Wednesday, April 29, 2009

O renkler-yeniden

Geçen gün gördüğümde çok güldüğüm Piyale Madra'nın karikatürünü buraya koymuş sonra da etrafımda başka takımı tutan pek erkek olmadığı için "amannn şimdi kesin herkes üzerine alınır telefona sarılır" diye çıkartmıştım (gerçekten de milletin kendileriyle alakalı olmayan konuları üzerine alınmasına hayranım).

Ne var ki Galatasaraylı erkekler ilginç insanlar vesselam. Hayır, üşenmiyorlar.

Dün gece hiçbir şey olmamışken normal bir şekilde yatıp bu sabah sesimin tamamen gitmesine boğazımın ağrımasına rağmen işe gidip M.'nin beni ve Frankie'yi gördüğü korkulu rüyasının telaşını yatıştırıp kendimi "hastalanmamak için" eve attıktan sonra dinlenmeye, zencefil çayı içmeye, çorba içmeye çalıştığım şu saatlerde F.A.'dan ve Galatasaraylı arkadaşlarından gelen telefon ve beni benden alan soruları: GS'ın M.United ile oynadığı yıl Şampiyonlar Ligi'nde finaller lig usulü mü yoksa eleme usulü müydü? Biz iddaya girdik bulamadık sen bir baksana? Ha iyileştin mi bu arada kızım?

Peki ben bunu nereden bilebilirim? Neden ilgileneyim? Neden bileyim? Spor yazarı mıyım? Futbol ve FB seviyor olmam bu kadar gereksiz detayı bilmemi gerektirmez ki? Gerçekten fantastik insanlar bu GS'lı erkekler. Kimin aklına gelir bu konu? Hadi geldi, neden arayıp sorarsın, neden bunun iddasına girersin?

İşte bu yüzden ne kadar fantastik olduklarını bir kez daha gördüğümden, bir kez daha bu karikatürü koymak istedim. Bu sefer çıkartmamacasına.

P.S. hiç uğraşmadan yorulmadan bu bilgiye ulaşmak tek birisine açıp sormak istedim. sadece tek bir kişiye. acaba rakısının yanına elma dilimleyip mi göndersem?

Tuesday, April 28, 2009

Wish list, 4


Resimde neyin wish list 'e dahil olduğunu bilen bilir, anlayan anlar, alan alır. Gerisi boş. Balon.

Fantastik tanımlama

Sabah sabah M.'den gelen tanımlamadır, beni güldüren laftır. Seviyorum lan seni! Gerçi bana ara ara "otoparkçı kahyası", "kamyoncu" filan diyorsun ama sevdim bir kere!

m.- geçeceksin. sonuçta allahın ezik ve sünepe bir kulu kendisi.

Monday, April 27, 2009

Balon etkisi

Bugün eski bir arkadaşım uğradı, Asmalı Mescit'in havalı mekanın jentrifié olmuş şubesinde oturmuş dedikodu yaparken beraber çalıştığmız müzik sektörünü atıp tutarken Hande Yener'in "tamamdır artık o" olduğuna hem fikirdik. Seviyoruz.

Yine bugün, later on, güzelce patlayan balon etkisinde aklıma eski bir şarkısının nakaratı geldi "senin aşkın balondu söndü". Tamam belki bir Kelepçe, bir Romiio değil ama Sen Yoluna Ben Yoluma tamamdır, bir yerlere gelmek için söylenir bu sözler.

seni çektiğim yıl geçen seneydi
bak herşey nasıl tersine döndü
senin aşkın balondu söndü

sonra da Kelepçe gelir

gönül su bende yazı yazılamaz
haklı sensin
sen öyle san



Sunday, April 26, 2009

Never on sunday: "kırmızı ruj"


Çok ama çok ince bir hadisedir dudaklardaki kırmızı ruj. Herkese, her ten rengine, her cilde, her kadına, her tarza, her yüz biçimine, her yüz ifadesine, her gülümsemeye, her dudak şekline olmaz, yakışmaz. Ve ilginç olan eğer bir kadında kırmızı ruj olmuyorsa olmuyordur, ısrarı hiç mi hiç olmamalıdır çünkü kırmızı rujun yarattığı etki ya ucuz ya da da asildir.
Eski "efsane" günlerime geri döndüğüm için kırmızı rujuma da geri döndüm. Londra seyahati boyunca hiç çıkarmadım, Soho'da, Sketch'de, The Golden Lion'da, yolda, otobüste j'étais rouge rouge.

p.s. nereden kırmızıya geldiğim ise cuma gecesi taa strasbourg'lardan doğum günü için gelen a.y.'nin sürpriz partisinde gördüğüm, gözüme takılan ve sanıyorum artık 40larına gelmiş bir müzisyen/oyuncu bir kadının kırmızı rujunu gördükten sonra cidden herkesin sürmemesi gerektiğine bir kez daha kanaat getirdim. kadın da kendisine yakışmayan kırmızı rujuna rağmen iyi bir kadın galiba, yetenekli mi veya nasıl bir müzik yapıyor, oyunculuğu nasıl bilmiyorum (ki ismini bile birini söyleyene kadar bilmiyordum:müfide inselel'miş. fakat hala kim bilmiyorum) ama kırmızı ruju bence bıraksın. chloe sevigny'de "olmuş" bir kırmızı ruj
carine roitfeld'in kızının yanında poz veren pek ünlü pek zengin socialite'nın olmamış kırmızı ruju
hiçbir şekilde olmamış bir kırmızı ruj (ve kılık kıyafet). kimi zaman beyaz olmak da yetmiyor kırmızı ruju taşımaya.
*
Essentiellement utilisé par les courtisanes, il est alors mal perçu par les sociétés aristocratiques et religieuses. Il faudra attendre plusieurs siècles pour le voir gagner ses titres de noblesse. Le rouge a levres participe donc à cette histoire de l'esthétique féminine, pigment destiné à embellir ou prononcer le contour des bouches. La couleur mythique de cet accessoire porte, à elle seule et au fil des époques, un symbolisme multiple et diversifié. Vermillon, carmin, grenade, son camaïeu de tons hypnotise et sublime les lèvres. La bouche devient une arme de séduction pour la femme.
*

P.S. : çok eski bir dostluk

Çok eski bir dostluk bizimkisi. Daha kimler neredeyken bizler neredeyken yüreklerimizde kimler varken edinilen bir dostluk bizimkisi. Kavga olur, dövüş olur, barcelona fantezisi (ve onun eczanede anlatılması olur), jaguar olur, tt olur, şampanya olur, teklifsiz hareketler olur. Olur da olur yani. Hem de karşı cinslerde olup bu kadar yakın bu kadar samimi bu kadar teklifsiz olunursa ve eğer becerilirse gerçek bir dostluk çıkar ortaya.

sabah evden normal bir şekilde çıkıp oraya buraya uğrayıp her yerde birileri ile karşılaşıp bir kahve içeyim deyip eve uğrayamadan devam edilen geceye gündüz kıyafeti ile kalmak, gece, kurtuluş despina, sayısı- gerçekten- hatırlanmayan rakı kadehleri, çirkin ama karizmatik erkek b., rocker boy n., m., et apres iyis, sekvotka, ve yine roxy ve yine biz derken "canımsın" hadisesi, bomba dedikodu ama öyle böyle değil.

fantastik diyaloglar:
sekvotka - tamamdır bu iş. çok severim, güzel çocuk
anothertsar- hmm tamamdır bence de.

Kadim dostum onayını veriyorsa bence sorun yok. Of gerçekten kimi zaman insan beğenilerinde ne kadar gerzek ve salak olabiliyor. Bir de bunu sevdiklerine güzel göstermeye çalışıyor. Amann. Sıkıcı. Ama en azından biz değiliz. Hiç de olmayacağız o sıkıcı küçük hayatları yaşayanlardan.

Saturday, April 25, 2009

Gece: dönüş



"dönüş" bu akşamdır.
Yaşı biraz 80leri tutan herkes bir şekilde sever bu şarkıyı. Aşk, aldatma, pişmanlık cümleleri ile dolu geyik bir şarkıdır ama güzeldir. Hele "tonight the music seems so loud" ile başlayan yerinden itibaren ben pek severim, eğlenirim. O halde aşıklara çalayım bari...ahaha! Çok da romantik pek de romantik bir insanım ben yahu.

tonight the music seems so loud
I wish that we could lose the crowd
maybe it's better this way
we'd hurt each other
with the things we want to say.

we could have been so good together,
we could have made this last forever...
but now, who's gonna dance with me?
please stay.


Friday, April 24, 2009

Londra'dan geri dönmeyen ayaklarım


... soho, wong kei restaurant, golden lion'da maç keyfi * 2, golden lion'daki liverpool masası, "what's the score, love?" , kroenenbourg birası( alsace birası), portobello, jet (oltu) bilezik, 1888, duke of wellington, ejderha, scotch kaşmir, wholesfood, red spots over my face, the market porter, borough market, kaykaycılar, south bank, mid-season sale, benefit, fortnum&mason, sketch, ladurée, dear friend sarah, "what comes around goes around for SN", pret-a-manger, soul jazz records, kallavi ingiliz djleri ile lorez alexandria muhabbeti, sound of universe...
I love london I love london I love london....

Friday, April 17, 2009

"kalsın, kalsın bence de şapka kalsın!"




O kadar lafı edildiyse bence 9 buçuk hafta filminin müziği You Can Leave Your Hat On çalsın. Hatta burada olmayacağım 5 gece 6 gün boyunca çalsın. Uygundur bana.
Ayrıca Kim Basinger'ın şuradaki saçlarına hastayım, o kadar ki sarışın bile olabilirim, o kadar güzel (olur ha bana sarışınlık. şu renklerdeki kim basinger oluyorsa ben de olurum yani. ha unutmadan ben 2 yıl önce daha çirkinmişim, şimdi daha güzelmişim. yani birisinin görüşüne göre öyle imiş. öyle dedi. koptum. "iki yıl önce daha çirkindin" dedi. epey bir güldüm bu lafa da sonra eyvallah dedim, sen öyle istiyorsan öyle olsun. çirkinim çirkinim yapacak bir şey yok keşke renkleri güzel average white turkish kadınlar gibi olsam. ne bahtsız bir insanım ben bir güzel olamadım ).


You can leave the hat on baby!!!!

20 küsür yıl

20 küsür yıl geçmiş üzerinden. Ne kadar efsane bir filmdi. Olay yaratmıştı Mickey Rouke'in Kim Basinger'ın karnında bir şeyler yediği sahne ile. Herhalde birçok insana "tutkulu ilişki böyle olur" diye düşündürtmüştür. Tutku var kopmak yok!

whatever ...

O zamanın iki güzel insanı haliyle 20 küsür yılın ardından yaşlanmış. Biri pek iyi yaşlanmasa da diğeri gayet formda gayet güzel.
Bir de Joe Cocker'ın "You can leave your hat on" adlı şarkının çalındığı sahne de epey efsaneydi.

Cuma eğlencesi: pre-london calling

Neden bilmiyorum ama nedense geçen cuma yazmamışım eğlencemizi. Galiba güzel elbiseler beautiful people yoktu o yüzden olabillir.
Soldakini bilmiyorum ama sağdaki alman köylü güzeli Diane Kruger. Üzerindeki de Marchesa. Cidden yandan tek kollu kıyafetler sevmiyorum. Kendinden düşenler tamam ama böyle olanları beğenmiyorum. Kadını normal şartlarda çok sıradan çok vasat güzellikte bulsam da burada ilk defa beğendim ilk defa bok atmayacağım. Omuzlarını beğendim galiba yoksa yüzü yine ezik iyi aile kızı sarışın tipinde.

Manken Coco Rocha (ki blogundan zekasının biraz kıt olduğunu anlıyoruz) ve Zac Posen. Zac Posen smokin ile kurtarmış çünkü o üzerindeki halı gibi pelerinimsi ceketi başka hiçbir şey kurtaramaz. Yanındaki Coco'nın kıyafeti de görgüsüz zengin evinin salonuna özel olarak dikilen halının salona büyük gelmesiyle yandaki müştemilata verilsin diye kesilmiş bir parçası gibi duruyor. O derece kabus! Allah akıl fikir versin yemin ediyorum, bu kadar paraya bu kadar zevksizlik ancak böyle olur.

Tanımam etmem ama soldaki kız, saçları, elbisesi duruşu tamamdır. Yalnız şunu sadece merak ediyorum; gördüğüm kadarıyla o elbisenin arkasından kızın kıçı mı görünüyor ( şok şok şok valla)? Diğeri fazla fütüristik bana göre-gerçi fütüristik mütüristik diye laf ediyorum ama B.'nin geçen seneki doğum gününe giydiğim elbise de benzer şekilde futura anotherstar şeklindeydi.
Yine tanımam etmem ama pembe elbiseli kızın elbsesi rengi hariç tabii tamamdır, tam bana göre. Neden mi? Önünün açıklığı mükemmel. Tam istediğim sevdiğim hatta ve hatta B.'nin acayip kızdığı gibi.
Yılların Drew Barrymore'u. Hatta yaşadığı acılar, travmatik hayatı sebebiyle de neredeyse acıların kadını gibi bir şey. Ben beğenirim normalde kendisini de burada fazla kendisi dışında buldum. Ki elbisesi muhteşem Alberta Ferrretti imzalı gayet şık gayet klas ama nedense Drew Barrymore tarzı olmamış. Bir kere bu kadar beyaz kadınların bu kadar açık ve soluk renkler giymemesi lazım (misal ben giymiyorum). Zaten rengin açık elbisenin rengi açık kim farkedecek ki o halde seni?

Hana Soukupova. Galiba saçlarını kızıl yapmış. Kötü olmamış aslında ama bence kendisi sarışın olması gereken insanlardan. Elbisesi güzel de o eteğin altından çıkan jüpon gibi şey nedir pardon? Eskiden bazenf formanın altına tayt giyerdik resmen öyle olmuş. Ayakkabıları da normal güzel bir şey. Rengi güzel yani farklı yoksa bildiğin stiletto, Steve Madden de yapıyor Jimmy Choo da yapıyor kimse anlamaz farkını.

Hiç öyle etnik sentetik giyim tarzını sevmesem de kaftan denilen hadiseyi seviyorum, bazen de giyiyorum. Bu kızın üzerindekine bayıldım. Kız da tutunur. Çantası, tahta bilezikleri filan tamamdır. Bulsam alacağım o kadar beğendim.

İşte yaşlanınca böyle olmak istiyorum ve bitiriyorum. Dore renkli şantuk takım giyeceğim saçlarım da gri-mor gibi bir renk olacak. Şahane.

Ho ho ho! London Calling!

Wednesday, April 15, 2009

P.S.

* hazırlıkları yapılan ama son anda iptal edilen davet için hazırlanan yemeklerin tüketilme programı (elbette ki ben yapmadım. neden yapayım ki ayrıca), f.a., biraz ergenekon, biraz hukuk usulü, biraz polis üslubu, biraz maç, biraz "hadi be liverpool be", biraz "hadi canım bu nasıl futbol", biraz aniden verilen dışarı çıkma kararı, biraz nişantaş, biraz touchdown, biraz aşağısı, biraz o, biraz ben, biraz biz, biraz her şey, biraz gerginlik, biraz sinir hali, biraz "ehhhh sıkıldım hali"...

* * şirin şirin sever, şirin şirin gezerim

hiç aklımda yoktu ama bu intelligence limitée insanının mısır maceraları beni benden aldı, güldürmekten gerginliğimi yıktı geçti.
şirin sever'e sevgim, itibarım malum. bugünkü üstün zeka tohumları içeren yazısı ile her şey daha da bir arttı yüreğimde kendisine karşı. h&m 'den aldığı poşusunu takmış piramitlerin önünde pozunu vermiş bebeğim şirin sever artık çok sıkılmış birbirine benzeyen avrupa ülkelerinden ve kendisini "tarihin beşiği doğu medeniyetine vermiş".
vermiş de oradaki medeniyetsizlikten şikayetçiymiş. yollar kötü, insanlar kazıkçıymış, hiçbir şey telkin edici veya güven verici değilmiş. hayal kırıklığı yaşıyormuş kendisi. hele hele kolundaki arapça dövmesi kendisini yapışkan satıcıların nezdinde daha da çekici kılmış.
şirinciğim senin de işin zor bu dünyada. herkes senin peşinde ama sen neyin peşindesin bilemiyoruz ki. ancak şunu anladık ki bu evren hatta kainat sana dar.
yani bak görüyorsun avrupa'dan sıkılmışsın (aslında nerelere gittiğini bir bilsem daha çok yorum yapacağım ama en son dublin seyahatini okumuş çok etkilenmiştim. keşke sen de benim yorumlarımı okuyabilseydin ama bu konuda çalışmalarım var; casuslarımı göndermeyi düşünüyorum ofisine), doğuya gidip -muhtelemen- ışık doğudan yükselir hissi ile kendini bulmak medeniyetin beşiğini algılamak istemişsin ama sonuç oralarda da hüsran olmuş.

kudüs, mısır, piramitler seni hiç açmamış, baharat ve insan kokusu seni germiş hatta irrite etmiş. e hal böyle olunca geriye macera dolu amerika, muhtemelen senin beğendiğin russel crowe (hmm düşününce o güçlü ve korucu gladyatör kaba saba erkek beğenin eskimiştir tahminimce. yeni favorin hugh jackman'dır. doğru mu bebişim?) ve nicole kidman'nın vatanı gereksiz kıta avusturalya, antartika ve tabii afrika kalıyor. buralarda da çok mutlu olmazsın diye tahmin ediyorum. neden mi? çünkü bebişim sen dediğim gibi kainata sığmıyorsun, fazla geliyorsun bize. o yüzden ben derim ki sen olduğun yerde kal, fazla seyahat etme (biliyorum kendi paran etmiyorsun haliyle başkasının parasını harcamak ayrı zevkli), yorulma, sonradan göç ettiğin istanbul'un rezidansiyel konutlarında ve 7 metrekarelik ofisinde hayatını yaşamaya devam et. sen de mutlu ol, biz de olalım. ha bir de bizi daha fazla boğma zeka geriliği taşıyan yazılarınla. yorulduk. hadi sen bir aşağıya in sigara iç, hatta yandaki kafe bozması pastaneden kepekli bir tost söyle kendine- dün gece nespresso'nun yanında yediğin macaronların öğütülmesi, kaloriye dönüşmemesi lazım unutma!

Tuesday, April 14, 2009

Ufak bir not

hi there QFOXZY!

nice to hear from you
yeh I'll be in london then
I play a small bar called life
it at 2 - 4 old street
in the basement of a japanese restaurant
I'' be there on the 22nd


Yüzüme tebessümü yapıştıran nottur. Bittiğim andır. Seviyorum kendisini. 22si akşamı "pleased to meet you, hope you guess my name" diyeceğim. Small bar'a giderken ne giysem acaba? Kesin açarım açabildiklerimi. Acaba gitmeden saçlarımı kestirsem mi?

Bir yazı ve ettikleri


Epeydir ilk defa bir köşe yazısını heyecanla ve umutla okudum. Yıldırım Türker ve T.W. Adorno. Uzun zaman önce okumuştum Minima Moralia'yı ama galiba tekrardan çıkartıp ara ara, bölüm bölüm okumak iyi gelebilir. Bugünlerde, bu zamanlarda.
Nedense Adorno bahsi geçince iyi hissettim kendimi, ev yaşamınıın rahatlığı üzerime gelmiş gibi hissettim. Caz sevmese de...
*
Lire Adorno c’est en quelque sorte se lancer un défi. Vouloir comprendre Adorno c’est une ambition qui à son départ témoigne d’une grande ignorance de la difficulté. Tout chez cet auteur est difficile : les mots, le style, les champs de réflexion (Théorie esthétique, Dialectique négative, Dialectique de la raison, Imagination dialectique, etc.) et enfin la pensée elle-même
"Ecrire un poème après Auschwitz est barbare"- t-w. adorno

One fine day

garance doré

Artık cidden bahar gelsin. Hem şehre, hem ruhlara, hem beyinlere, hem yaşamlara...Ben üşümekten, her an yağmur yağacakmış gibi giyinmekten çok sıkıldım. Hele hele ruhumun böyle hissetmesinden iyice sıkıldım. Elimde kahve böyle sakince oturmak tiril tiril giyinip çıkmak istiyorum (ama insanlardan ayrıca sıkıldım, orası ayrı). Artık bahar gelsin.

John Coltrane ve Greensleeves

Monday, April 13, 2009

İç sıkıntısı

Ben bu ülkeden de, bu insanlardan da, bu şekilde evlerin basılıp aranma zihniyetinden de çok ama çok sıkıldım. Gerçekten. Cehalete tahammül edemiyorum.Cahiller tarafından yönetilmeyi ise artık daha zor kaldırıyorum.
Herkes -doğru veya yanlış- istediğini düşünür, kimse kimseyi beğenmek zorunda değil (ayrıca bu davada ben sorgulanması gereken çok insanın olduğunu düşünüyorum, can dündar, mustafa, google karşıtı ulusalcı ise hiç değilim) ama sorgunun, soruşturmanın bir yolu yordamı, hukuka uygun şekli vardır. Sabahın köründe onlarca polis eşliğinde ev basmalar, her şeyi alıp götürmeler, hatıra defterlerini dahi unutmamalar filan bravo! Yüce bir yolda yüce hareketler bunlar.
Cidden içim daraldı. Midem ise zaten bulanıyor. Saatlerdir.

Aynı saatlerde yapılabilecekler

Dün gereksiz ve zevksiz bir maçın oynandığı saatlerde şu filmi seyrediyor olabilirdim. Hem İrlanda, hem IRA, hem vadim o kadar yeşildi ki vs derken mutlu olurdum bu filmi seyretmiş olmaktan.
Ama ne yaptık? "Aaa olmaz, mutlaka seyretmem lazım çok heyecanlıyım çok coşkuluyum" düşünceleri içerisinde maçı seyrettik. Sıkıldık. Patladık. Zerre de zevk almadık. Hele bugün, dün o maçta oynayanların hepsinin katıksız birer gerizekalı olduğuna iyice kanaat getirdim. Ya da hepsi top ama hepsini toplasan bir tane adam gibi top etmez, disko topu bile etmez; o kadar kötüler.
Ah 50 Dead Men Walking, keşke saat 7'de buluşsaydık da seyretseydik seni. hatta festivalde aldığımız biletler yanmasaydı.-bir kez olsun yanmasa ya şu biletler, bir kez olsun.

P.S. evet volkan bir beyinsiz. ayrıca yalancı.

Sunday, April 12, 2009

0-0 ne ya?

Fantastik ötesi bir gece, fantastik ötesi arkadaş grupları (ki yineliyorum evlere şenlik bir grup iken bir diğer evlere şenlik bir grup birleşti ve ortaya beş para etmeyen bir grup çıktı ki cidden şoktayım) ve yaşananlar, kaybolan arabalar, kaybolan insanlar, kaybolan geceler, midede kaybolan hamburgerler (etiler trafiği'inden nefret ediyorum bu arada. en az cihangir kadar kötü) derken nihayetinde gidilen fenerbahçe köşebaşı, çirkin ama karizmatik erkek b., yine açılan bir büyük kara efe, bir heyecan bir coşku derken 0-0 nedir ya???? Ben hayatımda bu kadar sıkıcı bu kadar gereksiz bu kadar offf çektiren Fener Galatasaray maçı seyretmedim.

Evet yine kavga, yine küfür ki bence insanlar eğer bu maçlarda küfür etmeyeceklerse öyle yerlere gelmesinler (cidden erkekler acayip yerlerde acayip şeylerden kavga çıkartabiliyorlar).

Ne kadar sıkıcı bir maç, ne kadar gerzek oyuncular, ne kadar kötü hakem yönetimi derken evet emre kesinlikle o beyinsiz sabri'ye girişmeli hatta soyunma odasını basmalıydı. Off hepsi kötü. Her iki takım da her iki takımın oyuncuları da, antrenörleri de, her şekilde kötüler. O kadar paraya, o kadar ruha, o kadar taraftara rağmen kötüler.

Fener'in Galatasaray'ı yenmediği bir derby derby değildir, "no totti no party" benim için (gebersin pislikler bu arada).

Saturday, April 11, 2009

Bir cuma akşamı

Aslında her şeyin bambaşka düşünüldüğü bir cuma akşamı derken F.A. ile buluşma ve malum kapkaç sonraki ürün durumunu halletme, sonrasında "hadi yemek yiyelim" derken kendisinin pek sevdiği Merih 'e oturma, ekrandaki Beşiktaş-Kocaeli maçı, yanımızdaki orta yaş üstü esnaf, müdavimlerle muhabbet derken, biten bir küçük Yeni Rakı derken, hafif tipsy vaziyette olup gelen telefonları "ben çıkmam herhalde bu akşam" diye cevaplanan bir cuma gecesiydi.

*gecenin cümlesi:
- hanım kızım, anladım siz fenerlisiniz ama hagi'yi seyrettiniz değil mi galatasaray'da? büyük topçuydu.

P.S. cumartesi hadisesi ile giyinip çıkmam lazım ama lazio-roma maçını açınca galiba uzun sürecek çıkmam. ama gerçekten de statın " frankie garage" ilanları önünde koşturan bir francesco totti'yi nasıl seyretmem ki? ah bir de olay filan yaratsa bir hareket yapsa, tamamdır. ama ben frankie-francesco diye diye yüreğimi serinletirim.

Friday, April 10, 2009

Sabah masası

simply lovely

Bence biz kahvaltıya gidelim. Geceden uzak, yazın tiril tiril günlerinin erken saatlerinde. Tamam, à la française geleceğim; basit bir elbise, altına repetto, saçıma da bant takarım "audrey à la française" olur böylece. Daha dingin, daha kool ve de daha besleyici olur. Geceye nazaran. Belli ki gece zorlayıcı oluyor.

Thursday, April 9, 2009

Yaz ve tiril tiril

le fashion
Bana göre tiril tiril görüntüsünü en güzel anlatan resimdir. Kız idare eder de bacakları, inceliği, uzun boyu filan tamamdır. Pembe oluşu bile kötü değil. Hani yine sevgilinin 3 beden büyük gömleğini giyip de çıkmış olmak gibi (hoş sevgilimin pembe ya da böyle bir pembe giymesi de ilginç olurdu da neyse ) müthiş seksi bir kıyafet. Ha biz böyle olsak bunu buralarda giyebilir miyiz? Hayır! Hayırdan öte asla desek. Ancak NYC'de olur bu, Londra'da ama İstanbul'da never ever diyorum ben ama denemek isteyenlere buyrun.

"-im"

Hani bana soğuk veya kimi zaman tepkisizliklerim üzerine duygusuz diyorlar anlıyorum ama bu kadar börtü böcek olunur mu? Harvard'lı çocuğun arka bahçesindeki muhabbetler, insanların arkadaşlarına hitap biçimine o kadar şaşırdım ki. Özellikle de gençler arasında. Küçücük çocuklar birbirlerine "ayşemmm", "ahmedimm", "mehmedimmm", "canımmmm", "kuzummmm" diye hitap ediyorlar. Ne bu ya? Ne kadar kolay bazı sıfatlar kullanılıyor, ne kadar kolay arkadaşlıklar, sevgililikler sahipleniliyor, "benimsin" ifadeleri ile seviliyor. Asıl annesi arkadaşım olan ve hayatımda iki kere gördüğüm -sonuncusunda ise 11 yaşında olan- kız çocuğu bugün sanki müthiş bir yakınlığımız varmış gibi "anotherstar'ımmmmmm nasılsın" deyince o kadar şaşırdım ki sonradan gördüğüm başka başka çocukların çekip koyduklarları anı fotoğraflarının yorumlarına tepki veremedim bile.

Çok acayip işler bu yeni kuşak iletişim işleri, ilişkileri.

Hareketli uyku hali

Ben uyurken benim kadar yatağı bozan, her şeyi altüst eden, her şeyin yerini uçtan uça yerini değiştiren başka birini görmedim. O kadar acayip kalktım ki bu sabah yazmadan edemedim. Nasıl bir yorgan uyku halinde 360 derece döndürülebilir?

Wednesday, April 8, 2009

Varoş ailesine yeni üye

Futbol dünyasının en sevdiğim varoş çifti olan Wayne Rooney ve karısı Coleen Rooney bir bebek bekliyorlarmış. Yani wag # 1 is pregnant (victoria beckham timeless bir w.a.g olduğu için o # 1'nin de üzerinde bir yerde. o yüzden # varoş mrs. rooney oluyor). Yani eğer kız olursa minik w.a.g'lar, erkek olursa traktör vücutlu varoş oğlanlar geliyor. Hayırlısı diyeyim sevenlerine, beğenenlerine. Ancak bu post böyle kalmaz; doğum ve doğum sonrası fotoğraflarla tüm görgüsüzlüklerini sergileyeceklerinden bu sayfaya bol bol malzeme çıkar 9 ay sonra.

W.A.G Coleen haberi öğrendikten sonra alışverişe gitmiş, aldıklarını annesi ve kardeşine taşıttırmış ama elinden gazlı içecekleri bırakmamış. Bravo, şimdiden müthiş bilinçli bir hamilelik beslenme alışkanlığı görülüyor kendisinde.

Sabah mottosu: "the time is now"




The Time Is Now [Live] - Moloko


Bence artık zamanı geldi. Evet evet geldi çünkü ben sıkılmaya başladım. Roisin büyüksün! O sözler nedir öyle? Eski meski ama bazı şeyler iyi ise demek ki daimi kalıyor. Uzun uzun yazmaya gerek yok; Roisin anlatmış bile.

you're my last breathe
you're a breathe of fresh air to me
hi, I'm empty so tell me you care for me
you're the first thing and the last thing on my mind
in your arms I feel sunshine
on a promise a day dream yet to come
time is upon us oh
but the night is young

flowers blossom
in the winter time in your arms
I feel
sunshine
give up yourself unto the moment
the time is now
give up yourself unto the moment let's make this moment last
you may find yourself
out on a limb for me could you expect it as a part of your destiny
I give all I have but it's not enough and my patience is shot so I'm calling your bluff
give up yourself unto the moment
the time is now
give up yourself unto the moment

let's make this moment ...
last
and we gave it time all eyes are on the clock
but time takes too much time
please make the waiting stop
and the atmosphere is charged.
in you I trust.
and i feel no fear as I tempted by fear
and I won't hesitate
the time is now and I can't wait
I've been empty too long
the time is now the tender night has gone
and the time has gone let's make this moment last
and the night is young the time is now.
let's make this moment last

Tuesday, April 7, 2009

Wish list, 3


Macallan 30 yıllık viskisini piyasaya sürmüş, kendisi gibi iskoç olan Rankin ile beraber çalışmış Harrods'ta filan satılan bir hadiseye girmiş. Macallan zaten seviyorum, fotağrafçıya zaten tavım, 30 yıllığına benim param yetmez o yüzden zaten şımarıkça "doğum günü hediyem olur" diye isteyeceğim.

Oyunun gücü


Resmi daha önce görmüş hatta resmin altına gelen küçük beyinli yorumları da okumuştum ama tekrardan yabancı sayfalarda rastlayınca buraya koymadan edemedim.

Resimde Liverpool taraftarı olan Liam Neeson, oğulları ve kaynanası Vanessa Redgrave görülüyor. Buradan bakınca her şey mutlu aile görüntüsünde ama işin acıklı bir yanı var. O da Vanessa Redgrave 'in kızı, Liam Neeson 'nın karısı, gol sevinciyle Liverpool formasını tutan ufaklıkların annesi Natasha Richarson geçtiğimiz haftalarda geçirdiği kayak kazası sonucu beyin kanamasından aniden öldü.
Bence bu resim futbol isimli oyunun verdiği heyecanın, mutluluğun güzel bir resmidir. Zaten 90 dakika sürüyor, insan mutlu oluyor, heyecanlanıyor, maçın sonunda tekrardan dertlerine geri dönüyor. Bir nevi psikoterapetik plasebo etkisi gösteriyor insanda. Koyu taraftarların anlattıkları hep "hastalı ve ağrılı" anıları vardır: hikaye değişmez; maç öncesi taraftar hastadır, üzgündür, ağrılıdır ama maça gider ve 90 dakika kendinden geçer, her türlü kederini derdini unutur, bitiş düdüğü ile gerçek dünyaya geri döner. Liam Neeson ve ailesinin de durumu budur bence. Garipsenecek, yadırgayacak, hele hele küçük beyin hücrelerince yargılayacak hiçbir şey yok. Adamın da çocukların da acısı baki. Asla gitmeyecek ki aklından. 90 dakika aklını meşgul etmiş. Yani? İlla herkes bizim gibi böğürerek, kendini göstererek mi acı çekecek?
P.S. zamanında duman grubunun solistinin sevgilisi intihar ettiğinde çocuk da bunalıma girmişti haliyle. evden çıkmıyor, hiçbir şey yapmıyordu. menajeri çare olarak fenerbahçe maçına gitmeyi buluyor, koyu fenerli çocuğu kaan'ı (neydi soyadı? ama bizim için mad madame kaan kendisi) alıp maça götürüyor. maç galatasaray maçı, galatasaray 6 tane yediği 1 tane atamadığı maç. al sana müthiş bir terapi. ha bu pazar da maç var. heyecanlıyım bekliyorummm.

Monday, April 6, 2009

gece gece


Kimi insanlar karşısındakileri delirtirler. Sevimlidirler ama delirtirler adamı. Bugün Forever S.'den "nasıl delirtirdin beni, nasıl dayaklıktın" laflarına beraber güldükten sonra insanı gece gece delirten bir başkasına geçilsin. Az önce ben delirdim, gönderdiğim kişiyi de delirttim muhtemelen çok başkası delirmeyecek ama bizbize tamamdır.

hastayız sana totti de oraya ne sokuyorsun öyle?

Cemiyet

Tamamen unutmuştum öyle bir gaflet anında, ergenlikte gittiğim yeri ama sağolsun Forever S. bugün hatırlattı "nasıl da seni cemiyet'e götürmüştüm" diye. Of ben ve cemiyet. Nasıl da kanmışım ve gitmişim oraya? Ama pazar günü maçtan sonra ben onu cemiyet yapacağım ama hadi neyse...

Sunday, April 5, 2009

songs n' motto # 6


I kissed your lips and broke your heart.
you, you were acting like it was the end of the world.

until the end of the world, u2

Saturday, April 4, 2009

Kim sevmez ki


Kim sevmez ki Back To The Future filmini? Bugün seyredilmez belki ama 80lerin video (beta/vhs) günlerinin en çok izlenen, talep edilen, sevilen filmlerindendir.
Michael J. Fox bugün parkinson hastalığından muzdarip. Geçenlerde Oprah'da şöyle demiş: I can skate better than I can walk, it's funny,' said Canadian-born Fox as he comfortably hit slap shots and skated backwards on the New York City rink

Nasıl da kıskanıyorum kaykay yapan insanları. Bir stencili yapılan kadınları bir de kaykaycıları. Sokak çocuğu muyum neyim? demi audrey hepburn ve demi italyan mafyası galiba doğru tanım oluyor.

Friday, April 3, 2009

T.A.G.

Eğer London Calling hali olmasaydı kesinlikle bir şekilde haftasonunu geçirmek üzere Paris'e gitmek ve bu sergiyi görmek isterdim. Le Grand Palais'de ayın 26'sına kadar. This is Paris.
"Be my beautiful loser!"