
- antonio carlos jobim& stan getz, desafinado

oldu sanıyorum.

Sunday, November 20, 2011

Never on sunday # 17

kendiliğinden gelişen eğlenceli cumartesi gündüzü ve fantastik 4'lünün beklenmedik şekilde b.'ye ev çıkartması, I love new york, yapılamayan kek, buzdolabı üzerindeki fırın, merdane ve oklava farkı, parfüm arayışına son, %100 viskon, yemek öncesi biraz t.d., biraz sekvotka, biraz topkek m., yemek, cavit, u., yine komiklikler olaylar, "dumb & dumber ve 1 büyük" , gerçekten de 1 büyük, kazasız belasız 1 büyük atlatılması, "kinda" ve her zaman her şekilde bir yerlerde bir şey olur. illa ki. never on sunday babe.

Friday, November 18, 2011

Cuma eğlencesi # 5

Başlığı yazarken farkettim ki son iki yıldır cuma eğlencesini eskisi kadar yazmıyor veya daha da ilginci yazmayı pek hatırlamıyorum. "Blame it on beautiful people " diyeceğim ama öyle de pek değil, yine Vogue UK alıyor, yine Style.com'a girip eğlensem de, herhalde ona buna sallamaya üşeniyorum. Bugün üşenmediğim günlerden; nedense. whatever.


Madem uzun zaman sonraki ilk cuma eğlencesi olmuş, o halde güzel olanla başlasın. Dree Hemingway normalde bu kadar hoş mu bilmiyorum ama burada gayet hoş ama ondan önemlisi gayet tarz gözüküyor. Elbise güzel, kesimi güzel, saçları güzel. Bir şekilde Sicilyalı hatta Portekizli sürekli siyah ve kapalı giyinen koyu katolik dul kadınların epey şık epey tarz hali gibi ama beklenmedik de çekici.
Ya Donna Karan'nın bu acayip ve mega büyüklükteki takılarından ben yoruldum da kendisi takmaktan taşımaktan yorulmadı. Cidden boynu ağrımıyor mu diye düşünüyorum ama demek ki ağrımıyor ki yaşına rağmen mini eteği, acayip dökümlü bluzleri, yorucu etnik takıları ile yaşamaya devam ediyor. O halde diyecek bir şey yok; ama o saçları biraz kesmiş iyi olmusş. Ha bir de saçlarını bir türlü kesemeyen kadınlar var ki...İşte o da başka bir hadise. Güzel kıyafetlerin markası Rodarte'ın kızkardeşlerin biri ve tahammülü zorlayan-en azından benim- Kirsten Dunst. Elbise yani üzerindeki Rodarte elbise aslında güzel sayılır, lacivertler filan tamamdır ama o kadar açık bir mavi sarışın ve mavi gözlü birinde öyle harikulade durmayabilir. Durmuyor da. Elbise garip şekilde pazarda, t-box'ta, Zara'da filan satılan yazlık straplez elbiselerin biraz daha pahalı şık olanını andırıyor. Rodarte olmasına rağmen. İşte bazen bazı şeyleri geçmiyor, Kirsten Dunst zaten hiçbir şeyi geçmiyor.
Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü. Tamam daha tam olarak kış gelmiş, her taraf karlarla kaplı değil (ki 2 hafta önceki new york'a kar fırtınası gelmesini geçiyoruz) ama kuzey yarımkürede kış mevsime girmiş durumdayız. Ne var ki beyazı da, Marina Abramovic'i de, Tilda Swinton'ı sevdiğim için pek bir şey demeyip sadece soğuk havada sokaklara zemheri zürefası gibi çıkmanın hasta edebileceğini söyleyip bitireceğim.
Sağdaki kadın, uçuk pahalı ama basit tasarımlar yapan J.Crew 'ın arkasındaki isim ama kendisinin bir süredir dedikodu sayfalarında konuşulmasının sebebi tasarımlardan ziyade kocasını bir kadın için terk edip, yine kocasını terk eden sevgilisi ve bütün çocuklarla beraber yaşamaya başlaması. Yanındaki sevgilisi mi bilmiyorum ama siyah blazer ceket içine marin bluz kolda altın rolex tamamdır. Gözlük hariç; belki daha küçüğü daha az nörd görüneni ama bu mongol formlu olan değil.
Soldaki tasarımcı Jeremy Scott, hani Adidas için şu şahane kanatlı ayakkabıları yapmış olan, yanındakini ise bilmiyorum. Yani Jeremy Scott'un ayakkabıları pek eğlenceli de bilmiyorum kendisinin üzerindekiler fazlasıyla evlere şenlik. Yanındaki zarafetten epey uzak Kulüp Vat 69 gibi bir yerden çıkıp gelmiş görünümündeki diskotek balerini arkadaşı için ise yorumsuzum.
Diane von Furstenberg & Anna Wintour. Yazmaya pek gerek yok; tamamdır.

Ve güzelle başlayıp güzelle bitsin. Elisa Sednaoui. Sağdaki. Her yıl moda dergilerince aranılan it-girl bu kızdır işte ama bence kendisinin bu kulvardaki yolu daha sürer, kolay eskimez. Eni konu beğeniyorum. Sıradan alışıldık barbie güzellerden değil ama kendi içinde rahat güzellerden, zorlanmadan güzel olanlardan. Dore elbise güzel, kız bayağı güzel, kızın sırtı ise ayrı güzel, ayakkabıları da çıkartmış tamamdır o halde , biter gider bu hafta.

Wednesday, November 16, 2011

Dream on # 10

bir süredir (sadece kısa bir süredir ama ) dream on olarak görmediğim meandros, italya, bütün italya ama daha çok roma, kalabalık grup ama just two of us, bilekten kıvrılan gömleği, babası ve eski sevgilisinin bahsine kahkahalar atarak gülüşü, yapışıp hiç bırakmaması, roma'daki piazza del parlemento'nun önündeki lambda gösterisi (!) -ki kendi fantezi dünyama da hayranım- ile karşılaşıp resmen halka açılmamız, görülmemiz, publicly seen ve dream on... dünyam şaştı resmen sabah sabah.

ve de dünden bugüne kalan dreams are my reality...la boum ya, yıl kaç yani?

Monday, November 14, 2011

Sabah # 2

her şeye rağmen öyle veya böyle devam ediyor hayat. yapacak bir şey olmadığından, ateş düştüğü yeri yaktığından, van'a, büşra'ya, akciğer kanserinden 5 ay içerisinde ölüp giden f.s.'ye ve diğer tüm gündelik tatsızlıklara rağmen devam ediyor. o halde biz de. çünkü that's life.

Sunday, November 13, 2011

P.S. # 10

çarşambadan biten bayram tatilinin kimilerine bitip kimilerine bitmemesi, perşembenin o yeşil güzelliği, anlık bunalımlar, ertesi günün hafifliği, evrendeki 11.11.11 çılgınlığı, hala parfüm peşinde koşulan neredeyse beyhude çabalar (ama sanıyorum benzeyen bir şey bulabildim), yağan yağmur, gece safa lokantası, f.a.'nın "sizi kızlarla safa'ya götüreyim bir akşam" dileğinin porn star v'nin doğumgünü yemeğine kısmet olması, pek sevdiğim leopard lover g.'nin yemek için müthiş ayarlamaları, çabaları, 11.11.11. doğumgünü pastası, deutsche schule takımı ve takımdan yok çekenler, sekvotka, yale boy a. ve kool insan a., gerçek bir istanbul meyhanesi adabına yakışmayan çirkin ve leş hareketler (her seferinde söylüyorum; ben iyiyim de çevrem kötü), biraz t.d., biraz koridor, bana iyi günler iyi sabahlar, ertesi günün "alkolü bırakıyorum" tövbesi, nihayetinde tatilden dönen j.a. & f.a. , biraz ölü deniz tuzu, biraz petra, biraz indiana jones ve çoğunlukla "yok alkolü bırakıyorum ben", sakin pazar, never on sunday, hafiflikler, değişiklikler ama bolca blah blah blah...

"warmest regards, marilyn monroe"


" marilyn loved dom pérignon champagne and chanel no. 5, but her first charge account after she came to hollywood was at a bookstore, not a department store or a liquor store".- mm-personal , from the private archive of marilyn monroe, abrams, new york

Şaşırtıcı olanlardan, şaşırtanlardan, oksimoron etkisi yaratanlardan Marilyn Monroe. 1945 yılında üyeliğini açtığı Westwood Public Library'de bulunan kütüphane hesabındaki kitap listesinden bazıları. Neymiş, en aptal gözüken en akıllı, en sadık gözüken en adi, en cesur gözüken de en korkak çıkabiliyormuş. Ama tabii vive les clichés! Hayatımızı ve karşımızdakileri klişelere göre algılarsak her şey o kadar kolay oluyor ki, farklılıklar hakkında düşünüp yorulmaya gerek kalmıyor...

- psyhcology of everyday life, s. freud
- greek mythology, e. hamilton
- lust for life, i. stone
- the bible

Wednesday, November 9, 2011

P.S: # 9,5


başlığın 9,5 haftayı anımsatması, bayram tatilinin devam etmesi, elio/atiye sokak ve hatta sonrasına devam teklifine red, salı, soultown/this town'u bulma mutluluğu, yemek, g.g. , dubai h., hünkar, yolda toplanılan pııır & u. , "et yerim ben ya", hamsi, rakı, hünkar'ın yaşlı ama yol yordam bilen garsonları, koridor, topkek m.'nin çantada tabak ile gelmesi, türkçe şoku, bomboş yan'nın bir anda patlayacak şekilde dolması, bir anda sekvotka 'nın ortaya çıkması artık sayılamayan içilenler ve bir anda ortadan kaybolan insanlar, bir anda ortadan kaybolan telefonlar ve yine bir anda tekrardan ortaya çıkanlar, fantastik taksi şöförü, kapalı nupera, açıl(a)mayan o telefon, herhalde 38 kere çaldırılan o telefon, taksicisinden beraber çıkılanlarına kadar gecenin fantastik insanları, olayları ve sabah 03:03 ve her şeyin ertesi günkü telefon konuşmalarında ortaya çıkması, fantastik bombalar ve hayat devam ediyor.

Monday, November 7, 2011

songs and motto

- "you say you don't love me, girl you can't hide your desire, 'cause when we kiss, fire." -
fire, bruce springsteen, 1977

oh beybi !!!

P.S. # 9

cumadan başlayan tatil, uzun zamandır seyahata çıkmadığım ilk tatil, dükkanın kapandığı cuma, dükkanın mayıs sonundan beri cızırtılı yayın yapan televizyon antenini özlem gürses'in üsttekilere kıç yalayıcı, kendisi için tehlike olduğuna kanaat getirdiklerine ise otoriter e-mail denemeleri ve bunlar üzerinden yapılan geyik,, erken dönülen mahalle, gey kapılım z. ile e. 'de biraz bomonti, biraz tuborg, yarıda katılan topkek m., yemek sabahattin, strasbourg a. , the nite is young, yan, roxy, yolda taksi radyosunun 105.6'ya ayarlanması, koridor, kabus çalan karabasan, kaçış, sekvotka; artık üretilmeyen gucci eau de parfum peşinde yenisini, bir başkasını bulma peşinde cumartesi ve iş kurma peşinde cumartesi, harvey nichols'ın evlere şenlik le nez 'isinin muhtemelen asla sahip olmadığı parayı "ama böyle eksslüziv bir parfüm için 450 lira hiç de fazla değil" veya "ama sizin gibi viski-amber kokusu taşıyan floraal kokuları benimseyemez" tarzı cümlelerle kolayca harcatma çabası, hala parfümsüzlük; bayram ilk gün, tek ziyaret, anneanne sevgisi, biricik evlatlarını bırakıp petra yolundaki j.a. & f.a. ve bu daha sadece this is day 2.

p.s. ve ayrıca tattıkça kaşıklama arzusu yaratan mükemmel barbunyam, hem özgürlükçü hem türk gülben ergen'nin hem kutsal anne hem de boşanma arifesindeki şuh bakışlı pozlarının sıkıcılığı, reklamlardaki mussorgsky tınılarının önümüzdeki günlerde d&r gibi yerlerde yaratacağı orta sınıf merak fırtınası (bundan önceki merak fırtınası yine mussorgsky ile beraber "rus beşlisi" üyesi rimsky-korsakov ve şehrazat idi), radikal'de çıkan büşra'nın kolej resmi, gidemediğim "petra petra" diye üzülürken tesadüfen karşıma çıkan ve petra'da agatha christie romanı appointment with death (ne diyeyim, hayat tesadüflerle güzel-mümkünse güzeli olsun kötüsü değil) ve arkası yarın...

Friday, November 4, 2011

P.S. # 8

tam olarak göremediğim, dönüş yolunda bastıran yağmur sonucu karşıma çıkan gökkuşağı (ve hikayesi), kaç zaman sonra gerçekleşen fantastik 4'lü yemeği, mamma, malum konunun beklenenden daha az konuşulması, topkekçi m., yine bağırış çağırış bir yemek, b. ile klasik birbirmize girip sonunda gayet öpüşüp sarılıp ayrılmamız, hello kitty polaroid makinesi çığlıkları, yan masadan yanımızdan uzaklaşan ve uzaklaşırken de epeyce aşağılayarak bakan yaşı geçkin hanımefendiler, nihayet tropea hediyesini verebildiğim r. (demek ki 2 ay olmuş onu görmeyeli), değişen şeyler ile değişmeyen şeyler veya değişmeyenlerdeki şekil değiştirenler, hayat, şarap ve mide arasındaki gerginliğinin iyice yükselmesi, b.'nin new york yolculuğu için kendisinden daha fazla duyulan heyecan, beşiktaş ve egemen (ki kendisi hakkındaki beğenim belli), dönüş, dream on heart-shaped egg. that's life. gerçekten de hayat ne garip; dün kim için neler yapıyor, nelere özeniyor, nelere hoyratlaşıyordun, bugün ise ne ne oldu nasıl oldu hayatın içerisinde aktı gitti işte. ama gökkuşağı ama heart-shaped egg...



Tuesday, November 1, 2011

Keyifli bir yaz akşamından soğuk bir sonbahar sabahına:büşra ersanlı

Büşracığım,

Geçen gün haberleri seyrettiğimde pek de inanmak istemedim ama olan olmuştu ve sen gerçek olmayan bir iddia uğruna önce gözaltına alınmış, şimdi de tutuklanmıştın. Hani, tamam biz hayatlarımızda böyle şeylere alışkınız ama yine de artık, bu devirde bu çağda içinde bulunduğumuz bu sistemlerde böyle şeylerin olması geleceğe dair umutları kırıyor.

Ben de bugünlerde - yani bu meşhur kck hadisesi öncesi- seni daha doğrusu M.T.'nin doğumgününde beraber yemek yediğimiz grubu düşünüyor ve önümüzdeki günlerde sizleri o gece yemekte konuştuğumuz gibi bana çağırmayı planlıyordum.
Seni de en son o yemekte gördüm değil mi? Burgaz'da, doğumgünü çocuğu senin kolejden arkadaşın M.T.,'nin doğumgünü kutlamak için ben, sen, John Wayne, F.A. & J.A., E.U. hep beraber deniz taksiyle geçip yine fantastik bir şekilde gece geri dönmüştük. Benim telefonla nasıl Turkcell yetkilisi ile konuştuğumu hatırladın mı? Yerlere yatmıştık gülmekten. Nasıl da eğlenmiştik, değil mi? Kadro zaten bombaydı; hepsi senin bugün muzdarip olduğun sözde demokratik bir hukuk devletinin iyice demokrasiden uzak olduğu ilk çağ tanrı- devlet tutuklanmış, işkenceler görmüş ve yıllarını genç yaşlarına rağmen sevdiklerinden çocuklarından uzakta hapislerde, sürgünlerde geçirmek durumunda kalmış insanlardı, sevdiğin arkadaşlarındı. Bir de çocuk, o da ben. Hoş 30'unu geçmiş insan hala çocuk kabul edilir mi? Edilir aslında değil mi, özellikle de anne-babalarının yanında. Hele hele kendi gençliklerini mücadele peşinde geçiren, çektikleri acılara rağmen-ki burada fiziksel acıları da çok önemsiyorum- geleceğe umutla bakan, toplumun entelijensyasını oluşturan insanlar ise.

Gerçekten de ne güzel bir geceydi değil mi Büş? Buraya bile yazmıştım, ne kadar eğlendiğimizi, keyifli vakit geçirdiğimizi. Oysa bak, bugün bizi nereye getirdi; o keyifli 22 temmuz gecesinden insanın ruhunu donduran soğuk bir sonbahar gününe... İnanılmaz
değil mi? Gerçekten de nefes aldığım her ana, her güne, müteşekkirim bu topraklarda (!). Yaşadığı her şeye, her acıya rağmen insana inanan, insanlığa dair umut taşıyan J.A.'nın hayata dair tüm olumlu duygularını paylaşmak istediği biricik evladı olsam da onun da umutlu onun kadar iyimser değilim sanıyorum. Aksine hayatın adaletsiz, insanların da iyi olmadığını düşünüyorum. Schadenfreude. Senin de iyi bildiğini tahmin ettiğim şu meşhur, "başkasının mutsuzluğundan mutluluk duyma"yı ifade eden almanca kelime. Bilmiyorum, ne düşüneceğimi , neye inanacağımı. Tek bildiğim senin bu yaşta, bu konumda bu devirde böylesine saçma iddialar yüzünden orada olmaman gerektiği.

Çıkışını, adaletin herkese adil şekilde işlemesini, adaletin gerçeğe gözünü kapamamasını, vicdanı ile aklını beraber kullanmasını yani seni salıvervemesini dört gözle bekliyorum Büşcüğüm. Unutma ki Melahat'ın doğumgünündeki o grupla daha bende yemek var, mönüde foie gras & şampanya var. O yüzden her şeyin daha iyi olacağını düşünerek hiç yılma! Ha bir de Büşcüğüm hatırladın mı Paris 'te 5eme'de sinemadan çıktıktan ben sana bira ısmarlamıştım bundan çok uzun yıllar önce. 2002'nin ilk aylarıydı; benim Strasbourg'daki son yılımda M.T.'yi görmeye Paris'e gelmiş, senin de gelmenle şahane bir grup oluşturmuştuk. Ama asıl bomba ne biliyor musun, meğer beni o gün taa o zamanlardan Philippe görmüş de yolda seninle yürürken ama tabii tipik fransız olarak rahatsız etmemek için seslenmemiş. Bunu da bu yıl, yıllar sonra Paris'te buluştuğumuzda söyledi, ben de "teyzemle dolaşıyordum" dedim. whatever. Kısacası Büşracığım çıkışta içeceğimiz yeni bir bira sefamız daha olacak. Yeter ki hold tight çünkü ben ve diğerleri yani hepimiz bekliyor olacağız.
Öpüyorum.