Wednesday, October 31, 2012

Neşe kaynağı

Günlerdir neşe kaynağım kendisi. Marcus Didius Falco. Özellikle de tatillerde karşıma çıkmasına, bayık ve yer yer sıkan okumalardan beni kurtarmasına bayılıyorum. Bir de bu tatilde bir şekilde Roma istikameti gündemde olunca her şey daha da eğlenceli oldu. Bana da, # 8'e de.

roma, m.s. 40lardan itibaren, vespasianus dönemi, detektiflik araştırmaları, cinayetler, zehirlemeler, yerlere kadar sürünen tiril tiril elbise içerisindeki kadınlar, köleler, imparatorlar, senatörler, tapınaklar, tanrılar, tanrıçalar, aşık olmalar, tutulmalar, seramikten içilen şaraplar, antik roma'nın eğlenceli gündelik hayatı... basit ve keyifli bir şeyler okumak istendiğinde ne dilenir ki başka? I heart didius falco ... 
 

Tuesday, October 30, 2012

Mavi tesadüf

yayılan bayram tatili, evde yayılma, never on sunday ruhu derken telefonda kaçmaya çalıştığım ama 2. kez yakalandığım ve korkarak kabul ettiğim face time hadisesi, arayanın pek sevdiğim, benim için pek önemli olan juicy g. olması (hani anlıyorum amerika'dan arıyor ama bu face time durumu, görülme durumu filan beni fazlasıyla geren durumlar), sesini duymanın kendisini görmenin keyfi ama herhalde en çok da son zamanlarda gördüğüm en güzel bebek-çocuk olan zibidi peri 'nin güzelliği, peri 'nin mavi seramik diş kutusunun gerçekten de dediği gibi komidinin üzerinde duruyor olması, bir anda gelen açıkcası şaşırtan bir tiffany dürtüsü, kaykaydan, the bronx'tan sonra içimdeki breakfast at tiffany's'in uzun zaman sonra çıkması, filmdeki komik yüzük seçme sahnesi ve tiffany's'deki satıcının zarafeti, bazı yüzüklerin engrave edilebilir bazılarının edilemeyebilir oluşu, bir anda roma'ya dönüş,"yatcaz kalkcaz gelcem" derken duyduğum mavi tiffany's esprisi ile gülmekten resmen yerlere düşüşüm, durmadan gülüşüm...komik işte! j.a.'nın kahkahalarla telefonu açtığımda veya geçen geceki balonlu resmimi gönderdiğimde verdiği tepki gibi "çocuğum kahkahan hep daimi olsun".olsun herkesinki olsun. 
"mutlu insan=mutlu insanlar=mutlu hayatlar=mutlu günler=mutlu saatler" hayat zaten zor değil mi, herkese? en azından ağırlıkları atılsın...
sağanak bitti, yağmur bitti, güneş açtı, hayat çoktan başladı, the time is now. güzel bir sabah bu sabah.

p.s. ta cincinnati'deki evde komidinin üzerinde seramikten mavi tiffany's diş kutusunu görünce bir kez daha anladım ki sevdiğim yeni doğan bebeklere tiffany's hediyesi vermek güzel bir şeymiş. yalan değil, bayağı güzel. en azından bir anlamı, bir özelliği var, ayrı duran bir hali var. ve yıllarca saklanacak hali var. görmek, verilen değerin karşıda da görülmesi mutlu edici bir durum. pıııır da eliz'in kaşığına gidip de ismini işletip bana resmini çekip gönderince de bu kadar mutlu olmuştum...tamamdır ya bu güzel hediye. belki herkese değil ama işte verilenlere güzel hediye...ben mutlu, karşımdaki mutlu, bebek de ilerde büyüyünce mutlu olur -herhalde-.
       

Monday, October 29, 2012

Kanaat

Aslında bugünün değil de çok uzun zamandır kanaatim...Her geçen gün daha da perçinleşiyor. Diyebileceğim, yapabileceğim bir şey var mı? Yok. Herkesin seçimi kendi seçimi, herkesin hayatı kendin hayatı. O halde hayırlı olsun, doğumgünü kutlu olsun ...



Sunday, October 28, 2012

Bayram neşesi

6 günlük bayram tatili, öncesindeki iasos seyahatinde j.a.& f.a.'dan aldığım bayram harçlığım, ilk defa "kalabalıkça" istanbul'da bayram, sabaha karşı "roma yolcusu kalmasın", güzel hava, sakin istanbul (diye düşünürken karşı trafiğinin coşmuş olması), anneannemsiz ikinci (ama sonuncu olmayan) bayram, çok pek çoj özlediğim gey kapılım z.'den gelen telefon ve akabinde şimdi, cavit, yan ve bir o kadar özlediğim big k. sister e., a.ç., m., m.'nin bana aldığı kırmızı kalpli balon, biraz prosecco, biraz rakı, biraz bira, güzel yemek, güzel gece, keyifli vakit, kötü müzik hatta korkunç müzik (ama gerçekten bir insan bu kadar kötü nasıl çalabilir ve bu kadar zaman mekan işletmiş, kendini dj demiş biri nasıl bu kadar kötü çalabilir?), bayram sakinliğine geri dönüşü, roma'dan sevgilerle, patience, hala bayram tatili, bir de 29 ekim tatili, bir nevi forever never on sunday...

tabii bize böyle; çünkü bir de ateşin yaktığı yerler, haneler, aileler var.  açlık grevindekiler gibi, sevilir sevilmez (ki ben sevmem) ama oğulları mustafa balbay'ı bayramda beklediklerini gazete röportajında gözü yaşlı vaziyette anlatan iki yaşlı ana-baba var, üniversite öğrencisi olan çocukları hapiste olan aileler var, (y)ezidi olsalar da terörist olmadıkları takdirde sevilme ihtimali olan insanlar var. var da var yani ... bir de tabii salih memecan gibi karikatürler çizen (özellikle bugün çizdiği o kadar haysiyetli ki), sinan çetin gibi hocasına teşekkürleri ihmal etmeyen vb vb efsane insanlar da var bayram coşkusu yaşayan. bayılıyorum bu mozaik (!) dokuya...

şiştim gerçekten...

p.s. günler ve geçen zaman neticesinde bazı gerçek sonuçlara varış: 
1) - özlüyor musun?
a.- hayır.
2) özlüyor musun?
a.- evet.




    

Friday, October 26, 2012

Tanırım

Gerçekten de kendisini saçından, sırtından, ceketinden, yürüyüşünden tanırım. Tanımakla kalmaz arkasından da "pısssst" derim, sonrasında öpüşür sarılır bir yere oturur kahve filan içeriz. Evet, evet hafif kamyoncu üslubu gibi yapacak bir şey yok, sonrası şirin geliyor (muş). O şimdi Village'da, muhtemelen çok daha mutlu çok daha keyifli. Herkes öyle olsun, mutlu olunsun. Gerekirse uzak olsun ama günün sonunda bir şeylerin yerine konulan mış gibi mutluluklar değil de gerçek mutluluklar hakim olsun. "Mış"lı mutluluk örnekleri için ise sadece etrafa bakmak, telefonu çevirmek yeterli. O yüzden uzak güzel bir şey; özellikle de başkalarının mutsuzluğunun altında sönmemek için...   




Le retour # 7

yıllar sonra 29 ekim'e denk gelen bir dönemde gidilen iassos,j.a., uzun zamandır ilk defa -nisbeten- boş giden bir bodrum uçuşu, güzel hava, sıcak deniz, boğazımı yakan anjin, bulaşma hali, bitmeyen bulaşma ve itlik ve kavga çıkarma hali, uzak hal, düşünülenler, hatırlananlar, bitenler, gidenler, gelenler, hiç bitmeyenler, hiç gelmeyecekler, çoktan gidilmiş olanlar, mevlana'nın 700 sayfalık biyografisinin ağırlığı hatta sıkıcılığı, şems'e kapılmanın, mürit olma halinin iyice sıkıcılığı, 1200lerdeki, tek tanrılı dine geçmiş hayatın tekdüzeliği ve tabii sıkıcılığı neticesinde tatilde okunacak en güzel şey olan polisiye ile gelen mutluluk hali, her şeye rağmen ve her şey ile beraber ege mutluluğu, sakinliği, rahatlığı, keyfi, müzik etkisi, music is my boyfriend, bossa nova, francis albert sinatra ve pms ve forever bulaşma hali, itleşme hali, son günümde gelen f.a., şehre dönüş, hallelujah, # 8, gelen bayram filan derken...

asıl komik olan, uçak yolunda bir açıdan gördüğüm görüntünün çağrıştırdığı anılar, hissiyat 6 yıl önce benzer tarihlerde tatile denk düşüp de yine benzer bir şekilde benzer şartlarda benzer hallerde gittiğim günden bugüne zaman geçmiş olsa da, yıl almış olsam da bugün her şey çok daha güzel çok daha genç çok daha eğlenceli çok daha fit çok daha mutlu çok daha bilinçli gibi. saptığı yer vardır da genel olarak "2006 vs 2012" yapmak gerekirse eğer, bugün dünü geçer gider, dünde olanlar, dünde yaşananlar, dün beraber yaşanılan isimler, insanlar hepsi ya da şekil değiştirmiş ya da çoktan bugünün gerçek bir parçası olmaktan çok uzakken, hayat zaten bambaşka olmuş, su kendi yolunu çizmiş. bugün tamamdır, bugündeki sevilenler, hissedilenler, görüşülenler de tamamdır. o halde sorun yok. 

Thursday, October 18, 2012

Son

Muhtemelen bu yılın son deniz kenarı kaçamağı. Girer miyim denize? Umuyorum! Bikinim ve gözlüğüm yanımda. Bir de boğaz ağrım da eşlik ediyor bana dünden beri. Şahane.
Denizin son tadı. Birçok şey ile beraber, 2012'de biten daha nice şey ile beraber....

Wednesday, October 17, 2012

Günün mutlu anı

dün, güzel başlayış, "morning glory", bir anda gelen sıkıcılık, baskıcılık, "ama sizi ölçecektik, nerelerdesiniz, neden gelmiyorsunuz" sorularının üzerine çöken hali, ne yapacağımın söylenmesinin daha da nefret hali, garip bir sıcak hava, straplez, it's all about benjamins, sürekli kesilen elektrik, "suratsızım kılım" durumuna hiç üşenmeden arabalı aşşk'lı çözüm, mutlu eden çözüm, "we are shining"... ama öyle yapacak bir şey yok!

p.s. oldukça gerzekçe geçen günün mutlu anı ise, bu yıl anaokuluna başlayan vittorio'ya gönderdiğim komik okul çantasının paris'e ulaşıp, zibidi vittorio'nun o komik ve konuşamayan hali ile "merci pour le sac tatie anotherstar" demek için telefon açmasıdır. o konuşamayan telaffuz edemeyen haline o kadar güldüm ki # 8 geldiğinde zaten mutluydum, çıkmış oldum.

p.s. (2) gripten kırıldığım, aslında iyileşip de halsizliğimin sürdüğü geçen haftadan beri yazamadığım fuket 'ten gelen bomba yorum beni daha da iyileştirdi : "mahşerin dört atlısı".elbette "I hate arda ve I hate arda&sinem" yorumunun güzelliğini geçiyorum ve arda'nın o korkunç saçlarını geçiyorum-tüm varlığı ile beraber.

p.s. (3) soruma cevap "baubles bangles & beads" ten geldi. şaşırdım, güldüm ve neden olmasın ki?  

p.s.(4) "gazlamak" derken...? gerçekten istediğim elimin altındaymış da farkında değilmişim daha...

Saturday, October 6, 2012

Dream on # 13

kennedy- "neden? "

p.s. en son dream on yine kennedy 'miş, ağustos başında. bayram gelmiş geçmiş, her şey değişmiş, eylül yine eylül çocuğu olan j.a.'nın dediği gibi bereketli geçmiş, hasat olmuş, monster moon kendini hissettirmiş, ekim kendini göstermiş, yağışlar gelecekmiş, hava soğuyacakmış, bir bayram daha varmış ve her şey bambaşkaymış... derken fantastik bir cuma gecesi rüyası ile gelen kennedy ve fantastik sorusu "neden ? ". cevabı rüyamda veremesem de kendime itiraf ettim; "maymun iştahlılık". birçok konuda olduğu gibi. ama üzerinde çalışıyorum. ilk defa.

Thursday, October 4, 2012

P.S. # 8

g.g. -  "sana bir tane şöyle A alalım, eve koyarsın". 

Gerçekten de öyle. Sabahın 11'inde 5 lira olan filmekimi filmi seyretmeye gittiğimiz Atlas Sineması'nda tepede nal gibi duran devasa A'yı görünce G.G.'den geldi bu bomba cümle.

yoğun gündelikte araya sıkışmış notlar gibi, salı gibi, p.s. gibi, g.g.'nin pazartesi buluşmasını iptal edip kandırma  11 seansı öncesi şişhane, gram, "ooh yiyip içip bir de patronu rezil etme hali", merdivenin kestiği salonu ile atlas sineması, "broken", ingiltere'de çocuk yetiştirilemeyeceğinin görülmesi,  tim roth, forever tim roth, istiklal'de yürürken alınan gerzek teyze uyarısı (ama artık bu durduk yerde kendinde karşısındakine dair konuşma ve yorumlama hakkı gören  ulusalcı teyzelerden ve kan kardeşleri dinci teyzelerden çok sıkıldım ben), kendilerini şehrin en kool dükkanlarından biri olarak gören gel gör ki bu yüce sanal algının kendilerini gitgide sıkıcılaşan ve hatta neredeyse o çok dalga geçilen, hiçbir şeyden haberi olmayan çalışanlara sahip her şeyi satan d&r'ın hipster versiyonu haline dönüştürdüğü lastik pabuç'ta yine bir ayakkabı denemesinde kool ötesi olma çabasındaki satıcının yüzündeki "sıkıldım; ben bu işlere fazlayım" ifadesi neticesinde bir kez daha "yok ya almam buradan ben çekemeyeceğim bu tavrı" düşüncesinin sabitlenmesi,çekilmemiş bizi bekler vaziyetteki ag, kanyon, otopark şaşkınlığı, ortaya karışık no meat is murder halleri, tek kadeh merlot 'un güzelliği, harvey nichols 'taki halime şaşkın g.g.,kendimi kaybetme yollarına girip de geri döndüğüm, mütevazı kaldığım, "porselen" anlar, vs vs vs ... 

p.s. ama evet, "a" bizim evde olur. neticede her şey "a".      




    

Wednesday, October 3, 2012

severek evleri ayırmak

İşin futbol kısmını yazacak değilim; yazan yazıyor zaten. Taraftar kısmı beni ilgilendiriyor.  Sadece ne kadar üzgün olduğumu yazmak niyetim. Süslü cümlelerle, büyük sıfatlarla değil.
Üzgünüm. Öyle böyle değil. Alex gibi bir oyuncunun gitmesine üzgünüm. Ama her şeyden çok da bu şekilde gitmesine, "gönderilmesine" üzgünüm. Çirkinliğin yaşanmasından dolayı üzgünüm. Öyle "başkan" seven, "başkan" hayranı taraftar olmadım. Maçlarda hep başkanlara da yalakalık yapılır, böğürerek yüceltilirler. Kendilerini kaybederler, başkanlarına bağrırırken boyunlarındaki damarları filan kabarır, yüzleri mosmor kesilir. Hiç benlik değil, işim olmaz. Ne başkanlara düzülen methiyelerde, ne de küfürlerde. Pek umrumda değil çünkü. Başkan dediğin gelir geçer, öyle de olması gerekir. İyi işler yapsın ama öyle kulübü kendi krallığına dönüştürürse iş sevimsizleşiyor, sıkıcılaşıyor. Önemli olan kulüptür, camiadır, o ruhtur. Bugün ise bizim ruhumuz gitti, söndü. Sıkıcı, sıradan, egosantrimizin içinde boğulan bir Fenerbahçe haline düştü. Hayırlı olsun sevenlerine. Rehab'e yatmadan düzelmez bu durum. Onun için de iyice bir dibe düşmek lazım. O da yakın. Düşeceğiz yakında hep beraber. Sonrasında yeni bir gün gelecek. Ama daha oraya var. Tek isim iktidarı kolay kolay gitmez, bırakmaz. Aynen ülke yönetimlerinde görüldüğü gibi, aynen Türkiye'de yıllardır görüldüğü gibi. Bir gün elbette, mutlak suretle biter, sona erer. Her şeyin sonlandığı gibi. Ancak o bir gün daha bugün değil. Althusser'in dediği gibi "gelecek uzun sürer". Önümüz uzun hatta soğuk ve sevimsiz günlere gebe. Evde viski, televizyonda ise kötü futbol kötü futbol yönetimi kötü dünya, ülke yönetimi var. O zamana kadar iyi ki Lig Tv'imi iptal etmişim, iyi ki artık maçları seyretmek için delirmiyorum, iyi ki "hadi maç seyredelim" dediğimde mutlaka gidecek birileri var. Ve tabii iyi ki muktedire biat etmiş değilim. O yüzden üzülerek söylemek lazım ki biz bir süreliğine severek de olsa ayırdık evleri, Fenerbahçe ile. Yapacak bir şey yok, su yolunu bulana kadar sevsek de ayrıyız.    

Monday, October 1, 2012

Never on sunday # 10

cuma havası, cuma müziği, yıllardır morning peşinden gelen "a woman knows, lorez alexandria, 1972, plak" ve "nihayet" cuma akşamı yemeği, home is where the hatred (heart) is, fuket burada olsaydı çoktan yarılara güleceği, "demiştim too late too late" lafları edeceği konular, başlıklar,tony soprano usulü saklanan paralar, monster moon, werewolf hissiyatı korkusu, gözlere inen perdeler, cumartesi, akşam yemeği için her yerin dolu olması, her daim sabahattin, her zaman ev gibi sabahattin, konuşulan ama bir türlü kavuşulamayan isveçli, uğranılan başka yerler, italyan yokuşu ve home is where the hatred is, pazar, sabah 7 itibariyle 4+4+4 gibi gerzek bir sistem sebebiyle imam hatip olma yolundaki cihangir ilköğretim okulu'nun bütün bir yaz mevsiminin dingin mutlu günlerinin içine etmiş inşaatının gürültüsü, gece 2'ye kadar dökülen çimentosu, saygısız işçileri, bir o kadar saygısız belediye, valilik ve insanı yalancı konumuna koyan yaklaşımları, 1 gergin vaziyette uyanan, 1 hiçbir şey duymadan uyuyan, pastırma yazı havası, dinamo havası, woody allen, roma, borsalino mağazasının tarifi, egg&burger, 120  vs 80, "yarından itibaren tibetli rahibim ben", ve nihayetinde gelen never on sunday ruhu, ilk defa aylardır ilk defa sessizlik, evde, sokakta, sessizlik ve sessizliğin mutluluğu, yeşile bakmak ve yine uzun zamandan sonra sessizliğin keyfi...o yüzde quiet on the set, we're filming porn...

p.s. home is where the hatred is= esther philips olur, gil scott-heron olur, olur yani...