Tuesday, May 29, 2012

songs n' motto # 3

they feel the heat
the heat between me and u
maybe i'm just 2 demanding
maybe i'm just like my father - 2 bold
maybe u're just like my mother
she's never satisfied (she's never satisfied)

"when doves cry", prince, 1984

p.s. prince; he's The Man.

Motto # 5

"there is no such hour on the present clock as 6:30, new york time. Yet, as only new yorkers know, if you can get through the twilight, you’ll live through the night".- dorothy parker

Elit Türkiye

Gerçekten de öyle. Her taraf elit insanlar, elit yaşamlar, elit üniversiteler, elit ilişkilerle dolu. Peki merak ediyorum elit dokunuşlu bir ülke söz konusuyken her şeyin gerçek yansıması nasıl bu kadar özensiz, kaba saba, "kodum mu oturturum" söyleminde olabiliyor? Veya herkes bu kadar elit ve tabii "zarif" iken ilişkilerin, yapılan en basit telefon konuşmalarının bile kabalığı, hoyratlığı, sürekli hayat dersi şeklindeki tınısı ve ne yazık ki konuşulan kim olursa olsun daimi mutsuzluğun sürekli bir schadenfreude haline dönüşmesi ne demek oluyor peki? Elit schadenfreude mi yoksa? Ya da elit sıfatına sahip olma arzusunun getirdiği hırs mı? Doğru, biz sahip olduğumuz nesnelerle kendisini iyi hisseden, bununla toplumda bir yer edinen, gösterişle yaşayan, ayda bin lira kazanan adamın elinde iphone ile dolaştığı ve yahut "elit olacağım" düşüncesi ile varaklı hanelere koşarken yolunun üzerindeki papatyayı görmeyip basan ama daha da vahimi görse dahi onun basit güzelliğinin farkına varmayıp çiğneyip giden bir toplumuz. O kadar elit, o kadar zarifiz ki, karşımızdakini dinlemeyip astım hastası haline biber gazını sıkıp komaya sokan kolluk güçlerince sahip çıkılan, bireysel iradesini kullanabilen vatandaşlar olmak yerine varlığı ve düşünce yapısı devletçe korunan, şekillenen bir dünyanın parçasıyız. Ha elitiz orası ayrı ama kendi kararlarını veremeyen, istediği gibi düşünüp yaşayamayan, her an başıma bir şey gelecek korkusu ile yaşayan ürkek ama elit bir toplumuz ve bu elit yaşamlara ulaşmak için de her yolu kendimize haklı çıkartan vaziyetteyiz, İnşirah Yokuşu'ndaki gecekondular gibiyiz de farkında değiliz. Unutmadan, elit olmadığım için kürtajı da, sezaryeni de kendi sahip olduğum irade ile destekliyorum. Aynen kendi düşüncelerim olduğu gibi.

Diyetisyenin "elit üniversitelerde okumuş hanımlarla" yaptığı şişmanlık ve sosyal utanç gibi bilimsel çalışmaların kaale alındığı, "elit bir hayat sizi bekliyor" reklamlarının günün her saniyesinde duyulduğu, ebeveyn banyolu elit sitelerde ev sahibi olma arzusunun tavan yaptığı, "çok zarifsiniz" cümlesini sarfederken kafasında binbir tilkinin döndüğü insanların ortalıklarda dolaştığı yani herkesin yeni elit olduğu yerde mümkünse ben sokak çocuğu olayım, elit ise hiç olmayayım, sahte elit yaşamların içinin kof zihniyetinin de kasaba kurnazı olduğunu hiç unutmayayım. ve hatta çekip gideyim. ıslığımı çalarak, sokakta yürürken yoldan hiç de elit olmayan şekilde çiçeği kopartıp kulağımın arkasına takmış vaziyette. ha bir de uçakta muzırlık yapayım, mesela içtiğim suyu fışkırtayım, aynen isveçli 'ye yaptığım gibi...

diyetisyen= selahattin dönmez
"çok zarifsiniz"= özlem gürses

Sunday, May 27, 2012

Le retour # 2

hiç gidilmemiş kıbrıs, kumarhane cenneti kıprıs, nikah+eğlence için gidilen kıprıs, big k. sister e. ve manitasının nikahı, gey kapılım z., isveçli, sonradan gelen r., organik b., cücük g., asla anlaşılamayan kıprıs şivesi, "kötürümdür" öncesi; perşembe sabahı uçağı, 07:35, hala inşaat halindeki sokak, "köşeden al beni", havaalanı yolu, "ya bir gün strasbourg'a dönerken a.y. ile yayılmışız o salonlarda yok içki yok yemek derken hoparlörden sn. y, sn. a acilen uçuşa bekleniyorsunuz bu sizin için yapılan son çağrıdır anonsları ile koşmuştuk" diye anlatıp aynısının başımıza gelmesi, elimizdeki içkileri bırakarak rezil vaziyette uçağa girmemiz, otel, gelin-damat karşılaşması, hafif heyecan, mutluluk heyecanı, elbette kıyafetlerin buruşması, müthiş oda servisi, "kot-tişört olmaz lacivert elbiseni giy", nikah, şahane pudra pembesi elbiseli şahit gey kapılım z., gelin-damatın mor uyumu, pek şahane gelin, nikah sonrası irish pub, murphys, pek eğlenceli pek keyifli saatler, elbette jameson, gecikerek de olsa gelebilen r., akşam yemeği, yeşil elbise, eksikleri olan elbise, balıkçı, bütün gün tüketilenler üzerine şampanyaları da neredeyse tek başıma içmem neticesinde kumarhaneye gidemeyişim, ladurée; cuma, kıbrıs için rüzgarlı hava ve ne yazık ki gözlüğümü takıp yunan adaları'na yüzemeyişim, darlanmalar-arlanmalar-güneş nerede diye aranmalar-"allah'ım sana geliyorum", ailelerin ekildiği 2. gece yemeği, şahane bir thai somon (?), pek güzel yemek ama pek soğuk dışarısı, üşüme hali derken cücük g.'nin serseri genç deri montu ile oturmam derken 100 metre ötede bar eğlencesi ve anında montu çıkartıp kendimi, içimdeki etna'yı yeninden bulmam, beklenmedik planlanmamış hazırlanmamış tesadüfi planın muhteşemliği, araf denilen mekan, jameson-bira, ucuz içkiler, keyifler, kıbrıslı gençler ve hiç anlaşılmayan şiveleri, dans-müzik-eğlence, "şahane hayatımız var" gibi herkesin şahane şekilde eğlenmesi (aman dili ısırmak, en çok sevdiğini ilgilendiğini dilediğini söyleyenden kaçınmak lazım), gelin hanımın deliden korkması ama pek eğlenmesi, yine kumarhaneyi es geçişim, nihayet cumartesi denize giriş, 2012'nin ilk denizi, dönüş yolu, tek odaya sığışımız, giyindim giyindin giyindik çıktık, gerçekten de içkideki haksız vergiler çıktığında görülen paranın ucuzluğu, bir kez daha küfür, bir kez daha dikte edilene tepki, bir kez daha her geçen gün büyüyen o gitme arzusu, bir kez daha (her türlü) haksızlığa sinirleniş ve le retour ve home is where the heart is ...

p.s. "balayındayız" ve "balayı bitti".

p.s. (2) "salla". cidden. istediğim tek bir şey var günün sonunda.

p.s. (3) aslında her şey daha bir leş, daha bir fantastik olurdu da that's life bebeğim...

p.s. (4) kıbrıs aslında 80lerde kalmış bir ege şehri gibi. binalar, kıyafetler, müzikler; hemen her şey 80leri anımsatıyor. ayrıca sokaklarda dans edebilmek, camiinin tam yanındaki barın bahçesinde içki içebilmek, dans edebilmek cidden şahane bir şey.

p.s. (4) ne yazık ki bizim otele gelen mehmet ali erbil ve demet akalın'nın korkunçluklarını geçiyor, sayfayı kirletmiyorum. tek bir şey; o ne kadar mutsuz bir adam o ne kadar sevileyim diye şaklabanlıklar yapan bir adam...çocukken sevgi görmeyince yaşın büyüdükçe herkes seni sevsin istiyorsun galiba çünkü başka türlü bir açıklaması daha acıklı olur onun durumuna. şarkıcı olanı geçiyorum zaten, bakamadım ben kendisine ten rengine parlak taşlı kafası kadar tokaya zaten 1 dakikadan sonra...

böyle de çirkin ve hala büyümeyen bir grubuz...

Tuesday, May 22, 2012

Le retour

gidip gelinen bodrum, j.a. 'nın mutluluğu, bahçe, kaktüs, bol bol yeşil, soğuk ve yağmurludan soğuk ama güneşliye geçiş, güneşin altında mutluluk, vegan meyve gibi kokan güneş yağı, yine j.a.'nın mutluluğu, her şey güzel olsa da soğuk ama güneşli, denizden uzak günlerde ipadsiz, ipodsuz, kitapsız çok zor geçecek günler, günün sonunda j.a.'nın mutluluğu ve home is where the heart is ve dönüş, ve yine hızlı hızlı yaşanan, yaşanacak günler, perşembe sabahına hatta belki de haziran sonuna kadar heyecanlı ve hızlı günler, günlerin getirdiği, getireceği, hafifliğin bir ömür sürmesi niyeti, o kadar heyecana, koşuşturmaya ve zaman darlığına rağmen amerika'dan gelen juicy g. ve greta, en sevdiğim şey olan ağırlama ama zaman darlığı sebebiyle pöti ağırlama, biraz prosecco, biraz tropea saucisson'u, biraz peynir, çok çok konuşma, çok çok wish list, çok çok wishing on a star, erken kalkış ve yine koşuşturma...

p.s. "tam sana göre. inanıyorum ve diliyorum". anlattığımda anlaşılmayı, arka arkaya boğan ve aslında hiçbir anlamı olmayan sorularla gelinmemesini sadece biraz çaba sarfedip doğru anlaşılıp doğru hissedilmeyi ve yine gerçekten o niyetin diğer tarafça da hissedilmesine bayılıyorum.

Wednesday, May 16, 2012

Dönene kadar "oh beybi"

Yeni sezonu başlıyormuş; beyaz ötesi tenli ve kan kırmızısı dudaklı insan gibilerinin. Bazı şeyler eğlenceli olmalı hayat zaten yeterince ağır. Ayrıca soğuk geçen mayıs ayı daha da sıkıcı olduğundan bari primal seks fantezisi ısıtarak eğlendirsin. Dönene kadar...

p.s. göreceğim o listeyi!


Ve beklenen festival...

Nihayet Cannes geldi ama hafif bahar havası henüz gelmedi. Kıyafetlerin eteklerin uçuştuğu mayıs günleri gelmedi, gelemedi ama Cannes geldi, coşkusu heyecanı en azından bu blogda bahar duygusunu canlandırdı. Açılışı bu akşam, Croisiere'de heyecan. 27'sine kadar. En şahanesi de elbette afişi; Marilyn'li Cannes Festivali afişi.

Juri bu yıl Nanni Moretti'in başkanlığında. Emmanuelle Devos, Jean-Paul Gaultier, Ewan Mc Gregor gibi isimler de jüride. Bir de nasıl bu kadara sevildiğine anlam veremediğim sıradan güzel, sıradan oyuncu alman Diane Kruger. Onun dışında her şey şahane.

Dream on # 10

ikili delilik...bir o, bir diğeri.

Tuesday, May 15, 2012

Haberler kelimesi "sipor"

Spor değil, "sipor". " Sipor da istenmeyen olaylar, sipora yakışmayan hareketler bunlar", vs ... gider de gider. Tamam, cumartesi akşamını yaşadık bitirdik, öldük dirildik, tükendik, küfür ettik, küfür yedik, mutlu ettik ama biz mutlu olmadık da şu telaffuzu hiç halledemedik galiba. Bu gidişle de halledemeyeceğiz gözüküyor. Yöresel şivenin kişinin konuşmasında bıraktığı etkisinde değilim hiç. Aksine. Derdim müktedir olanın gevrek gevrek geniş geniş konuşmasında, konuşurken de kabadayılığı, küstahlığı, Anadoluluğu kendine rant kapısı olarak görmesinde. Olmayan dünyanın tiyatro sahnesine çıkmasında. Her şeyde, her ilişkide. Fair-play olsun denildi de, peki play mı var ki, fair play olsun? Ya da gerçekten demokrasi var mı ki söylenenlerin ağırlığı olsun? Veya saygı? Saygı, sevginin sahiplenilme ile karıştırıldığı bir dünyada yaşıyor iken hangisininki gerçek? "Benimsin" diyenin mi, yoksa "ben senin hep iyiliğini düşünürüm" diyenin mi, ve yahut "benim değilsen kara toprağınsın" diye karabasan gibi çökenin mi?

"benim ülkem, benim vatandaşım, beni halkım" diyen her türlü sahiplenilme söyleminden de, Sırma Su reklamlarında hiçbir inandırıcılığı olmayan ama yine "ben sizin iyiliğiniz için varım" sözü ile beni düşünen Osman Müftüoğlu gibilerinden veya şizofren anneleri düşünüp kameralar önünde ağlayan Gülben Ergen türevi televizyon insanlarından yapaylıklarından o kadar sıkıldım ki ... Sanki play var da fair play olsun deniliyor. O yüzden, bizde spor yok, sipor var, play yok fair play var, özgürlük yok kısıtlı ve bir o kadar gururla sahiplenilmiş özgür hayatlar var.

Ha bir de abuk subuk semtlere dikilen rezidansiyel toplu konut ev satış reklamlarındaki "ebeveyn banyolu rezidans" hadisesine takmış durumdayım. Öncelikle ebeveyn olmaktan, banyo kullanımdan, temizlik anlayışından ve basit bir mahalle apartmanındaki temizlik, komşuya saygı gibi mevhumlardan rezidans anlayışına geçerek başlasak ufak ufak, oradan ebeveyn banyolu rezidansa geçsek daha sağlıklı olmaz mı? Sonuçta üçü bir arada gözükse de ne yazık ki hiçbiri birbirini tutmuyor. En azından bizde.

Haberlerdeki sipordan nereye? Hepsi havanın suçu; tiril tiril uçuşan kıyafetleri giyemeyip, erkenden kuşların sesini, baharın rahat günlerin hafifliği hissemediğim için, laissez-faire yapamıyorum. Ruhum kendince hafifliği hissediyor da artık hava da bir şeyler yapmalı, kemiklerimı ısıtmalı. Ruhumu da kendimi de ben hallederim gerisi doğa zaten. Bunun dışında da mümkünse bir elin 5 parmağını geçmeyecekler hariç kimse benim iyiliğimi düşünmesin. Özellikle de Osman Müftüoğlu gibiler.

Monday, May 14, 2012

P.S. # 2

cuma, garip hava, cuma heyecanı, aylar sonra kanepesinde buluştuğum s.k., "north is good eric is god" deyip elit burger'e vurmak, bomonti, "kaldırırım seni kanependen", köşede inip molozlar üzerinden yürüten şantiye halindeki sokak, yıllar sonra birbirimizi daha sıklıkla görüp merhabalaştığım "kinda genç" komşu, pırpır; cumartesi, evde maç, sekvotka, zurich boy s., gs boy c., malum sonuç, juno 'da bekleyen a., kısa gece; anneler günü pazarı, cuppa, elinde tarihi maç bileti ile gelen f.a., birbirlerine sarı-kırmızı sarılan f.a. & d., j.a. hediyesi, yeni bir cihangir klasiği olarak uzun saatlere yayılan elektrik kesintileri, pek de never on sunday olmayan bir sıradan, sanki mart ayında sıradan geçen bir pazar...

Friday, May 11, 2012

Cuma eğlencesi # 5

Ve beklenen eğlence başlasın, cuma eğlencesi sallasın...Niyetim yoktu diye düşünürken fantastik giyinmiş beautiful people ve Met Ball ve gelen eğlence önelerine daha fazla karşı koyamadan gecenin en bombası ile başlıyorum. Gay God Marc Jacobs ve Costume National imzalı tranparan dantelli elbisesi. Birçok insan gibi ilk sorum şu: neden? İlgi çekmek için olduğunu düşünüyorum çünkü rahatlık bu elbisede pek söz konusu değil. İki, böyle boğaza kadar kapalı, her tarafı dantel işlemeli elbise kaşındırmıyor mu? Beni kaşındırır huylandırır şahsen. Zaten dantel sevmeyen biri olarak giymem ama maşallah Marc Jacobs içinde beyaz boxer ile bayıla bayıla giymiş, yanına sevgilisini almış en sona da 14. Louis ayakkabılarını geçirmiş. Kaşlarını da daha koyuya boyamış, elmacık kemiklerine dolgusunu yaptırmış olduğunu, eline de siyah bir clutch alarak beni benden almış demek durumundayım.


Çirkin elbise ve down to earth yogi skinny anne. Elbise Prada olup, doğumlardan sonra hep kilolu olduğunu beyan eden skinny mom da, sevgimin her geçen gün arttığı Gwyneth Paltrow. Elbise korkunç, sevgili de Gwen de, saçı da, elbisenin yanından çıkan göğüsleri de, köprücük kemikleri de elbisenden de korkunç.

Hiç tahammül edemediğim esmer güzelliklerden, Jessica Alba, ve elbette güzelliğinin en harikulde özelliği beline kadar gelen kezban saçları, asla ten rengine yakışmayan koyu kırmızı/bordo ruju ve hiçbir özelliği olmayan tasarımcı Michael Kors'tan o kadar doreye rağmen sıradan ve özelliksiz duran elbisesi. Yazmak bile gereksiz.


Gecenin sahibi Anna Wintour ve kızı. Anna Wintour 'un baloya, amerikan televizyonlarının bir başka güzide ismi Kim Kardashian'ı davet etmediği, manitası Kanye West 'e de tek kişilik davetiye gönderdiği konuşuluyor. Olabilir, şaşırtıcı olur mu? Yo. Korkulan çekinilen bir şahsiyet kendisi ama aynı zamanda en güzel cevabı veren, en güzel reklamı yapan insan da kendisi. Üzerindeki Prada. Yani kendisine ithaf edilen The Devil Wears Prada romanındaki haline hem cevap veren, hem de reklamını yapacak şekilde Prada'sını giyip çıkmış. Kızı ise Erdem Moralıoglu giymiş; bence sıradan ama güzel.

Bir editor-in-chief'ten bir başka ex editor-in-chief'e...Ama Carine Roitfeld döver, orası kesin. Givenchy Haute Couture, tamamdır, forever carine...
Korkunç, korkunç, korkunç. Belki Rodarte 'ın elbisesi tek başına korkunç değil ama madem baloya gidiliyor o halde neden high tea peşinde koşan yaşlı ingiliz babaanneler gibi giyinir ki bir insan? Ben Anna Wintour olsam gelecek yıl asıl Kirsten Dunst'ı yasaklılar listesine koyardım.

Oooh beybi! Ne kadar cüretkar, ne kadar aykırı, ne kadar seksi. Değil! 2008'de ilk kez resmini bloga koyduğum Anja Rubik o zamanlar daha güzel, daha kısa saçlı, daha etkileyici daha sağlıklı gözüken mankenlerden olsa da bugün garip bir şey olmuş. Bir kere bu saçlar neden bu kadar uzun? Ayrıca bu elbise ne? Peki biliyoruz ki haute couture vs gibi şeylere iç çamaşırı giyilmemeli de şu çirkin pozda ortaya çıkan çirkin leğen kemiklerinin hali ne? Ayrıca bu şöhretli takımında Oscarlar'dan beri Angelina Jolie bacak pozunu verme hali bitmeyecek mi? Oldu bitti ya, bir kere birisi yaptı, neden herkes aynı şeyi yapıyor? Cidden bu sürekli birilerini takip etme, taklit etme hali o kadar sıkıcı ki işte Anja Rubik de yapmış, leğen kemiği ile kalmış ortada.

Nihayet güzel insanlar güzel kıyafetler. İşte Cate Blanchett ve Alexander McQueen elbisesi. Her şeyiyle çok güzel. Bir tek neden siyah ki? Keşke başka bir renk ama hiç önemli değil bayağı güzel.
Adını bilmiyorum ama gençlik dizisi oyuncusu ve harikulade Carolina Herrera elbisesi. Demek ki bazı şeyler para pul veya yaşla olmuyor. Ayrıca sergilediği duruşu da güzel, hani dedikleri gibi it's all about attitude. Çuval da giyebilirsin, haute couture de, hiç fark etmez. Taşıyabiliyorsan ne ala, taşıyamıyorsan ise genelde maymun olursun.
Gecenin en güzeli, en kool flörtöz insanı. Scarlett Johansson ve Dolce&Gabbana elbisesi. Her şeyi güzel olduğu kadar kendisine olan güveni de güzel. Zaten kendine güven insanı daha da çekici kılmıyor mu hayatta? Ya işte böyle de, cuma eğlencesinden çıkarttığım cuma hayat dersimi verir, dükkanı kapatırım.

Thursday, May 10, 2012

Bugün, dün yani o gün

salı gecesinden itibaren başlayan kutlamalar, g.g., maya lokantası, hala inşaat halindeki sokağın çilesi, giyilemeyen topuklar, sokağın köşesinde beklemeler, yerin kulağı vardır sözünün bir şekilde doğru olması ve önceki gün bambaşka birisi konuşulan kişinin birinci elden aile ilişkilerinin gösterilen vaziyette olmadığını duymak, umurbey şarabı; 00:00 itibariyle alice in chains'ten gelen ilk tebrik, 9 mayıs istanbul için fazla serin bir sabah, f.a.'nın fantastik ötesi maili, son erguvanların peşinde j.a. ile, yukardaki resimdeki gibi bir ruh hali, aptal bir sırıtma vaziyeti, kuzguncuk, çengelköy,kandilli, suna'nın yeri, öğle rakısı ve balık, eve dönüş, cavit'e hazırlanış, aile doğumgünü yemeği, koro, gerçek ve profesyonel bir korodan gelen doğumgünü şarkısı, eğlence, dersini erken bitirip yanımıza gelen sekvotka, ve hediyesi şampanya, çok da güzel pek de güzel gece, bitmeyen gece, sekvotka ile kötü çalan djlerin mekanına uğrayış sonrasında kaçış, her şey için, bütün değişiklikler ve olacaklar için dilimi ısırarak kaçış. bir sonraki kutlamaya kadar...

p.s. telefonda herkesin sesini duymak pek şahane pek mutluluk verici de en kıpır kıpır edenler uzaklardan açanların sesi: virginie, géraldine, katerina ve tabii taylan'daki fuket... am I fuckin' lucky or what?

p.s. 2 en bomba kutlama bir başka deutsche schule insanı s.'geldi: "efsaneler de yaşlanır". hayatımda bu kadar güldüğümü anımsamıyorum. mükemmeldi gerçekten.

Eski vs yeni

  • David Bowie: "People are so fucking dumb. Nobody reads anymore, nobody goes out and looks and explores the society and culture they were brought up in. People have attention spans of five seconds and as much depth as a glass of water."
  • Justin Bieber : "At school, usually you have to do a lot of writing and reading. I’m really not into that stuff."

Neticede ikisi de aynı dünyanın ismi. Biri nasıl , diğeri ne halde. Gidişat mükemmel.

Tuesday, May 8, 2012

Doğu cephesinde yeni bir şey yok

2012, Maya takvimine göre her şeyin bittiği kıyametin koptuğu yıl olacakmış, vs. Elbette günümüz über dünyasında kıyamet kopması filan olmadığı için değişiklikler, kökten ve beklenmedik değişiklikler bir nevi kıyamet vari bir algı yaratıyor. İlla "kötü" olmasına gerek yok ama 2012 büyük değişikliklerin yaşandığı bir yıl. Kişilerin kendi cephesinde olduğu kadar toplumların milletlerinkinde de...Kişisel tarihimi, tarihimizi ve yaşanan büyük değişiklikleri geçiyorum da sınırların diğer taraflarında değişiklikler bu kadar dikkat çekici iken bizde hala aynı olanın devamı ruh bezdirici resmen. Ortadoğu'da yaşananlar, Fransa'da Sarko'nun düşüşü, Merkel'in yakın zamanda sallanacak koltuğu vs derken koltukların değişime uğramadığı az yer var. Bir biz, bir de Rusya. Maşallah, hanedanlık ve imparatorluk sevgisinin, varaklı şatafata hayranlığın bu kadar yüce olduğu bir başka modern toplum yok herhalde. Yıllar geçti, mevsimler mevsimliğini şaşırdı, iklimler kıta değiştirdi, kayıplar verildi, duygular bitti, isimler değişti, hızlı arananlar silindi ama başlar değişmedi. Putin bir 6 yıllığına tekrar seçilmiş, dün sarayda Romanov günlerini andıran bir tören yapılmış vs. Önümüzdeki 6 yıl bittiğinde ise, iktidarda kalış süresi Stalin 'inkinden sonra en uzun rus devlet adamı olacakmış. Şahane. Biz de herhalde Abdulhamit ile yarışıyoruz.

Anlaşılan şu ki Maya takviminin meşhur büyük kıyamet değişikliği bizim paraleli teğet geçiyor...

Monday, May 7, 2012

Songs n' motto # 2

let's dance put on your red shoes and dance the blues
let's dance to the song they're playin' on the radio

let's sway you could look into my eyes
let's sway under the moonlight, this serious moonlight


let's dance, david bowie, 1983, let's dance, prodüktör nile rodgers


p.s. yapımcısının nile rodgers olduğunu bilmiyordum. öğrenince neden bu şarkıyı bu kadar sevdiğimi bir kez daha anladım. oh yeah!

Sunday, May 6, 2012

Never on sunday # 5


gökyüzünün mavi, havanın ılık olduğu, perdelerin tiril tiril uçuştuğu gün never on sunday günüdür. never on sunday öncesi, gece, bütün dünyanın beklediği super moon heyecanı, sabahattin, "bu kadar zaman gelmediğiniz için cezalısınız siz", g.g. & alice in chains h., sanki kıtlıktan çıkmış gibi yemek,içmek, "buzsuz"u anlattığımda gülen nihayet başkalarını bulmak, "buzsuz" kaydı, "buzsuz" deyip olayın aktörü ile karşılaşmanın bombası, ciddi konular dışında yerlere yatarak gülmek, doğumgünü çocukları ile conversation telephonique, pek özlediğim, yokluklarını pek yoğun hissettiğim doğumgünü çocukları virginie & géraldine, rolex, omuzları açık modifiye elbise, doymak bilmeyen h., yan, pek eğlenceli pek şarkılı gece, gecenin karşıma çıkan güzel tesadüfü gey kapılım z., inşaat haline dönmüş sokağa dönüş, düzgün taksi şöförleri ve never on sunday sabahı, hafif baş ağrılı sabah, bütün gün arka taraf, sera olmuş, yeşil olmuş, sakin olmuş, yatakta yaşanan bir yaz pazarı ...

p.s. benim için tiril tiril hissedilen ruh halinin, baharın yazın tam olarak gelişi evde geçen pazar gününün arka tarafta, yatakta yaşayarak geçirilmeye başladığı andır. pek güzel elizabeth taylor gibi. camlar açık, balkondaki bahçeye bakıp, müzik ama daha çok radyo dinleyerek, üzerimde "hafif bir şeyler"le, telefon, internet, film, kitap, dergi, gazete. aynen yukardaki resimde olduğu gibi. o kadar ki ön taraftaki lacivert ilgimi çekmiyor bile.

- 4 : Adam MCA Yauch

47 çok erken bir yaş ölmek için. Hele hele kanserden, yani genç yaşına rağmen uzunca süre ilaç almak zorunda kalmış, bitkin, tükenmiş olarak ölmek. Çok erken, çok genç. Özellikle de üreten, arkasında bir şeyler bırakan, farklılık ve farkındalık yaratan birinin ölümü her zaman çok erken. Görmüştük burada, Parkorman'dı sanıyorum. Yıl da 2007 imiş. 5 yıl önce gördüğümüzle kaldık kendisini ama yine de son kez muhteşem bir konserde görmüş olduk. 5 yıl sonra bir mayıs günü- buradaki konser haziranda bir günmüş meğer- yani bugün elimizde albümleri, cdleri, kulağımızda ise tınısı ile kaldık.

... brooklyn, kaykay, sokak çocuğu, hip hop, güzel müzik, budizmle gelen hafiflik, yaşamı kabulleniş hali...

p.s. 5 yıl önce 5 yıl sonra bakınca her şey ne kadar da garip geliyor. that's life ama değil mi? hiçbir şey aynı değil. ama hiçbir şey...

Friday, May 4, 2012

Gece

barbekü değil, mangal değil ama ocakbaşı (zaten mangaldan da barbekü de benlik bir hadise olmayıp ilgi alanımın tamamen dışında kalan sosyal aktiviteler), zübeyir, pek ünlü, pek zor yer bulunan zübeyir, j.a.'nın "beni zübeyir'e götürsenize" talebini beni elimden tutup da zübeyir'e götüren elizabeth taylor lover g. 'ye iletmem ile zübeyir gecesi, "etkileyeceğimiz bir insan var o yüzden çok çalışmalıyız bu akşam" lafı ile yenilecekler, mezeler, etler, rakı, şalgam suyu, her şeyin çok acılısı ("acılı olsun bu masa"), pek konuşulan pek eğlenilen pek içilen hesapları annelerin ödediği şahane bir gece. ama asıl basınköy, menekşe istasyonu bilgilerinin karşılıklı şaşkınlığı, feminist dışavurumcu söylemler, kahkahalar, "korkunçsun gerçekten", elma üzerine kahve ve erken ama büyükada'da veya bir sonraki j.a. seyahatinde sürecek macera... kah gece olur, kah sepetinde yumurtalarla jane birkin misali adaya inilen bir yaz günü olur... ama olur...

Songs n' motto

- "remember yesterday, walking hand in hand, I remember you". I remember you, skid row

aklıma ilk gelen oldu. çocuklukta öğrenilen şarkı sözleri demek ki insanın beyninde şimşekler çakarak geri geliyormuş. zamanında pek güzel insan olan sebastian bach ayrı, şarkı da zamanın güzel şarkılarından. ben ise komikliklerden sonra beynimde çakan sözlerdeyim.

Wednesday, May 2, 2012

Motto # 4

budur. birçok durumun sonucu, tercihin kalesi. oldukça uzun zamandır. hayırlı olsun. öncelikle bana sonrası, kim kendine gelsin derse... to whom it may concern ...