Tuesday, December 31, 2013

O halde

2014'ün her günü keyifli mutlu huzurlu ve sağlıklı geçsin. gerisini sallayabiliriz. ama şampanya hep olsun dolapta, istediğimiz zaman çıkartıp içelim.

Monday, December 30, 2013

Breathe-Respire, VII

 

Biraz içimiz ısınabilir yahu...Gerçi bu ülkede zor bu işler de, olur ama işte kendi küçük dünyamızda. Olsun da ayrıca. Nefes almak lazım arada. Yıl da biterken. En güzeli nefes almak.

" Ne ile uğraşırsan osun"

İşte ne ile uğraşırsan o uğraştığın kadarsın. Her şeyinle sahip olduğun tüm sıfatlarla mevkiilerle ne olursan ol günün sonunda çapın o uğraştığın şey kadarsın, ne daha fazlası ne de daha eksiği.

Bravo gerçekten. Sabah sabah, yıl biterken, elbette bu millete huzur çok ama çok uzaklarda vadedilmiş bir ülke gibi iken, Pekin'den Londra'ya kadar bravo. Büyüklük böyle bir şey olsa gerek.

"...Akhisar Cumhuriyet Meydanı'nda Erdoğan'ın konuşması sırasında, meydana bakan yerde evi olan Nurhan Gül, evinin balkonundan Başbakan Erdoğan'a ayakkabı kutusu gösterdi. Protestocu Gül, Başbakan'ın yakın korumaları ve çevik kuvvet ekipleri tarafından evinden gözaltına alınarak karakola götürüldü..." (via hurriyet)

Friday, December 27, 2013

Arada yaşananlar, VII

her şey çok da mesut pek de mesut vaziyette akıp giderken, cenova 'dan getirilen ganimetler salı akşamı bir santa vittoria'nın sırrı ile kebapçı televizyonununda a. ailesi ile paylaşılırken, kadehler kaldırılır, hediyeler verilir, niyetler amaçlar yollar telaffuz edilirken yani ülkenin tüm fantastik ötesi gündemine rağmen kendi eğlenceli dünyasında küçük hayatlarımız devam ederken yine salı akşamı başlayan boğaz ağrısı, yorgunluk hissi derken 3 gündür evden çıkamamak, dün ilaca bugün ise antibiyotiğe başlamak, yarın akşamı inatla ertelememek, yarın sabaha zımba gibi kalkmayı ummak, inanmak, appy'i geliştirmek, ve tabii ülke sınırları içerisinde olanlara, mahkemeye davetlere, şaştıkça şaşmak, garip şekilde heyecanlanmak ama asıl yalakalık yapacağım diye köşelerinden görmedikleri "üzerimize işedi gezi eylemcileri" videolarını görmüş gibi yazmak, hala televizyonlarda vik vik konuşabilmek veya daha dün bağımsız vesayetsiz bir hayattan bahsederken yeni şafak veya türkiye gibi bir gazetede ya da twitter'da yazıp gayet geniş geniş yalan söyleyenlerin ne duruma düşeceğini çok merak ediyorum. dünya dönüyor sen ne dersen de, that's life bebeğim.

  p.s. söylediği yalanlar bir yana kirli sakallı sevimsiz haliyle td'de gevrek gevrek oturan ve tabii her şeyi ama her şeyi çok iyi bildiğini sanan köşe yazarlarının yanı sıra bu konudaki en büyük favorilerim belgeselde konuşan, methiyeler düzen, "ama çocuklarımın ismini biliyor" diyenler. gelecek de bir gün gelecek.



Wednesday, December 25, 2013

Dream on # 9

 dream on olsa da gerçeğe en yakın halleri ile bir kez daha yakalayınca iyice şaşırtıcı oluyor. Uyarı gibi geldi. Resmen "aç ve bak" idi. Gerçekten de uyandığımda kalkıp baktım. Abartılı hareketlere gerek yok, ver gitsin ve rahatla. Nasıl olsa duyacağım şey aslında duymam gereken cümle olan "teşekkür ederim" olmayacak.  Daha da doğrusu bir şey duymayacağım çünkü zaten yapmam gerekeni yapmış olacağımdan teşekküre gerek yok. Hele hele bugüne kadar duymadığıma göre bu saatten sonra da herhalde güzelliklere yaklaşacağımı düşünmüyorum.

Tuesday, December 24, 2013

Dream on # 8

sadece dün gece değil, belki de günlerce öncesine dayanıyor. garip değil, korkutucu değil, tedirgin edici değil, rahatsız edici değil, kabus hiç değil sadece ama sadece çok gerçek çok her gün yaşanılan hayat gibi. herhalde uyanıldığında ilginç kılan da bu olsa gerek. her şeyden öte "hiç şaşırtıcı değil", o kadar gerçek gibi ki fantastiklikten uzakta. o yüzden de tek bir dream on değil toplu sanki, hep beraber dream on.

gelen mesajlar, geldiğine şaşırılmayan mesajlar, kızlı erkekli, ablalı kardeşli, abili kardeşli mesajlar, söylenilen yalanlar, yenilen bokların ardından dile getirilen özürler, gidilen yemekler, yolundan dönülen haneler, yoldan döndüren yalanlar, sanki yalan söylemiyormuş gibi söylenen mazeretler, tahammülü zorlayan sesler, söylemler, tavırlar, aranılan insanlar, aradıkça aranmaması gereken insanlar, gelen hediyeler, verilen hediyeler, giden posta paketleri, açılan yılbaşı paketleri derken günlerin dream on'u...hepsi uyurken. hepsi gerçek. hepsi dream on.

Monday, December 23, 2013

Wish list derken, aralık ayı derken, o tarih derken, The New Yorker derken

Aralık ayı geldi de geçti hatta yıl bitti diye düşünürken yine o tarih, yine o ay, yine New York arzusu ve yine wish list. Muhtemelen bu yılın son wish list 'idir bu.





Motto # 2

"With too much pride a man cannot learn a thing. In and of itself, learning teaches you how foolish you are"

 Son zamanlarda bana kendisini sürekli hatırlatması neticesinde birilerine bahsettiğim cehalet bir şekilde böyle bir şey. Yani etrafımızın sıradan kötülerle (respect hannah arendt) çevrili olduğunu bildiğimiz gibi, gündeliğimizin de sıradan cahillerle birlikte yaşanıyor oluşu da böyle bir şey. Sürekli gereksiz bir gurur, sürekli gereksiz bir inat, sürekli gereksiz "ben bilirim", "ben yaparım" halleri falan filan. Yoksa sıradan cehalet diye dillendirdiğim öyle bilgi yarışmasına hazırlık veya her yerde ne kadar kültürlü olduğunu gösterme hali değil. Kibir denilen şey doğuştan gelmiyor neticede. Aksine kişilik  (veya kibirli kişilik) denilen şey yaşadıkça, ailenin üstündeki el ile beraber şekillendiği gibi en çok da varolan cehaletten besleniyor. Cehaletin illa imkansızlık, yoksunluk, fakirlik, eğitim hakkından mahrumiyet ile ilgisi yok. Sıradan cehaletin şekillendirdiği kibir bir şekilde okula gitmiş, sınıfı sınavları geçmesi gerekenleri öğrenmiş olmanın neticesinde bugün sosyal hayatta bir şekilde bir yerlere gelmiş olanlardaki o rahatsız edici duygu.

Çocukken kitap okumak,o kitapları okurken hayal kurmak, hayallerin sonsuz olabildiğini görmek, başka hayatların başka kişiliklerin varlığını olduğu gibi kabul etmek, bambaşka hayallerin varolduğunu hissetmek, ansiklopedi karıştırmak, maddeleri okurken aslında ne kadar az bildiğinin farkına bir kez daha varmak, bilgiye meraklı olmak ve böyle büyümek böyle yetişmek sosyal ortamlarda kültür seviyesini yüksek gösterip afilli takılmaktan ziyade, sözde özgüvenli görüntüsünün içinde tamamen içi boş ve kof bir kibire sahip olmayı engelliyor. Bu kadar basit. Gerisi Walt Disney Çocuk Ansiklopedisi veya Kim Kimdir Ne Nedir ansiklopedileri gibi bir şey...

Hediye

Muhtemelen buradan da defalarca dile getirmişimdir "hediye güzel şey; almak da vermek de". Elbette yılın bu son günlerinde artan hediye alıp verme, hayatla, ilişkilerle, insanlarla, arkadaşlarla, dostlarla muhasebe çılgınlığı söz konusu olunca her şey daha bir düşünülüyor ve verilen hediyeler, verilmeyen hediyeler, alınan hediyeler, alınmayan hediyeler, hediyelerin büyüklüğü, küçüklüğü, değeri, değerinin ölçümü, madden değerinin manen de aynı değeri yaratıp yaratmadığı sorusu, kimi insanlarda bu sorunun sorun haline dönüşmesi, kimi zaman en yakından gelen en sıradan hediyenin yanında en uzaktan gelen en özenli hediyenin çakışması, bazı insanlar için özenle seçilmiş hediyelere ulaşabilmek, onları verebilmek için gösterilen büyük çaba, yine de hediyenin yarattığı keyifli ruh hali falan filan.

Günlerdir şurada hiç de öyle yüksek meblağlı olmayan sadece komik bir hediyeye ulaşmak için sarfettiğim çaba ile vaktimi çok daha iyi değerlendirebilecek iken işte ne yazık ki her şeyin tam ve mükemmel işlediği ülkemdeki bir o kadar mükemmel vergi yasası sebebiyle kıçı kırık bir alışveriş için kendimi kaybetmiş vaziyetteyim. wad sayfalarını çevrilirken farkedilen nesne, # 8,  ebay, yaklaşan doğumgünü, keşke doğumgününde gelmiş olsa vs derken gelmiş de buralarda bir yerde bekleyen zibidi bir paket.

Hayır, hediye alıp verme ile derdim yok. Aksine en sevdiğim şey de benim kendimce sürpriz olarak düşündüğüm zibidi hediyem zaten hırsızlığı ayyuka çıkmışların çıkarttığı yasalar sebebiyle hantalca gümrüğe takılmışken, bundan sadece birkaç ay önce hediye edilen 300 bin isviçre franklık Patek Philippe'in sorunsuzca bakan bileklerinde takılması sinirlendiriyor. Ayrıca sinirlendiğim de hediyenin ne içeriği ne de değeri; sadece yasaların keyfe keder uygulanışı. Yoksa forever rolex insanı olarak o Patek Philippe'i hediye etseler değil bileğime çantamın sapına takmam; o kadar çirkin...

G. Orwell'in "Hayvan Çiftliği"nde yazdığı gibi, "bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha eşittir ".

Sabah sabah sinirlenmek böyle oluyormuş demek ki ...



Thursday, December 19, 2013

Le retour # 5

pazardan gidilen cenova ama öncesinde cumartesi akşamı çok da güzel pek de güzel flamingo yemeği, uçuş öncesi her ne kadar şahane de keyifli de olsa ağır bir yemenin çok da akıllıca olmaması derken bir never on sunday ruhu ile pazar sabahı erken sayılabilecek vaziyette cenova'ya varış, ev, evin öyle böyle değil ciddi ciddi güzel olması, recco, santa margherita, yolda giderken pazar günü hem de akşam vakti açık olması ile şaşırtan ipermarket gulliver ve salam sosis peynir şarap, beklenmedik soğukluktaki gece santa margherita'sı; zaten üç günlük kaçışın ikinci günü, eski liman, göçmenler, eataly ve müthiş antipatik çalışanları, yenilenler içilenler alınanlar fantastik yiyecekler ( hawaiian black salt), eminönü-sirkeci- tahtakale'yi andıran bölgeden çıkıp ara sokakların eğlenceliğine geçiş, via garibaldi'nin ara sokakları, yol üstündeki galleria imperiale antichita ve günümü şenlendiren fantastik flamingo'm, met'ten alıp da evin içinde kaybolan pinky ring için inat edip de serçe parmağa büyük gelen cameo yüzük, tesadüfen keşfedilen maxela ve et ve yine et, gramajı ile afallatan et ama kimin sipariş verdiği bilinince afallatmayan 750 grlık et; doğumgünü günü, cinque terre ve kış mevsimi hüsranı, daracık minicik geçit ermeyen yolların kapalı oluşu, hayat kurtaran auto grill, doğumgünü yemeği öncesi şehre dönüş, the cook, mini mini porsiyonlu delicesine lezzetli, günler öncesinden ayırtılmış masası ile  the cook, yemekler pek şahane iken içerisinin buz gibi oluşu, selfie komiklikleri, selfie'cesine dilekler derken dönüş sabahı, hala havanın yağışsız, güneşli, müthiş olması derken sürpriz temalı bir kutlama seyahatinden dönülen bir gündüz vakti istanbul diye düşünürken uçaktaki gazetelerde okunan "şok şok şok" haberler ve fantastik topraklara geri dönüş...hallelujah!

p.s. bizde rüşvet, siyaset, iktidar, kutu kutu paralar derken italya'da başroldeki gattuso 'nun da olduğu şike skandalı. ah bebeğim gattuso ya...

p.s. (2) eataly new york, eataly cenova tamam da bizdeki henüz uzak bana. ruhuma da gösterişine de, bilmem bir ara giderim herhalde o devasa yere. işte bir ara olur öyle şeyler.

p.s. (3) bir çita, bir flamingo tamamdır. bir de üzerine bonobo ve su samurunu eklersek hayal dünyamdaki ağrı'nın  nuh'un gemisi gibi çıkabilirim. 

p.s. (4) gerçekten nefret ettiğim bir tat olan balsamik sirke -aceto balsamico- denilen şeyin güzelinin olduğunu bilmek, bulmak, almak seyahatin karlı işlerinden oldu. thanks to the cook ve cenova freeshop'u; "crema all'aceto balsamico" denilen şey o sirke olanın manasız tadını enfes bir şekilde unutturuyor. 

  

Birkaç gün süresince

Üç günlüğüne eğlenceye, keyfe, kutlamaya, yemek yemeğe gidip de dönüldüğünde "yalnız ama güzel ülkemde"deki fantastik gelişmeler karşısındaki şaşkınlık hissi epey efsaneymiş; bunu da görmüş olduk. Şaşkınlık da ne kelime, resmen afallatıcı bir hal. Ama oluyor işte. Sürekli ahlak, inanç, görgü, dürüstlük, iyi insan olma vs gibi konularda "en üst" noktada olduğunu dile getirme, ahkam keserek bunu etrafına gösterme ve tabii bundan nemalanma çabasında olanların aslında bütün bu savundukları değerlerin (!) en altında olduğu haller de oluyor işte. That's life! Olur ya, her şey olur hayatta. O yüzden de günü sözde çok yükseklerde yaşarken yarını da düşünmek fena olmayabilir, her şey bir saniyede değişebiliyor.

that's life bebeğim ya...

P.S. yalnız o kükreyen yüz çökmüş, bunu bilir bunu söylerim.

Wednesday, December 11, 2013

Breathe-Respire, VI


virginie - "vivement que tu viennes!"


gerçekten de öyle. özellikle de bu her şeyin üst üste geldiği geldiği, gerdiği günlerdeki nefes alabilme hali ve hafifliği. belki de en güzeli gelen mesajların keyfi, yapılan telefon konuşmalarının huzuru, duyulan "yüreğini ferah tut" sözlerinin gerçekten iyi niyetli hali vs vs vs. ve tabii çizilen, ilerlenilen yolun kimi zaman korkunç derecede zorlu olmasına rağmen doğru oluşu. her yönden.  



Tuesday, December 10, 2013

Yağmurlar gelmişken

Daha önce yine Madame de Pompadour ve yine "apres moi le déluge" demiştik. Hazır yağmurlar gelmişken, hazır karşımıza David LaChapelle ve Déluge çıkmışken neden olmasın? Kimi zaman bazı şeyleri tekrar etmek o kadar da kötü bir şey değil, neticede unutmamayı sağlıyor. Özellikle de unutulmaması gerekenler varsa...

david lachapelle, deluge, 2009

"Deluge’ was created in 2009 by David LaChapelle as a statement on societies tendency ‘toward decadence and decay’. The piece uses as inspiration paintings by Michelangelo done for the Sistine Chapel which illustrate stories from the Old Testament. Referencing art history, religion and pop culture, ‘Deluge’ depicts men, women and children refugees in the midst of the apocalyptic storm" (via emilywebster).

Friday, December 6, 2013

Biraz Nelson Mandela, biraz Nile Rodgers

Yıllar önce şahane belgeseller gösteren fransız televizyonlarından birinde seyretmiş, iki müthiş insanın hayatlarının çok farklı dönemlerinde oldukça garip bir şekilde kesiştiklerini öğrenmiştim. Biri dün öldü, diğeri ise zaten çığır açtığı müzikte hala bizleri afallatmaya devam ediyor. Yaş büyüdükçe ne kadar ölüm haberi alınıyormuş...

***
According to Nile Rodgers, “One night my music partner Bernard Edwards and I met Nelson Mandela shortly after his release from prison in South Africa at Robert De Niro's restaurant in Tribeca. He told us the song “We Are Family” was played constantly on the radios of his white prison guards who listened to the segregated Pop radio station. The sound of the white guards singing along with a song sung by black girls about being family assured him that South Africa would not be segregated forever".


***


p.s. evet, evet bütün bu şarkılar nile rodgers imzalı. ve tabii bernard edwards



Thursday, December 5, 2013

Basit "mutluluk" halleri

Bazen bu kadar basit olabiliyor. Yoksa herkesin derdi kendisine en büyük ve hiçkimsenin hayatı Charlie'nin Çikolata Fabrikası gibi bir harikulade bir hayal dünyasında geçmiyor. Ama kimi zaman hatta çoğunlukla basit şeylerle gelebiliyor mutluluk denen şey. Basit istekler, basit ilişkiler, basit söylemler, basit talepler, basit sahiplenmeler; neden olmasın ki? Tek sorun eylemde. Denemek ve deneme de ısrar etmek, uğrunda sebat etmek gerekiyor. Bugün hemen olmasa bile yarının olacağını düşünmek. Zaten en büyük hata da "bugün şu an olmuyor diye olmayacak olarak kabul edilmesi ve yarının hiçe sayılması" değil mi? En boktanı da uğraşırken çabalarken etraftakilerin ısrarla bu aptalca yaklaşımlarla gelmesi. O yüzden sallamak, bir yanlarından yürüyüp gitmek lazım.  Sonra da happy ...


Sabah keyfi # 4

Günlerdir belki de son iki haftadır aklımda, kulağımda, beynimde de işte kompütersizlik bazı niyetleri engelliyor.

Ah Pharrell , bebeğim, bayağı güzel bir insansın. Kaykaycı halin de güzel, müzisyen halinde de. Ama forever kidadult halin en muhteşemi galiba. Muhtemelen de bu kidadult durumlar her şeyi değiştiriyor, bir şekilde akıp gitmeyi ama kalıcı olmayı sağlıyor farklılığını hissettiriyor. Kalıplardan, gereksiz ciddiyetten, o gereksiz ciddiyetin saygı uyandırdığını düşünmekten, olduğundan bambaşka gözükmekten, klişelerden, klişe bezeli etiketli hayatlardan, ilişkilerden o kadar ama o kadar sıkılıyorum ki ...

inadına-hala yaz! tamam, havalar artık sıcak veya ılık değil değil belki ama ruh hali öyle. belki de direnildiği için öyle. yoksa düşüp kalkıyoruz, schadenfreude'leri fazlasıyla üzerimizde hissediyoruz ama sallamak lazım. because I'm happy 


Tuesday, December 3, 2013

Direnmek!


Son zamanlarin özellikle de yaz aylarinin önemli laflarindan, eylemlerinden  "direnmek". Neticede herkes bir sekilde bir seylere direniyor. Kimi zaman özel konularda kimi zaman ise toplumsal olaylarda bir sekilde her yerde bir direnis hali var. Ba(ğ)zen yorucu, bazen heyecanli ama her seyden öte oldukca duygusal olduğu kesin.

Bugün öyle günlerden mesela... Iyi veya kötü gibi degil de öyle iste, direnilmesi gereken bir gün. Görebilmenin zor olduğu ama yine de görme arzusunun hiçbir şekilde bitmedigi, tükenmediği için direnmeyi gerektiren bir gün. 

whatever ...

Her şey olur hayatta. İyi de kötü de. Geçer gider bir sekilde mutlaka biter. Hele bir de istediklerin, inandiklarin icin direniyorsan "tamamdir". Zor mor ama oluyor bir şeyler, daha iyi hissedebiliyor insan.