Saturday, July 31, 2010

Gece # 8


gecenin anlamı sabahından başladı, telefonda "I just call to say I love you" söylediğimde "ya cidden çocuksun!" cümlesinin komikliği kadar cümleyi söyleyenin kendisinin ne denli "çocuk" olduğu" ama bir o kadar da doğum günü çocuğu olduğu, gündüz siyah elbise, bahçede bol bol telefonla konuşma anı, bebeğim tarık anı, heyecan anı, mülakat anı, gerizekalı türk gençliğinin mülakat anı, ard arda gelen cehalet karşısında şaşkınlık anı, geceye hazırlık anı, kırmızı elbise, beyaz babet (15 pound. this is london baby!), gey kapılım z., yürüyerek karaköy liman caddesi ve sanki bir an için shoreditch'deyiz, çok kalabalık, b.'nin doğum günü ile alice in chains h.'nin vedası, güzel mekan, gideri olan garson ama 3 parça yemek için pahalı mekan, 7'sinde ne ise 70'inde de insanın aynı olması ve hissiyatımın doğru çıkması (gerçekten de bir şekilde sevmediğim insan yine bir gün bir şekilde yapıyor bir şeyler ve ne yazık ki ben haklı çıkıyorum), bodrum'dan gönderilen şampanya, önce touchdown, sonra kiki, ve yine fantastik bir eğlence, fantastik bir gece, fantastik bir kutlama, fantastik arkadaşlıklar ...

p.s. daktilo kolye! manasız komik ama bir o kadar manalı.

p.s. (2) söylediğim herkes çok güldü ama cidden söylüyorum ve sıcaktan çıkabilsem yapacağım. bu spastik evden çıkarmayan sıcaklar için salonun ortasına orta boy plastik şişme çocuk havuzu almak, içine bikini ile girip herkesi de çağırıp elimizde soğuk biralarla oturup film seyretmek müzik dinlemek istiyorum. nedir bunun parası ya? eve servisi yok mu? şu sıcaktan gebersem gidip alacağım plastik havuzdan ve dediğimi yapacağım ama kalkacak takatim yok. ayrıca neresi komik? gayet müthiş bir fikir bence. hayır, gözlüklerimi takabileceğimi sanmıyorum gençler.

Friday, July 30, 2010

Chaud, chaud! Il fait chaud, mon gars!

alt başlık: bilinmek

aylar sonra gelen buluşma, urban mı örbın mı , chileksuyu, muhteşem hediyeler, bilinmenin getirdiği muhteşem hediyeler, anlatılan komiklikler, 15 yaş hallerim, daha da komik heyecanları ve cidden bilinme, özen karışımı muhteşem hediyeler. en sevdiğim şey; bana verilen hediyelerin düşünülmüş olması, bana özel olması. küçüklüğün büyüklüğün önemi yok, ben özne olarak düşünülmüş olması her şeyi daha da güzel daha da muhteşem kılıyor. bayılıyorum "bilinmeye".


Wednesday, July 28, 2010

Kızıl




Nedense kızıl saç tutkulu bir anlam uyandırıyor. Öyle mi bilmem ama her türlü alanda kızıl bir tutku ifadesi. Mesela saç şekillendirici ürünün ismi "tutkulu kızıl". Demek ki sadece klişelerle yaşıyoruz.Kendisi doğal kızıllardan (ben sahtesiyim). Ama gerçek rengi böyle değil. Fakat işte gerçek olanlardan. Genç de değil, 40larını süren bir insan kendisi. Oyunculuğu harikulade bir film olan Big Lebowski'de müthişti, geçtiğimiz ay Vogue UK'de gördüğüm Bulgari reklamında ise ayrıca güzel. Yaşlandıkça güzelleşenlerden. Galiba öylesi de makbul zaten.

Tuesday, July 27, 2010

Kötülüğün çığlığı

Herhalde bu saatlere denk geliyordu duyduğumda. Her şey bana göre sakin, huzurlu ve manasız sıcağa rağmen summer breeze ruh halinde iken birden yatak odasının baktığı arka sokağın ön tarafındaki balkonlardan birinden duydum çığlığı. Önce birisi katıla katıla gülüyor sandım ama sonra anladım ki katıla katıla ağlıyor. Ve birkaç saniye sonra katıla katıla ağlayanı tanıdığımı, hiç de sevmediğim insanlardan biri olduğunu anladım. Garip işte hayatın küçüklüğü, oturulan yerlerin yakınlığı. Yatak odamın balkon kapısından aradaki epeyce, hayli geniş mesafedeki apartmanın ön balkonunda arkadaşları ile oturan, bana birebir olmasa da çok sevdiğim birine büyük kötülük yapmış birinin çaresiz çığlıklarını duyuyorum. Nasıl ağlıyor, nasıl "ne kadar yalnızım, kimsem yok, ne yapacağım hayatta, ölmek istiyorum" diye böğürüyordu ... Üzüldüm mü? "İnsan" olarak "evet" ama "şahsı"na "hayır". Ne ektiyse onu biçti. Entelijansyanın bir dönem itibar edilen adamlarından birinin karısıydı, başka da vasfı yoktu ama adam hayattayken iyi geliyordu bu kendi sıfatı olmayan kadının erkek üzerinden sıfat elde etmesi. Kocasından sürdürdüğü soyadı ile bir şeyler yaptı, ahkam kesti, rakı masalarında racon kesip "ağır abla" rolüne büründü, gördüğü itibarı da hem kendine dair, hem de kalıcı sandı. Kendisinden 30 yaş büyük adam da daha kendisi 80'indeki bir adama göre genç sayılabilecek bir yaşta ağır alzheimer olup sonra da ölünce bir anda her şey öylecene kalakaldı. Oysa öyle kalmayabilirdi. Dostlarının, ona- soyadına değil kendisine- itibar eden insanların kıymetlerini bilseydi 50li yaşlarını süren bir dul olarak hayatı geçen gece balkonlardan böğürdüğü kadar acıklı olmayabilirdi. O ise aksini yaptı. İnsanların ekmekleri ile oynadı, kendi çıkarları için insanlar hakkında yalan söyledi ve onları töhmet altında bıraktı, vs. Ben artık kendisini gördüğümde kendisini görmüyordum. Kafamı çevirmeye bile ihtiyaç duymadan dümdüz yüzüne bakarak onu görmüyordum. Ne yazık ki kötülükten ve alkolden kararan bir yüzü yine de fark ediyordum.
Geçen gece ne yazık ki duymak zorunda kaldım yine bir alkol ortamındaki "ölmek istiyorum", "kimsem yok", "yapayalnızım bu hayatta" nidalarını ve yanındaki arkadaşının da "ama sen f.n.'nin l.'sisin." gazlarını. Arkadaşı böyle laflar etmek durumunda belki ama ne yazık ki balkondan böğüren için artık çok geç. Ne arkadaşı kaldı, ne de onunla beraber rakı masasına oturanlar. Hep görüyorum perdeleri kapatmaya gittiğimde kendisini ortasındaki iğrenç florasan lambalı salonunda.
Gerçekten de hayatta ne ekersen onu biçersin. Öyle veya böyle ama bir gün, evet. O yüzden ânı yaşayıp, aktörleri ile kumar oynarken yarının rus ruletine denk gelebileceğini düşünmek iyi olabilir.

Daha "kavurucu" sıcaklar


... " zaten ortalama sıcaklık değerlerinin üzerinde seyreden sıcaklar bugünden itibaren daha da artacak"...

Bir de sigara içsem yukardakidir ruh halim, yaptığım sınırlı aktivitelerle beraber. Kaküllerim de var, gerçi uzun saçlı olmak kavucuru sıcaklarda kabus bir hadise ama gel gör ki uzun zamandır halim Anna Wintour 'un uzun saçlısı. Suya gitmek istiyorum. Dün M. ile konuştuk "benim ta Yunanistan'a kadar yüzdüğüm tatilin ne kadar güzel olduğunu". Öyleydi ama! Gerçi benim keyifsiz olduğum bir yazdı, 4 yıl geçmiş, iyi ki de geçip gitmiş. Aman Allahım. Gereksizlikleri düşündükçe verdiğim kararlar, bitip gidenler o kadar mutlu ediyor ki...Yoksa ne ki, her şey sürer şu hayatta, maksat hasbelkader yaşamak ise.

Yukardaki resim güzel, geçtiğimiz yıllar güzel, bu yıl güzel yani sorun yok, hiç düşünüp de geçmişi sorgulamanın alemi yok. Rahat!!!!

Sunday, July 25, 2010

Never on sunday tespiti

Mine Vaganti 'nin başında bir sahne var. Asıl kız, güzel kız deli gibi araba kullanarak Lecce 'nin dar sokaklarında gidiyor, ani bir frenle durup oradaki bir arabayı bir güzel çiziyor anahtarı ile. Sonra da ayakkabısının topuğu ile aynayı patlatıyor. Evet, biraz ruh hastası bir durum. Sanıyorum benim hiç böyle arzularım olmadı. Dışardan aksi bir intiba bıraksam. Komik ama benden böyle "çılgın" hareketler bekleniyor ama yok, hiçbir şekilde içimden gelen bir şey değil bu tarz hareketler. Tamam, belki içimden gelse yaparım. Belki değil, kesin yaparım ama yok, öyle sinirlenip bir şeyler yapmak, can acıtmak, mala zarar vermek, vandalizm filan içimden gelmiyor (ki az da olsa deliler gibi sinirlenmişliğim, gözümün kimseyi görmediği olmuştur). Gel gör ki öyle bir intiba vermişim ki kızdığımda karşı cins benden böyle şeyler görmeyi bekliyor. Benlik değil. Gereksiz. Tespit ise şudur: belki arabası bu şekilde çizilen kişi hasarı görüp delirse de o onu kimin çizdiğini biliyordur. Ve yine de ne kadar kızsa da kesin hoşuna gitmiştir "bana aşkından bunu yaptı, vay be ne kadar seviyor beni" diye. Demiyorsa da ... ben ona inanmam şahsen çünkü ego yükseltici bir şey bu. İnanan ise yani böyle bir olayın o kişinin egosunu okşamadığına, sadece sinirlendiğine inanan, kadın erkek ilişkilerinin savaşlarında kendini kandırıyordur. Yara her zaman güzeldir. Bu konudan ayrı olarak yara hadisesi ise, benim için gözün altındaki, koldaki, boyundaki ufak bir çizik kadar çekici bir şey olamaz.

Yep! never on sunday!

Never on sunday # 4


... çok sıcak bir cumartesi, muhteşem borsalino'mla beraber düz elbiseler peşinde bir cumartesi (ne yazık ki düz basit elbisem yok ve sıcakta mümkünse sokağa sadece basit bir bez parçası ile çıkmak istiyorum), akşamında yemeğin olduğu bir cumartesi, büyük paraların-nakit- plaklara verildiği bir cumartesi, çok ama çok özlediğim A.Y. ve Christophe, Superstar S.Y.& uzak memleketlerde yaşayan evladı A.Y.'nin rahat evi, komik davetliler, eğlenceli davetliler, "ya kusura bakma ben seni bazen çok geç arıyorum; açma nolur ararsam" lafı edip "haha! farkındaysan açmıyorum" cümlesini duyup aynı gece 2'de yine arayan davetliler ( cidden karşı cins beni benden alabilen yaratıklar. şaşkınlık içerisinde kalabiliyorum bazen. ama seriously!), yemekten çıkıp da R.'ye gidiş, bavuluna yardım, geçen gecenin dedikoduları, elbette R.'den daha erken uyanmam, uzay mekiği karmaşıklığındaki televizyonlarını çalıştıramayıp masanın üzerinde hediye gelmiş "evrenden torpilliyim" benzer isimli bir kitabı karıştırıp "evreni çözmek-kahkahalarla, 11'de Sami Amca için sinagogda dua ve kahvaltı, sinagog için "kapanmam", Forever A., mahalleye dönüş, nihayetinde never on sunday, cumartesiden daha sıcak bir pazar, salonun tavanında dönen pervane, yatak odasındaki klima, açık olan tüm camlar, yenilen tüm pislikler (r.'nin gece ettiği "şu sıralar hiç dikkat etmiyorsun reflüne şekerine, ayrıca çok içiyorsun" lafı), nasıl olsa R. & sevdiğimiz insan kool şahsiyet K. 1 hafta olmayacak diye almış oldukları tüm dvdlere el koymak, seyretmek için never on sunday hafifliğindeki Mine Vaganti tercihi, eğlenceli film, esmer kadın beğenmesem de filmdeki kızı çok beğenmem, kavuşulmayınca aşk olduğu gerçeğinin bir kez daha gösterilmesi, kocasının kardeşine aşık olup yıllarca aşkını yaşayamayan şeker hastası babaannenin bunu dillendirmesi, makarnanın insanları mutlu etmesi, makarna etrafında şekillenen yemeklerin mutluluk yayması ama yine de hatta çoğunlukla görünen mutluluk halinin gerçek olmaması (değil mi?), herkesin mutlaka bir sırrının olması (değil mi?) , çoğunluğun "mış gibi", poz verdikleri resimlerdeki gibi yaşadıklarını gösterme çabası (değil mi?) , "kim ne diyecek korkusu" ile yaşaması( değil mi?), "mutsuzluk mu mutluluk mu" bocalamasından sonra elbette mükemmel poza uygun mutsuzluğu seçmesi (değil mi?), evet eğlenceli film ama tam da sona doğru "oh be ilk defa sezen aksu şarkısı yok bu adamın bir filminde de" diye düşünürken elbette yanılmam, elbette tüm dünyada geçerli olan diva ve gey aşkının asla bitmeyeceğini bir kez daha öğrenmiş olmam, misal sezen aksu ve geyler, cher ve geyler, diana ross ve geyler, ajda pekkan ve geyler vs sıcak yarın daha da sıcak derken keşke her gün never on sunday olsa bana yüreğim bu kadar hafif olsa... yine de ne olursa olsun, iyiyim, keyfim yerinde, beni bilenlerin bildiği gibi yamuk vaziyette gülümsüyorum, bir de denize gitsem saatlerce yüzsem daha ne isterim ki, never on sunday...

Friday, July 23, 2010

Cuma eğlencesi # 8

Uzun zaman oldu cuma eğlencesi ile eğlenmeyeli. Günler haftalar hatta aylar geçiyor ama nedense sanki daha yaz yaz gibi değil gibi. Hava birden çok sıcak oldu ama yine de bu yıl yaz başka geçiyor; geç geldi erken gidiyor gibi. Ramazan var, kimileri için önemli,taksicilerin dünyanın en çekilmez yaratıklarına dönüştükleri ay ramazan ayı. Ama mazeret hazır: oruçluyum abla. Peh! Sonra şeker bayramı, 1 ay sonra kurban bayramı derken kış, kışlıklar ve neticede kısa günlere geri dönüş, iç karartıcı saatlere yaklaşma ile yaşanmamış bir yaz olacak bu yaz. Oysa geçen yaz, ne de mükemmeldi. Gecesi gündüzü ayrı eğlenceydi, başkaydı. Anlaşılmaların yazıydı, kimin kim olduğunun yazıydı. Ama bu yaz "ara yaz mevsimi" gibi. Her şey arada, hatta Araf'ta. Her şeyin bir zamanı var, bu da olması gerektiği gibi.whatever...
Los Angeles 'da Araf olmuyor bence. Her şey ya Cennet ya da Cehennem (dante 'ye ithafen bir kullanım yaptığım için büyüh harfle yazdım; yoksa bildiğin cennet/cehennem). Yeni nesil ingiliz moda ikonlarından Alexa Chung. Evet, hemen hemen bütün moda/trend takipçileri kendisine hayran ama ben pek beğenmiyorum. O effortless chic halini aksine bir zorlama ve sıkıcılıkla ortaya seren Agyness Deyn gibi. Fekat Mulberry gecesinde bayağı beğendim kendisini. Sanıyorum şampanya rengi saten bluzun etkisi bu. O kadar güzel ki. Ayrıca gözüken siyah sütyen detayı, tamamdır. Saçları da biraz uzamış, daha iyi olmuş. Ve tabii bu kadar kısa şortların incecik insanlar tarafında giyilmesi gerektiğinin bir göstergesidir. Gel gör ki bayıldığım marka Mulberry'nin şu leopar baskılı askılı Bayswater modeli o kadar çirkin ki.
Aslında güzel ve güzel giyinen bir kız ama burada nedense kötü. Beyaz tenli yüzlerde elmacık kemiklerindeki pembe allıklara hayranım ama nedense bu kızdakiler kool ötesi bir insan olan Semiha Berksoy 'unkilere yakın duruyor. Of adını unuttum bu kızın ama normalde öyle beğenmediğim tiplerden değil. Gel gör ki Semiha Berksoy allıkları, kötü tişörtü kötü skinny jeansı kötü topuklu ayakkabıları (ki kot altına topuklu giyilmesine müthiş karşıyım) kötü leopar desenli çantası ile birleşince müthiş elegantly wasted bir tarz çıkmış. Gereksiz.
İşte bir başka sorunlu karakter, gereksiz tarz uygulamalarının kraliçesi, Osbourne Ailesi'nin küçük kızı. Bu kadar zorlamasa bir şeyler çıkacak ama olmuyor işte; tarz denilen şey zorlama ile yapılacak şey değil. Varsa var yoksa yok. Buna benzer bir tip görüyorum sürekli çalışma alanımda. Ve bundan daha vahim bir tip. Herhalde Kelly Osbourne'dan 30 cm daha kısa, götü 130 cm daha geniş kütle ağırlığı ise herhalde 30 kg daha fazla. Mesela bütün bunlar değil elbette. Mesela bunların ortaya çıkışı. Herhalde bir 10 yaş küçük benden ama ben uzun zamandır böylesine isterik bir tarz görmemiştim. O küçük, geniş ve etli bedene skinny jeans giymek, şu spastik gözlükten takmak, böğüre böğüre konuşmak, kokteyl gibi yorumlar yapmak, aman yarabbim. "Yamacımdan uzak" diyorum ne var ki başarılı olamıyorum. Sanıyorum bir de benim ilgimi çekmeye çalışıyor, konuşma başlatamaya filan çalışıyor ve ben boşluğa bakıyorum. Bazen mesafeli halim bazı insanlarda hiç işe yarayamayabiliyor.

Hayranım ecnebilere ve bu rahatlıklarına. İşte Hamptons davetlerinden seçkiler. Lacivert rengi zaten dünyanın en güzel renklerinden. Kadın da kim bilmiyorum ama muhtemelen içinin bu kadar görülmesi flaşın patlaması ile olan şeydir. Evet içine bizim sokağa çıkarken aman bilmemnem görünmesin diye giydiğimiz banasız şeylerden giymemiş iyi de etmiş ama muhtemelen akşam saatidir ve gün ışığının da fazla kalmayacağını düşünmüştür. Ama işte makinenin flaşı her şeyi belli etmiş. Eee? Olan biten bir şey yok! Her şey gayet normal, bizdeki gibi içine düşmek de yok, geç git işte ya. Bu kadar basit. Hamptons olsun, L.A. olsun, Londra olsun, umrumda olmaz sokağa çıkarken sürekli edepli bir vaziyette olma çabası. Gereksiz işlerden bir tanesi daha bu topraklardaki.

Young Folks...du du du! Seviyorum Young Folks şarkısını. Young Folks'ları da seviyorum! Billy Joel'in model olan eski karısı ki bugün 40larını epeyce geçkindir yanındaki de genç sayılabilecek aktörlerden bir şey adını unuttum ama sakalla çok epey gideri olmuş. Young heart run free sebebiyle koydum resmi. Ayrıca Christie Birkley epey taş yaşına göre.
Erkeklerde sarışın/kızıl beğeniyorum da kadınlarda da mı öyle acaba? Mad Men'deki güzel kadınlardan. Gerçi dizinin en güzel kadını tartışmasız şekilde kızıl olan ama bence bu kadın da epey güzel bir sarışın. İfadesiz değil, aptal aptal bakmıyor mavi gözleri ile, bebek suratlı değil, teninin renginin solukluğu güzel. Ayrıca lacivert ve siyahı beraber giyerek iyice kool olmuş. Tanımıyorum ama sağdaki kadının elbisesi, önünün açıklığı tek kelime ile mükemmel. Soldaki ile hiç ilgilenmiyorum bile ki gözlük beğeniyorum, taksam yakışıyor ama ne bu ya, herkes bir gözlük peşinde. Ayrıca bilmiyorum fazla safari olmuş ama gereksiz işte boşuna yazmamalıyım. Ama sağdaki Hampstons'daki davetin güzellerindendir bana göre. Oysa öyle müthiş değil ama yine de bir şeyi var, tarzı ama zorlama olmayan bir tarzı var, üzerinde güzel durmuş yapışmış gibi olmamış.
Hava sıcak, biter gider bugün. Denize girenleri kıskanıyorum. Gözlüğümü takıp M.'nin dediği gibi Yunanistan'a kadar yüzmek istiyorum. Kim bilir, hiç sevmediğim aylardan olan ağustos ayında ben de gider yüzerim suda balık rakı sofrasında da ahtapot olurum.

Kız hafızası erkek hafızası

Kızlar ve erkekler birbirlerinden her şekilde farklılar, ki bunu biliyoruz, yaşıyoruz. Ama yine de bu farklılıklara ara ara denk gelmek insanı çok güldürüyor.

dün gece, çok sıcak, bir anda hiç beklenmeden yapılan program, boogie boy, gelemeyeceğini söyleyip yarımda gelen u., harikulade yemeklerim, roze, müzik, balkon, tarık bahsi, heyecanı, masanın etrafındaki 3 kişi için de manasız - manalı öğütler, eğlence, gece yarısı gelen telefonlar, sıcak ama çok sıcak hava, yine pek seviyesiz eğlenceli bir gece, her daim beraber olacak kadim dostların mutluluğu...işte şahane hayatımız var.


Kız ve erkek hafızası ise boogie boy ile benim aramdaki tabağa peynirle isim yazma hadisesinin öznesidir. Kim hatırlıyor kim hatırlamıyor ? Sonra da "aaaa evet hatırladım şimdi ama o tabakta domates zeytin de vardı". Bu kadar komik işte aradaki farklar. Eğlenceli.

Wednesday, July 21, 2010

Tanım

Uzun zamandır duyduğum en güzel en fantastik tanımı K. Kardeşler'in büyüğü E. yaptı : "vakarlı". Aman yarabbim, nasıl da harikulade nasıl da doğru bir anlatım. Gösterdim en sonunda. Nasıl titrediğimi de söyledim. Hadi hayırlısı.

vakar
vakur
vakarlı

Monday, July 19, 2010

Bazı Galatasaraylılar güzeldir

Çoğunluğu sevimsiz, çirkef ve gereksiz olsa da bazı Galatasaraylılar güzeldir. Mesela F.A. veya bugün Hasköy'den uğurladığımız Sami Amca gibi. R.'nin huysuz, aksi, inatçı, gururlu ama bir o kadar sevdiğimiz dedesi. Herhalde 11,12 yaşlarında SP 'deyken okul çıkışı R.ler'e gitmeye başladığımdan beri biliyorum Sami Amca 'yı ve Esti Teyze'yi. Okuldan çıkıp eve geldiğimizde kendimizi petrol renkli eteklerimizle R.'nin odasına attığımızda ara ara Esti Teyze ara ara da Sami Amca gelirdi odaya, bizim için baygınlık verici okul ve ders soruları sorar, "ikmale çok ders bırakmayın bu yaz" veya "yemek yiyecek misiniz kızım" tadında laflar edip içeri döner, biz de Esti Teyze'nin o yıllarda müthiş pahalı ve bulunması imkansız moda dergilerine, defile resimlerinde Stephanie, Linda aramaya devam ederdik. Güzel günlerdi. Hele yazları daha da güzeldi çünkü okullar kapandığında adaya gider, evi de R. ve o zamanlar klasik despot ağabey tipi çizen D.'ye bırakırlardı biz de yayıla yayıla yatar, yemek yer, azar, gece çıkıp tozutup geri dönerdik.

Pala bıyıkları vardı Sami Amca'nın. Eskinin çapkınıydı ama kıymetlisi de Esti Teyze idi. Severdi bizi, torunlarını, çocuklarını, karısını ama eski dönem adamlarından olduğu için çok belli edemezdi, belki de etmemeyi öğrenmişti, ona da öyle "duygular gösterilmez" diye öğretilmişti; kim bilir. Biz çok severdik ama kendisini. Sanıyorum bana dair en büyük hayal kırıklığı düğünde ceketine iliştirmiş olduğu GS rozeti ve GS kravatını görüp de "ya Sami Amca, ben bilmiyordum böyle hastalık derecesinde GSlı olduğunu" dediğimde bir de üstüne üstlük Fenerli olduğumu öğrenince yaşadı. Şöyle epey şaşırmış vaziyette "senden hiç beklemezdim" dedi. Gerçekten de böyle de güzel bir GS'lıdır kendisi. Bugün en az kendisi kadar koyu bir taraftar ama Fenerli olan torununun kayınbiraderi, çok özlemesin diye toprak serpilmeden önce GS atkısı attı. Biz de yüreklerimizle el sallayarak veda ettik. Evet, bazı Galatasaraylılar güzeldir. Sami Amca gibi.

Saturday, July 17, 2010

Amazign Grace "Jones", how sweet the sound

Elbette haziran sonundaki Stevie Wonder Londra konserini tamamen ayrı tutarak derim ki bu yaz, geçen yaz neyse ne artık verilmiş bütün konserleri birleştirsen Grace Jones konserini geçemez. Geçmesi dahi düşünülemez. Her zamanki güzel türkçeme amiyane kaçacak ama Massive Attack'ı yemişim ya. Faithless'ı, Seal'ı, ve diğer bütün isimleri umursamama bile gerek yok (ki buna u2 dahil.). Biz Grace Jones'u gördük sahnede. Hem de ağzımız açık vaziyette. Yaşlılar, kısa kollu gömlek giyen erkekler, kısa kollu gömlek giyen erkeklerin yanındaki bermuda/kapri boyundan uzun ama ayak bileğine inmeyen ve neden bu kadar beğenildiğini asla anlamadığım pantalon giyen kadınlar 2. şarkıda gittiler, Rahmi Koç'un bff'i ne sıfatla televizyon programı yaptığını anlamadığım Tahire bilmem ne ve aynı yaşlardaki ama ruhu genç arkadaşı sonlara doğru terk etti ve Grace Jones bize kaldı. Harikuladeydi. Bizlere. Sevenlere. Diğerlerini geçiyoruz. Geçmek, yürümek, uzaklaşmak lazım.
Ha bir de şunu söylemeden edemeyeceğim. Ben değil orta yaşlı genç popçu/şarkıcı/topçu olsam ve bu kadının konserini seyretsem herhalde içinden yıllarca çıkamayacağım bir depresyona girerdim.

Friday, July 16, 2010

Bu akşam

Hayranlıkla seyrettiğim, hayran olduğum insanlardan kendisi. Düşündüm de hayranlık beslediğim pek fazla insan yok aslında. Ne şöhretli takımında ne de gündelik hayatta (hani kızlar klasik olarak hayran olurlar ya, beraber olduklarına.). Fakat Grace Jones istisnalardandır. Göreceğim bu akşam. Geçen gece Massive Attack'e gitmedim. Bugüne kadar hepsine gitmiştim bu seferki eksik kalsın oldu. Gerçi bizimkilerden biri gitseydi giderdim de üşendim. Hele Brand New Heavies'e nasıl üşendim anlatamam. Ama Grace Jones üşeneceklerimden değil. Heyecanlıyım.
La vie en rose da sevmem, şanson da sevmem ama bu La vie en rose diskodur, muhteşemdir.

Thursday, July 15, 2010

"Bayrak" derken dökülenler

**

 TÜRK BAYRAĞI KANUNU
Kanun Numarası : 2893
Kabul Tarihi : 22/9/1983
Yayımlandığı R. Gazete : Tarih : 24/9/1983 Sayı : 18171
Yayımlandığı Düstur : Tertip: 5 Cilt: 22 Sayfa : 599
*
* *
Bu Kanun ile ilgili tüzük için, "Tüzükler Külliyatı" nın kanunlara
göre düzenlenen nümerik fihristine bakınız.

                                   * *   Amaç

Madde 1 - Bu Kanunun amacı Türk Bayrağının şekli, yapımı ve korunması ile
ilgili esas ve usulleri belirlemektir.
Bayrağın Şekli ve Yapımı

Madde 2 - Türk Bayrağı, bu Kanuna ekli cetvelde gösterilen şekil ve oranlar-
da olmak kaydıyla beyaz ay - yıldızlı albayraktır.
Bayrak ile özel bayrakların (sembolik bayrak, özel işaret, flama, flandra ve
fors) standartları, hangi kumaş ve maddelerden yapılacağı tüzükte gösterilir.
Bayrağın Çekilmesi ve İndirilmesi

Madde 3 - Bayrak, kamu kurum ve kuruluşlarıyla yurt dışı temsilciliklerine
ve kamu kuruluşlarıyla gerçek ve tüzelkişilerin deniz vasıtalarına çekilir. Yurt
içinde ve yurt dışında yetkililerin araçlarına takılır.
Bayrak çekilirken ve indirilirken tören yapılır. Bayrak törenlerinin gereken
biçimde yapılmasından o mahaldeki yetkili amirler sorumludur.
(Değişik:14/7/1999-4409/1 md.) Kamu kurum ve kuruluşlarında Türk Bayrağı
sürekli çekili kalır.
(Değişik: 14/7/1999-4409/1 md.) Bayrağın; nerelerde daimi olarak çekilmeye-
ceği, hangi kapalı yerlere konulacağı, nerelere fon olarak takılacağı veya ası-
lacağı, kamu kurum ve kuruluşlarından başka yerlerde ne zaman ve nasıl çekile-
ceği, Türk Silahlı Kuvvetleri yüzer birliklerinde ve Türk Bandıralı ticaret
gemilerinde Bayrak çekme ve indirme zamanları ile Bayrak çekilirken ve indi-
rilirken yapılacak törene ilişkin hususlar, tüzükte gösterilir.
Bayrağın Yarıya Çekilmesi

Madde 4 - Türk Bayrağı, yas alameti olarak 10 KASIM`da yarıya çekilir. Yas
alameti olmak üzere Bayrağın yarıya çekileceği diğer haller ve zamanı Başbakan-
lıkça ilan edilir.
Bayrağın Selamlanması

Madde 5 - Çekilmesi ve indirilmesi esnasında veya tören geçişlerinde Bayrak,
cephe alınarak selamlanır.
Bayrağın örtülebileceği Yerler

Madde 6 - Türk Bayrağı, Cumhurbaşkanlığı yapmış kişilerin, şehitlerin ve tü-
zükte belirlenecek asker ve sivil kişilerin cenaze törenlerinde bunların tabut-
larına, açılış törenlerinde ATATÜRK heykellerine veya resmi yemin törenlerinde
masalara örtülebilir.
Ayrıca milli orf ve adetler göz önünde tutularak Bayrağın diğer kullanılma
şekil ve yeri tüzükte gösterilir.
Yasaklar

Madde 7 - Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk
veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz.
Resmi yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara kürsülere,
örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerle-
re ve benzeri eşyaya Bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya uniforma şeklinde gi-
yilemez.
Hiçbir siyasi parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu
kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve
benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanı-
lamaz.
Türk Bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret
edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atıla-
maz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz.
Bu Kanuna ve tüzüğe aykırı fiiller yetkililerce derhal önlenir ve gerekli
soruşturma yapılır.
Cezalar

Madde 8 - Bu Kanuna ve çıkarılacak tüzüğe aykırı olarak Bayrak yapmak, sat-
mak ve kullanmak yasaktır. Bu yasağa aykırı olarak yapılan Bayraklar o mahallin
yetkili amirlerince toplatılır.
Bu Kanun hükümlerine aykırı davranışta bulunanlar suçları daha ağır bir ce-
zayı gerektirmediği takdirde Türk Ceza Kanununun 526 ncı maddesi uyarınca ceza-
landırılır.
Tüzük

Madde 9 - Bu Kanunun ilgili maddelerinde tüzükte düzenleneceği belirtilen
hususlar ile kanunun uygulanmasına ilişkin diğer esaslar, bu Kanunun yayımı ta-
rihinden itibaren altı ay içinde çıkarılacak tüzükte gösterilir
Yürürlükten kaldırılan kanun:

Madde 10 - 29 Mayıs 1936 Tarih ve 2994 Sayılı Türk Bayrağı Kanunu yürürlük-
ten kaldırılmıştır.
Yürürlük

Madde 11 - Bu Kanun yayımı tarihinden altı ay sonra yürürlüğe girer.
Yürütme

Madde 12 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
**

Büyük laflar ederek çok ufak şeylerin peşindeyiz, çok küçük işlerin insanıyız. Garip şeylere itibar etme, mantıksıza inanma derdindeyiz. Doğru veya gerçek veya mantıklı olandan hoşlanmayıp abesle iştigal ederek gösteriş yapma derdindeyiz. Gösterişin içi de doldurulmuş: "sevgi". Vatan sevgisi, millet sevgisi, bayrak sevgisi, insan sevgisi, yurt sevgisi, din sevgisi, peygamber sevgisi, Allah sevgisi, eş (bu lafa da ağır kılım) sevgisi, karı-koca sevgisi, arkadaş sevgisi, kardeşi sevgisi, takım se vgisi, toprak sevgisi, iktidar sevgisi, para sevgisi, töre sevgisi, ağıt sevgisi, kan sevgisi, vs vs . Ve bunun adı altında her şeyi yapabiliriz; ne de olsa sevgi iyi bir şey. Severek şiddet uygulayabilir (fiziksel olduğu kadar pasif şiddet de yaşatılabilir), dövebilir, sövebilir, öldürebilir, canını acıtabilir, sür ündürebilir, işkence edebilir türlü akıl almaz kötülüğü y apabiliriz. Seviyoruz çünkü.

Yukardaki kanunun 7. maddesinde diyor ki "türk bayrağı elbise veya üniforma olarak giyilemez". Nedeni gerekli saygıyı göstermek, bayrağın değerini ayaklar altına almamak. Belki de bu tarz düşüncelerin, kanunların bizleri daha ileriye, daha yükseğe götüreceği düşünülüyor.

Resimlerden görülüyor ki A.B.D.'de böyle bir yasa yok, olsa dahi hiç iplenmiyor, her şey ayaklar altına alınmış, hatta resmen dalga geçiyorlar bizimle. Oysa A.B.D. bayrak yasası olmamasına veya olduğu halde uygulamamasına, herkesin üzerinde, elbisesinde, arabasında, hatta kıçındaki donda taşınmasına rağmen ülke/ sanayi/ kültür-sanat/tarım/ ekonomi olarak bizi kat be kat geçmil durumdalar. Eeee, bizdeki sonuç? Bu kadar yasak, sansür, kısıtlama, cezalandırma sonucu ulaştığımız yer dünden farklı değil, yarından zaten farklı olmayacak. Bu kadar işte. Bundan sonrası kişiseldir, ferdi başarılardır. Ne kadar bir şey güzel geleceğe umutla bakmak! Ne kadar şanslıyız ki bu ülkede her sabah bir umuda uyanış, geleceğe ve bugüne şükrediş ...

Türkler nasıl sevişir?


Dün Sağlık Bakanlığı açıklama yaptı. Sigara paketlerinin üzerine yapıştırılmış, sigara yasağını destekleyen ve bunu çarpıcı resimlerle gösteren reklamlar "türk gerçeklerine uygun değildir" demiş. Neden? Yukardaki resimdeki gibi bir türk çifti (elbette evli. aksi düşünülemez bile) yatakta böyle ayrı ayrı oturamaz, türk erkeği iktidarsız olamaz, türk kadının erkeğine hayır demesi düşünülemez, hani çok da zevk almazlar ama işte 2, 3 hatta 6 çocuğu yaparlar (ki neticede amaç üremek. aynen hasidik musevileri gibi. belki onların da en bağnazının çarşafı delip yapması gibi değil de yani işte üresin türkler). Gerçekten çok ama çok fantastik algıların iktidar olduğu - illa iktidar partisi olmasına gerek yok; genel toplum algısı da öyle - bir ülke burası. Türkler ağlamaz, ağlatır; türkler üzülmez, üzer; türkler sevmez, sevilir; türkler sevişmez, ürer ... Büyük hayallerin ve büyük komplekslerin insanlarıyız. Hepimiz. Etrafa şöyle bir bakmak bile kafi. Herkes her şeyi en iyi bilip her şeye o kadar hakim insanlarla çevriliyiz. Hani bazı tanıdıklar vardır, kimileri arkadaşın sayılır kimileri yanından bile geçmez. Öyle eskilere çok dayanmaz ama ara sıra buluşup geçirdiğin zamandan keyif aldığındır (veya aldığını zannettiğindir), gülüp eğlendiğin, kimi manasız hareket ve laflarını çok görmediğindir. Ne var ki bir kez olsun dediğinin de söylediğinin de etrafa salladığı büyük lafların arkasında durduğunu görmemişsindir. Dersin ki "led zeppelin, 70ler, rock n' roll müzik" gelen cevap "peh, bilmek zorunda mıyım ki bu adamları? sen gelirken ben dönüyordum" olur; "iphone" dersin, "ulan şu iphone da çoluk çocuğun eline düştü" dur bu sefer ama 3 ay sonra iphone'u eline almış, diğer eline de blackberry'i koymuştur; "havyar, foie gras" dersin, önündeki kaseden siyah baloncukları utanmadan kaşıklayarak "peh, gün gelecek bunlara verdiğin parayı başka şeylere vermek zorunda kalacaksın" olur cevabı, vs. Bu sınırlarda yaşayan herkesin böyle arkadaşları vardır. İşte böylesine bir algı yüzünden böyle konularda aşırı duyarlılıklar vardır. Türk aile yapısı kaldırmaz bu tip işleri, türk örf ve adetlerine uygun değil gibi. Tabii bir de unutmamak lazım ki buna itiraz eden Sağlık Bakanlığı'nın bakanı 6 çocuğun üzerine doğum kontrolü olarak karısının tüplerini bağlatmıştır.- kendi takımlara hiç dokundurtmadan. Olur mu canım erkeğe öyle bir müdahele? Veya başka bir doğum kontrolü ki zaten evli çiftlerin pek bunu uygulamadığını biliyoruz. O yüzden kadınınki bağlatılsın , yeter zaten artık 6 çocuk da yaptık vatana millete hayırlı olsun. Unutmadan Time'da araştırma yayınlanmış tek çocukların hayattaki sosyal ve başarısının kardeşli çocuklara kıyasla yüksek oranlarına dair.

Wednesday, July 14, 2010

...

Neden?
Cidden "neden"?

Sıcak, kıyafet filan

Böyle bir grup vardı 80lerin sonunda. Bizde çok duyulmadı, gerek de yok ama işte o zaman hiçbir şey olmadığı için Türkiye'de bilinmeyen zaten bilinmiyordu. Amerika'da glam mlam tuttu bir şeyler albüm de çok satti ama asıl kapak ve şarkı olay yarattı. Dinlemesem de sevmesem de bilmemin tek sebebi Hit Parader dergisidir ( nasıl da pahalıydı hit parader, metal hammer, kerrang! filan.gelmezdi de her yere, eski sayılarını bakırköy'den kadıköy'den alırdık ).
whatever...
Ne zaman üzerimdeki bu elbiseyi giysem aklıma bu albüm kapağı geliyor ve Cherry Pie diyorum kendime. Bir de patenli olsamm...Ama hava sıcak, tiril tiril giyinmek lazım, açılmak lazım.

Monday, July 12, 2010

Adım adım

Seviyorum kendisini. Iker Casillas. Bence epey esmer-hatta ötesi- bir sevgilisi var ama gideri olan bir insan sevgilisi. Şampiyon oldular, Casillas biraz ağladı (ki bana başka şeyleri anımsattı, ki tribün çocuğu beni o anda yakaladı.) ama yine de güzeldi. Sevgili hollandalı ailem için üzüldüm ama gönlüm İspanya'dan yanaydı yalan değil şimdi. İşte Casillas ve sevgilisini bir anda televizyonda öptüğü an. Ne yazık ki sakallarını kesmemesini tercih ederdim. Bildiğin sakallı olsun, hiç kesmesin o sakalları.



P.S. casillas mutlu ve coşkulu da kız sanki biraz fazla "gergin". hani sanki coşkuyu heyecanı paylaşamamış sevgilisi ile. hatta değil paylaşmak, öpüşmekten imtina etmiş sanki. yazık. hırslı (sadece kariyer peşinde olanlar değil, ilişkisinde de hırslı olanlar) kadınların ellerine düşen karşı cins için üzülmüyor değilim bu hayatta. özellikle de çok "masum", çok "iyi", çok "cici", çok "hanım" kız tipli olup da aslında görünenin altında gizli planları olanların eline düşenlerin. galiba casillas'ın da durumu biraz böyle. hafiften sistine madonna durumu var.

Sunday, July 11, 2010

Never on sunday: maç ve diğer her şey

Aslında bence asıl başlık "sakal"dır ama kendime hakim oluyorum. Daha dünkü bebek yüzlü Iker Casillas dahi sakallı vaziyette müthiş viril bir o kadar yakışıklı oluyorsa, evet bütün erkekler sakal bıraksın. Güzeli çirkini fark etmez; güzelin güzelliğini arttırıyor çirkinin de çirkinliğini kapatıyor. Yakışmayanı herhalde vardır ama istisnai olsa gerek. Ayrıca Casillas'ın sakallı hali ve Tarık 'ın benzerliği beni benden ayrıca alandır, elimi ayağımı birbirine dolayandır.

Sekvotka ile 2 gece üst üste, aynı mekanlar, aynı yerler, aynı insanlar ve bir de ayrı insanlar, ayrı haller, ayrı durumlar, beklenmeyen hadiseler, duyulması beklenen müzikler, beklenmeyen insanlar, hardal, tantuni (ki galiba hayatımda ilk defa yedim), elektrik kesintisi, elektrik mavisi elbise, otorite, ...

Ayrıca akşamki maçta kimi tutacağımı bilmiyorum. Bir yanda bizim turuncular, bir yanda sevilen ispanyollar. İspanyollar demişken, bir başka latin Martin'den mesaj geldi "boşver üzüldük ama yıkılmadık ne de olsa biz Arjantin'iz, her daim kazanırız, ayrıca Maradona da hala Maradona" demiş. Of şu çocuk bir gelse bana ziyarete, gitmeden, yarım küre değiştirmeden. Eğlensek yiyip içsek maça gitsek ...

Saturday, July 10, 2010

Gece # 7

belki planlanmış değildi, belki düşünülen değildi, belki gel-gitli ruh halim perşembe gecesi ile cuma günümü "keyifsizleştirmiş", "eserikli" kılmış olsa da yine bir başka gel-gitli ruh çarpması ve kadim dostum sekvotka'dan gelen mesaj, pöti bir hazırlanış (hatta hiç hazırlanmayış ama "gideri olur"), biraz iyis, biraz t.d., biraz kiki, biraz rock n' roll, biraz slayer, biraz w.a.s.p (ki kabus. cidden w.a.s.p. sevmem, seveni de anlamam), biraz zıpkın (!) gibi headbanger genç (ki sonisphere macerasi'na katılmadığım için herhalde bir 15 yıldır uzun saçlarını açıp kafa sallayan görmemiştim.), ara ara t.d.'ye kaçış (hallelujah), nihayetinde benim için dünyanın en tahammülü zor olan mekanlarından olan gel gör ki pek sevdiğim kimi yakınlarımca yine pek sevilmesi sebebiyle gitmek zorunda kalabildiğim ama bulunduğum süre içinde yer yer damarlarımı açmak istediğim mekandan kiki'ye kaçış, ter, sıcak, kalabalık, voltranların bir kısmı ve bir sürü tanıdık, nihayetinde güzel müzik, hip hop, house hatta indie/punk/brit, 03:00, sekvotka'nın manasız çorba içme ısrarı, 3 kase, sonuncusunda gömleğe patlama, yine rezil yine çirkin yine seviyesiz vaziyetler, dostluklar, eğlenceler.

Thursday, July 8, 2010

Oh be!


Ne korkuyordum kabus ve sıkıcı Almanlar maçı kazanacak diye? Hele o Löw...Saçları, giydiği Eren Talu'nunkiler tadındaki dar takımlar nasıl bir "mükemmel görüntü" iticiliğidir. Hadi Löw kusursuz duruyor da tribünlerdeki Merkel... Aman Allahım, sanki çiğ balık sattığı tezgahından kalkıp da belediyeye pazar yeri konusunda konuşmaya gelmiş vaziyetindeki Alman pazarcı halinde atlayıp zıplıyordu. Ne kadar da güveniyorlardı kendilerine. Zaten sıkıcı oynuyorlar. Zaten mükemmel görüntünün sıkıcılığı hakim kendilerinde de oyunlarında da. Ama İspanyollar tek bir golle bitirdi işi. Mutluyum. Tek derdim şu an pazar gecesi kalbim kimden yana olacak? İspanyollar mı yoksa ailem gibi gördüğüm insanların ülkesi olan Hollanda mı? Veronica, Gijs, Sjoerd, Erik...Çok heyecanlı. Müthiş sıkıcı, coşkusuz geöen dünya kupasında nihayet güzel bir maç seyredeceğiz. Oh be! Keşke pazar akşamı Amsterdam'da olsam...

Tuesday, July 6, 2010

P.S. : Yaz


Hava sıcak. Gerçi "mevsim normallerinde seyrediyormuş İstanbul'da sıcaklık" ama bence sıcak. Sıcağa bayılmayan biri olarak bana her daim sıcak. Hava sıcak, şehir sıcak, binalar sıcak, insanlar sıcak. Hoş İstanbul'u sel götürürken Londra'da hava 30 derece iken yine de sıcak bu kadar rahatsız edici değildi; nem faktörü herhalde. Şu duvara yapışık telefonlara hep özenmişimdir. Amerikan filmlerinde vardır genelde mutfakta raflara yakın bir yerde duvara yapışık durur, odalarda ve salonda mutlaka paraleli vardır. Hep özenmişimdir ama bizde öyle bir kullanım pek yok, Avrupa'da da yok sanki (denemişliğim var fransa'da ama hiçbir zaman istediğim fantastik kullanıma kavuşamadım). Dün yıllar sonra ilk kez yazılı sınava girdim Türkiye'de. Doğum günüm sabahı, eğlence sonrası 5'de eve girip 8'de evden çıkıp nasıl geçtiğime inanamadığım (belki tarık 'ın müthiş ders çalıştırmasının etkisi olabilir: sınava 2 gün kala iş arası 1 saat, benim eli kolu sallayarak gittiğim tabii özenli insanın sadece yardım etmek için bütün soruları çözüp geldiği özel dersimin etkisi. fakat yine gördüm ki okul hayatında tembel olan insan okulla ilgili her zaman tembel kalır.) ulusal olarak yapılan test sonucu gidip kaydoldum daha doğrusu başvurdum, dün yazılı sınavına girdim, herhalde yarın veya öbür gün de mülakatı olacaktır. Yazılı öncesi hafiften "ya baksam mı 1-2 essay örneği, yanıma alacak silgim yok" gibi gereksiz şeyler düşünüp tabii ki de yapmayıp her zamanki gibi elimi kolumu sallayarak gidip değil silgi kurşun kalem, tükenmez kalem kullanan yegane insan bendim sanki.
Tamam anlıyorum farklı eğitim sistemleri filan da artık lisede değiliz, üniversitede dahi değiliz, her şey daha ilerliyor. O halde ebeveyn ile kapılara gelmek ne ya? Kazık kadar insanlar hala anneleri ile geliyor, ellerinde 1 lt su, şeker, ne o 3 saatlik sınavda düşünecek 2 tane kompozisyon yazacak. Yazamıyor da zaten. O kadar kurallı kaideli, seçeneklerden cevabını işaretleyeceği bir sistemde ki. Önümdeki öğrencilerin-muhtemelen yeni mezun yani en az 20 küsür yaşındaki insanların - dört farklı süjenin olduğu soru kağıdına oklar çıkartıp üzerinde detaylı plan yaptığı, müsvedde olarak arka sayfasını kullandığını gördükten sonra ne yazık ki Türkiye'deki eğitim sisteminin çoktan bittiğini bir kez daha anladım. Düşünemeyen, yazamayan insanlar cenneti.

whatever...

Yaza geri dönersek, daha denize girmedim, Bodrum'a gitmedim, gözlüğümü takıp saatlerce yüzmedim ama sanki yaz da gelmiş gibi hissettirmiyor ya da bu yıl bana öyle gelmedi. Belki beklenmedik uzunlukta süren yaz yağmurları, belki başka heyecanlar, belki değişen insanlar, belki değişen heyecanlar, belki Londra, belki yazılı, belki mülakat, belki açılışlar, belki mezuniyetler, belki garip haller vs vs... Ama bilirim ki saçımı artık resimdeki gibi toplayabiliyorum, uzunluğunu seviyorum ama her an kestirebilirim. Ama şu anda tepemdedir. Cumartesi gecesi olduğu gibi ...

Saturday, July 3, 2010

Akşam saat 5'de



Bu akşam saat 17:00'de Arjantin'nin Almanya'yı yenmesini izliyor olacağız. Evet, Arjantin taraftarıyız tüm ruhumuzla. Sıkıcı, keyifsiz, gerzek vuvuzela sesli 2010 dünya kupasının en keyifli maçlarından biri olacak. Nihayet. Almanya'yı tutan var mıdır diye düşünülürse aslında bayağı vardır herhalde. Almanlar ve türkler. Ne o almanlar kazanınca biz kazanmış olacağız? Hmm, en sevdiğim düşünce şekli. Bayılıyorum bu tarz ifadelere...Gel gör ki bana hiçbir şey ifade etmediği için, Arjantin'i, Maradona'yı seven biri olarak elbette Arjantin'nin Almanya'yı yerlerde süründürerek kupadan elemesini dileyeceğim. Ha, bir de Strasbourg günlerinden arjantinli Martin 'i hatırlayarak. Nasıl da eğlenirdik beraber... En çok da fransızların ve avrupalıların tepkileri ile karşılaştığımızda. Mesela Martin 'nin futbol oynamaya gidip de oradaki fransızlara arjantinli olduğunu söylediğinde "korkudan neredeyse altlarına yapıyorlardı" tepkisi gibi. tu me manques, mon gars!

Dream on

Oh be! Nihayet. En sonunda. Kozmik bir açıklama geldi benden bile daha fantastik olan rüyalarıma. Her daim fantastik olsalar da günlerdir/gecelerdir gördüklerim fantastik olduğu kadar da eğlenceli.
*
"...also ruling the subconscious, may have some amazing dreams this month - be sure to try to decipher what those dreams are trying to tell you. You may get ideas from those dreams, so consider keeping a journal to write down some of the more interesting insights you get".
*
kozmik rüyaların kozmik açıklaması, tamamdır benim için.

Friday, July 2, 2010

Kızıl Venüs

alt başlık: kızıl ajan
21. yy'da hâlâ ajanlık varmış, hem de milletlerarası istihbarat mevzusunda ciddi bir durummuş. Rusların kızıl ajanı İstanbul'a gelmiş, Ortaköy'de resimler çektirmiş, bağlantılar kurmuş sonra da başka ülkere geçmiş. Dünün bomba lafıdır: "kızıl ajan gibisin bugün". O kadar güldüm ki ... Gündüz ayrı kıyafet gece ayrı (e.'nin mezuniyeti için) derken, beyaz fütüristik elbise derken, kızıl saçlarım derken, iyice uzamış kızıl saçlarım derken bombayı patlattı S. "ooo tenin ve elbisenin aynı renk hali, saçlarının rengi, İstanbul'a çıkartma yapmış kızıl ajan gibisin resmen".

Ayrıca istemeden de olsa ajan gibiyim. Her türlü bilgi- gerekli gereksiz -bir sekilde yamacıma geliyor. Ama fazla meraksız biriyim ajan olmak için. İnsanlarla ilgili birçok bilgiyi o kadar merak etmiyorum ki...Umrumda değil resmen. Ama cidden tanımıyorum etmiyorum farkına dahi varmıyorum neden merak edeyim öyleyse. Meraksızım ajanlık için ama kızılım (hem de beyazım) .


Bundan bağımsız Kızıl Venüs de müthiş eğlenceli bir polisiye. Kitap Yayınevi'nden.

Bugün-yani dün

Tek kelimeyle güzel bir gündü. Her zamanki gibi yana doğru gibi gülümsüyorum. Aslında gece birkaç kere kalkmıştım ama bir süredir ırak olduğu için itibar etmemiştim ama demek ki her zamanki gibi doğruluğunu kabul etmeliymişim.

Today it was a good day... Ice Cube. Ama Isley Brothers sample'i ile...Çok güzel şarkıdır. Biraz seksist olsa da hip hop şarkıların çoğunlukla kaderi bu sanki. Detaylara ve yorumlara girmeyeceğim ama it was a good day...