Friday, January 31, 2014

Cuma eğlencesi # 3

Sabahın dış kaynaklı hatta kumpas gibi atarlı hallerinden kurtulup Get Lucky & Another Star  'lı finali ile özellikle de anotherstar dükkanını ayrı mutlu eden Grammy Ödülleri'ne uğrayan bir cuma eğlencesi olsun, müzik olsun, bizim olsun. Gecenin yıldızı gerçekten de yıldız olanlardan Pharrell ile başlayayım. En çok konuşulan hatta dalga geçilen şey gecede kafasındaki şapka oldu ama hiç önemli değil. Çirkin olur, güzel olur dert değil. Önemli olan taşıyabilmek. Taşıyabiliyor mu? Kesinlikle! O halde geçelim gidelim, yeni evlendiği ve pek de mutlu gözüktüğü karısının yanında üzerindeki pek şahane kırmızı Adidas üç çizgi montu, beyaz tişörtü ile kool kool bırakalım.

 Kendisini de elbiseyi de bilmiyorum ama güzel elbise. Rengi biraz fazla turuncuya kaçan gibi hafifçe soluk ama o yakanın kolların gelişi güzel. Kız da bilmiyorum güzel değil çirkin değil, sarışın olduğu için ilgi çekiyor biraz ama işte, o kaküller öyle tepeden yapıştırınca biraz fazla "zorlamış" gibi oluyor, doğal olmuyor. Ama elbise güzel, gerisini sallayabiliriz.
 Elbisesini de, Armani Privé, kendisini de, müziğini de beğeniyorum. Alicia Keys. Hele hele İstanbul'daki konserine gitmeyişimi de kendi açımdan büyük talihsizlik olarak nitelendirsem de işte bazen üşengeçlik insanın başına bela bir şey oluyor. Bunu da bir kez daha yaşamış oluyoruz. Güzel işte, her şekilde. Yazacak sallayacak şey olmayınca da bu kadar kısa oluyor.
 Josephine de la Baume ve Mark Ronson. Biri fransız varlıklı aile, burjuva çocuğu diğeri ise yeni nesil ingiliz müzisyenlerin dikkat çekenlerinden. Yeni nesil kool çiftlerden. Purple partileri, Zadig & Voltaire reklamları vs derken güzel bir yüzük ile de evlendiler. İşte bir nevi alter dünyanın alter power couple'larından. Josephine'nin elbisesi aslında çok güzel. Bunu giymek için hem çok ince hem de kıvamında kıvrımlı olmak gerekiyor. Böyle saten ve her şeyi belli eden bir elbiseyi giyen eğer Kate Moss gibi neredeyse hiç göğüssüz olduğunda garip şekilde boş oluyor elbise. Çirkin durmuyor ama boş duruyor daha doğrusu fazlasıyla havadar. Hah, evet, aradığım sıfat "havadar" . Ben rengini çok beğendim, pudra pembesi dediklerinden. Seviyorum. Nedense Josephine de la Baume'da da güzel olmuş, cüretkar olmuş. Mark Ronson zaten takım elbiseli olur yani. Ayakkabıları ayrıca güzel. İkisi de cüretkar giyinmişler o yüzden olmuşlar. Malum cüretkar giyinmek, kıyafeti g.tüne kadar açmak demek olmuyor. Bacağı, göğsü açmak filan işin kolay kısmı. Asıl sürüden ayrılan bir tarzla ortalığa çıkmak cüretkar işi.
Hah işte power couple hadisesi ile uzaktan ilgisi olmayanlardan. Jamie Foxx zaten sevdiğim beğendiğim biri değil yanındaki ise cumartesi günü kız arkadaşlarıyla alışverişe çıkmış, öğle yemeği için oturacaklarında zaten forever rejimde olduğu için sürekli kalori hesabı ile salata yiyen, akşama da sevgilisi ile buluşacak erkek annelerinin pek sevdiği gözlerini döndüre döndüre bakan cici kızlardan da ya o etek o ayakkabı ne ya? Gereksiz! Gerçekten pazar günü barbeküsüne gitmiş gibi.
 Cyndi Lauper dinlemeye bayılmasam da kendisini sevenlerdenim. Belki de aktivistliği hoşuma gidiyor. Aslında yetenekli insanlardan. Sesinin oktav seviyesi filan da birçok şarkıcıyı ezip geçer de işte bir şekilde yeterince parlayamamış insanlardan. Özellikle 80lerde kuzeni (evil cousin tabiriyle anılsalar da) Madonna ile karıştırılsa da aslında Madonna'dan hem yaşça büyük hem de ondan daha önce sahnelere çıkmış biri. Aile işte ya, hiçbir üyesini seçemiyorsun, denk düşüp de iyi çıkıyorsa şanslısın, yoksa manasız ilişkiler zinciri; hem de ömür boyu. whatever. Üzerindeki Alexander McQueen çok şahane olmuş kendisinde. Muhtemelen başkası böyle taşıyamazdı. Ayakkabılar da Jimmy Choo da bana rica ediyorum Jimmy Choo demeyin. Ya da ben gündüz vakti şarapları içip içip ayakkabı alışverişi yapmamayı öğreneyim. Nasıl güzel ayakkabılar nasıl yanlış numara alınır ve giyilemez? İşte böyle. O yüzden de hınçlıyım kendilerine.
 Üzülüyorum böyle yaşlı rockçılara. Ex-aşkım Axl'a da mesela bakamıyorum yüreğim kaldırmıyor o saçlara, o tene, o botokslu yüzüne filan. Steven Tyler da üzerindeki o beyaz takım elbise ve o saçlar ama asıl o bıyıklarla Flamingo Yolu dizisindeki kötü şerifi andırıyor. Bir güneyli hale bürünmüş, ilginç olmuş.

Şapka severden şapka nefret edere dönüşmek üzereyim. Özellikle de yukardaki kareden sonra. Of! Gerçekten of! Ya ben işi doğru bilmiyorum ya da bu insanlar acayip. Bir kere iç mekanda giymek terletici bir şey (yoksa bir tek ben mi terliyorum?) ayrıca en büyük sorun şu; o şapka nasıl aynı pozisyonda saatlerce kalabiliyor? Benimkisi kalmıyor çünkü. Herhalde bu şöhretli olmak ile çözülen bir sorun. Üç şapka da birbirinden kötü, beni aşar. Ben klasik bir insanım, Borsalino, Maison Michel kafi benim için. Böyle samandan Tom Sawyer veya siyah Mandrake şapkası için fazla sıradan bir insanım.

 Niye koymuşum acaba hatırlayamadım. Güzel değil çirkin değil. Elbise de hiç çirkin değil, Blumarine ama sıradan. Kız da zaten sönük iyice sıradanlaştırmış. Ki kırmızı tonlarını koymuş. Ama olmamış. Oluyor böyle "olmamış" haller insanda. Yapacak bir şey yok.
 Hah işte o çirkin mürebbiye kıyafeti sonrası Elie Saab elbisesi ile geri dönüşü şahane olmuş Julia Roberts'ın. Çok güzel elbise. Basit gibi ama değil. Derli toplu da. Tamamdır.

 İşte güzelim lacivert renginin katledildiği bir elbise. Özelliksiz rengi de soluk gibi. Anlaşılan o ki sarı saçlarını mücevher olarak kullanmış da yetmemiş. Sıkıcı.
 Ben anlamadım. Ne tasarımcısı Ungaro'yu ne de giyeni. Hayır, amaç ne? O kolların süsleri, eteğin garip deseni filan. Şiştim sıkıldım.
 Hala gotikler varmış diyeceğim de 17 yaşındaki ergen gotik olmayacak da kim olacak? Umarım Madonna o yaşta olmaz mesela. Lorde ödülleri toplamış, simsiyah Balenciaga içerisinde de tarzını yansıtmış. Tamamdır. En azından tozutmuş bir Miley Cyrus değil (gerçi ben aileleri tarafından sömürülen çocuk oyuncuların şarkıcıların ellerine güç geçince tozutmalarına bir şey diyemiyorum çünkü işin suçlusu onlar değil, onlardan kendilerine bir isim, servet yapma arzusundaki mal ebeveynleri). Ergen işte, muhtemelen sürekli varoluş depresyonlarına filan giriyordur. Olur ya, olsun da. O yaşta olmayıp da ne zaman olacak? Yetişkin olduğunda da mı? Ne kadar talihsiz bir durum olduğunu görüyoruz zaten yaşanılan örneklerde. Beğendim. Yüzüne yapışık gülümseme ile pembeler içerisinde poz verenlerden olmasından binlerce kez iyidir.
 Madonna olmak da zor. Cidden. Neticede kendisinden gelecek beklenti çok büyük. En boktanı da kimse yaşlanma ihtimaline inanmıyor her an ve her zaman bir aykırılık bekleniyor kendisinden. 56 yaşında ayağını uzatıp cips yemek isteyebilir insan. Hele hele 20 yaşındaki bir velet ile değil sevişmek konuşmak dahi istemeyebilir. Ama biraz zor bunları yapabilmesi. Ralph Lauren bir takım giymiş, hafiften Diane Keaton gibi olmuş da ah işte o şapka...Cidden bu Don Camillo'nun Capello Romano'sunun modası geçmiyor. Geçmiyor onu anladım da nedenini anlamadım. Yüz de gerilmiş zaten iyice. Cidden Madonna olmak çok zor iş. Büyük mesai.

 Güzel elbise. Gucci Premier. Ama o kadar. Kız da hiç çirkin değil de bilmem olmamış işte. Daracık bir elbise olmuş. Payetli de yani daracık kalem gibi olduktan sonra payetle parlasan ne yazar. Dar. Uzun ve dar genç kadınlardan. Fazla ahlaklı gibi duruyor payetli Gucci elbisesinin içinde. Daha da garibi sanki bedeni kendisinin yansıması gibi. Değişi.
Power couple oldukları kesin de power antipatiklikleri de yok değil. Beyonce'nin saçlar da kötü elbise desen ayrıca kötü. O ne öyle ya sanki içinde çamaşır yokmuş gibi. Ha tabii yedik biz de muhafazakar Amerika'da. Sıkıcılar işte. Çocuklarının doğumunda büyük görgüsüzlükle hastanede 2 katı kapatıp bir de terör estirdiklerinde belli etmişlerdi sıkıcılıktaki bir numara olduklarını da işte hala öyle. Ama para öyle böyle değil, yalan değil.


Ve muhteşem Lanvin ile bitirir giderim zira sıkıldım. İşte Lanvin'nin büyüklüğü burada çünkü hem yaldır yaldır dore olacaksın hem de o feci saç rengi ve kaş uyumsuzluğu ile korkunç varoş Rita Ora denilen şarkıcıyı bir nevi beyaz papatya misali zarif yapacaksın...Zor olsa gerek de olmuş. Kim derdi ki Rita Ora zarif olabilecek? Olmuş işte. En azından görüntüde. Sıkıldım.


 

Enkaz güzelleri ile manşetlerde

Gerçekten edebimle oturmuş, kendimce keyifli bir günü yaşarken hiç aklımda ve niyetimde yokken tepemin atmasına bir cuma günü içerisinde bozuldum ama kısa keseceğim, 800 paragraf şeklinde yazmayacağım.

Malum her şey direniş! Her yerde bir tepki, bir isyan, bir ses yükseltisi, br özgürlük istemi derken yakın uzak komşu ülkelerden Ukrayna da dinmeyen, durulmayan bir isyan gösteri sürecinde. Soğuk havaya rağmen gösteriler devam ettiği gibi iktidarın şiddet seviyesi de her geçen gün artıyor. Buralar tamam, diyecek lafım zaten yok, tepkimin sebebi de bu konu hiç değil.

Tepkimin sebebi gazetelerde Ukrayna haberinin altında yer alan güzel isyan resmi. Arkada barikatların, yanmış arabaların görüldüğü resimde asıl göze çarpan elbette siyah kürkü beyaz deri eldivenleri ile duran güzel bir kadın oluyor. Hiç öyle direniş (veya devrim) pis olmalıdır, direnişçiler sadece fakir ve yoksullardan oluşur, çoktan loser olmuş pasaklı "hippi" klişesini canlandırmalıdır, feminist dediğin illa kıllı, saldırgan, bakımsız olur" diye zaten düşünmüyorum. Ama sorum şu; bu kareyi fotoğraflayan kişi başka hiç mi isyan karesi çekememiş veya asıl bunu basan gazete neden enkazın güzelleştirilmesini tercih etmiş? Daha çok satsın, daha çok okunsun, daha çok dikkat çeksin diye mi? Peki neden kadın üzerinden bir güzelleştirme de erkek üzerinden değil? Hiç mi bu güzel direnişçi dışında yakışıklı direnişçi yok? Ya da var da her zamanki gibi kadın üzerinden bir güzelleştirmeye gitmek daha mı kolay? Yoksa bu yüksek haber değeri taşıyan bir gerçeği çiğ ve alıcısız halinden çıkartıp bir nevi rafineleştirme, görsel olarak soylulaştırma hareketi mi?

Benzer bir güzel enkaz karesi 2011 yılındaki Japonya depremi sonrası bütün dünyadaki yayın organlarında yer almıştı.Deprem sonrası hayatta kalmış ve soğuktan battaniyesine sarılmış depremzede. Ama güzel bir depremzede. Kaküllü uzun Jane Birkin saçları, güzel yüzü, battaniyesinin klasik bir kaşmir Max Mara paltoyu andıran rengi, elindeki çantanın o aradan gözüken renkleri ile gayet tarz olduğu bile- o felakete rağmen- rahatlıkla söylenebilir.

Ve yine sorum şu; gerçekten bütün dünyaya geçilecek bu fotoğraf karesi dışında felaketin boyutunu, ciddiyetini, insanların içinde bulundukları zor koşulları gösteren başka bir kare yok muydu? Yoksa bu güzel depremzedenin fotoğrafı bilinçli bir tercih miydi? Aynen Ukrayna örneğinde olduğu gibi? Yanıt elbette "onlarca, binlerce kare". Ama tercih başka tercihin sebebi başka. İşte hiç niyetim yokken tepemin böylesine atmasının sebebi budur. Yoksa soğuğa rağmen, işinde gücünde, tezinde, keyfinde bir insandım, edeplice oturuyor "eğer vaktim olursa cuma eğlencesi bile yaparım" diyordum. FAK! Nereden nereye?

Wednesday, January 29, 2014

Özlediğim-hem de deliler gibi

Evet, Londra'yı özledim (3 yılı çoktan geçmiş) ama asıl Soho'daki bu dükkanı özledim. Bir şeyler, bir işler peşinde koşuyorken yine tesadüfen bu belgesele denk gelince "evet, zamanı gelmiş artık" diye düşünmeden edemedim. Eve televizyon almayıp bütün gelen parayı müziğe yatırdığım (artık iyice sıkıcı hale dönüşen rock günlerinin bitip soul günlerinin başladığı) Strasbourg yıllarında önce plak şirketini keşfetmiş, yıllar sonra da Londra'da tesadüfen dükkanı bulunca mutluluktan uçtuğumu hatırlıyorum. Üst kat güzel de alt katta daha çok şey bulunuyor. Zaten saatlerce kalınabilinen, aradıkça daha derine düşülen yerlerden. Rough Trade kesinlikle çok şahane bir müzik dükkanı da, ben Soul Jazz Records veya Jazzman Records'cıyım sanıyorum.

p.s. evet, yine az kız var dükkanda.

p.s. (2) gidelim. en kısa zamanda hem de. 

Tuesday, January 28, 2014

Atlantik öte yakasındaki kutsal müessese

Demek ki annelik müessesinin kutsallığının sorgulanması sadece bizde fırtınalı ve çoğu zaman gülünç tartışmalar yaratmıyor, özgürlükler ülkesinde de evlere şenlik tartışmalar, hakaretlere sebebiyet veriyormuş. Bunu başlatan da bir blog yazarının "evli, çocuklu ve çalışmayan kadınlar"ı eleştirdiği bir yazı olmuş.

Hikaye bilindik şekilde gelişmiş. Blog yazarı bir kadın, evde oturup çalışmayan sadece çocuklarıyla ilgilenen evli kadınların, iş hayatında çabalayan, hayalleri olan, ileriye gitmek için çok yoğun çalışan, kendi ayakları üzerinde durabilmek için fedakarlık yapan kadınlarla bir tutulamayacağını yazınca, tahmin edilebileceği gibi "sen mutsuz ve kıskanç bir kadınsın", "çocuksuz kadın mutsuz kadındır", "çocuğu olmayan insanların hayatları boşluktan ibarettir" gibi hakaretlerle yüklü yorumlar gelmiş. Blog yazarı geri adım atmamış (oh be!) ve düşündüğünü söylemeye devam etmiş. Demek ki anne kutsallığı evrensel bir hadise (p.s. evrensel=universal=# 8. big up) ve bunun savunulma sığlığı ise kültür veya kıtalar arasında büyük farklılıklar göstermiyor. Sığ olan hep sığ olarak yaşamaya devam ediyor ve daha komiği neyi ne kadar hararetle, damarları patlarcasına savunuyorsa aslında kendisinin de -özellikle kendisine- itiraf edemediği gerçeği olmayan bir maske takarak göstermeye çalışıyor.

Sorun şu ki, hiçbir şey sadece siyah veya sadece beyaz değil. Kadınlar çocuk sevmeyebilir veya çok sevebilir. Çocuktan hoşlanmayan (özellikle de başkalarının çocuğundan) bir kadın da kafalarda yaratılan hani o sevilen "duygusuz ve kötü kadın" gibiklişelerin aksine müthiş bir anne olabilir ve kendi çocuğunu (illa doğurmasına gerek yok. evlat da edinebilir) çok sevdiği gibi onunla bir o kadar da sağlıklı bir ilişki kurabilir. Veya bunların hiçbiri olmayabilir ve kadınlar çocuk istemeyebilir, çocuk sahibi olma deneyimini hayatlarında yaşamayı tercih etmeyebilirler. Ve bu tercih de onları diğer kadınların yanında toplumsal veya özel hayatta ne mutsuz, ne kötü, ne duygusuz, ne duyarsız, ne de eksik (kadın) yapar. Sadece hayatta kendi tercihini yapmış bir insan yapar; başka bir şey değil. Hayatta her şey olabilir ve hiçbir şey de gözüktüğü gibi değildir.

Blogger vs People kavgasına geri dönersek. Belki üslubu, dili, söyleminin sertliği, yer yer toyluğu eleştirilebilir ama geri kalan düşüncelerinin içeriği ise...sorry, gülünç olur

Ateşli olaylar burada:

 http://thoughtcatalog.com/amy-glass/2014/01/i-look-down-on-young-women-with-husbands-and-kids-and-im-not-sorry/

http://thoughtcatalog.com/amy-glass/2014/01/is-the-point-of-having-kids-just-to-not-be-lonely/

http://shine.yahoo.com/parenting/blogger-slams-motherhood--gets-death-threats--here-we-go-again--210630664.html

Bu dünyayı" daha güzel", cennetin büyülü bahçesi hale getiren anne kutsallığı ile ilgili olarak da unutmamalı ki Adolf Hitler'in de, Charles Manson'nun da, Son of Sam'in de, Kenan Evren'nin de, Erdoğan'nın da, Joseph McCarthy'nin de, Joseph Stalin'nin de, Saddam'ın da, Humeyni'nin de, Kaddafi 'nin de, Pol Pot'un da hayatta anneleri vardı. Eh, sonuç dersek, o da ortada. Çok geriye gitmeye gerek yok bu kutsal annelerin büyülü bahçelerinde yetişen evlatların icraatlarını görmeye. that's life. Demek ki her doğurmuş kadın anne olamıyormuş. Her şey var hayatta. Yapacak bir şey yok. Kabullenmek iyi olabilir.

Dream on


Nihayetinde her zamankine geri dönüş oldu ve "gerçekçi" rüyalar yerini eski tanıdık, bilindik fantastik rüyalara bıraktı. Yine büyük isimlerle olsa da rüyalar eskisi gibi, alıştığımız gibi, fantastik ötesi gibi...ny, diner, sokak, ünlü gazeteci, # 8, kahve, ve diğer her şey


                                   

Monday, January 27, 2014

Akıllı kadın ve anneliği

Şu sıralar etrafımdaki anne ve bebek nüfusunun artışı beni de şaşırtsa da muhtemelen işin  doğal akışı aslında böyle bir şey. Yani şaşıracak bir durum yok, olması gereken yaşanıyor. İnsanlar birliktelik yaşıyor sonrasında evleniyor (veya evlenmeden de beraber yaşayıp) ve çoğunlukla da belli bir süre çocuk yapılıyor. Bugün böyle, dün de böyleydi, yarın da muhtemelen böyle olacak. Ortada garipsenecek, yadırganacak veya yargılanacak bir şey zaten yok. Aksine "ne güzel!". Benim için son zamanlarda etrafımda gelişen tüm bu "annelik" ve "aile" hadisesinde ilginç olan tek şey, kişiler arasındaki farklılıkların gözlemi ve hiçbir şeyin dışardan gözüktüğü, dışarıya gösterilmek istendiği gibi olmadığı. 

Son zamanlarda Amerikan neredeyse ikinci adresim gibi bir şey oldu. Özellikle de geçtiğimiz haftayı haftaiçi ziyaretlerinden ardından cumartesi günü itibariyle de Amerikan'da kapatınca, evet yalan değil bana biraz fazla geldi bu lohusa şerbeti ve bebek eksenli "bebiş" konuşmaları. Ama yine de gözlem yapmak (belki de bir meslek hastalığı) çok keyifli bir iş olduğundan ziyaretleri birer sosyolojik gözlem haline döndürebiliyor, onları saha çalışması gibi görebiliyorum

Tüm bu süreçte hamilelik-doğum-çocuğun büyümesi-ergenliği filan- yeni annedeki ak ile kara ortaya çıkıyor veya taraflar kendini gösteriyor bir başka deyişle. İnsanın o güne kadar etrafına gösterdiği veya göstermek istediği her hali bir şekilde değişiyor ve ortaya gerçek karakter çıkıyor. Buraya kadar her şey çok normal, yaşam düzeninin kendisinin kökten değişmemesi düşünülemez bile. Hele hele insanın bir anda kendinden vazgeçip artık başka bir canlıyı hayatında en ön plana almayı kabul etmesi filan çok zorlayıcı süreçler. Ama yine burada da gerçek kişilik kendisini o hepimizin yüzündeki maskeyi taşımaya devam etse de gösteriyor, varlığını hissettiriyor. Kadının bebek (çocuk) ile kurduğu ilişki aslında kendisinin dünya ile kurduğu ilişkinin bir yansımasına dayanıyor. Kadının hayatı nasıl algıladığı, korkuları, tedirginlikleri, coşkusu, rahatlığı, mutluluğu, mutsuzluğu, hırsları, değerleri, inançları, güveni, güvensizliği, kendi yaşadığı güven ve güvensizliklerin temeli zaten bu ilişkiyi şekillendiriyor ve çocuğun hayat ile ilk bağı bunun üzerine kuruluyor. Elbette böyle şeylerin telaffuzu çocuk sahibi olmayan kadınlarca yapıldığında yenilecek damga "sen anlayamazsın çünkü anne değilsin" cümlesi ile beraber  "kıskançlık" olduğundan hiçbir anneye hiçbir şeyi söylememek lazım çünkü zaten o en iyisini o bilir ( kendi adıma aldığım en büyük hayat derslerinden biridir).  

İşin ilginci bu yazının sebebi aslında etrafımdaki anne ve çocuk nüfusunun artışı filan değil. Aksine çok daha sıradan bir tetikleyicisi var; gazetelerin magazin sayfaları ve oraya düşen haberler. İşte bu yazınınki de ne yazık ki toplumda bir kanaat önderi edasıyla hareket eden Gülben Ergen'nin magazin sayfalarına düşmüş, çocuğuna yazdığı doğumgünü mesajı oldu, yoksa aramıza yeni katılanlar değil. 

" Senin geldiğin günü doğduğum gün saydım burnumun direği....Bakışına hayran olduğum,ağabeyi olmayi,ayrılığı,yaşam pastasını paylaşmayı sirtlayanim,adı gibi dünyayı sırtında taşiyanim, Allah'in en kutsal emaneti...18 Ocağim benim"

Bu olduka üzücü hareketi çok irdelemeyeceğim ama keşke kendisi türk ev kadınına öğütler verdiği programında çıkarttığı ünlü psikologlara filan böylesine ağır bir mesaj yazdığında çocuğuna yüklediği misyonları, sorumlulukları, anlamları sorsaydı belki kendisi ve evlatlarının gelişimi için daha hayırlı olurdu. Bayağı üzücü! Mümkünse annemin doğduğu gün benim doğduğum gün olmasın. Aksine! Annem yaşadığı tüm tecrübelerle bana bilgelik versin, yaptığım ve daha da yapacağım hatalarımda kendi deneyimleri ile bana yol göstersin. Onun hayattaki tek anlamı, tek varlık sebebi, tek mutluluk kaynağı da ben olmayayım. Yine aksine! Benden başka mutlulukları, benden başka yaşam alanları olsun ki ben kendi hayatımı kurgulamaya çalışırken yaşadığım zorluklara bir de annemi mutlu etmek, kendi seçmediğim ama üzerime doğduğum andan itibaren yapıştırdığı sorumlulukları yerine getirmek  görevi ile uğraşmayayım. Ve her şeyden öte annem kendi kadın kimliğini bende unutmasın ve benim üzerimden kendisine "Allah'ın en kutsal emaneti" gibi "kutsallık" taşıyan bir kimlik yaratma çabasına girmesin. Düşündüren şey şu ki, Gülben Ergen tek değil, olmayacak da. Çoğunluk anneler kendisi gibi. Kabul gören de bu, doğru olarak alkışlanan da bu. Böyle misyon yüklemeli sevgileri insanlar gerçek sevgi ifadeleri zannediyor ama ne yazık ki hayatın kendisinde işler böyle yürümüyor. Ama neydi alınan hayat dersimiz "elbette her şeyin en iyisini sen bilirsin". Yalan değil, bu kadar konuşmamın sebebi olayın kamusal alanda gerçekleşmiş, sanal alemlerde yaşanmış olması. Yoksa artık özel hayatımdaki birisine ağzımı açıp tek laf etmiyorum. Zaten belki de doğrusu bu. Neden başkasından ahkam kesen bir şeyler duysun ki? Hem en güzeli ben söylemeyince karşıdan gelecek bir hayat dersini duymama gerek kalmıyor. Müthiş resmen.



Bir tek etrafımdaki akıllı kadın anneler hariç. "Şimdi yani ilk kucağına alınca kendini bambaşka hissettin mi?" soruma "yok yahu öyle bir şey, bu zamanla kurulan bir ilişki öyle hayatım değişti müthiş bir mutluluk filan yok ilk anda" diyen E.A. gibi, kendisinde bir süredir varolan ve varlığından duyduğu rahatsızlığı ileride Miracığım'a olumsuz etkisi olacağını düşündüğü bir anksiyetisini tedavi etmek, sebebine inmek için profesyonel bir yardım almaya inanan İ.K. gibi, cuma günü doğurmuş olsa da şubat ortasında haftada sadece tek ders vermek için üniversiteye dönecek olan ve bunun çok isabetli olduğuna inan A. gibi akıllı kadınların anne olma haline bayılıyorum. Ve evet, onlarla konuşulabiliyor (muş). 

P.S. atlas isminin entelektüel mitolojik tınısının karizması filan bir tarafa da ağır anlamından dolayı ben şahsen çocuğuma vermeyi istemezdim. niye benim çocuğum dünyayı taşısın sırtında? aksine özgür olsun.

Friday, January 24, 2014

Cuma eğlencesi # II

Pek sevdiğim Chileksuyu'ndan gelen şahane iltifat gazı, üzerime bir şekilde musallat olan hastalık tekrarı teşebbüsü, gelgitli ruh halleri vs derken kurtulmak için en iyisi ilacın beautiful people'a sallama aktivitesi olan cuma eğlencesi olduğuna kanaat getirip başlamaya karar verdim. Ve piyango Helen Mirren'a vurdu. Escada elbisesi içerisinde ufak çaplı bir ayak bileği gösterme girişiminde bulunmuş. Bizim için Tansu Çiller'in giydiği o diz kapağı ile ayak bileği arasındaki korkunç etek boyu özdeşleşen ve üzerine derin bir kara çizgi koyduğumuz marka olan Escada bir değişime gitmiş geçen yıllar içerisinde ve ortaya bu güzel elbise çıkmış. Diyecek bir şey pek yok. Elbise güzel onu taşıyan da gayet hoş bir kadın (ki hiçbir zaman ço güzel bir kadın kategorisindeki oyunculardan olmasa da çok güzel yaşlanan kadınlardan). Bir tek o saçların geriye atılması olayı bana biraz fazla gergin geliyor. Kim yaparsa yapsın o garip hafif kabartarak bir geriye tarayış var saç modellerinde ve nedense ortaya çıkan sonuç ne yazık ki kişiyi fazlasıyla gergin gösteriyor. Ve ben kendi küçük ve mütevazi dünyamda mümkünse ne gergin ne suratsız ne de ciddi gözükeyim diye düşünenlerdenim.

Yine Modern Family oyuncularından ama sanıyorum bu sefer kendince bir grafik fantezine girişmiş. Ama pek olmamış. Elbise Carolina Herrera da, elbise üzerindeki bu grafik desen işi garip bir iş. Bir şekilde olmayınca olmuyor. Balenciaga, Rick Owens, Martin Margiela gibi geleneksel çizginin dışında kalan çoğunlukla androjin hedefli tasarımcılarda sorun olmuyor da Carolina Herrera gibi geleneksel klasik ağırbaşlı tasarımcılarda sırıtıyor, taşıyanların üzerinde güzel durmuyor.Olmuş mu? Olmamış işte. Her şeyi tam ama olmamış.

Evet hamilik devam ettiği gibi ödül sezonunu da devam ettiğinden kırmız halı üzerindeki degişik kombinasyonlar da devam ediyor (evet, türk insanın ve özellikle de tvde ev kadınlarına tarzını bulmasını öğütleyen türk modacıların sürekli kullandığı gibi kombin değil, kombinasyon kelimenin doğrusu). Head to toe dedikleri şekilde yani baştan aşağı Prada. Hepsi ayrı ayrı olur da hepsi birarada olmamış ne yazık ki. Oysa geçen seferki elbise nasıl da güzeldi kendisinde. Burada bir garip hediye paketi gibi olmuş, özellikle de o pembelerle. 

Ho ho ho! İşte insanlar kırmızı halı filan diyorlarsa bana böyle kıyafetlerle gelsinler, her taraf parlasın, ışıldasın! Saçları da kısa zaten şahane olmuş. Elbise Dior Haute Couture.  Yineliyorum maksat şaşalı ödül töreni ise böyle gelinsin böyle giyinilsin. Ağırbaşlı mürebbiye veya preppy tarzı entelektüel kırmızı halı giyinmesini Bafta'lara ve Indie Spirit gibi törenlere bırakalım, Hollywood yolunda disko topu gibi olalım.

 
Golden Globe'da herkesi kendisine kırmızı elbisesi içerisinde hayran bıraktıktan sonra yine Gucci custom made ile yarattığı hayranlığı devam ettirecek gibi duruyor. Lupita Nyong'o. Öğrendim ismini, isminden ziyade soyadını. Zor bir soyadı ama muhtemelen bizim soyadlarımız da başka dillerde çok zor o yüzden vikviklenmek de gereksiz. Oynadığı film de vizyona girdi bu hafta; 12 Years A Slave.  Elbise ile son bir şey yine çok güzel çok iddialı da turkuvaz rengi değil sanki. Beyaz, sarı, kırmızı, turuncu daha sıcak sanki turkuvaz bilmiyorum zor geldi. Ama laf etmenin manası yok gayet şahane.
Nasıl da severim kendisini. Hele hele yıllarca canlandırdığı Tony Soprano'nun karısı karakterini bir Tony kadar severim. Ama ama burada...Ve boktan olan sorun olan elbisede değil, duruşta. Daha doğrusu önden gelen kısa yırtmacın bir şekilde fotoğrafın çekildiği açı ile korkunç gözükmesinde. Evet, öğretilen şeylerden biri iyi bir poz verebilmek için eli bele koymak. Eli bele koy da aşağıdan bacaklar öyle çıkmasın ama değil mi? Hem de bacaklar o kadar açık iken. Gerçekten de sorun sadece pozda kıyafette değil ama yapacak bir şey yok epey talihsiz olmuş Edie Falco için.
Geçen sefer çok eleştirilince bu sefer Lanvin ile güzel olmuş. Yeşil parlak marlak da zor bir elbise bu. Oturulması kalkması filan. Ama güzel. Ama istisnai değil.
Elbisenin sarısı da, sıcak safran tonu da, kumaşı da gelişi de çok güzel. Donna Karan'dan beklenmeyecek kadar güzel hem de.
Tanıyamayanlar için gelsin sağdaki kötü kesimli saten elbiseli kadının kim olduğu; Jennifer Grey. Ama asıl tanıdığımız hali ile bizim gibi 80lerde çocuk olanlar için Dirty Dancing'deki kız. Kendisi aynı şekilde bir burun ameliyatının insanın yüzünü tamamen nasıl değiştirip ifadesini yokettiğinin de göstergesi gibi. Evet, doğru çok kemikli çok göze batan bir burnu vardı ama bilmem, bir şekilde kendisi gibiydi. Böyle ise ile alakası yok ikisi birbirinden farklı insan gibi. Ayrıca bebe yakalı bluzlere, paltolara filan büyüklerde büyük gıcığım. Moda diye giyilmesi çirkin görüntüler ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor.
Kendisine eleştirmenlerce ve film yapımcılarınca yapılan "sakın burnunu yaptırma" uyarılarını dinlemeyip hokka gibi burun yaptıran ve sıradan bir yüze sahip olmayı tercih eden Sibel Kekilli. Bilmem, kendisinin takipçilerinden değilim ama Games of Thrones'da oynamak kariyeri açısından oldukça büyük bir adım olsa gerek. Neticede artık Hollywood'da. Asıl kilo takıntılı sürekli ne kadar zayıf olmanın rahatlık olduğu ifade eden ve yüzüne yapışık kocaman bir gülümseme ile duran bir Meltem Cumbul vardı hani her Oscar törenine giyeceği elbiseyi seçen, sahi o ne oldu? Şimdilerde o da her sönmüş içi boş insan gibi iç güzelliğe yönelmiş, durulmuş, sakinlemiş, hırslarından kurtulmuş falan filan. Kurtulmuş da bebeğim parmaktaki o yüzüğü insanların yüzüne salladıktan sonra Şems ile aşk yaşasan ne olur, kezban olmuşsun bir kere. Ama umutsuz kezbanlar kulübü kurulabilir, bir diğer kurucu üye de Gülben Ergen olur. Oo şahane, yeme de yanında yat resmen! Hay Allah nereden nereye ama değil mi, Hollywood kırmızı halılarından düştüm Cihangir merdivenlerine (ama yalan değil çıkarken ben bile burnumu tıkıyorum kokudan. sabah sabah çok feci olabiliyor) de ne yapayım blame it on Kelebek, Cadde.
Hah, Juliette Lewis. Giyinmeyi beceremeyen bir insan olarak bu sefer nisbeten güzel bir kıyafetle katılmış törene. Vivienne Westwood. Ancak önemli değil kendisini seviyorum. 90ların başında o zamanki manitası Brad Pitt ile  Kalifornia gibi bir filmde oynayan, Strange Days'de ise PJ Harvey'in Hardly Wait'ini üzerinde payetli mini elbisesi ile PJ Harvey'den kendisinden dahi kat be kat güzel yorumlayıp efsane kategorisine yükseldikten sonra her şekil olur, laf ettirmem.
Emin olamamakla beraber sanırsam kendisi Games of Thrones'daki kötü karakterli sarışın kadın. Ama güzel bir kadın. Özellikle de kendi asıl gerçek hali yani brunette hali ile. Elbisesi Jenny bir şey ama güzel. En azından onda çok güzel olmuş. Omuzlarının güzel şekli ile beyazlığı güzel çıkmış. Ama bir tek o topuz işte o biraz fazla yükseklerde sanki kafanın ortasında kalmış gibi. Çocukluğumuzdaki çizgi film The Flintstones'daki Bambam gibi olmuş. Yoksa tamamdır.
Oprah Winfrey ve Forest Whitaker. İkisi de Amerika'nın zenci cemaati için çok önemli isimler, rol modeller. Oprah'dan ziyade Forest Whitaker için koydum resmi. Ne de olsa kendisi RZA'nın muhteşem müziklerini yaptığı Jim Jarmush'ın yönettiği pek leziz film Ghost Dog: The Way of Samurai'un ana karakteri. Her türlü respect!


Hiç mi hiç beğenmediğim Claire Danes ve güzel mi güzel Vionnet elbisesi. Doğru, Claire Danes'i ne güzel ne çekici ne de albenili buluyorum. Aksine oldukça sönük olduğunu düşündüğüm bir tip ama burada cidden güzel gözküyor. Belki göz makyajı, belki saç renginin doğallığı ama bir şekilde sıcak ve cezbedici geliyor insana. Eski mi eski bir fransız markası olan Vionnet elbisesi ise ciddi güzel.
Hani ufak daireden bir platform üzerinde dönen balerin bebek bibloları vardır, arkadan çevirme kollu. Hah,işte herhalde kendisi bu bebeklerin gerçek hayattaki bir yansıması.  Elbise Rochas da, o duruş, o kollar, o tütüye benzeyen eteğin garip kabarıklığı filan gerçekten de her an sırtındaki kolu çevirip salonun ortasında dönecekmiş gibi hissettiriyor insana. Korkutucu bir his. Hatta Ürpertici.

Evet olmuşluğa geri dönüş, mürebbiyelikten kurtuluş. Gerçekten de geçen haftaki o garip D&G elbiseden sonra bu Valentino olmuş Julia Roberts 'ta. Brad Pitt de forever Brad Pitt deyip sevgiler saygılar deyip dükkanı kapatırı.


Kare kare mutluluk

Bizim topraklarda mutluluğu hissetmek, vuslata ermek biraz zor gibi. Özellikle de bugünlerde. Her şeyin birbirine girdiği ama hiçbir şeyin düzelmeyeceği hissinin ağırlığınca çektiği, herkesin bütün yönetenlerin yalanlar söylediği günlerde. Üstüne bir de yıldızların uyumsuzluğu girmiş, ay sonuna kadar depresyon total. Çare var mı yok mu yoksa kişiden kişiye değişen çareler mi söz konusu bilemiyorum ama en azından mutlu karelere bakmak, Slim Aarons karelerine bakmak, 70leri hissetmek bir şekilde bu dükkandakileri gülümsetiyor. Yoksa fırlayan dolarla, babasının yanından ayrılmayan çocuğun mahkeme teşrifleri ile hissedilen hem epic fail hem de depresyon total.  





Monday, January 20, 2014

Arada yaşananlar, II

                                                 nyc 1970


komik işler, komik gelişmeler derken, the gang is back derken, üşüye üşüye i.k. & rey. eğlence yemeği derken, new york derken, milano derken, lasagna derken, fırınsız lasagna derken, güzel hava derken, günlerin karıştırılması derken, pazar günü 19 ocak derken, geçen sene ile beraber bu yıl da gitmemeyi tercih etmek derken, artık bu rahatsız edici utançtan yorulmak derken, bu olaydan kendilerine pay çıkaranlardan rahatsızlık hissetmek derken, hele hele bazılarına hiçbir tahammül edememek derken, geçen 7 yıl derken, sokaklara atlamayı düşünmek derken, american hustler derken, (ne yazık ki) keyif derken, herkesin cephesinde bambaşka şeyler oluyor deyip bitirmek. 

p.s. american hustler, 70ler, new york, elbiseler, açık cıbıl cıbıl elbiseler, kızıl saçlar sarı uzun saçlar, studio 54 ve eğlence. konu da komik. olur yani. 70ler ny epey güzel. pis ama güzel.

p.s. (2) gerçekten de 7 yıl geçmiş 2007'den bu yana. her şey de epey ilginç gelişmiş o günden bu yana. özel hayatta, toplumsal hayatta, siyasette, ülkelerde, insan ilişkilerinde her şey ama her şey bambaşka. ve dün orada olan orada olması istenen bugün burada değil ve burada olması da istenmiyor. hiçbir şeyin aynı kalmadığının şahane göstergesi bu 7 yıl. iyi ki de aynı kalmamış. uzaklaşalım mümkünse...

p.s. (3) elbette bir 19 ocak travması var ki ... cidden devlet adına, yapılanlar adına utanmaktan sıkıldım, bağırmaktan utandım, yüzsüzlükten yoruldum. ama en çok da o balkona çıkan sözde dava (!) uğruna gökten inmiş bir iyilik meleği misali her şey ile o uğraşıyormuş gibi gösteren ama yaptığı her şeyi kendisi için yapan, çok kendine paye çıkaranlardan, kendisine aidiyet yaratanlardan, isim mevkii kurgulayanlardan sıkıldım. bir tane değil ki onlarcalar. ama bazıları daha çok göze batıyor ve ne yazık ki bir tanesi sürekli karşıma çıkıyor. insanoğlu değişmiyor, 7sinde ne ise 70inde de aynısı oluyor ( ah canım, bir de gezi sırasındaki röportajı var ki. o zamanlar direnişin simgesi olmuş "kırmızılı kadın" bile konuşmamışken bizim iyilik meleği toplum mühendisi röportaj veriyordu. işte "vah vah "dedirten  insanlardan biri daha). kısacası başkasının acısını kendisi için karlı bir halkla ilişkiler oyuncağı haline getirenlerden- kısaca- nefret ediyorum. ama bu da bir sanat. benden uzak olmasını istediklerimden. 




Sabah

Gerçekten de yapacak bir şey yok. Değiştirilecek ise cidden bir şey yok. Bazı (sözde) değişimler hata iken bazı gözde duygular en büyük yanlışın göstergesiymiş. Hele hele bazı tav olmalar tavlanmalar inanmalar ise tam anlamıyla epic fail'miş. Zaman geçmiş su yolunu bulmuş taşlar yerine oturmuş. O halde no worries. Her şey yolunda.

p.s. rüyamda oşlanmadığım insanları görmeyi sevmiyorum. yani tamam bu rüya üstünde durulacak bir şey değil, bilinçaltı ile ilgili de değil bilinçüstünde, hayatın kendisinde varolmayan rüyalarda ne kadar varolur ki? bir de hatırlayarak uyanmam en manasız olanı çünkü hissiyat boşluk oluyor. işte insanoğlu da ilginç bir yaratık.

Wednesday, January 15, 2014

İçteki

İçteki doğrudur değil mi? İnsanın çok gerçek bir şekilde hissettiği ama kimi zaman belki de çoğunlukla hissetmeyi tercih etmediği o içteki ses. Hani vardır mutlaka içgüdülerinin sıfır olduğu insanlar ama bende tersi olduğu için nedense ne zaman içtekini dinlemiyor, " karşındakine bir şans ver, kır önyargıları" gibi spastik hareketlere giriyorum, işte o zaman gün gelip de kaçınılmaz yaşandığında yani elimde patladığında öylece şapa oturuyorum. 

Sebepsizce bir muhasebeye düştüm. Daha önce de muhasebeler filan olmuştu ama o seferlerin yaşanan somut sebepleri ile yaşattığı somut duygular vardı. Oysa bu kez yok. Garip. Bir o kadar da gereksiz. Yoksa değil mi? Düşüncelerime, neticelerine bakınca galiba değil. Hem de çok çok eski bir tarihten beri içteki doğruymuş, ne dediyse nasıl uyardıysa bir şekilde hepsi olmuş. Görmek gerekirmiş. Görebildiklerim olsa da işte dediğim gibi o andaki bir naiflikle içine girilen inanma arzusu görmeyi -isteyerek- engellemiş. Allah Allah! Durduk yerde bu içteki ve muhasebe birlikteliğinin nereden çıktığını anlayabilmiş değilim ama sanki küçük notların tutulduğu, olduğunda yanlarına çentik atıldığı bir defter sayfasına bakıyor gibiyim. that's life. ve uzak. garip. ama hayatta her şey olur, her şey var . Neyse yaptık zaten, bitsin gitsin. Sonuç asayiş berkemal.

Tuesday, January 14, 2014

(erken) cuma eğlencesi

Elbette bugün cuma değil hatta cumaya haftasonuna tatile daha çok var. Ama beautiful people dünyası gelen yeni yıl ile beraber Oscar yoluna girmeye başladı ve ödül törenleri vs filan. Hal böyle olup da Los Angeles pazar gecesi Golden Globe töreni coşunca yazılar (erken) cuma eğlencesine dönüşür, yapacak bir şey yok.

Ho ho ho! Kırmızı giyen ve giydiğini taşıyabilen insanlara bayılıyorum. Elbette elbisenin içerisindeki adını bilmediğim oyuncunun ten renginin avantajı aşikar olsa da yine de bence taşıması çok zor bu garip Ralph Lauren elbiseyi çok iyi taşımış. Hele hele geçen sene Oscarlarda bu elbisenin aynısının beyazını giymiş sürekli çok "down to earth" havalarında olup gerginlikten patlayacak gibi gözüken limit zekalı Gwyneth Paltrow ile karşılaştırıldığında resmen kapağı yapıştırmış, o kadar şahane olmuş. 


Şimdi bu kız Julia Roberts'ın yeğeni, ağabeyinin kızı, oyuncu filan da genç bir insan. Yani üzerindekinin çok harika bir Lanvin elbise olması kendisinde güzel olacağı veya yaşına uygun olacağı anlamına gelmiyor. Olmamış da zaten. Yazık daha cidden genç ve neden bunu giyer ki bir insan? Ama işte insan kendi kişisel tarihine bakınca da farkediyor; gençken hep siyah, büyüdükçe united colors of benetton. Manasız ama öyle. Herhalde gençliğin toyluğu ile alakalı bir durum siyah giydikçe çok kool olduğunu düşünüyor olsa gerek. 

 Ve herhalde gecenin en güzel kıyafeti. Yani hamile olup da payetli ve yeşil bu Gucci elbiseye girmek epey iyi hissettirse gerek. Elbise gerçekten müthiş. Payetleri, rengi filan. Hamileliğe geri dönersek de maşallah ödül töreninde epey hamile var. Demek ki 2012'nin olduğu kadar 2013 de bereketli bir yılmış, herkes doğuruyormuş çünkü. Hollywood people'ı, Danimarka'da mutlu mesut huzur içerisinde yaşayanı filan doğursun da bana Türkiye'nin şu acıklı haline çocuk yapmak zaten eylemin doğası olan bencilliğini iyice arttırmış geliyor (evet bencil bir karar çocuk yapma kararı ama güzel de bir şey tabii. koşuşan çocuklar, insana basitliği hatırlatan ilişkiler filan yani yapanlar mutlu olsun da geleceği de düşünmek fena olmayabilir.)


 İşte yaşlıların renkli giydiklerine en güzel örnek. Helen Mirren ve tanımadığım bir tasarımcı elbisesi. Kendisi zaten yaşına göre gayet formda olduğu için her türlü olmuş. Benlik bir yeşil değil bu, fazla su yeşili gibi ama olsun renk iyidir güzeldir.
 Netflix dizilerinden House of Cards'in hırslı gazeteciyi canlandıran oyuncu. Dizide saçları kızıldı ve sarıdan daha güzel daha çarpıcıydı. J. Mendel elbisesi de güzel de sıradan güzel yani öyle farklı bir tarafı yok. Ayrıca bu kadar beyaz tenli insanların böyle soluk renkler giymeleri hata, farkedilmelerini engelliyor. 
 Korkunç! Yani evet Minnie Driver hiçbir zaman çok güzel çok seksi çok cazibeli bir kadın olmadı ve kıvırcık saçlı bir kadın olarak burada kısa saçlı olması çok takdire şayan bir durum da yani işte. Elbise günlük bir elbise gibi. Güzel bir elbise de gündelik. Ve boyunda bilekte kulaklarda takı filan gibi şeylerin de olmaması, normal bir akşam da bizim eve davete gelmiş gibi. O da olur belki öyle olsun istemiştir de sönük işte.
 Aslında kendine has bir havası olsa da gecenin fiyaskolarından. Girls dizisinin bobo kızı. O kadar kötü bir elbise o kadar kötü bir renk bir kesim ve duruş. Her şeyden öte duruştur insanı ayıran diğerlerinden. Kezban saçları geçiyorum o kadar uzun ki bakamıyorum bile. Dizi de hiç benlik değil ama hayran kitlesi büyük. İşte kızlar arasında geçiyor ve abuk subuk Sex & The City'nin gerçek hali gibi de, bilmem benlik değil. Ama hipsterlar çok seviyor.

Spike Jonze ve Kenzo takımı. Çok takım elbise insanı olmasa da üzerinde gayet güzel durmuş taşıyabilmiş. Azdır erkeğin takım elbise içinde iyi gözükmesi. Gerçi her erkek takım elbisenin kendisine çok yakıştığını sansa da gerçek öyle değildir. Hele hele türk erkeklerinde hiç öyle değil. Güzel filmlerin yönetmeni aslında da özel hayatının mazisinde Sofia Coppola gibi antipatik bir insanla evlilik var. Talihsiz bir durum tabii. Evlilik filan önemli belki de ama asıl önemli olan insanın kiminle evlendiği değil mi? Neticede yanında taşıyorsun o insanı ve bir şekilde o da seni temsil ediyor. Ya utandırırsa? Ya yaptıkları söyledikleri ile insanı yerin dibine sokarsa? Ya da konuşmasıyla, üslubuyla, sığlığı ile evde kalması için dua ettirirse? Of çok korkunç bir durum. O yüzden evlenmek değil de, kiminle evlendiği ya da kimden çocuk yaptığı çok önemli şu hayatta. 

 Herkesin bayıldığı -özellikle de Türkiye'de- La vie d'Adele (blue is the warmest color)'in filmdeki ve gerçek hayattaki Adele 'i. Yanında Lea'sı yok ama reklam yüzü olduğu Miu Miu içerisinde Los Angeles'e gelmiş. Elbise güzel elbise, sırtı açık galiba. Sade ama güzel. Kız da güzel zaten. Biliyorum G.G. Lea'cı da ben galiba Adele'i tercih ederim. Filme gelirsek de herkesten duyduktan sonra seyredip hayal kırıklığı yaşayanlardanım. İyi film orası kesin ama o kadar. Ve cidden lezbiyenliği göstermek için değil de heteroseksüel erkeklerin "kız kıza fantezisini" sulamak için çekilmiş yüksek çözünülürlüklü pornografik sahneler olmasa bu kadar ses getirmezdi.
 Diane Keaton ve şaşırtmayan tomboy tarzı. Ralph Lauren.  Kariyeri boyunca hep kendine has tomboy gibi giyinmesinin sebebinin tarz peşinde koşmaktan ziyade yeme bozukluğundan muzdarip olması ve bunu saklama arzusu olduğunu yazdığı otobiyografisinden öğrenmiş oluyoruz. Yeme bozukluğu ciddi bir hastalık da yine de tarzı kendine has olmuş iyi olmuş. 
 Hamileleğin çok yakıştığı Drew Barrymore ve Monique Lhuillier elbisesi. Çok şey yazmaya gerek yok mutlu keyifli bir insan işte. Hem de renkliler içerisinde. E daha ne?

Döverim. Net. Tamam, elbise gayet güzel, kendisi de zayıflamış filan da o sahte cool tavırlı bakışlar yok mu? Resmen insanda bir "girişme" hissi uyandırıyor. Aslında bir yerde gülünç de çünkü sanki bir karizması varmış gibi bir tavır ortaya koyuyor ki gerçek ile hiçbir ilgisi yok. E işte cehalet kendini bilmezlik böyle bir şey (sadece bilgi cehaleti değil söz konusu olan), cahil olduğu için de inanıyor kendi kurguladığına. Of hele o mor saçlar yok mu? Öyle böyle değil, büyük kötü! Yok yok ne giyse, ne kadar parası olduğunu gösterecek şekilde varlığını gösterse de, ne kadar mücevher taksa da hiçbir şekilde olmayacak insanlardan. İçinde yok. Tip olarak da garip bir şekilde aynen içindeki kötü bakışların dışa vurumunda da bana SB'deki su yatağını anımsatıyor. Pek kimsenin bildiği bir takma isim değildir ama biz Magdalena ile onu öyle çağırıyorduk. Öyle ki çoğu Victoria's Secret mankeninin dahi giymekten kaçınacağı o beyaz taytı giyip okula geldiğindeki halini ise zaten geçiyorum. Valla o zaman da öyleydi şimdi de öyle bir insan çünkü ne yazık ki kendisiyle ortalıklarda, sokaklarda, kimi zaman da talihsiz bir vaziyette aynı hanelerde bulunmak durumunda kalıyorum ve aynı talihsizlike kendisini çok eskilerden tanısam da yaptıklarından özellikle de söylediği yalanlarından dolayı tanımamayı tercih edip hiçbir şekilde rahatsızlık hissetmeden yüzüne aynen boşluğa bakar gibi bakmaya devam ediyorum. Hiç zor bir şey değil, şiddetle tavsiye ederim. Sanıldığı (veya korkulduğu gibi) özel hayattan insan silmek zor bir şey olmadığı gibi düşünüldüğünde aksine çok sağlıklı bir hareket. Bana ait bir dünyada neden yalan söyleyeni, bencillik, kötülük yapanı tutayım ki?  Varsın herkesce sevilmeyeyim ama mümkünse olabildiğince "ben" kalayım, kimse ile "zorunluluktan, çaresizlikten, ihtiyaçtan" ilişki sürdürmeyeyim. Amaaan elbiselerden, payetlerden, ılık gözüken Los Angeles gecelerinden böylesine ağır konulara gelmek de nasıl gereksiz oldu...Oysa her yer payet, her yer glamour idi. Vallahi blame it on varoş Osbourne Girl...
 Diyeceğim glamour'a geri dönelim de karşıma çıkan bir başka çılgın (!) insan Girls'in senaristi yönetmeni executive yapımcısı Lena Dunham. Yalan değil paraya para şöhrete şöhret demiyor ki zaten sinema televizyon yapımcısı aile evladı camiaya yakın hatta içinde doğmuş insanlardan. Elbise Zac Posen da bilmiyorum belki o spastik duruşla ilgili bir şey ama hiç olmamış.
 Hayır! Gerçekten hayır! Yani diğer komedyen arkadaşı ile bütün geceyi çok güzel sunmuşlar filan da bu kıyafete hayır derim.Yetişkinler böyle çiçekli, böcekli, kuşlu, pelikanlı, flamingolu tuvaletler giymemeli.
 Allah'ım  cidden sana geliyorum... Elbise Tom Ford ve feci çirkin. Sorry Tomcuğum artık yaşlanıyorsun gelenekselleşiyorsun. Ve her şey ama her şey bir yana o saçlar nedir? Amerika'da mullet denilen bir model var, hah işte aynen o olmuş. Bizde 80lerdeki minibüsçülerin aslan yelesi saç modeli gibi bir şey ama orada hala devam ediyor. White trash dünyasında. Eh bu kızda da öyle olmuş. Zaten gideri yok, aslan yeleli haliyle şah iken şahbaz olmuş. Poor little Hayden!
Çok çok güzel yaşlanan kadınlardan biri Julianna Margulies. Elbisesi de çok güzel. Önünün açıklığı, kolları, etekleri filan. Belki o dallar olmamış gibi ama olmuş da. Çok güzel. Kadın ise 40larının sonlarını resmen şahane yaşıyor The Good Wife ile.
Cate Blanchett hem kendisi güzel hem de tarzı güzel olan kadınlardan ama burada fazla sakin fazla edepli bir elbise ile gecenin sönük isimlerinden olmuş. Herhalde normal şartlarda "parlayan" birisinin bir yerde, bir ortamda, bir yaşamda, bir sınıfta, bir okulda, bir yemek davetinde başına gelecek en kötü şeylerden biri sönük kalmak, hatırlanmamaktır diye düşünüyorum. Ya da ben istemezdim öyle olmayı. Hele hele zaten parlayan biri ise (m). shining star, bright star.  Güzeller güzel, Cate Blanchett de forever parlayan insanlardan olduğu için özellikle de gelecek ödül törenlerinde sahneye çıkması yüksek ihtimal olduğu için hemen çıkmalı bu halden ve yeniden parlamalı. Sıkıcı dantelli elbisesi de  Armani Privé.
Gerçekten eğlenceli ve komik dizilerden Modern Family insanlarından. Elbise de gayet güzel renkli parlak Carolina Herrera. Kendisi de olmuş. Tamamdır. Fazlası yok, eksiği de yok ama olmuş. Hatırlanmaz ama olmuş.
Naaayn! Şimdi öncelikle elbise Dolce & Gabbana, yani gayet güzel gece elbiseleri yapan markalardan. Peki bu ne ? Normal şartlarda çok daha güzel, çok daha açık giyinen Julia Roberts'ın bu "straplez elbise içine beyaz gömlekli" kıyafeti afallatıcı tabii. Aslında hatırlattığı başka bir Julia Roberts görüntüsü var, o da almadığı koltukaltı kıllarının hafızalara kazındığı yıllar önceki bir ödül gecesi oldu (evet, gerçekte öyle bir görüntü ne var). Acaba yine mi almayı unuttu da böyle düz ve gayet derli toplu siyah bir elbise içine beyaz gömlek giydi diye düşündürdü. Olabilir. Yoğun iş hayatı, evde bir koca, üç çocuk filan olabilir yani, atlayabilir almayı (aldırmayı) böyle de bir formül bulmuş olabilir. Neticede sıradan ötesi bir elbise. 


Gecenin en güzel siyah elbiselerinden Zac Posen yine gecenin en parlayan güzel insanlarından Sofia Vergara'nın üzerinde. Bu arada gecenin tasarımcı yıldızı Zac Posen imiş buradan da onu anlıyoruz. Ve tabii turkuazın gücünü. Cidden bambaşka bir etki yaratıyor.

Birçok insanın aynen Gwyneth Paltrow'u beğendiği gibi çok beğendiği benim ise hiç mi hiç beğenmediğim insanlardan Heidi Klum. Marchesa giymiş de ne olmuş? Elbise çirkin kendisi de sıradan. Iyk!

Bitsin artık, sıkıldım galiba. Gerçekten güzel bir kadın üzerindeki elbisesi de çok güzel ama günün sonunda tören çoktan bitti, ödüllü ödülsüz katılan herkes evine döndü, tüm elbiseler çoktan çıktı gitti ya dolaba kaldırıldı ya da emanet alınan tasarımcılara geri döndü yani hayat yine kendi döngüsüne geri döndü. Herkes için. Öyle veya böyle. Çok kaale almaya gerek yok, akıp gidiyor işte.  that's life.