Friday, September 26, 2008

Yarın sabahtan itibaren....


Yarın sabahtan itibaren LONDON CALLING..... Anotherstar +B. + M.
Yokluğumuzda dinlemek isteyenler için buyurun buradan yakın, yoksa zaten ben dönünce telefonda kısılmış sesimle London Calling diye bağırırım.



Cuma eğlencesi # 25

Gideceğimden, günlerce yazamayacağımdan bari cuma eğlencesini yazayım dedim. Arkamda izim kalsın...Tod's'un bir gecesi bir şeyi ve herkes NY'de. Kimdir nedir tanımam ama kızın elbisesi güzel, elbisesinin rengi güzel ki belki de en sevdiğim renklerden ve sanıyorum ayakkabıları Manolo Blahnik (klasik bir modeli var oradan tahmin ettim). Sadece elbisenin ve de renginin hatırına koydum yoksa adam da kız da pek tutunamaz hele hele çift olarak epey zor (şu çift olarak tutunma olayı o kadar zordur ki herkese her beraber olduğu ile nasip olmaz).
Anna Wintour ve André Leon Talley. Bunlar bir dönem kavgalılardı ama barış halindeler uzun süredir. Adam ağır ve her an iğnesini en derine batıracakmış gibi duran geylerdendir (asla péjoratif anlamda söylemiyorum. aman derim). Kendisi bir dönem Louis Vuitton kaşkol takıyordu 5 metre uzunluğunda, resimlerde boynunda sanki anaconda taşıyormuş gibi duruyordu: üzerinde kocaman LV harfleri olan, upuzun bir anaconda. Bence feci çirkin mankenlerden Anouk Lepère ve vah vah kıyafet hali. Ayakkabıları çok beğendim de o beyaz durumu nedir? Elbisenin göğüs dekoltesi çok güzel tamam ama gerisi, o beyazlık, o beyaz iğrenç külotlu çoraplar ve o saç filan. Çok da kötü pek de kötü. Belçikalı diyorum ve geçiyorum.
Eh güzel mankenlerden Anja Rubik. Elbisesi çantası ve de ayakkabıları çok güzel.

Aynı Tod's davetinden tanıdık bir yüz. Hem de vogue sayfasından. Tülin Şahin ve kocası. Bence elbisesi de çantası da çok güzel. Kendisi güzel mi tartışılır da mesleğine, kendisine saygısı takdir edilmelidir. Bu topraklar içerisinde kimse de kolay kolay onun gibi çalışamaz, disiplin gösteremez. Ya ağlarlar "beni çok çalıştırıyor bunlar" diye ya da "bana ne büyük reklamlar teklif ettiler de ben yaprak sarmayı özledim geri döndüm vatanıma" deyip yalanlar üretirler.

Hiç beğenmediğim aslen kumral olan ama sarışınlığın doğal durduğu kadın Gwyneth Paltrow. Kendisi Tod's 'un yeni yüzü olduğu haliyle de davette boy gösteriyor. Elbisesi güzel ama. Ancak ne ifadesiz yüzünü, ne olmayan oyunculuğunu, ne mıyık mıyık yogi anne halini, ne de mıyık mıyık rockçı kocasını beğenirim.
Elbiseyi beğendiğim için koydum. Bulursam gerçekten alacağım leopar elbise filan. O kadar beğeniyorum ama altına babet veya düz çizme giyeceğim.

Tanım

Dün pound denilen para biriminin ne kadar pahalı olduğunu konuşurken, "artık eskisi gibi zengin değilim" diye söylenirken, üzülürken S. & S. 'den neredeyse kahkahalarla güldüğüm birbirini tamamlayıcı ve takip edici laf geldi.


anotherstar- ya çok pahalıymış pound. ne yapacağım ben? gerçekten fakirim artık.

s. - ahahah! düşmüş prensesler gibisin!

s.2- hatta hatta beyoğlu'ndaki düşmüş beyaz rus prensesleri gibisin.

anotherstar- offfff. evet öyleyim galiba


Gerçekten de 20. yy başlarında Ekim Devrimi'nden kaçıp o zamanın Pera'sında mürebbiyelik, piyano öğretmenliği ya da Rejans'ı açan beyaz ruslar gibiyim.

Thursday, September 25, 2008

Küçük yalanlar büyük yalanlar


"Annemler tatilde"
" Babam Paris'te"

" Babam iş için yurtdışında"


Bunları çocukken çok duydum ben. Hiç söylemedim ama çok duydum o zamanki arkadaşarlarımdan. Yılbaşları, doğumgünleri veya öylesine bir akşam yemeğinde oyun oynarken mutlaka gelirdi bu konular. Ve yine mutlaka istisnasız şekilde yemek sonrası salonda oynanırken benim yaşıtım olan bir başka "annesiyle yaşayan" çocuk bu lafı ederdi: benim babam Paris'te. Sonra da diğerleri eklenirdi; "benimki askerde", "benimki kanada'da" diye. Bir tek ben demezdim çünkü ben biliyordum ki benimki Paris'te filan değil, hapishane adı verilen iğrenç soğuk siyah bir yerdeydi.Diğerlerinin babalarıyla beraber. İşin boktan tarafı hepsi benimkinin hapishanede olduğunu bilirdi de kendilerininkini bilmezdi. Benim de söylememem gerekirdi.
Bana diğer çocuklara söylendiği gibi yalan değil gerçek söylenmişti. İyi ki de öyle yapılmıştı çünkü hem bu süreç içerisinde babamı görmeye gidebilmiştim (diğerlerinin babalarını da görür, görüşe eğlence getirirdim) hem de yıllar sonra her şey ortaya çıkınca diğerlerinin ailelerine karşı yoğun şekilde yaşadığı "aldatılmışlık" ve "güvensizlik" duygularını yaşamadım. Belki küçük bir çocuk için hiç anlanlandıramadığı bir dünyada gerçeği bu kadar soğuk bir şekilde bilmek zordu ama bence en doğrusuydu. Belki de bu yüzden bugün de bana karşı yalan söylenmediği için ben de söylemem, bana da söylenmesini istemem. Gerçeğin yarasını sarmak daha kolaydır ama yalan her zaman yalandır, yalan olduğu gerçeğini ise değiştirmeyecek olandır.

Dün akşam "O ano en que meus pais sairam de ferias" filmi vardı. Seyretmemiştim kaç zamandır da istiyordum, salı gecesinin hareketliliğinden sonra sakinlikle seyretmeme vesile oldu.

Film güzel bence ama biraz daha farklı diğer bu "temalı" filmlerden. Belki musevi cemaatinin etkin varlığı olabilir bu farklılık ama yine de güzel film. Filmin ana kahramanı çocuğa da "annenler tatilde" dendiği için bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyor, neden beni güzel bir şey "tatil için" bırakıp gittiler ve beni almadılar diye düşünüyor. Benim çocukluğumdaki "baban paris'te" yalanı söylenmiş her çocuk bunu düşündü, Paris'ten değil de hapiste olduğunu öğrenince de büyük kıyametler koptu "bana nasıl yalan söylersiniz?" diye.
Filmin bana göre ilginç yanı kahramanın tek çocuk olması. Kendi başına kalakalıyor, kendine bir bir dünya yaratıyor, kendince yaşamaya ve de en önemlisi hiç bilmediği yalnız bir dünyada, yalnız bir evde ayakta kalmaya çalışıyor. Burası bana uygun çünkü benzer şeyler oldu bizim aile yaşantımızda. Sonuç ise şuraya geliyor tek çocuklar güçlü ve sağlamdırlar çünkü bilirler ki arkalarını toplayacak ağabey veya ablaları yoktur. Şımarıklık? Tartışılır çünkü tek çocuk olmayıp da şımarık olan çok insan gördüm ben ( ha ben şımarık mıyım? evet ama iki-üç kardeşli olanlardan daha fazla değil ama daha az da değil).

whatever

Sabah sabah sanki hüzünlü gibi oldu ama değil. Aksine sahip olunanlar için güzel ve heyecanlı.

Motto # 21

desk set, 1957, dir. walter lang

katherine hepburn- I don't smoke, I only drink champagne when I'm lucky enough to get it, my hair is naturally natural, I live alone... and so do you.

Wednesday, September 24, 2008

Hani

Hani beklenmedik bir şeyler olur da, garip sürprizler ortaya çıkıp insanın yüzünde gerzekce bir gülümseme oluşur, tebessüm ya eder durduk yere. Budur işte.

Gecenin sürprizidir, bittiğim andır.

Tuesday, September 23, 2008

Wish list # 10


Kış geliyor ve turşular ortaya çıkıyor. Gerçi her mevsim, her gün yiyebilirim ama kışın daha lezzetli sanki.

Seviyorum, mümkünse her gün yemek istiyorum hatta suyundan da istiyorum. Ve elbette acılı olmalı turşu denilen şey. Bu saatte giyinmiş ve Fantastik 4'lü buluşmasına gidecekken çıkıp alamam ama yarını kendime tatil ilan etmeyi, Galatasaray'a doğru uğramayı düşünüyorum. Turşuuu......wish list'imde ilk sırada....

Sabah keyfi # 12

Öncelikle uyanmaya, hd televizyonun çarpıcı etkisinden kurtulmaya (televizyon sevmem ama hd başka bir şeymiş, gördüm dün gece), yediğim burger bar'ları silmeye çalışıyorum. Becerebilirsem önümüzdeki günlerde sakince bavul yapacağım ama şimdiden uzak gözüküyor.
Nereye kadar gidecek böyle..? Until the end of the world ?




Yıl 1991...

Seksenler boyunca gelen rock geleneğini kırarak 1991 yılında bambaşka bir albüm çıkartıyor U2. Achtung Baby. Kimileri bayılırken kimileri nefret ediyor, geleneksel rock müziğine ihanet ettiklerini düşünüyor. Ben kimi konularda sabit fikirli olduğum için nefret etmesem de pek sevmiyorum albümü. Sonra sonra yıllar sonra albümü daha çok dinleyip seviyorum. Fakat ne olursa olsun, kim ne derse desin (ki buna ben de dahilim), o gerzek renkli gözlükleri ile ortalıklarda dolaşıp kafasına saç ektiren Bono şarkı sözleriyle fark yaratabilen gerçek bir şair.

O yüzden Until The End Of The World olsun sabah keyfi ve çalarken giyinmeye gideyim.

Haven't seen you in quite a while.
I was down the hold, just passing time.
Last time we met was a low-lit room.
We were as close together as bride and groom
We ate the food, we drank the wine.
Everybody having a good time...except you.
You were talking about the end of the world.

I took the money, I spiked your drink.
You miss too much these days if you stop to think.
You led me on with those innocent eyes.
And you know I love the element of surprise.
In the garden I was playing the tart.
I kissed your lips and broke your heart.
You, you were acting like it was the end of the world.

In my dream I was drowning my sorrows.
But my sorrows they learned to swim.
Surrounding me, going down on me.
Spilling over the brim.
In waves of regret, waves of joy.
I reached out for the one I tried to destroy.
You, you said you'd wait until the end of the world.

Monday, September 22, 2008

Hafta başı eğlencesi: emmies

Dün gece Emmy ödülleri verildi. Tabii bizim televizyon dünyamız ve amerikalılarınki farklı olduğu için bize pek bir şey ifade etmeyen ödüller orada büyük itibar göstergesi. Sevilen polisiye dizinin yıldızı. Ama asıl 60ların Amerika'sının skandal oyuncusu Ann Margret'in kızı. Sert yüz hatlarına sahip ama hoş bir kadın bence. Elbise de fena değil de sadece şu "tek kol" hadisesine hasta oluyorum hatta sinir oluyorum. Hiç mi hiç beğenmiyorum bu tek kollu kıyafetleri. Ayrıca sarı rengi de geriyor beni. Neden insanlar moda olanı illa yapmak ister? Tarz var, yakışan var yakışmayan var. İnsan bilmeli kendini
Kendisini beğenmediğim ama elbisesini beğendiğim kadın. Badgley Mischka. Güzel elbise, siyah, kabarık. Tamamdır benim için.
MTV'nin aptal amerikan zengin gençliğinin yıldızlarından adını bilmediğim bir şey. Kendisi muhtemelen 18-19 yaşında ama aynen bugün bu okula başlayan 90lı kızlar gibi kart duruyor. Elbise kendi tasarımıymış. Özelliksiz, kötü kesilmiş, kumaşın harcandığı bir elbise. Kızı da ayrıca şişman göstermiş.
Kadın oyuncu adam müzisyen. Ben Harper ve yine adını bilmediğim ama yetenekli kadın oyunculardan. Kadın, Angelina'dan önce o sapık suratlı çirkin adam ile beraberdi ama sonra adam kadını Angelina Jolie ile aldattı ve evlendiler. Kadın da o salak Billy Bob Thorton dan sonra yakışıklı ve yetenekli Ben Harper ile beraber olup evlendi çoluk çocuk yaptı. Hem hoş, hem inter-racial evlilik daha ne olsun güzel işte.
Çirkin saç çirkin kıyafet. Gereksiz olmamış.
Kadın müthiş dizi Seinfeld'in oyuncularından ayrıca dünyanın en zengin insanlarından. Zenginliği oyunculuğundan değil ailesinin servetinden geliyor. Dünyanın en büyük bilmem ne şirketinin sahibi olan bilmemne ailesi. Forbes'ta her yıl isimleri çıkıyor, öyle böyle zengin değiller. Güzel bir kadın değil ama hoş (bu da) ve de elbisesi de güzel. Garip ama güzel elbiselerden. Rengi biraz beni irite edebilir ama olmuş kadında da durmuş.
Elbise çok güzel. Tamperley London. Kızı tanımıyorum ama sıradan öyle ne güzel ne çirkin olsa da olur olmasa da olur kadın tiplerinden.
Kadın Jimmy Choo ayakkabılarının sahibi ve Halston markasını yeniden canlandıran isimlerden ingiliz Tamara ... adam da Hollywood'tan gidişi bile aratmayan Christian Slater. Halston elbise tek kollu olmasa muhteşem olacak. Rengi zaten güzel. Sarı ayakkabılar muhtemelen Jimmy Choo'dur fakat ayaktaki lacivert ojeler bile o renklere rağmen olmamış o elbisenin altına. Kadının yüzü ayrıca botokstan çok gergin duruyor, insan bakamıyor ifadesizliğine (bir başka botokslu ifadesiz kadın şarkıcı fergie'dir. çok ama çok kötü. aslan kadın gibi her ikisi de)

Bence olabilecek en güzel kadınlardandı ama ameliyatlar, botokslar ve sıfır beden kaygısından gitgide çirkinleşmiş bir Saffron Burrows. Nasıl güzel bir kadındı, özellikle de Troya filminde Andromaque rolündeki haliyle. Saçları kötü, saçlarının kesimi taranması kötü elbisesi sıradan.

At the end of the day, büyük elbiseler büyük tasarımlar olmayan bir emmy ödülü gider şubat ayında oscar töreni gelir.

Eylül sonu ekim başı

Ortaokul- lise hayatında ders yılının başladığı günlerde büyük bir eğlence olurdu bizim okullarda. Oktober Fest. Daha dersler başlamamış (ki başlasa da farketmiyor kimilerimiz için) günlerde yani sonbaharın bu günlerinde cuma - cumartesi geceleri Hilton'nun içinde iğrenç oktober fest'te olurduk. Aman yarabbim.

Kuyrukta beklemeler, kadife perdelerin arkasında yapılanlar, yan kapıdan girmeye çalışmalar, saat 19'da başlayan ve tüm gece bira içme hali (ki yerlerde sürünülürdü), iğrenç polka yapan almanlar, herkesin bir şekilde birbirini tanıdığı beyoğlu/karaköy yabancı okullarından olan bizlerin bir kez daha birbirini yakinen tanıması, vs ... Galiba en son lise 1'de gittim sonra da bir daha oktober fest'e gitmedim, muhtemelen de o zamanlar içtiğim kadar da içmedim.

Az önce benden, bizden çok daha iyi türkçe konuşan yeni öğretim yılı sebebiyle vatanından dönen Christophe gelip de anlatınca oktober fest diye içim bir garip oldu; o zamanki halimi, giydiğim kot pantalonu (ki bugün kot giymem) , deri ceketimi, B.'den aldığım ciak marka kovboyları hatırladım... Heyt be, gayet tıfılmışım.

Dream on # 5

Fantastik rüyalara geri dönüş. Hatta daha da fantezist olanı astronot değil kozmonot görmüş olmam. Fezaya mı uçuyorum ne?

Sabah sabah kendime güldüm, Frankie'ye güldüm, maillere bakarken D.'den gelen komik Londra e-mailine güldüm, hatta kahkahadan kahve ağzımdan fışkırdı narin beyaz mac'ımin üstüne gelecek diye korktum ve yine güldüm kısacası gülerek uyandım.

Ben ve kozmonot. Where do we go from here? Na na na nanaanaa (incognito)

Sunday, September 21, 2008

Never on sunday # 12

cuma, dali açılışı, missoni elbise, michel perry ayakkabı, açılışta bu sefer çalışan olarak bulunan b., j.a. & f.a., ispanya temalı catering, paella, şampanya, kırmızı koltuk, dudak şeklinde koltuk (ki buraya koymuşluğum var), tanıdık tanıdık bir sürü tanıdık;

cumartesi, sabah antrenmanı, j.a. doğum günü, islam eserleri müzesi, arkeoloji müzesi, four seasons, earl grey, a piece of cake with a candle on,

ayrıca bir sürü bir sürü ufak olay, eğlenceli olay, keyifli olay, tutkulu olay...

Friday, September 19, 2008

Gece-sabah

gece, beyaz elbise, repetto, anna wintour, ntaş, koridor, b., m., frankie, oje, s.s., london calling, amy winehouse, cunda cunda cunda tatili, arabam, arabası, london calling, londoooonnnnn, roxy'e dönüş, sıkıcı ama ev gibi mekan, komşu gibi insanlar;

sabah, erken, toplantı, mintan, anna wintour, ofis taşınması, yine, yeniden, sıkıcı;

cuma, salvador dali açılış (aptal cumhurbaşkanı prokotolü olmadan), hazırlanış, giyiniş, elbise, hangisi?, frankie, frankie, frankie

ve yine sabah

Thursday, September 18, 2008

Büyük keyif


Komik ama büyük keyif erkek gömleği giymek, bize göre ters yerde olan düğmelerini iliklemek, bol bol gelişini şekle sokmak...


Bugün giydiğimdir. Rahat rahat, bol bol, kollarını kıvıra kıvıra, yakasını kaldıra kaldıra...

Yağmurun ardından



Yağmurun ardından hayat normale döndü. En azından bir süreliğine. Sonbahar geldi artık, Londra öncesi Hunter'ları deneme zamanıdır.

Et pr le p't déj... daha karar vermedim ne yesem diye ama kahve mutlaka....

Tuesday, September 16, 2008

Gönlümü çalan

Manasız bir şekilde sarsılan, suratımı asmama sebebiyet veren bir olayın ardından radyoda bir anda Morning çalması ile gönlümü çalan adamdır. Gilles Peterson. Öyle gerzekler gibi "dj set" takipçisi değilimdir ama Gilles Peterson bence gerçek bir dj, benim yaptığım dj tanımına uyan adamdır. Yineliyorum kendisi gönlümü çalan, yüzümde tebessüm ettirten, saygı duydurtan adamdır.

Londra'ya gidince buluyorum kendisini, çaldığı yeri, mekanı, elini sıkıp tanışıyorum. O kadar gönlümü çalan adamdır yani.

Morning ya. Morning. Bu kadar mı heyecanlanabilirim, elim ayağım tutmayabilir şarkıyı duyunca? Demek ki müziğin böyle bir gücü varmış. Kimi bünyelerde.

Kimilerine sıradan sahneler

Sabah: muhtelif siyahlar

Yemek daveti zor iş. Ama güzel. Ama yorucu.

Gözlerimi açamadığım şu saatlerde kahvemi içmek ve gözlerimi aralayabilmeyi istiyorum.
Black coffee'mi içerken renkleri ve tadı ile aklımı alabilen blueberry ve de dün gecenin yıldızı Amy Winehouse.

I go back to black... Gerçekten modern zamanların en güzel şarkılarından. Siyah bir elbise giyeyim bari bugün. Üzerinde leopar desenli bir fular ki bayılıyorum.





he left no time to regret
kept his dick wet
"with his same old safe bet
me and my head high
and my tears dry..."

get on without my guy
you went back to what you knew
so far removed from all that we went through
and I tread a troubled track
my odds are stacked
I'll go back to black

we only said good-bye with words
I died a hundred times
"you go back to her
and i go back to....."

I go back to us

I love you much
it's not enough
you love blow and I love puff
"and life is like a pipe
and I'm a tiny penny rolling up the walls inside"

we only said goodbye with words
I died a hundred times
you go back to her
and I go back to

black, black, black, black, black, black, black,
I go back to
I go back to

Monday, September 15, 2008

Zeytinyağı taş baskısını artık Balmumcu'da yapıyor

Hiç sevmediğim, zerre itibar etmediğim adamlardandır. Sevmediğim gibi seveni de sevmem. O kadar yani. Hem futbol yazıyor, konuşuyor, hem moda hem tasarım hem gümüş takı hem güzel kadın hem rejimden anlıyor yol gösteriyor. Kısacası her şey ve hiçbir şeyden bahsetmiyor.
Ha bu arada öğrendim ki kendisi sosyologmuş. Yıkıldım haliyle. Ulan biz okuduk o kadar deliler gibi bu adamla aynı kefeye mi konulacağız? Vay kahpe kadar.


Neyse sabah şöyle gazeteleri karıştırırken yeni resmi yeni pozu yeni aşk dolu ya da aşık olmak ister gibi ifadesi gözüme çarptı, koymadan edemedim. Şu Sabah da ilginç gazete. Bir geri dönüş, yuvaya dönüş var gazeteye; parasından mıdır gücünden midir bilemedim ama bilirim ki Sabah coştu. Kendisinin patronu ile hem F.A. aracılığı hem de kendi aracılığım sebebiyle hukukum, gayet öğleden sonra odasında viski içmişliğim vardır. Yine bir uğradığımda alt kata geçip "haşmet bey merhaba büyük hayranınızım" diye elini sıkıp kıkırdamak istiyorum.

Of ki of yani Haşmet! Lütfen bana doğru gözlerini kısarak bakar mısın? Gözlerinin altındaki kırışıklıklar çıksın seni daha da olgun gösteriyor.

Sunday, September 14, 2008

Orada olmayan

ı'm not there, dir. todd haynes, 2007

Uzun zamandır seyrettiğim en güzel filmlerden biriydi.

Öyle kolay kurgulu bir film değil. Ayrıca Bob Dylan hakkında bayağı bir bilgi sahibi olmak gerekiyor anlayabilmek bazı sahneleri takip edebilmek için. Fakat ben çok beğendim. Belki de her sahnede daha önce okuduğum, gördüğüm, dinlediğim, tanıdığım bir "şey" olduğu için çok sevmiş olabilirim. Cate Blanchett tamam da diğer herkes iyi oynuyor. Sadece kadın erkek kılığına girdi diye oscar vermeler filan gereksiz bence (yeteneksizin önde gideni gywneth paltrow'a nasıl o gerzek shakespear in love filmindeki rol için verdiler akıl almaz şekilde).

Todd Haynes'in sadece Velvet Goldmine' ını seyredip bayılmamıştım ama bu film cidden olmuş.

... Alan Ginsberg, Joan Baez, Woody Guthrie, Black Panthers, Huey Newton, Londra, otel, otel odası, The Beatles, like a rolling stone, knockin' on heaven's door, one more cup of coffee...

Filmi anlamamı sağlayan yıllardır katkılarını eksik etmeyen Roll dergisine, Dual pikapa, yıllar yıllar yıllar önce okuduğum Joan Baez'in otobiyografisine, Marianne Faitfull'ın alıntı otobiyografisine ve de çocukken odama teyp koyan J.A. & F.A.'ya teşekkürlerimi borç bilirim.

Never on sunday: nyfw

Bitti herhalde diyerek ben de bitireyim dedim serin anları olabilecek tom waits ve frankie dolu bir pazar gününde bitireyim.
Bu komik görünüşlü kadın Patricia Field. Yani Sex and the city'nin stilisti. Yani kimi o zaman dizideki o ucube, giyilmesi imkansız derece gülünç kıyafetleri o insanlara giydiren kadın. Burada yine genel komiklik haline göre derli toplu giyinmiş ama o esmer tenine yaptığı kıpkırmızı saçlar yok mu..? Fakat Sex and the city süresince Sarah Jessica Parker gibi ikinci sınıf ve diziye kadar hep yan rollerde yer alan bir oyuncuyu kimilerine hatta çoğunluk beğenisine göre ikonik bir hale getirmiş olması da başarıdır.
Zac Posen partisinden iki manken. Coco bir şey ve Isabeli bir şey (artık birçok ismi, bir detayı aklımda tutmuyorum). Bence soldaki yani Coco something kıyafeti ve hoşluğu ile Isabeli'ye basar diyeceğim ama bir yerde fazla "çocuk" gözüküyor yani yetişkine değil de küçük kız çocuğuna bakar gibi hissediyor insan.

İngiliz Gülü New York gecelerinde...Platin saçındaki siyah meç beni deli etse de tarzı olduğunu hatta hatta moda ile pek alakalı olmayan şekilde tarza sahip olduğunu kabul ediyorum. Fakat mücevherlerine ağzım açık kalıyor. Neredeyse Elisabeth Taylor'ınkiler kadar cüretkar.
Hollywood'un Natalie Portman veya Jodie Foster gibi okumuş olanlarıdan ama onlar gibi güzel karizmatik değil de ezik tipli görünenlerinden. Bu kızın nasıl tutunabildiğine halen anlayabilmiş değilim ama demek ki ben bu konuda cahilim ki kız hala ortalıklarda. O kötü duruş, camdan bakan mahalle kızı ifadeli gülümseyiş, kötü elbise, kötü çanta ... Çok sıkıcı.

Ne yazik ki sıkıcılarla bitiriyorum. Zac Posen'nın bir şeyi (aynı soyadını taşıyorlar). Elbise aslında güzel ama taşıması çok zor bir model. 20li yıllar çarliston kıyafetleri gibi bir tasarım. Saten. Bence bunu giyenin ya uzun ve ince olması ya da elbisenin tüm gözükmeyen ama hissedilen dönemsel ağırlığını taşıyabilecek kadar karizmatik ve özel olması gerekiyor. Yani çirkinlik güzellik meselesinden ziyade taşıyabilmek, hissedebilmekle ilgili. Kız da yine çirkin ve güzellik hadisesini geçiyorum ama saçına bir taç takabilir, farklı bir şekle sokabilir ya da bir küpe takabilirdi.

whatever...

New York Fashion Week bitti ben de sıkıldım zaten. Fani işler bunlar çok itibar etmemek, ehemmiyet vermemek lazım. Ama bu ülkede, her türlü pisliğin olduğu bir yerde günü güldüren oluyor eğlendiriyor. Yoksa unutturmuyor. Sadece placebo etkisi yapıyor.

Saturday, September 13, 2008

Ada'ya hazırlık: "hunter"

Birkaç yıl önce İngiltere'nin büyük rock müzik festivali olan Glastonbury'de coşan Kate Moss'un ayağında sonra da Vogue'da görmüş pek bir beğenmiş ama bizim topraklara daha gelmediği için alamamıştım. Geçen sene Harvey Nichols getirdi ama az sayıda getirdiği stoklar çabuk bittiği için yine alamamıştım.

Tesadüfen, yeni sezon Hunter'lar ne zaman gelecek diye soracakken ellerinde kalmış tek çifti yağmurlu Londra günleri için "neden olmasın" deyip Starbuck'ta 3 kahve + 2 tatlı fiyatına aldım. Kısa günün karıdır, denk gelenlere tavsiye ederim. Hunter çizmeler ise zaten tamamdır. Santral'de giyerim, siyah taytın üstüne trençkotun altına giyerim ve lütfen mümkünse moda takipçileri keşfetmesin.

P.S. Gönül ister ki Kate Moss gibi incecik bacaklarımın ve kısacık şortumun altına giyeyim sokaklara öyle çıkayım ama gerçekçi olmak gerekirse biraz imkansız, fellas.

Friday, September 12, 2008

Cuma eğlencesi: new york fashion week, III

Bugün "kinda moody" olduğum için kısa keseceğim ve belki moody halim devam etmezse Premier League maçlarına bilet bulmaya çalışacağım (evet bu başka bir hikaye).
Lou Doillon. Leopar deseni seven bir insanım o yüzden de beğendim demeliyim mantosunu. Fakat kızın bu pespaye haline dayanamıyorum. Tamam, bobo chic bir insan kendisi anladık ama bu kadar da annesini (jane birkin) ve patti smith karışımı da olunmaz ki. Sıkıcı. Ama manto güzel. Leopar desen de beğeniyorum ayrıcana.
Kim nedir bilmiyoroum ama ceketini çok beğendim. Bu yıl deri ceketler moda. Özellikle de motorcu ceketleri. Tabii mümkünse moda olan şeyler illla herkese yakışacak herkeste güzel duracak diye düşünülmesin; tarzdır önemli olan moda değil. Kot özellikle de skinny jeans altına topuklu ayakkabı giyilmesini sevmiyorum (biliyorum herkes çok beğeniyor hatta en yakınlarım uyguluyor ama ben beğenmiyorum)
Eblek ifadeli ingiliz manken alemlerde. Kıyafeti ayakkabıları şapkası kolyesi ile falso. Kendisi ve şebelek bakışları ise zaten büyük falso. Geçiyorum.
W dergisinin partisi ve davetli editörler. Kızı geçtim çünkü pek bir kılıksız ama kadın kılığı içerisindeki çocuğun üstündekiler hiç fena değil. Özellikle de çantası. Ceket de güzel seviyorum siyah ceket.
Şu NYC ilginç yer. Yine bir moda haftası partilerinden kadın da jet-set simalarından. Kıyafeti saçı vs geçtim ancak elindeki hayvan ne cins ben anlamadım. Anlayan varsa söylesin. Vahşi hayvan kategorisinden anladım da cidden nedir onu çözemedim. Vaşak diyeceğim değil, sırtlan diyeceğim değil. Bilemedim sadece şaşırdım.
Anna Wintour. Klasik. İyi. Tamamdır geçiyorum.
Elbise de kız da güzel. Ama ne kızı ne de markayı bilmiyorum.

Marc Jacobs iyice coşmuş demek durumundayım. Beyaz gömlek siyah etek siyah sandalet ve siyah çanta ile şu anda ikimiz de aynı şeyleri giymiş haldeyiz. Bravo Marc'cığım fevkalade bir tarzın var.

Hadi biter gider sıkıldım yorgunum. Giderim.

Thursday, September 11, 2008

Şişşt, sen, bir baksana buraya !


Dünyanın en gerzek insanlarından ama talihsiz bir şekilde bu ülkeyi yöneten başbakan olan kişi kendi baskı rejimini uygulamasına direnen vatandaşlarına " hayatı şişenin içinden gören insanlar" gibi bir tanımlamayı uygun görmüş.

Şişşt, sen, kabadayı tavırlı, üniversite mezunu olmadan dil bilmeden yol yordam hele hiç bilmeden ülke yönetmeye çalışan uzun boylu herif! Keşke sen de hayatı şişenin içinden gören biri olsaydın...Hayat ne kadar güzel olurdu senin için. Aynen Hitler'in resim kabiliyetinin fos çıkıp ressam olamayışı ve askerliğe yönelmesi gibi. Her şey ne kadar farklı olurdu. Senin için bizim için milyonlar için.

A demain matin

Wednesday, September 10, 2008

Misafire içki

Casino Royal, 1967

- Champagne Mr. Bond?

Ben de sormak istiyorum "şampanya Frankie?" diye. Elimdeki bardak flute şampanya bardağı olur ama üzerimde Jacqueline Bisset gibi bedenime büyük gelen bir erkek gömleği olur. Aynen salonun kapısından sorarım böyle.

Cuma eğlencesi: new york fashion week, II

Yazın deli gibi eğlenemeyen new york'lular moda haftası vesilesi ile coştular ki pir coştular. Tanımam etmem ama galiba büyük dergi editörleri bunlar. Fakat kızın kıyafete eyvallah demek istedim. Yani hem çirkin hem de transparan hem de bu iki özellikle daha da kötü olmuş. Adam da Michael Hutchence'a benziyor (elbette ondan daha çirkin).



Uzun inceliği dışında anlamlandıramadığım insan Lou Doillon. Elbisesi veya artık giydiği neyse tahminimce Hervé Leger. Yani elbise eşşek yüküyle para da bir yüzüne de bakar insan; bir rimel bir ruj bir şey yani.
Daphne Guinness diye ingiliz bir jet-set insanı. Yüzü filan bana göre fazla gergin ama yaşı düşünülürse tutunur kendisi. Elbisesi güzel sanki ama boynundaki ağır güzel. Fakat o platin ile beyaz arası bir renge sahip saçlarındaki siyah tutam sinirimi hoplatıyor. Ancak kolyesi güzel.Güzel elbise ve bana göre "esmer" bir kadın. Elbise Calvin Klein kadın karşı cinsin bayıldığı Eva Mendes. Calvin Klein sevmediğim modacılardan ama bu elbisesi güzel. Göğüs dekoltesi de güzel. Kız hakkında yorum bile yapmıyorum alana mani hiç olmuyorum.

Geçen sefer Anna Wintour ve kızı demişken işte iki vogue insanı. Anne amerikan Vogue'nın kız ise Teen Vogue'un editörü. Anna Wintour güzel bir kadın olmadığı için kız iyi çıkmış kendisinden.
Bitireceğim iki güzel kadından ilki. Stephanie Seymour. Güzel işte, tamamdır.

Oley Hana Soukupova döndü alemlere, gecelere... Saçları uzamış iyi olmuş. Elbise bu kadar uzun ve düzgün bacakların yanında önemsiz kalıyor. Diz kapaklarına ise hayranım. Yüzü ise sarışın mavi gözlü kızın bebek yüzü.

Bugün de biter gider böyle bir rutinde.