Saturday, December 31, 2011

Adetten

Dediğim gibi biz geçen cuma zaten bendeki yemekte yeni yıla girdik, hopladık zıpladık coştuk da yine de kutlamak gerekiyor herhalde. Bugün. Yani olması gereken günde. Zorlama eğlence olduğu bir gerçek de insanoğlu işte umut ediyor. Eğlenmeyi, coşmayı, ileriye gitmeyi. Ya da...

Bonne année diyeyim de yarın yeni gün yeni yıl hemen gelsin üzerimdeki kutlama baskısı kalksın yaşanılan yenilikler zaten yaşanmaya devam etsin... oh beybi!!!

Thursday, December 29, 2011

Adım adım

galiba. dün. adım adım. çıkarken. gülmekten yerlere yattıran bir o kadar afallatan hareket (i) .

Wednesday, December 28, 2011

Dream on # 11

Genelde fantastik ve eğlenceli rüyalara sahip olsam da nedense son iki gündür fantastik ve ıslak rüyalarımı çok sıkıcı ve çok irite edici vaziyette uzak durmak istediğim, değil fiziksel olarak beğenmek, bildiğin midemi kaldıran insanlarla paylaşıyorum. O kadar rahatsız edici bir şey ki rüyaları istenmeyenlerle yaşamak...Oysa dream on ne kadar fantastik ne kadar eğlenceli idi. Geri dönsün her şey...

Pharell Williams'a ayrıca hayranım!

Sunday, December 25, 2011

Motto # 9


orson welles- "we're born alone, we live alone, we die alone. only through our love and friendship can we create the illusion for the moment that we're not alone".

demek ki koskoca frank sinatra da olsan, resmin çekildiği şu 60ların ortasında şöhretin zirvesinde de olsan mutfakta böyle tek başına sandviçini yiyorsun işte bir şekilde bir zamanda. oluyor böyle şeyler. orson welles de söylemiş zaten.

Pre "ve beklenen gece" & Post

"pre- ve beklenen gece"; aslında kıpır kıpır geçen bir hafta, birçok açıdan gereksiz bir iş haftası, brüksel sonrası koyu siyah çikolata hadisesi, j.a. ile SALT daveti, televizyon anteni'nin sibel can bakışlı buğulu resimlerine talihsiz bir şekilde rastlayış ve insanın kendi bilgisayarında kendine hayran hayran bakışa şaşırış (ama televizyoncudan adam çıkmaz savını burada bir kez daha görmüş oluyoruz), cuma ile yağmurun soğuğun gelmesi, yemek öncesi hazırlıklar öncesi pek de münasebetsiz saatler arasında mimar sinan fındıklı'ya yaşar kemal fahri doktora ödül törenine uğrama hatta 2 saat geçirme hali, dönüp de telaşla koşuşturma ile "ve beklenen gece"ye hazırlanma, ucu ucuna yetiştirebilme, "ve beklenen gece",
post "ve beklenen gece"; her türlü
vandaglamour sonrası döne döne gidilen yan, yan'da rastladığımız pek sevdiğim pek özlediğim london boy e., ne yazık ki sakallarını kesmiş london boy e., geceden erken kopan ve evde horul uyuyan üzerine kapıyı kilitleyip bir de üstüne alarmı kurduğum m., ertesi sabah gece olmuş her şeyi uzaydan gelmiş gibi dinleyen bir de üzerine şaşırdıkça şaşıran m., "dün gece kahve yapmayı denedim ama beceremedim tabii senin anlamsız kahve makinenle", gaudron tereyağını zorla yedirmem, ikea josephine bozması koltuğun rahatlığı (ama gerçek josephine isteğim baki), m.'den "yalnız doğup yalnız ölüyorsun" gibi bomba bir laf, pek güzel gri sweatshirt ile çekilen pek güzel bir resim, biraz td, biraz zanzibar, kurt cobain b., aylardır ilk defa sakin bir cumartesi gecesi uykusu ile uykudan şiş ötesi bir yüz ile uyanmak, never on sunday ve artık yemek yemeğe son vermeliyim

sahi, biz yılbaşını muhteşem şekilde kutladık. şimdi bir kez daha mı kutlayacağız? epey manasız oldu bu.
whatever


Saturday, December 24, 2011

Ve beklenen gece


fantastik 4'lü yemeği olarak başlayan zamanla genişleyen, ara ara bazı elemanların değiştiği ama temelin hep aynı kaldığı artık gelenekselleşen pre-yılbaşı yemeği, yorucu ama mutlu eden hazırlığı, pek değişmeyen mönü, pek pişmiş "yemek" içermeyen mönü, pek geleneksel olmayan ve modern ama geleneksek yapılı türk ailesi masasına uygun olmayan bir mönü, fantastik 4'lü, r.'den önce nişantaş'tan 5 dakikada gelen kool insan sevdiğimiz şahsiyet k., bayrampaşa'dan "istanbul'a hoşgeldiniz" tabelalarını görerek gelen julius sezar, eve ilk defa gelen g.g., yağmurdan ıslanmış bir adet "yale paşası", a., yağmurdan ıslanmış vaziyette ama fönlü saçları bozulmamış şekilde girişini yapan t., elbette sekvotka, elbette k. sisters, hatta girdiğinde "bu ne biçim parti ses yok müzik yok" diyen büyük k. sister ve nihayetinde herkesten sonra gelen, mönüme itibar etmeyen kalbimi kıran ve "yemek yiyip öyle gidelim" diyen pornstar v. & leopard lover g. ile en az 7 şişe şampanya, cava, prosecco'ya ek olarak muhtelif şaraplar, votka, viski, hemen hemen hiç dokunulmayan tuborg gold, biraz enginar, biraz muhammara, elimden kayıp düşen kırılan camlar, g.g.'nin inanılmaz güldüren, ehemmiyeti ise yaşanan tesadüflerle çakışınca iyice büyüyen hediyesi, mükemmel bir dekoltesi bulunan siyah ipek gömleğin altındaki yıldızlı eteğim, geceden erken kopan m., dans müzik eğlence, remedy sevgimi paylaştığım bebişim e.k., ve tabii biraz the smiths, biraz dee edwards, biraz stevie wonder, biraz michael jackson, biraz londra sokakları anılı you gotta show me love, derken gecenin ortasında her daim hatırlanacak, anılara hafızalara kazınan vandal bir hareketin geceyi en azından hissedilen mutluluk coşkulu duyguları etkilememesi ile yan'da biten gece.

* doğru, vandal bir grubun vandallığa geri dönüşünün yaşandığı bir gece oldu. galiba çete olarak hepimiz vandalız. yine de vandalizme övgü ürkütücü bir şey.

* gey kapılım z. parmağıma yüzüğü taktı. aile kuyumcularının kutusundan çıkarttı ve artık resmileştirdik ilişkimizi. oh beybi!

* ertesi gün m. ile evin her tarafından çıkan şampanya tıpalarına şaşkın şaşkın bakmamız dışında asıl şaşırdığım televizyonun üstünde duran bir kalıp zeytinyağ sabunu oldu. " ama neden ki" diye düşünmeyi mutfakta bekleyen onlarca içki şişesini gördükten sonra bıraktım.

* davet sahibi olarak haliyle yemek yiyemeyip şampanyaları şarapları içince gerçekten de sonuç blame it on the champagne

* foie gras denilen şey sözde fransız ambargosunu en derinden delen yiyecektir; şampanyayı saymıyorum bile.

* kartpostal hediyem. herkes nasıl da zibidi, nasıl da zırtapoz, nasıl da komik. ve o yüzden bu kadar eğlenceli. ama en bombası tribal b. ; hem tribal hem de zırtapoz. ama o artık uzun saçları ile bir kurt cobain .

* vandal olduğumuz kadar glamour da olabildiğimizden gecenin sonucu, özeti vandalaglamorous ' dur.

Thursday, December 22, 2011

Sabah temennisi

En bomba temenni G. aka Leopardlover'dan geldi: "o halde ben seni JFK John F Kennedy havalanında hayal edeyim".

Aynen. Çok mersi!

Wednesday, December 21, 2011

Tesadüf mü, komik mi, ruh hali mi?

Bilen biliyor işte New York State of Mind duygumu. Son zamanlarda ise NY diye doydum da doydum. Önce eski sevgilim B. , NY dönüşü, ardından da Géraldine "bu da Moma hediyen" diye I heart NY dünyasına attılar beni. Ve tabii vurucu atış Kennedy'den geldi, yemekte ağzım açık kaldı, toparlayamadım da, gerzek gerzek " aa billy joel new york state of mind" gibi laflar ettim. Allahtan başkalarına demiştim de kendi kendime tesadüfe inanan ben olmadım.

yes, I heart ny .


Tuesday, December 20, 2011

Detay

"... Helene said a frenchman should not stay unexpectedly to a meal particularly if he asked the servant beforehand what was for dinner. She said foreigners had a perfect right to do these things but not a frenchman and Matisse had once done it. So when Miss Stein to her Monsieur Matisse is staying for dinner this evening, she would say in that case I will not make an omelette but fry the eggs. It takes the same number of eggs and the same amount of butter but it shows less respect and he will understand..." The Autobiography of Alice B. Toklas, Gertrude Stein, p.8

gerçekten de böyle detayların fark yarattığı anlar, ilişkiler yaşamak istiyorum. "büyük resim" diye bahsedilenden de, çoğunluktan da zerre hazzetmiyorum.

Monday, December 19, 2011

to whom it may concern # 19

tek bir detaydan ötürü. hayır, kaykay değil. şaşırtıcı olacak ama gerçekten de dikkatimi çeken detay kaykay değil (ayrıca bu longboard, ki sevmiyorum).

Motto # 8

- " if you have to do something, do it graciously", the autobiography of alice b. toklas

söyleyen alice b. toklas 'ın babasıymış. brüksel yolunda okurken beynime kazınan oldu. kulağıma kazınan ann peebles- old man with young ideas ile beraber.

Diş fırçası; kaldığı yerden!



brüksel, bıraktığım diş fırçasının yeni evinde de yer bulması, gidiş yolculuğundaki çirkin takım elbiseli gri pasaportlu bürokratlar, soğuk hava, kara iklimi soğunun özlemi, hatırlanışı, katerina, konstantinos, géraldine, nico, geçen seneden bu yana iyice büyümüş ve birer minik şempanzeye dönüşmüş mimi&loulou, her gün her öğün neredeyse içine düşüp de çıkamadığım şampanya, neredeyse sadece şampanya, louis roederer beats moet&chandon and veuve-clicquot , creme de la vacherie, vintage hotel'de kahvaltı ve bir türlü beceremediğim oeuf a la coque, brigittines-steak tartare, dergi kapaklarına çıkan "genç şef" nico , cafe des spores, la buvette, rouges tomates ve fantastik ötesi garsonları, yılın yağan ilk karı, yemekleri de kendisi de pek güzel olmayan etiquette, paris'ten 1 geceliğine gelip de deli gibi mutlu eden virginie , melek kanatları, zadig&voltaire manasızlığı, "old man with young ideas", supreme hediyeleri ve özetle yine ve yine şampanya ve yemek. vive l'hédonisme!

p.s. gerçekten de yeni eve geçseler de diş fırçası yine banyodaydı. tam kızlarınkinin yanında. gerçekten de am I fuckin' lucky or what?

Tuesday, December 13, 2011

Diş fırçasına doğru, kuzeye doğru

En son dönerken diş fırçamı bırakmıştım. Çocukların banyosunda. Şimdi geri dönüyorum. quel bonheur!

büyüyen çocuklar, ev değiştiren géraldine & nico, brüksel'e yerleşen katerina ve konstantinos ve adrianos, 1 geceliğine paris'ten gelecek olan virginie ve bira ve moules & frites ve steak tartare ve yine bira ve yine biz, yabancı olmayan "yabancı aile" mutluluğu.

Thursday, December 8, 2011

Wish list # 4

Tamam dahi, tamam pek şahane pek Louis Vuitton da hiç benlik şeyler yapmayan tasarımcılardan Marc Jacobs. Ancak aşağıdaki şaka herhalde. Yani herhalde şaka demek istiyorum. Ne çok trashy, ne çok agent provocateur, ne çok babaanne, ne de "artık kutsal anne olmuş iyi aile kızının" seksi olmasını umduğu çamaşırı gibi. Başlı başına, yorumsuzca doğallıkla seksi. Siyah ince askıların güzelliğini ise zaten geçiyorum. Yakası kesik sweat-shirtlerin omuzdan çıktığını düşünmek bile oh beybi diye düşünmeme yetiyor.

- " seviyorum sweat-shirtlerin yakasını kesmeyi, köprücük kemiklerimin gözükmesini filan, bayılıyorum".

- "anladım, güzelmiş".

Wednesday, December 7, 2011

Heyecan var mı heyecan?


Tamam tamam elbette biliyoruz ki bu formalar bugünkü Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin formaları değil ama işte sarı lacivert benim için kafi, öteki takım ile zaten ilgilenmiyorum. Ayrıca heyecan desen, hissedilen yarım yamalak bir şey, oynan futbol desen ehvenişerden hallice, hava desen bombok, maç günü desen haftanın ortası çarşamba yani ne anladım ben bundan. O yüzden coşkusu da keyfi de heyecanı da az bir derbi bu.

Ama diğer mevzudaki heyecanım baki. aman allahım.

p.s. bugün cantona 'nın istanbul'daki resimlerini gördüm. eric le roi, je t'aime sanıyorum.

to whom it may concern # 19

benimdir o gömlek. lacivert kazağın içinden çıkan kolları kıvrılmış kot gömlek.

Tuesday, December 6, 2011

Yorum

Uzun zamandır beni en çok güldüren yorum telefon hatlarının bence kesinlikle çalışmadığı Tayland'daki E.K.'dan geldi: "adam pro!". Gerçekten okurken yerlere yattım gülmekten. Haliyle. Burada yıllara yayılmış bir hayat, insan ilişkileri, hatta resimlerin, bilgilerin gazetelere çıkması takipler sözkonusu. adam pro!.

p.s. pro mro ama beklenen cevap paragraf şeklinde geldi.

Monday, December 5, 2011

Sabah # 6


- "I've been drunk for about a week now, and I thought it might be sober me up to sit in a library"- f.scott fitzgerald, the great gatsby

Sunday, December 4, 2011

Gece # 9

oysa her şey cumartesi gününün çalışma günü olarak başlamıştı ki birden her şey değişti, sıradan bir cumartesi eğlenceli bir cumartesine döndü ve geriye keyif kaldı, beklenmedik karşılaşılanlarla yapılanlar kaldı... "yeni hayat un fabrikası" sahibi c.a.'nın bıraktığı zenith 1955 saatinin tamir takibi ardından groove, t.d., "hadi eve gideyim" derken sekvotka'ya bir mesaj derken, bomonti, jameson derken, juno derken, yemeğe gelen j.a. & f.a. derken, masadan kalkmayan kalkmasını istemediğim sekvotka, genişleyen masa, bir anda j.a. & f.a.'yı ziyarete gelen fantastik 4'lü, julius sezar, kool insan sevdiğimiz şahsiyet k., yine sürprizlerle çıkan artık kadıköy insanı olan b.ü., salon insanı b.ü., neredeyse kendi evlatları gibi sevdikleri diğer evlatlarını görmekten pek mutlu olan, pek mutlu ayrılan j.a. & f.a., bir anda herkesin gitmesi masada sadece topkek m. ile başbaşa, konuşulanlar, yorumlar, "e gidelim", koridor, taşınan hayvani ağırıktaki gündüz çantaları, ayrıca bir de plak, ayrıca bir de president tereyağ, yine koridor'daki kötü içkiler, kötü biralar, yine sekvotka, yolda yine 105.6, biraz yan, no roxy ve fantastik güzellikteki bir gece. hallelujah!

m.- sana bundan sonra öküzcan diyebilir miyim?
a.- peki
m.- şahane! naber öküzcan?

*
gecenin cümlesi ta başından beri:
sekvotka- o son viskiyi içmeyecektin!

Thursday, December 1, 2011

Sabah keyfi # 4

Mutfakta görüp görüp nedense sinir oluyor, atmayı düşünüyordum. Bilenin bildiği good things happen over coffee yazısı. Az önce tekrar gözüme çarptı boş boş bakarken ve bir anda gerçekten de good things happen over coffee olduğunu idrak edip durdum güldüm. Gerçekten de öyle galiba. Çıkıyorum.

Wednesday, November 30, 2011

Supreme

it was supreme. c'était supreme.

aynı zamanda sevdiğimiz ama buralarda bulamadığımız new york city streets markası supreme. ama it was supreme, baby.

Server Bey

Benim için Server Bey, başkaları için Server Tanilli. Benim için beraber yemeğe gittiğim, evinde brezilyalı yardımcısı ile makarna yediğim, salonunda koltuklardan daha çok yer kaplayan Cumhuriyet sayıları ile beraber oturduğum, bir yere gittiğimizde tekerlekli sandalyesi sebebiyle özel araçla gidip geldiğimiz yüksek sesli otoriter ama keyifli biridir Server Bey. Dün o da gitmiş.

Tuesday, November 29, 2011

Lure of (some) (one ) people

evet evet mesele john kennedy jr ve karısı ve birlikte yaydıkları çekicilik değil. ama evet, kennedy tamamdır; olur. evet, evet kennedy derken caroline derken çekicilik derken, peki ya ne derken kim derken? evet, evet, gözükmeyen bir başka lure de var.


Monday, November 28, 2011

Gereksiz # 6

Bazı cümleler, bazı ifadeler, bazı mimikler ve tabii bazı hal ve tavırlar o kadar gereksiz ki bu hayatta insanın gündeliğini meşgul ediyor, yoruyor.

- "çok zarifsiniz hocam." (ve türevleri olarak "çok zarifsiniz sayın müdürüm, sayın bakanım". "sayın meclis başkanım demişliği var ama onu yazmıyorum bile ama tabii yalnızken saydırıyor takkelilere)

- "yolu açık olsun" (nedense bu dizi, tv programı gibi şeyler için söyleniyor ve sahteliği ile beni benden alıyor).

- "canım" ("canıım şu faksı çeker misin? "canım nasılsın, çok zarifsin yine).

- "arkadaşım" (şöyle bir "arkadaşım"lı konuşma durumu var ki...duyduğumda tüylerim ürperiyor. iki gün önce tanıştığı biri ile normal bir telefon konuşması "canım arkadaşım nasılsın" diye başlayıp ""o senin güzelliğin" ile bitiyor. bir de "arkadaşım ne kadar yakışıklı değil mi? cümlesi var ki ara ara söylediği işte o anda gülmemek için tutuyorum kendimi. zaten televizyon anteninin sevgisi genelde erkeklere ve kendisinden çirkin, götü yere yakın ve tabii "muhtaç" kızlara dağılıyor; tehdit olarak gördüğü diğerlerine ise elbette yok)

Daha çok var da işte bu gereksiz laflar gündeliğimin tahammülümü zorluyor. Ne yazık ki saatlerimi NTV, ATV vs gibi ana medya kanallarını çekmek için deliren ama çekemeyen televizyon anteni ile beraber geçirdiğimden televizyon medya dünyasının yapaylığını görmek durumundayım. Gerçekten de televizyon anteni medyadan, bir elin beş parmağı hariç, düzgün doğru düzgün adam çıkmayacağının sanki bir göstergesi gibi.

Az kaldı.

Sabah # 5


- "it takes two to make an accident", f.s. fitzgerald, the great gatsby, ch. 3

p.s. kahveye de, fitzgerald 'a da, hamptons'lardaki yaz gecelerine tavım. her daim.

Sunday, November 27, 2011

Pazar ciddiyeti

Bugün Ayşe Hür yazmış "özür dilemek ciddi iştir" diye. Doğru. Siyaseten olduğu kadar kişisel tarih için de özür dilemek ciddi bir iş. Yok eğer özür dilemenin sorumluluğu, gereklilikleri ve tabii özür sonrası en önemli nokta olan özen gösterilmiyorsa hiç alemi yok büyük işlere girişmenin, özür filan dilemenin. Aynen sevmek gibi. Yoksa sevmek de özür dilemek de o kadar kolay ki. 1-2 kelimeyi telaffuz etmek yetiyor. Gerisi geliyor mu peki?

P.S. pazar şarkısı olsun o halde I'm so sorry... ama hatırlatmak gerekir ki şarkının asıl adı suedehead, so sorry değil. albüm de viva hate. ciddiyet. kim bilir belki daha sonra never on sunday.


Saturday, November 26, 2011

Bakamamak # 2

Biraz ayıp bir şey belki ama bazı insanlara, bazı tiplere bakamadığımı daha önce de söylemiş ve de yazmışım. İyice anladım ki bakamama durumum sadece tip ile ilgili değil. Bazı insan hallerine, bazı yansımalara, bazı nüfuz etmelere de bakamıyorum. Resmen rahatsız hissediyorum. Deniyorum, zorluyorum. Nafile. Baksam da aslında bakamıyor vaziyetteyim, kafamı çevirmek istiyorum.

Friday, November 25, 2011

Sabah # 4

Que bois-tu?
Que lis-tu?
Au petit-déjuener
Et je sais qui
Tu es

"l'élégance du hérisson", p:95, muriel barbery, gallimard, 2006

Monday, November 21, 2011

"Tema" temalı kartlar, bağışlar

Yıllar önce bana bir yılbaşı hediyesi vermişti. Herhalde 10eme'de filandık, pek de yakınlığımız yoktu ama iyiydik, tembellerin başını çeken sosyal şubesinde nedense kendisinin de derse girmediği bazı derslerde (hadi benimkisi malum da onunkisi niye hatırlamıyorum) bir şekilde tanıştığımız, karşılaştığımız, haliyle de konuştuğumuz, kendim dışında tanıdğım Bessi Smith seven birisi olarak "iyiydik". Belki çok bilinen, çok coşan, çok eğlenen, çok atlayıp zıplayan bir tip değildi. Hatta benim gibi tembeller şampiyonu hiç değildi. Aksine daha ciddi ciddi çalışan, hatta bazı derslerde stress olan, benim gibi en arka sırada oturup da hocayı delirteceğim diye herkesi delirtenlere de ara ara deli olanlardandı. Ama dediğim gibi biz bir şekilde nedense iyiydik. İşte o zaman bir yılbaşı hediyesi vermişti bana; benim adıma ağaç diktiğini gösteren bir Tema kartı. Hayatta belki de aldığım en ilginç en güzel en düşünceli hediyelerdendi.

Bugün cenazesi vardı. Aynı yaştaydık ama gel gör ki onun bugün cenazesi vardı. İlk defa sınıftan, dönemden birisi öldü. En azından benim. İki hafta hastanede kalmış, sonuç olmamış ve işte bugün cenazesi vardı. Ben kendisini mezuniyetten beri görmediğimi düşünüyordum ki söyleyenlere göre başka bir arkadaşımızın yine yıllar önceki düğününde görmüşüm. Hatta aynı masada oturmuşuz ama işte, hayatta çok garip detayları hatırlayan ben nedense ilgimi yitirdiğim şeylerde, kesinlikle blackout misali, hiçbir şey hatırlamıyorum. "SB 96 mezunları" olarak çelenk koyalım dedik, bağışı yaptık, yazıyı yazdırdık, makbuzu da bana verdiler. Neden bana verildiğini anlamadığım makbuzda ise gördüğüm TEMA Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı oldu. Özel bir tercih değildi, bilerek yaptığımız bile değildi, cenaze namazı öncesi orada dikilirken herhalde en yakınımızdaki Tema'ydı, biz de ona yönelmiştik. Ama makbuz elime tutuşturulduğunda hatırladığım şey ise özeldi, yüreğimi sıkıştırandı.

Bazı şeyleri çok önemsememek, bazılarını ise çok önemsemek lazım. Bazı insanları önemsememek, bazılarını ise her daim önemsemek lazım. Hayattayken. Sağlıklıyken. Her cenaze sonrası bunlar hatırlanmaz mı zaten? Ama işte hatırlandığı ile kalır, öbür gün hayat devam eder. Kim bilir, belki de uygulamanın zamanı gelmiştir.

Sabah # 3


a se réveiller:
espressodan yapılmış bol a cafélerde içilen kahve;
- roy ayers, everbody loves the sunshine
- marlena shaw, feel like making love
- the motherhood, soul town
- frank sinatra, this town
- antonio carlos jobim& stan getz, desafinado

oldu sanıyorum.

Sunday, November 20, 2011

Never on sunday # 17

kendiliğinden gelişen eğlenceli cumartesi gündüzü ve fantastik 4'lünün beklenmedik şekilde b.'ye ev çıkartması, I love new york, yapılamayan kek, buzdolabı üzerindeki fırın, merdane ve oklava farkı, parfüm arayışına son, %100 viskon, yemek öncesi biraz t.d., biraz sekvotka, biraz topkek m., yemek, cavit, u., yine komiklikler olaylar, "dumb & dumber ve 1 büyük" , gerçekten de 1 büyük, kazasız belasız 1 büyük atlatılması, "kinda" ve her zaman her şekilde bir yerlerde bir şey olur. illa ki. never on sunday babe.

Friday, November 18, 2011

Cuma eğlencesi # 5

Başlığı yazarken farkettim ki son iki yıldır cuma eğlencesini eskisi kadar yazmıyor veya daha da ilginci yazmayı pek hatırlamıyorum. "Blame it on beautiful people " diyeceğim ama öyle de pek değil, yine Vogue UK alıyor, yine Style.com'a girip eğlensem de, herhalde ona buna sallamaya üşeniyorum. Bugün üşenmediğim günlerden; nedense. whatever.


Madem uzun zaman sonraki ilk cuma eğlencesi olmuş, o halde güzel olanla başlasın. Dree Hemingway normalde bu kadar hoş mu bilmiyorum ama burada gayet hoş ama ondan önemlisi gayet tarz gözüküyor. Elbise güzel, kesimi güzel, saçları güzel. Bir şekilde Sicilyalı hatta Portekizli sürekli siyah ve kapalı giyinen koyu katolik dul kadınların epey şık epey tarz hali gibi ama beklenmedik de çekici.
Ya Donna Karan'nın bu acayip ve mega büyüklükteki takılarından ben yoruldum da kendisi takmaktan taşımaktan yorulmadı. Cidden boynu ağrımıyor mu diye düşünüyorum ama demek ki ağrımıyor ki yaşına rağmen mini eteği, acayip dökümlü bluzleri, yorucu etnik takıları ile yaşamaya devam ediyor. O halde diyecek bir şey yok; ama o saçları biraz kesmiş iyi olmusş. Ha bir de saçlarını bir türlü kesemeyen kadınlar var ki...İşte o da başka bir hadise. Güzel kıyafetlerin markası Rodarte'ın kızkardeşlerin biri ve tahammülü zorlayan-en azından benim- Kirsten Dunst. Elbise yani üzerindeki Rodarte elbise aslında güzel sayılır, lacivertler filan tamamdır ama o kadar açık bir mavi sarışın ve mavi gözlü birinde öyle harikulade durmayabilir. Durmuyor da. Elbise garip şekilde pazarda, t-box'ta, Zara'da filan satılan yazlık straplez elbiselerin biraz daha pahalı şık olanını andırıyor. Rodarte olmasına rağmen. İşte bazen bazı şeyleri geçmiyor, Kirsten Dunst zaten hiçbir şeyi geçmiyor.
Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü. Tamam daha tam olarak kış gelmiş, her taraf karlarla kaplı değil (ki 2 hafta önceki new york'a kar fırtınası gelmesini geçiyoruz) ama kuzey yarımkürede kış mevsime girmiş durumdayız. Ne var ki beyazı da, Marina Abramovic'i de, Tilda Swinton'ı sevdiğim için pek bir şey demeyip sadece soğuk havada sokaklara zemheri zürefası gibi çıkmanın hasta edebileceğini söyleyip bitireceğim.
Sağdaki kadın, uçuk pahalı ama basit tasarımlar yapan J.Crew 'ın arkasındaki isim ama kendisinin bir süredir dedikodu sayfalarında konuşulmasının sebebi tasarımlardan ziyade kocasını bir kadın için terk edip, yine kocasını terk eden sevgilisi ve bütün çocuklarla beraber yaşamaya başlaması. Yanındaki sevgilisi mi bilmiyorum ama siyah blazer ceket içine marin bluz kolda altın rolex tamamdır. Gözlük hariç; belki daha küçüğü daha az nörd görüneni ama bu mongol formlu olan değil.
Soldaki tasarımcı Jeremy Scott, hani Adidas için şu şahane kanatlı ayakkabıları yapmış olan, yanındakini ise bilmiyorum. Yani Jeremy Scott'un ayakkabıları pek eğlenceli de bilmiyorum kendisinin üzerindekiler fazlasıyla evlere şenlik. Yanındaki zarafetten epey uzak Kulüp Vat 69 gibi bir yerden çıkıp gelmiş görünümündeki diskotek balerini arkadaşı için ise yorumsuzum.
Diane von Furstenberg & Anna Wintour. Yazmaya pek gerek yok; tamamdır.

Ve güzelle başlayıp güzelle bitsin. Elisa Sednaoui. Sağdaki. Her yıl moda dergilerince aranılan it-girl bu kızdır işte ama bence kendisinin bu kulvardaki yolu daha sürer, kolay eskimez. Eni konu beğeniyorum. Sıradan alışıldık barbie güzellerden değil ama kendi içinde rahat güzellerden, zorlanmadan güzel olanlardan. Dore elbise güzel, kız bayağı güzel, kızın sırtı ise ayrı güzel, ayakkabıları da çıkartmış tamamdır o halde , biter gider bu hafta.

Wednesday, November 16, 2011

Dream on # 10

bir süredir (sadece kısa bir süredir ama ) dream on olarak görmediğim meandros, italya, bütün italya ama daha çok roma, kalabalık grup ama just two of us, bilekten kıvrılan gömleği, babası ve eski sevgilisinin bahsine kahkahalar atarak gülüşü, yapışıp hiç bırakmaması, roma'daki piazza del parlemento'nun önündeki lambda gösterisi (!) -ki kendi fantezi dünyama da hayranım- ile karşılaşıp resmen halka açılmamız, görülmemiz, publicly seen ve dream on... dünyam şaştı resmen sabah sabah.

ve de dünden bugüne kalan dreams are my reality...la boum ya, yıl kaç yani?

Monday, November 14, 2011

Sabah # 2

her şeye rağmen öyle veya böyle devam ediyor hayat. yapacak bir şey olmadığından, ateş düştüğü yeri yaktığından, van'a, büşra'ya, akciğer kanserinden 5 ay içerisinde ölüp giden f.s.'ye ve diğer tüm gündelik tatsızlıklara rağmen devam ediyor. o halde biz de. çünkü that's life.

Sunday, November 13, 2011

P.S. # 10

çarşambadan biten bayram tatilinin kimilerine bitip kimilerine bitmemesi, perşembenin o yeşil güzelliği, anlık bunalımlar, ertesi günün hafifliği, evrendeki 11.11.11 çılgınlığı, hala parfüm peşinde koşulan neredeyse beyhude çabalar (ama sanıyorum benzeyen bir şey bulabildim), yağan yağmur, gece safa lokantası, f.a.'nın "sizi kızlarla safa'ya götüreyim bir akşam" dileğinin porn star v'nin doğumgünü yemeğine kısmet olması, pek sevdiğim leopard lover g.'nin yemek için müthiş ayarlamaları, çabaları, 11.11.11. doğumgünü pastası, deutsche schule takımı ve takımdan yok çekenler, sekvotka, yale boy a. ve kool insan a., gerçek bir istanbul meyhanesi adabına yakışmayan çirkin ve leş hareketler (her seferinde söylüyorum; ben iyiyim de çevrem kötü), biraz t.d., biraz koridor, bana iyi günler iyi sabahlar, ertesi günün "alkolü bırakıyorum" tövbesi, nihayetinde tatilden dönen j.a. & f.a. , biraz ölü deniz tuzu, biraz petra, biraz indiana jones ve çoğunlukla "yok alkolü bırakıyorum ben", sakin pazar, never on sunday, hafiflikler, değişiklikler ama bolca blah blah blah...

"warmest regards, marilyn monroe"


" marilyn loved dom pérignon champagne and chanel no. 5, but her first charge account after she came to hollywood was at a bookstore, not a department store or a liquor store".- mm-personal , from the private archive of marilyn monroe, abrams, new york

Şaşırtıcı olanlardan, şaşırtanlardan, oksimoron etkisi yaratanlardan Marilyn Monroe. 1945 yılında üyeliğini açtığı Westwood Public Library'de bulunan kütüphane hesabındaki kitap listesinden bazıları. Neymiş, en aptal gözüken en akıllı, en sadık gözüken en adi, en cesur gözüken de en korkak çıkabiliyormuş. Ama tabii vive les clichés! Hayatımızı ve karşımızdakileri klişelere göre algılarsak her şey o kadar kolay oluyor ki, farklılıklar hakkında düşünüp yorulmaya gerek kalmıyor...

- psyhcology of everyday life, s. freud
- greek mythology, e. hamilton
- lust for life, i. stone
- the bible

Wednesday, November 9, 2011

P.S: # 9,5


başlığın 9,5 haftayı anımsatması, bayram tatilinin devam etmesi, elio/atiye sokak ve hatta sonrasına devam teklifine red, salı, soultown/this town'u bulma mutluluğu, yemek, g.g. , dubai h., hünkar, yolda toplanılan pııır & u. , "et yerim ben ya", hamsi, rakı, hünkar'ın yaşlı ama yol yordam bilen garsonları, koridor, topkek m.'nin çantada tabak ile gelmesi, türkçe şoku, bomboş yan'nın bir anda patlayacak şekilde dolması, bir anda sekvotka 'nın ortaya çıkması artık sayılamayan içilenler ve bir anda ortadan kaybolan insanlar, bir anda ortadan kaybolan telefonlar ve yine bir anda tekrardan ortaya çıkanlar, fantastik taksi şöförü, kapalı nupera, açıl(a)mayan o telefon, herhalde 38 kere çaldırılan o telefon, taksicisinden beraber çıkılanlarına kadar gecenin fantastik insanları, olayları ve sabah 03:03 ve her şeyin ertesi günkü telefon konuşmalarında ortaya çıkması, fantastik bombalar ve hayat devam ediyor.

Monday, November 7, 2011

songs and motto

- "you say you don't love me, girl you can't hide your desire, 'cause when we kiss, fire." -
fire, bruce springsteen, 1977

oh beybi !!!

P.S. # 9

cumadan başlayan tatil, uzun zamandır seyahata çıkmadığım ilk tatil, dükkanın kapandığı cuma, dükkanın mayıs sonundan beri cızırtılı yayın yapan televizyon antenini özlem gürses'in üsttekilere kıç yalayıcı, kendisi için tehlike olduğuna kanaat getirdiklerine ise otoriter e-mail denemeleri ve bunlar üzerinden yapılan geyik,, erken dönülen mahalle, gey kapılım z. ile e. 'de biraz bomonti, biraz tuborg, yarıda katılan topkek m., yemek sabahattin, strasbourg a. , the nite is young, yan, roxy, yolda taksi radyosunun 105.6'ya ayarlanması, koridor, kabus çalan karabasan, kaçış, sekvotka; artık üretilmeyen gucci eau de parfum peşinde yenisini, bir başkasını bulma peşinde cumartesi ve iş kurma peşinde cumartesi, harvey nichols'ın evlere şenlik le nez 'isinin muhtemelen asla sahip olmadığı parayı "ama böyle eksslüziv bir parfüm için 450 lira hiç de fazla değil" veya "ama sizin gibi viski-amber kokusu taşıyan floraal kokuları benimseyemez" tarzı cümlelerle kolayca harcatma çabası, hala parfümsüzlük; bayram ilk gün, tek ziyaret, anneanne sevgisi, biricik evlatlarını bırakıp petra yolundaki j.a. & f.a. ve bu daha sadece this is day 2.

p.s. ve ayrıca tattıkça kaşıklama arzusu yaratan mükemmel barbunyam, hem özgürlükçü hem türk gülben ergen'nin hem kutsal anne hem de boşanma arifesindeki şuh bakışlı pozlarının sıkıcılığı, reklamlardaki mussorgsky tınılarının önümüzdeki günlerde d&r gibi yerlerde yaratacağı orta sınıf merak fırtınası (bundan önceki merak fırtınası yine mussorgsky ile beraber "rus beşlisi" üyesi rimsky-korsakov ve şehrazat idi), radikal'de çıkan büşra'nın kolej resmi, gidemediğim "petra petra" diye üzülürken tesadüfen karşıma çıkan ve petra'da agatha christie romanı appointment with death (ne diyeyim, hayat tesadüflerle güzel-mümkünse güzeli olsun kötüsü değil) ve arkası yarın...

Friday, November 4, 2011

P.S. # 8

tam olarak göremediğim, dönüş yolunda bastıran yağmur sonucu karşıma çıkan gökkuşağı (ve hikayesi), kaç zaman sonra gerçekleşen fantastik 4'lü yemeği, mamma, malum konunun beklenenden daha az konuşulması, topkekçi m., yine bağırış çağırış bir yemek, b. ile klasik birbirmize girip sonunda gayet öpüşüp sarılıp ayrılmamız, hello kitty polaroid makinesi çığlıkları, yan masadan yanımızdan uzaklaşan ve uzaklaşırken de epeyce aşağılayarak bakan yaşı geçkin hanımefendiler, nihayet tropea hediyesini verebildiğim r. (demek ki 2 ay olmuş onu görmeyeli), değişen şeyler ile değişmeyen şeyler veya değişmeyenlerdeki şekil değiştirenler, hayat, şarap ve mide arasındaki gerginliğinin iyice yükselmesi, b.'nin new york yolculuğu için kendisinden daha fazla duyulan heyecan, beşiktaş ve egemen (ki kendisi hakkındaki beğenim belli), dönüş, dream on heart-shaped egg. that's life. gerçekten de hayat ne garip; dün kim için neler yapıyor, nelere özeniyor, nelere hoyratlaşıyordun, bugün ise ne ne oldu nasıl oldu hayatın içerisinde aktı gitti işte. ama gökkuşağı ama heart-shaped egg...



Tuesday, November 1, 2011

Keyifli bir yaz akşamından soğuk bir sonbahar sabahına:büşra ersanlı

Büşracığım,

Geçen gün haberleri seyrettiğimde pek de inanmak istemedim ama olan olmuştu ve sen gerçek olmayan bir iddia uğruna önce gözaltına alınmış, şimdi de tutuklanmıştın. Hani, tamam biz hayatlarımızda böyle şeylere alışkınız ama yine de artık, bu devirde bu çağda içinde bulunduğumuz bu sistemlerde böyle şeylerin olması geleceğe dair umutları kırıyor.

Ben de bugünlerde - yani bu meşhur kck hadisesi öncesi- seni daha doğrusu M.T.'nin doğumgününde beraber yemek yediğimiz grubu düşünüyor ve önümüzdeki günlerde sizleri o gece yemekte konuştuğumuz gibi bana çağırmayı planlıyordum.
Seni de en son o yemekte gördüm değil mi? Burgaz'da, doğumgünü çocuğu senin kolejden arkadaşın M.T.,'nin doğumgünü kutlamak için ben, sen, John Wayne, F.A. & J.A., E.U. hep beraber deniz taksiyle geçip yine fantastik bir şekilde gece geri dönmüştük. Benim telefonla nasıl Turkcell yetkilisi ile konuştuğumu hatırladın mı? Yerlere yatmıştık gülmekten. Nasıl da eğlenmiştik, değil mi? Kadro zaten bombaydı; hepsi senin bugün muzdarip olduğun sözde demokratik bir hukuk devletinin iyice demokrasiden uzak olduğu ilk çağ tanrı- devlet tutuklanmış, işkenceler görmüş ve yıllarını genç yaşlarına rağmen sevdiklerinden çocuklarından uzakta hapislerde, sürgünlerde geçirmek durumunda kalmış insanlardı, sevdiğin arkadaşlarındı. Bir de çocuk, o da ben. Hoş 30'unu geçmiş insan hala çocuk kabul edilir mi? Edilir aslında değil mi, özellikle de anne-babalarının yanında. Hele hele kendi gençliklerini mücadele peşinde geçiren, çektikleri acılara rağmen-ki burada fiziksel acıları da çok önemsiyorum- geleceğe umutla bakan, toplumun entelijensyasını oluşturan insanlar ise.

Gerçekten de ne güzel bir geceydi değil mi Büş? Buraya bile yazmıştım, ne kadar eğlendiğimizi, keyifli vakit geçirdiğimizi. Oysa bak, bugün bizi nereye getirdi; o keyifli 22 temmuz gecesinden insanın ruhunu donduran soğuk bir sonbahar gününe... İnanılmaz
değil mi? Gerçekten de nefes aldığım her ana, her güne, müteşekkirim bu topraklarda (!). Yaşadığı her şeye, her acıya rağmen insana inanan, insanlığa dair umut taşıyan J.A.'nın hayata dair tüm olumlu duygularını paylaşmak istediği biricik evladı olsam da onun da umutlu onun kadar iyimser değilim sanıyorum. Aksine hayatın adaletsiz, insanların da iyi olmadığını düşünüyorum. Schadenfreude. Senin de iyi bildiğini tahmin ettiğim şu meşhur, "başkasının mutsuzluğundan mutluluk duyma"yı ifade eden almanca kelime. Bilmiyorum, ne düşüneceğimi , neye inanacağımı. Tek bildiğim senin bu yaşta, bu konumda bu devirde böylesine saçma iddialar yüzünden orada olmaman gerektiği.

Çıkışını, adaletin herkese adil şekilde işlemesini, adaletin gerçeğe gözünü kapamamasını, vicdanı ile aklını beraber kullanmasını yani seni salıvervemesini dört gözle bekliyorum Büşcüğüm. Unutma ki Melahat'ın doğumgünündeki o grupla daha bende yemek var, mönüde foie gras & şampanya var. O yüzden her şeyin daha iyi olacağını düşünerek hiç yılma! Ha bir de Büşcüğüm hatırladın mı Paris 'te 5eme'de sinemadan çıktıktan ben sana bira ısmarlamıştım bundan çok uzun yıllar önce. 2002'nin ilk aylarıydı; benim Strasbourg'daki son yılımda M.T.'yi görmeye Paris'e gelmiş, senin de gelmenle şahane bir grup oluşturmuştuk. Ama asıl bomba ne biliyor musun, meğer beni o gün taa o zamanlardan Philippe görmüş de yolda seninle yürürken ama tabii tipik fransız olarak rahatsız etmemek için seslenmemiş. Bunu da bu yıl, yıllar sonra Paris'te buluştuğumuzda söyledi, ben de "teyzemle dolaşıyordum" dedim. whatever. Kısacası Büşracığım çıkışta içeceğimiz yeni bir bira sefamız daha olacak. Yeter ki hold tight çünkü ben ve diğerleri yani hepimiz bekliyor olacağız.
Öpüyorum.

Sunday, October 30, 2011

Never on sunday # 16

garip ve heyecanlı, hızlı ve bir şekilde dileklerin gerçekleştigi bir perşembe ardından gelen 29 ekim tatili, oley (!) tatili, yayılmalık tatil, yayılmalık cuma, güzel hava, yıllar sonra çektiğim telgraf, nişantaş, t.d., isveçli, "ya hayır ben akşam zaten yemeğe gideceğim içmek istemiyorum" deyip amstel üzerine jameson içmenin hafifliği (gerçekten çok başarılı. insan neden zaten sapacağı yola baştan sapmaz ki), popüler ama bir o kadar antipatik kabus mekan nusret yerine günaydın tercihinin mutluluğu, eve giriş tekrar çıkış ve etiler, ve e.g., ve kalabalık, ve daimi küstahlıktaki garsonların ilginç şekilde bakışla susması, nisbeten sakin cumartesi, oradan oraya yayılma ile akşam s.k. ve guilty pleasure yiyecekler, fast food yiyecekler, mideme kaya gibi oturan yiyecekler kısacası adı üzerinde olan guilty pleasure gecesi ve nihayetinde daha da yayılabilinecek bir pazar iken çocuk doğumgünü için geçilen karşı, dolmuş, erenköy, çığlık atan, koşuşturan, şeker komasına girecek kadar şekere boğulan haliyle hiçbir şekilde susmayan enerjik çocukların doğumgününde içilen courvoisier , "ben iyiyim de çevrem kötü" yani leş sekvotka ve ö.k., çocuk doğumgününden bir şekilde kaçış, kadıköy, fasıl, ekrandaki maçlar, rakı, vapur saatleri, kadıköy meydan'da horon tepen deli karadenizliler ve artık bu gidişata son ve never on sunday ve ben iyiyim de çevrem kötü"

p.s. b.ü. 'nın yetişkin ve çoluk sahibi olmayan arkadaşları kendi çocuğunun doğumgününde yalnız bırakmayıp taa karşılar'a gittiği ve o ciyak ciyak öten kıyamete dayanabildiği için pek şanslı olduğunu düşünüyorum. gerçekten de saatlerimi çocuklar arasında geçirdiğim için kendisine sevgim oldukça fazla olsa gerek.

p.s. (2) dolmuşla b.ü. için her karşı'ya geçtiğim
de karşı'nın fena olmadığını düşünebiliyorum. ancak sadece ve sadece sahil düzleminde kalan şerit, sahilin iki sokak üstü, cadde'nin bir üstü filan olur. sahil, kalamış fenerbahçe moda filan zaten bizim yeşilköy gibi. büyük kulüp ilerisi caddebostan, göztepe erenköy de olur; neticede yine aynı şeritte. ulaşımı da kolay. olur yani, yapılabilir öyle bir şey de bostancı'nın ilerisi, o ataşehir gibi yerler, veya cadde'den çok yukarlar, o sahrayıcedid güzergahı, dolmuşun sahilden değil de çevreden gittiği yerler, acıbadem, kozyatağı vs beni aşar, yüreğimi sıkar. hani her şeye elbette alışır da, işte mümkünse alışmayalım.

p.s. (3) 9 1/2 hafta ise hala gündemimde. her türlü. hele hele kim basinger ve saçları ve bendeki tezahürü ise mutluluk kaynaklarımdan.





Wednesday, October 26, 2011

to whom it may concern # 17

it's offical. erkekler kısa kollu gömlek giymemeli. gerektiğinde uzun kollu gömleğin kolları kıvrılıp bilekte, bileğin biraz üstünde dursun ama kısa kollu hele hele dar oturan gömlekler es geçilmeli. bugün gördüm. vay vay vay... hit me baby one more time. ha bir de oturuş var ki tek kolu yanda hafif kaykılmış pozisyon(!)da, onu zaten geçiyorum. unutmadan, mavi maviyi yansıtır.


Tuesday, October 25, 2011

Sabah

bulamadığım albümler listesinin en başındaki. her şey değişse de bazı temel beğeniler aynı kalıyor. her daim işe yarayan şarkılardan. yıl 2000, strasbourg, rbs, dj, evdeki plaklar. yıl 2011, istanbul, evdeki plaklar.

lorez alexandria, morning, "a woman knows", 1979

Monday, October 24, 2011

Tatsız günün eğlenceli tesadüfü


Doğal afetler, tatsızlıklar üstüne bir de manasız iş sıkıcı hadiseleri olurken yaşanırken Helen ülkesinden dönen J.A.'nın bileğime taktığı güzel tesadüf. meandros/meander/méandre. Günlerce çıkartacağımı sanmıyorum. I heart him.
*
"meander
or maiandros is a river in greek mythology, patron deity of the meander river in caria, southern asia minor. he is one of the sons of oceanus and tethys".
*

Daimi kazanan: doğa

Nasıl da kanıyoruz modern yaşamlara, modern denklemlerde kurduğumuz steril hayatlarımıza hiçbir şeyin "dışardan müdahele edemeyeceğine". Oysa her seferinde yanılıyoruz. Havalı havalı, ipadler üzerinde tek bir dokunuşla sanki akarmışcasına yaşadığımız küstah hayatlarda aslında pek güzel içine ettiğimiz, dengesini bozduğumuz doğanın tek bir hareketi ile bize ne kadar korunmasız olduğumuzu hatırlatıyor. "hayattaki belki de en büyük korkulardan deprem, van, istanbul için uzaklarda soğuk bir yer, 7.2, ateş düştüğü yeri yakar ve ne yazık ki böylesine bir olay sonrasındaki pr çalışmalarını görmek durumunda kalmak da var. elbette. bağışlar, yapılacak iyilikler mutlaka duyurulacak, sanki gösterilmiyormuşcasına gösterilecek. işte pr böyle bir şey. hele hele televizyon kökenli pr'cının hırsı her daim spotlar altında olmak ister. -sevmiyorum."

dream on: yok yine aynı insan. gitmiyor. her seferinde de freudyen filan değil sanki çok doğal her günkü halimizmiş gibi.

Sunday, October 23, 2011

Never on sunday keşfi

öylesine bakarken, cuma gecesi leopard lover g. & pornstar v. ile heyecan içerisinde konuşup konuşup da yıllar önce seyredilmiş efsane filmi tekrardan doğru düzgün izleme çabası içerisinde dolanırken bir anda dikkatimi çeken "model benzerliği" herhalde bu kadar mutlu edemezdi...hele hele "pozisyon lapsüsü" ile rüyanın dün geceki "doğal, olması gereken" kahramanı düşünüldüğünde muhteşem 9 1/2 hafta'daki muhteşem kim basinger'ın saç modelinin benzerliği never on sunday mutluluğumdur; hem de haftalara yayılacak şekilde (marilyn monroe evet, moonlighting evet ama herhalde en bombası 9 buçuk hafta'daki kim basinger saçıdır - peki bu örneklerin hepsinin sarışın olması bir işaret mi? sarışın olması gerekenlerden miyim de bu kadar yılım boşa geçmiş yani benim?)...
oh beybi !


gece # 8


cumadan sarkan gece, yemek, mütemadiyen kalabalık ve mütemadiyen pahalı ocakbaşı zübeyir, leopard lover g., pornstar v., yazlıklar-kışlıklar değişimi, pek bir eğlenilen, pek bir gülünen, pek bir dalga geçilen yemek, elbette çekilen resimler, elbette "öyle az acılı filan değil, bildiğin acılı yapılsın o et. turist acısı olmasın", "kalıcıyız biz, uzun otururuz, öyle tepemizde beklemeyin, bi büyük alalım biz" cümleleri üzerine bir de body heat ve 9 1/2 hafta söylemleri, keyfin yüzümüze yapışması, devam, touchdown, koridor, sekvotka; bahar havalı cumartesinin ilerleyen saatleri, juno, doğumgünü yemeği i.k., artık iyice eve benzeyen juno, doğumgünü kadrosu dışında yine sekvotka + çirkin ama karizmatik erkek b.'li leş çete ile karşılaşış ama " yok, devamı gelmez bu gecenin. öperim"...

p.s. "muhammed ali tişörtlü kızsın sen!"
p.s. (2) sekvotka- "ne tatlı olmuşsun sen"
p.s. (3) çirkin ama karizmatik erkek b.- "sen zaten başlı başına bir cumhuriyettin, leopard lover g. ile birleşmeniz ise federal almanya olmuş resmen".
p.s. (4) hassas konu viski. lütfen. öyle johnie walker red label, black label, blend mlend almayalım. alacaksak da sadece jameson olsun olmuyorsa da hiç olmasın. aksi takdirde sadece single malt.



Wednesday, October 19, 2011

Fantastik lapsusler, fantastik niyetler

niyetim belli, isteğim belli, ismi belli. dilime düşmesi ise epey fantastik oldu.

- "1 pozisyon döner alabilir miyim?"

evet, "porsiyon" yerine "pozisyon". bravo diyorum kendime. cidden başarılı.

Tuesday, October 18, 2011

Nedense



nedense durduk yere, akşam akşam "mr. pickwick papers, charles dickens, londra, pub, bira, pub'da yemekle geçirilen saatler, afternoon tea'den ziyade high tea arzusu, fortnum & mason'daki high tea; giacomo puccini, la boheme, paris, montmartre, 1900ların başındaki montmartre, 18eme" diye düşünürken hiç mi hiç "madame butterfly ve un bel di vedrema azabının" hatırlanmayıp sadece nota tınılarının zevkinin- hatırlanınca- geri dönmesi. ilginç! hayattaki ilgilerin, ilginin odağındakilerin farkettirmeden değişmesi. ha, günlerdir aklımdaki, rüyamdaki aynı, orası ayrı.

Sunday, October 16, 2011

Never on sunday # 14


yağmurlu cuma, nisbeten sakin cuma, soğuyan hava, ardımdan eve gelen s. & s., tropea peynirleri, tropea şarküteleri, hamburger, ötv artışının geçen haftaki alkol siparişinde anında farkedilişi, aynı anda artışa keyifle sebebiyet verenlere küfrediş, eğlence, dedikodu, komiklikler ile sakince ama aniden çıkış, beklenmedik şekilde gündüz elbisesinin akşama taşınışı, gri elbise &parka, tünel, house cafe, gey kapılım z., -epey sıkıcı ama öyle böyle değil- kaçmaya çalışış, yan, eskiler, eğlenceli derken kalamayıp cumartesinin ciddi buluşması;
cumartesi, yine yağmurlu, hatta yağmurlu ve soğuk, ciddi iş buluşması, m.k., yine 5 saat konuşma, biraz tedirginlik ile beraber hissedilen heyecan, hissedilmesi doğal "tedirginlik", risk alabilmek, gece strasbourg a. ile yemek, juno, tesadüflerin eğlencesi ile karşılaşılan ceo b., julius sezar t., isveçli, çirkin ama karizmatik erkek b. ve tabii kadim dostum sekvotka, ve ne yazık ki seviyenin leş grubun tesadüfen karşılaşması ile yerlere inmesi, ve yine karşılaşılan strasbourg insanları, yiyip içip gidilen koridor, koridor'daki fantastik insanlar, hiç de fena olmayan müzikler, "yok ben dönerim gelmem roxy'e kiki'ye";
never on sunday, 10:30'u geçe uyanmanın şaşkınlığı, kışlıklar-yazlıklar, saatlerce kıyafetlerden kıyafetlere, j.a. & f.a. ziyareti, ikisinin de tip olarak hans ile helga hali,glenlivet, aslında çok konuşmak eğlenceli olmak isteğinin tıkanması, sebepsiz yere; "elektronik aletler bozulur" ve yamaha cd player sorunu, f.a.'nın gs coşkusu, heyecanı, gol ile gelen mutluluğu, fenerli olarak iptal ettiğim lig tv'nin son günleri, soyadı düzyatan olan kişinin reklamlardaki seslendirmelerine (ve tabii dizilerdeki tipine) duyulan nefret, hafifçe yanan kalorifer, 2012'de hala şofbenli günler ile never on sunday hafifliğinin arandığı bir pazar günü...

p.s. barbour. istediğim aradığım modeli mevcut olsa kendisi değil. burada ise nerede satılıyor bir öğrenebilsem gidip bakacağım. işin aslı bu antipatik yağışlı ve soğuk havaların ceketidir şu klasik barbour. hem de mumlu olanı. trençkot ise su geçirir. ne yazık ki. susuz. buzsuz. hayatta en güldüğüm hadiselerdendir bu buzsuz hadisesi de isveçli ve ben dışındakilerine nedense bu kadar komik gelmiyor. "buzsuz".

Thursday, October 13, 2011

Sabah keyfi # 3


hafif ses çatallaşmasına rağmen asla hastalığa yol vermemek, komik görülenler, boyut değiştirenler, değişen boyutta görülenler, tebessüm, şaşkınlık, hatta şok, ali sami yen'nin yanı, sabah dinamizmi, "yağış olmasın soğuğa itirazım yok", salonun yeni halinin muhteşemliği, fakir bir insan olduğum için f.a.'nın frankfurt kitap fuarı dönüşünün beklenişi, oturulan, yatılan yerden lacivert diye keyif diye düşünülürken sabah sabah haberlerde gelen ötv'nin hayvani boyutlarda artışı ve yine "sevgili hükümet, çok teşekkür ederiz. gerçekten bu ülkede yaşıyor olmak o kadar büyük bir mutluluk ki her gün sağlığınıza vergilerin artışına bizi sömürmenize duacıyız"... nerede kaldı sabah keyfi, sabah kahvesi , sabah müziği? 61. hükümet'ten güzel bir sabah çiftesidir bu...

Tuesday, October 11, 2011

Büyük sıfatların küçük insanları

yorucu gün, güneşin batmadığı eski imparatorluğun artık işçi partiliği katıldığı her konuşmadan aldığı yüksek meblağlarla vadesini olduğu kadar cebini dolduran anthony charles lynton blair curcunası, kargaşası, kargaşanın az sayıdaki çalışanları, çok sayıdaki akbabaları, yalakaları, havanın soğukluğu ile elbette üşüyen ve elbette bebek taklidi yapan kızlar, soğukluğun bendeki etkisizliği, ingiliz istihbarat ile bizimkilerin kapı önündeki it dalaşı, düşmüş televizyoncu kariyerini herkese yağ çekerek (ki az önce j.a.'ya hayatımda böylesine yağ çeken, yalakalık eden birisini hiç görmediğimi söylüyordum. gerçekten böylesine bir modeli ilk defa görüyorum) başka alanlara yöneltip ivme kazandıran başka müdürün, vip alanında tanışmak için geberdiği herkese kuyruğunu sallarkan patlayan minik skandallar ve yine müdürün insanları azarlayarak ağlatması, haddini bilmemesi, hırsının zekasının önüne geçmesi ve daha birçok fantastik eğlence ile "büyük sıfatlar taşıyanların ne denli küçük insanlar olduğunun bir kez daha görüldüğü" bir gündü. o yüzden mümkünse "büyük sıfatlı tanımlarım olmasın, büyük sıfatlı aşkların kadını olmayayım". farkına varmadan ruhumun büyüklüğü belli etsin kendisini; kafi benim için...az kaldı...