Thursday, September 25, 2014

Dream on # 4 (Budapeşte'den sevgilerle)

Tatil ayrı şey, ev ayrı şey. Yatılan yataklar, uyanılan sabahlar, içilen kahveler, yenilen yemekler, yürünülen sokaklar, gidilen barlar, verilen siparişler, gönderilen kartlar mektuplar hepsi ayrı ayrı şeyler, ayrı ayrı haller. Tatildeki ile evdeki aynı olmuyor. Kimi gün birbirini tamamlarken kimi gün eksik kalıyor. 

Şu içinde bulunduğumuz günlerde ise benim için en fantastik olanı görülen rüyalar. İstanbul'da, evde, yatağımda gördüğüm ile tatil için gittiğim yerde gördüklerim arasında o kadar büyük farklılık oluyor ki, Rüya görmeyi seven, gördüğü rüyaları hatırlayan, kiminin gerçekleştiğine tanıklık eden birisi olarak durumun fantastikliğine şaşıp kalıyorum. İfadesi gerçekten de zor olup ama tanımlamak gerekirse "bi değişik" geçip giden yaz aylarında neredeyse hiçbir sabah gördüğüm rüyaları hatırlayarak uyanamayıp tatilde veya seyahatta olduğum her sabaha şaşırtıcı, eğlendirici, öğüt verici, hatırlatıcı yani yine bir manidar, fantastik rüyalarla uyanmış olmak bi değişikti. Oyun değişmedi, Budapeşte'de aynı şey oldu. O kadar acayip, o kadar farklı ve bir o kadar manidar rüyalar gördüm ki olan biteni rüyalar üzerinden sorgulamamaya başlamak sanki yanlış olurdu.

Sonuç: 1 # Derdim büyükmüş. Hal varoluş derdi olunca insanın ilk "anlamlıca" sorgulamaya başladığı ortaokul yıllarına kadar gider bu büyük dert hadisesi. Allah'tan dertlerin (veya büyük harfle Derdin) bugünkü hayat ile sıkıcı ve çılgın ergen dünyasındaki büyüklük çapı aynı değil. Elbette temelde bir rahatsızlık, bir ayrıklık hep var, muhtemelen de olmaya devam edecek. Önemli olan kabul ederek uzaklaşabilmek.
2 # Derdim büyükmüş ve susmamalıymışım. Özellikle de karşıdaki rencide olmasın diye çabaladığım gereksiz nezaket içine girdiğimde.

3 # Bazı davranış biçimlerini, manasızlıklarını, tutarsızlıklarını kabul edemiyormuşum. Kabul etmeyi kabullensem fena olmayacak. 

Günün sonunda rüyalar üzerinden tahlil sadece kıçın açıkta kalmasından daha derin çıktı. Bir Freud kadar olmasa da. 



Tuesday, September 23, 2014

Motto # 3 (hem de en büyük harflerle)

Ama öyle değil mi zaten? Hayatta özellikle de gündelik hayatta, sosyal hayatta öyle huysuz, aksi, suratsız, sevimsiz, sinirli, "ciddi insanım ben" tavırlı olmamak lazım. Ha, olabilir tabii, neticede paşa gönlü bilir ama sonuçlarına da katlanır. Artık her türlü çirkefliğin, adiliğin, sevimsizlğin kendi başına gelmesi mi olur, davranışları yüzünden etrafındakileri kaybetmek mi olur, başka şeyler mi olur bilinmez de, işte çekmek, çağırmak diye bir sey var. Var, var. Görüyorum ben. Iyi bir şey görmek. Hem başkasında. Hem de kendinde. Aynaya bakmak önemli, işe yarıyor-çoğunlukla-. Bu arada yazan da Banksy imiş, iyi mi?

Monday, September 22, 2014

Le retour # 4

j.a.'nın doğumgünü için ailecek gidilen budapeşte, aradaki mesafenin sadece 1,5 saat oluşu, değişik otel bize pek uymayan otel, öncesinde çalışılan adresler, lokantalar, kafeler, müzeler, semtler, sokaklardaki çiş birikintileri, erken içmeye başlayan macarlar, en ufak bir soruya dünyanın en önemli sorununu çözmeye yardım ediyormuşcasına cevap veren ilgilenen macarlar, yenilen domuz sosisleri, salamları, içilen biraları, müthiş tokaji şarapları, şehrin her tarafındaki puskas resimleri, formaları, f.a.'nın, onun yaşındaki her futbolseverin olduğu gibi, puskas aşkı, taksi şöföründen sosiscisine kadar herkesle puskas konuşması, kızların güzelliği değil de kendileriyle olan barışıklığı, rahatlığı, sokaklarında genç veya yaşlı farketmeden her çiftin keyifle öpüşmesi, müzelerin güzelliği, kitapçılarının neredeyse tarifi imkansız albenisi,  pazarların çekiciliği, şehirdeki çoğu binanın köhneliği ama aradaki bazılarının muhteşemliği, new york café, gerbaud gibi yerlerin en az 100 yıllık geçmişleri olması, karpatia etterem 'deki doğumgünü gecesi kutlamasında j.a.'nın pek mutlu olması, hiç benlik bir şey olmayan çigan çalgıcıların onun tepesinde değil de ne yazık ki benim tepemde çalması, yemeklerin garsonların tam anlamıyla kutlamaya uygun olması, günün sonunda bir şekilde her şeyin her şeye rağmen mutluluk verici olması derken le retour ... bir sonrakine kadar. 

p.s. budapeşte gerçekten güzel şehir ama doğu avrupa anlaşılan benlik bir yer değil. fazla melankolik, fazla şiirsel, fazla spleen duygusu uyandıran yerler. elbette tüm bu özellikleri ile f.a.'ya çok uygun. e belli zaten, daha iki ay önce gittiği bir yere bir insan bu kadar kısa bir süre sonra yine gidiyorsa belli sevmiştir.

p.s. (2) avrupa'da, rusya'da sokakta içmek, sokakta işemek çok yaygın bir şey olsa da herhalde budapeşte'deki kadar çiş kokan bir şehir görmedim. ama yine de alkolik bir toplum mu yoksa yobaz bir toplum mu denirse kesinlikle alkolik olması tercihim. elbette her ikisi de çökertici ve sağlıksız bir durum toplum açısından ama yobaz olacağına alkolik olsun. 

p.s. (3) en çok akılda kalan...herhalde kitapçıları daha doğrusu eski kitapçıları, sahafları. her yerde her sokakta. hala okuyan, kitap satın alan insanlar.
 

Monday, September 8, 2014

Eski Türkiye (Açık) Yeni (Sarı) Desene !

Ne kadar sıkıldığımın tarifi zor. Her gün bir olay, bir felaket, bir kayırma, bir yalakalık neticesinde gelişen çirkinliklerin hüküm sürdüğü bir ülkede geçip giden hayat. Gülsen hissettiğinin bir garip, delirsen delirdiğin ile kaldığın bir yer. 
Artık yeniymiş, öyle diyorlar. Demek ne kelime, resmen böğürüyorlar, her yerde büyük harflerle etiketliyorlar, "oh be rahatladık bu yeni Türkiye bir harika dostum" nidaları ile çığırtkanlıkta çığır yapıyorlar.

Peki anladık, yeni ve şahane bir ülkedeyiz. Her şey çok güzel de eskisinden daha kötü ve daha vahim bir durumda olduğu nasıl açıklanacak? Eskisi belki çok matah değildi, yaşattığı derin acılar vardı, köhne yapısı hayatı felç edebiliyordu da hiç bu kadar çiğ, bu kadar cahil, bu kadar ucuz, bu kadar kötü niyetli, bu kadar rezil, bu kadar çirkin olunmamıştı... 

... kayıtsızlıktan ölen madenciler, şirketlerin korkunç para hırsı sebebiyle ölen genç işçiler, ota boka "darbe yapılmak istendi" saçmalığı ile masum insanlara açılan davalar, cehaleti ile ortalıklarda çıkıp kanaat önderi gibi konuşan gazeteci, manken gibi tiplerin gülünç ve acıklı halleri, istedikleri okullara gidemeyen eğitim hakkından mahrum edilen çocuklar, yağmur yağdığında sele dönen devasa köy-şehirler ve bundan kendisine hiç pay çıkarmayan pişkin belediye başkanları, şehirleri çirkinleştiren iğrenç inşaat manzaraları, kaba saba konuşan kelli felli adamlar, kocaları sevgilileri tarafından hunharca öldürülen kadınlar ve alınmayan tedbirler ...

Bitmedi. Bir süre daha bitmeyecek. Sözde yeni olan eskisini mumla aratacak kadar sıkıcı ve çirkin. Ben almayayım ve alana da "doğumgünü kutlu olsun", benden uzakta olsun. Tek bildiğim bu sürecin inanılmaz sıkıcı, sahte, mış gibi ve cahillik dolu olduğu. 

Keşke eski açık sarı dese, ona bile tavım... 

Saturday, September 6, 2014

Arada yaşananlar # XI

Tembellik böyle bir şey işte. Birçok konu, mevzu, fikir olmasına ve bunları yazmak için belirgin bir istek duyulmasına rağmen işi bir bir şekilde tembelliğe vurup, "nasıl olsa arada yaşananlar var, yazarım işte oraya" diye düşünüp geçiştirmek. Oysa neler neler var ...

hala sıcak hava, eylül sıcaklığı, illa ki "yaz bitti" başlıklı, temalı yazıların her taraftan kendisini göstermesi, çok uzaklara gidip de bizi neredeyse unutan çin fatihi f.a.; hafta içi daha da keyifli olan karaköy lokantası ve i.k. & rey. ; biz neredeyse açıldığı günden bu yana gayet türkçe telaffuzunu kullanırken herkesin örbın demesine şaşkınlıkla baktığımız urban ve fuket, bisikleti ile bizi şaşırtan amstrong # 8; karşı günü cumanın gelmesi, nikah günü, kadıköy evlendirme, isveçli, ilginç nikah memuresi, adını hiç hatırlayamayacağım selamiçeşme cadde pizzacısında kutlama ardından m.m. & t. ile papermoon coşması, eğlencesinin ertesindeki değişik sakinlik, dinginlik; gidip de katılamadığım ama gidip de katılmayı çok çok istediğim a.ç. 'nin çeşme düğünü, pharrell'e yaklaşmanın heyecanı ile arada yaşananlar...radyo günlerini, mutluluğunu, nikah tebriğini, resimlerini unutmadan geçen günler.