Sunday, November 18, 2018

Arada Yaşananlar # 2


Cidden bu seferki uzun sürmüş... En son Şili dönüşü bir Arada Yaşananlar post'u girip öylecene bırakmışım. Elbette bırakılan hayatın kendisi olmasa da hayat gayesi (!) insanı sürüklüyor. Ama günün sonunda yemişim hayat gayesini... Öyle veya böyle dönüyor dünya; seninle veya sensiz...

#1  Mayıs ayı demek doğumgünü ayı demek falan fişmekan. Çoklu kutlamalı (haliyle her yıl geçen seneki gibi dev parti yapmıyoruz. evet yapan var, güzel de bir şey ama her sene parti benim gibi partici bir insan için bile sıkıcı. ), keyifli, değişimli, büyük değişiklilerin yaşandığı yıl oldu bu yıl. Bizim hanede tam olmasa da işte, yakın hanelerde dev değişimler, acayip gelişmeler oldu. 

#2 Mayıs ayında her şey bir şekilde kendi halinde yaşanırken, sabırsızca sıcak yaz günlerinin gelmesini beklerlen ansızın sabaha karşı gelen ve tümden bir hayat değişikliği. # 8 için ... Zor, hüzünlü, beklenmedik ve acılı günler bir anda #8'in tüm hayat akışını, belki de yaşama dair algısını değiştirdi. Şimdi iyi, çoğunlukla da tepkisiz herhalde ama kendince yorumlamış, yaşamıştır diye düşünüyorum. Umuyorum.

#3 Haziran demek aslında bir şekilde son 4 yıldır Cenevre demek. Carlo demek, Virginie, Vittorio ve Roberto yani diğer ailem demek. Geçen sene neden olduğunu hatırlayamadığım bir şekilde gitmeyi beceremesem de bu yıl Haziran'ın ilk günlerinde Cenevre yine güzel yine keyifli geçti gitti. Evladımı görüp mutlu oldum. 6 yaşında bir varlık artık kendisi. 

# 4 Yaz güzeldi... Bol tatilli, denizli, ada günlerinin varlığını sıcakta hissettirici, kimi zaman büyüyen aile bireylerinin varlığı ile sıkıcı olsa da genel olarak ada güzeldi. J.A. & F.A. ile hafifti, sayfiyenin sakinliği idi. Hele hele #8 ile Chios şahaneydi. İnsan nasıl da mutlu oluyor değil mi Türkiye'den çıktığı anda? Nasıl hafifliyor? Nasıl mutlu hissediyor resmen. Günün sonunda bildiğin kıçı kırık, küçücük Yunan adası. Ama o hayatın hafifliği, o rahatlık o kadar artık bize yabancı geliyor ki, aç kurtlar gibi saldırıyoruz. Ve üzücü belki ama (bence değil)  fark ediyorum ki, bu coğrafyaya bu insanlara hiçbir bağlılık hissetmiyorum. Sadece ben de değil; binlerce insan var böyle. "Mış gibi" oynayanları, kefenleri ile çıkanları da dahil. 

# Ani kayıplar... Bu yaz haberi beklenmedik şekilde gelen ve haliyle gündelik hayatların akışını değiştiren, yaşayanına derin acılar, duygular yaşatan ani kayıplar oldu. Önce #8 ardından Tribün Çocuğu .Giden için aslında güzel, ani ve sorunsuz, çekmeden. Ama kalan için boktan; ani, kaotik, acılı, ürkütücü. 

# Dev kararlar... Ya yemişim dev kararları... Öyle dev mev değil de tatil dönüşü değiştirmeye girişmek. Karşımdakini değiştiremeyeceğime göre kendimi ve şartlarımı değiştirmeliyim deyip yeni yıla başlamak, bu doğrultuda hareket etmek ve sonuçlarına katlanmak. En güzeli. Yeter ki "mış gibi" olmasın hayatlarımız. 

Monday, November 5, 2018

Hayırlı Ayrılık


Ah bebeğim... İyi ki ayrılmışız. İyi ki artık gündemimde yer teşkil etmiyorsun, ilgimi çekmiyorsun, takibimde değilsin. 

Şimdi dönüp bakıyordum da, cidden iyi ki ayrılmışız... O manasız sevgi, o abartılı coşku, o sözde "yüksek yüksek tepelerdeki" heyecanın gereksizliği. Gerçekten iyi ki ayrılmışız...

Bu saatten sonra o eski sevgiye, o eski günlere o hayal edildiği gibi bir geri dönüş olmaz. Ne dünya, ne hayat aynı değil, aynı suda da iki kere yıkanılmaz. 

Yine karşılaşabiliriz bir yerlerde bir zamanlarda, yine sevişebiliriz ama hiçbir şey aynı olmaz. Olmasın da, bitmiş gitmiş zaten. 

Yalan değil iyi ki ayrılmışız. 

İyi ki 2012 yılında şike olayı ile beraber evdeki lig tv'yi iptal etmişim. İyi ki artık maç seyretmiyorum. İyi ki artık keyifli bir heyecanmış sanrısı ile fikstür takip edip fonda maç ile rakılı geceler, viskili ortamlar ayarlamıyorum. İyi ki artık Türkiye'de futbol adı altında sergilenen gerzekliği seyretmiyorum. İyi ki artık çaptan düşmüş gerizekalı futbolcuların agresif hırçın oyunlarını seyretmek zorunda kalmıyorum. İyi ki artık o çirkin mafya kılıklı teknik direktörlerle tetikçisi görevindeki şişko göt göbek topçuların varoşluklarını hayatıma almıyorum.

Evet, bazen özlüyorum. Bazen maç seyretmeyi, aslında gayet keyifli bir oyun olan futbol seyretmeyi ve tabii Fenerbahçemi heyecanla desteklemeyi özlüyorum. İşte o nadir zamanlarda mutlaka hala birilerinin Türkiye'deki futbolla ilişkisi bitmediği için gidecek, beraber seyredecek birilerini buluyorum. Ama inan bu seferler sayılı, olsa da olur olmasa da. Çoğunlukla bu futbol diye oynanan, üzerinden para kazanılan çirkinlikler komedyası zerre umrumda değil. Ne Fener, ne Galatasaray, ne futbol, ne Türkiye. Hepsi bir arada batabilir, ki çoktan batmış zaten. 

Hele hele 2 Kasım'daki Fener-GS maçından, o yaşananlardan o leşlikten sonra o kadar ama o kadar mutluyum ki ayrıldığımıza... Mümkünse uzun yıllar görüşmeyelim. 


Sunday, September 23, 2018

Evet, geldi!


1 Eylül itibariyle her yere "Yaz bitti" tadında cümleler yazıp çizen durmaksızın ağdali ağlak cümlelerle melankoli pompalayan gruba kötü bir haberim var: Yazın bitiş tarihi 1 Eylül değil, bebeğim. Yaz tam olarak yaşanan son ekinoksla bitiyor ve o da dündü. Bugün itibaren evet, yaz bitti ve gerçekten sonbahar geldi. 

Bundan sonrası benim gibi her geçen gün bahar ve yaz mutluluğunun içine düşünler için sıkıcı. En sıkıcı tarafı da gündüzlerin kısalıp gecelerin uzaması, sabahın ışıksız olması. Belki eskiden daha rahat ediyordum, önemsemiyordum hayatın kendisi yaşadığım coğrafya itibariyle nisbeten daha az sorunluydu. Şimdi kendisi zaten sevimsiz bir karanlık bok çukuru olunca insan sürekli mutluluğu hissedebilmek için büyük çaba sarfediyor. Hatta yeri geliyor, güneşe ihtiyaç duyuyor. Güneşe, güneşin sabah kendini göstermesine, kuşların onunla beraber ötmesine... 21 Mart'a kadar bu haller azalacak, her şey bir şekilde kararacak. Ancak sonra yine güzelleşecek. Her daim olduğu gibi, dünya dönüyor, sen ne dersen ve yine dönmeye devam edecek. 

P.S. Sonbahar seveni, yaprakların sararmış halini, yağmur altında yürümeyi melankoli seveni vardır. Ben onlardan biri değilim. Doğru, 16-20 yaş arası nihilist hayatımda çok seviyordum da şimdi işim olmaz. Ergenlik ergenlikte kalsın, beraber yürümesin benimle.



Sunday, September 16, 2018

Gereksiz Yaz Nesneleri # 4

Hasır çanta...

En komiği de hasır çantalara bayılıp takıp yaz biterken bu başlığı atmam. Ama yapacak bir şey yok, şu hasır çanta modeli ve bunun gibi işlemeli kakmalı ve tabii kullanışsız modelleri o kadar çirkin, o kadar herkesin sırtında ve o kadar gereksiz ki... 

Bütün Türk kızları kadınları yok Yunan adalarında yok Alaçatı/Cunda bohemliğinde, İstanbul'un hareketli kent hayatında bu şekilsiz nesneyi takıp kendilerini müthiş Vogue hissetmiyorlar mı..? Allahım işte o an sana geliyorum. 

Yoksa hasır çantalara dev tavım. Herhalde ilk hasır çantamı (J.A.'dan filan gelmeyen) Strasbourg'da pazar çantası olarak aldım; bildiğin klasik Fransızların pazara giderken ucundan dev pırasaların çıktığı çanta. Her yere taşıdım, plaja, pazara, markete, uçağa. Bugün o çanta ada kullanımında, plaja filan giderken alıyorum. En son geçen sene şahane bir tanesini San Remo'dan aldım ve işte diğerleriyle beraber pazara (evet, gerçek pazardan bahsediyorum; Bomonti organik olur, beşiktaş olur), eşe dosta hatta Yunan adalarına giderken gayet keyifle takıyorum, içini dolduruyorum ve her şey güzelce devam ediyor. Yırtılmadan, bozulmadan.


Ama bu çirkin ve fonksiyonsuz çantalar yok mu? Feci sıradan, feci gereksiz feci Instagram.


Saturday, September 15, 2018

Harika bir sabah


Uzun, çok uzun zamandır blog'a böyle bir başlık atmamış, içimdeki coşkuyu heyecanını tiril tiril ruh halini yansıtmak istememiştim. 

Bugün öyle...En azından şimdilik öyle. Elbette bizler Türkiye'de her an her şeyin, bütün güzelliklerin korkunçluğu en yüksek değerlerde yaşanan katastrofik deneyimlere dönüşebilme hızına alışkınız. Hatta "mutluluğun" ayıp sanıldığı, "aman yayılmasın mutluluk da umut da" duygusu ile toplumun tüm sosyal katmanlarında üstüne basa basa schadenfreude arzusunu komşuda, arkadaşta, mesai arkadaşında, zabıtada, poliste, tependekilerde görmeye alışkınız.
Ama bu sefer cidden umrumda değil..!

Güzel mi güzel bir pastırma yazı sabahı, bugün. 

Hafifliğin, inceliğin, keyfin, içtenliğin ve garip bir şekilde görgünün duygusu hakim. Sanki 2013 öncesi gibi heyecanla yaşanan günlerin daha da güzelleşmiş hali. Sanki aradaki yıllarda yaşanan tüm toplumsal leşlikler, mide bulandırıcı insanlar, tiksinç söylemler, kurgulan kötülük ve kötücül hayatlar yokmuş gibi, sanki 2013'te güzel geçen bir yaz gecesinin devamı bir sabahmış gibi... 

Elbette hiçbir şey aynı değil. Olması mümkün değil ve olmasın da zaten. Ama asıl güzel olan insanın karşısına çıkan benzer temalı olaylara farklı yaklaşabilmesi. Yani olaylar birbirine benzese de, tecrübeler, davranış biçimleri birbirini andırsa da, ilerlemeyi sağlayan insanoğlunun eskiden verdiği tepkiden farklı bir tepkiyi ortaya koyabilmesi, kendisini ileriye taşıması ya da Ziraat Bankası'nın 30 yıllık gişe memuru edasıyla aynı mühürü kayıtsızca basmaması. 

İşte bu sabah öyle bir sabah. 

Güzel kahvenin içileceği, güzel müziklerin dinleneceği, güzel kıyafetlerin giyileceği, güzel insanlar güzel sohbetlerin yapılacağı, güzel yemeklerin yenip güzel içkilerin içileceği bir gün, bugün. Ha, "güzel" nedir mi sorusuna cevap da ne Instagram'daki, ne Vogue'daki, ne logolu bir şeyler. Bizim için güzel neyse onun güzel olduğu gerçeği. 

P.S. Artık dev minnoşum ama yapacak bir şey yok; yaşlılığım gençlik güzelliğimi kat be kat geçiyor; hem ruhuma hem kendime hayranlıkla bakmaktan kendimi alamıyorum. that's life






Saturday, May 5, 2018

Çirkinliğin Anatomisi

Pek sevdiğim dükkana az uğrasam da, buranın amacı belli, ruhu belli: Hafiflik, keyif, mutluluk...Çirkin insan, çirkinlik filan hiç olmasını istemediğim şeyler. Gel gör ki yaşanılan coğrafyanın çirkinliği ve leşliği bok çukurundan hallice olunca insan kimi zaman engelleyemiyor çünkü ecnebilerin dediği gibi, "because it's there" yani orada, artık görülmeyecek bir yerde değil, her şey apaçık ortada.

Kendisine duygularımı, kendisi hakkındaki öngörülerimin doğru çıkmasını daha önce yazsam da geçen günkü devasa çirkinliği; o kadar vahim, o kadar leş, o kadar çamur ve o kadar ezik ki... Aslında insanların kendi çabalarıyla bu kadar düşebildiğini görmek üzücü bir şey. İşini yapan bir profesyonelin üzerine, milli destekli balon bir özgüven ile yürümek? Neden? Neden bu kadar eziklik? 

Dışardan göstermeye çalışılan Türkiye'nin mış gibi mutlu hayatlar serisinde aslında hiçbir şey yolunda gitmiyor değil mi? Topluma gösterilmeye ve kabul ettirilmeye çalışışan her mutluluk, gurur, başarı o denli sahte ki, oyuncuları durumu nasıl yöneticeğini bilmiyor. Unutulan şey şu ki; insan beşeri bir varlık ve her an beklenmeyeni yapabilir, talimatların, baskının dışına çıkabilir, tüm bu zorlama gösterişlerin ağırlığı ile ruhsal çöküntüye girebilir.

Kolay değil, insanların kendisiyle dalga geçtiğini duymak, eski itibarını görememek, doğup büyüdüğü eski takımına bile geri gelememek. 

Daha da vahimi dünyada milyonlarca çocuğun sahip olduğu gibi doğal bir spor yeteneğine sahip olup onu istikrarlı antrenman, fiziksel ve ruhsal gelişim ile ilerletememek, popülerliğin şımarıklığı ile şişen egoyu bir de meşhur Ortadoğu tembelliği ile taçlandırarak balon gibi patlamak..!

Zamanında gazı verenlerin veya yancı loser entourage'dan kimsenin uyarmaması da acıklı. Oysa hayatın öğrettiği basittir: Hayatta kim olduğun ve ne kadar güçlü olduğun hiç önemli değil çünkü bir gün herkes doğası gereği yere düşer. Önemli olan bu düşmenin kendisi değil, düşüşün şiddeti ve düşülen yerden nasıl kalkıldığıdır

Epic fail hayatında başarılar... 

P.S. En bombası da fotoğraflarda agresifler kralı Emre'nin araya girip sakinleştirmesi olmuş.

P.S. (2) O kadar mutluyum ki, çok sevdiğim futbolu Türkiye'de seyretmeyi, takip etmeyi yıllar önce bıraktığım, Lig TV'imi iptal ettiğim için. 

P.S. (3) Daha da kişisel girersek tanım da yaparsak; gerçek hayatta tanımaktan, yanında yürümekten, aynı masaya oturmaktan utanç duyuran bir tip. Sevenlerine hayırlı olsun.  



Monday, April 23, 2018

Bugün 23 Nisan


Uzun zaman oldu en sevdiğim bayram 23 Nisan herhangi bir şey yazmayalı... 

Çocuk Bayramı. 

Her şeye rağmen.Coşku ve mutlulukla kutlanmalı o halde.

 P.S. Herkes ürüyor ya, işte ona yapacak bir şeyim yok. O kadar facia tipler kendilerinin istisnai olduğunu düşünerek çocuk yapıyor ki, kendileri salak çocuklar daha salak öyle gidip geliyor. Talihsiz...

Monday, April 2, 2018

Çirkin Yaz Nesneleri # 3

Yine yaz geldi ( hadi abartalım da gerçekten de gelmiş olsun çünkü 2 Nisan itibariyle New York kar ile uyandı) ve çirkin moda nesnelerin hakimiyeti başladı. 

Evet, bu yıl çirkinliğini açıklıyorum: şu çirkin ötesi güneş gözlükleri. Aman Yarabbim, korkunç ötesi bir nesne...O kadar çirkin ki... Biliyorum bu yaz herkes bunlardan takacak ve müthiş kool olduğunu düşünecek ama nayn bebeğim, bu çirkinlikle kool olamazsın. Olsa olsa wanabee kool. 



Thursday, March 8, 2018

Alkışlanan Cehaletin (Taçsız) Kraliçesi

Ah canım ya... 

Yaşlılık cidden kötü bir şey. Hayır, yanlış söyledim; yaşlandıkça sapıtmak, geçmiş yılların getirdiği hazımsızlığın "yaşlı insan her şeyi bilir" özgüveniyle süslenmesi korkunç bir şey. Tabii bir de Hülya Avşar örneğinde olduğu gibi, bir de bu cehalet ile taçlanıyor ki insan düştüğü hale acımaktan başka bir şey yapamıyor. 

İnsanların hatta bir yerde hemcinslerimin bu kadar sığır bu kadar gerizekalı olduklarına inanamıyorum. - Hala- 

Yazık açıklamaları söylemi o kadar ama o kadar aptal ki... Karşısındakinin de üslubu o kadar medeni ve kat be kat ileride ki, bu durumda insan Hülya Avşar'ın düşüşüne değil acımak filan, sadece dudağını bükerek, pek de ilgilenmeyerek bakıyor. Ama çok biliyoruz ki, kendisinin ne yazık ki hala tek derdi dikkat çekmek. 

Yazık, 60'ına ilerleyen şöhretli bir insanın hala bu denli gelişmemiş, sığır ve toplumsal ilgiye muhtaç seviyede mutsuz oluşu talihsiz bir durum. Ama tabii şu da var ki, 80'ler Türkiyesi'nde Tanju ile ilişkisi sebebiyle home wrecker bir insan iken kendisini getirdiği nokta elbette bir başarı (gerçi Türkiye ünlülerin home wrecker olma hikayesini seven bir ülke. Sıradan kadını ise taşlayan, linç eden bir kültürü var ki o da işte ikiyüzlülüğün en güzel örneklerinden)

Burası çoğunlukla güzel, kool görsellerin olduğu bir dükkan olsa da arada bir işte talihsiz varoşlukta fotoğraflar burayı süsleyebiliyor. Bu seferki de aynen öyle; Türkiye standartlarında mavi gözleri beyaz teniyle dünya güzeli kabul edilen bir oyuncu (kendisinin de buna inandığı) ve (yasak) büyük aşkı yan yana. 

P.S. Ya bir de kendisinin iğrenç ötesi dövmeleri nedir ya? yok babaannesine özenmiş de kürt kadınlar gibi dudağının altına yıldız dövmesi yaptırmış. o kadar yapay duruyor ki kendisinde. hele hele göbekteki ve bacaktaki çirkinlik ötesi dövmeler... yorumsuzum.

P.S (2) Bir de bu Hülya örneğindeki gibi, Edremit-Balıkesir-Ayvalık kökenli kimi kızların doğduğu mavi/yeşil göz, beyaz ten gibi nisbeten ayrıcalıklı fiziksel özellikleriyle cidden çirkin bir toplumda parlamalarını anlıyorum da, çevrelerinden gelen ve direkt Angelina Jolie'ye bağlanan varoş gaz iltifatlarıyla şişirilmesini feci gülünç buluyorum. Ha bi Angelina Jolie gazı, bi de Fashion TV mankeni gazı... Yarılarak güldüğüm anlar resmen... 



Tuesday, March 6, 2018

Hayat Böyle Olmalı

Hayat kesinlikle böylesine rahat olmalı. Elinde kadehinle Kodak salonundaki koltukların üzerinden atlıyor olmalısın. 

Kız güzel, Dior elbisesi  daha da güzel. Elde beyaz şarap, keşke şampanya olsa ama  o da olur.

Cheers ...
 

Cuma Eğlencesi: Oscar 2018

 Ve beklenen gün geldi... Hem Oscar töreni,hem de dükkanın en eğleceli günlerinin yazısı "Cuma Eğlencesi"nin Oscar yorumları. O kadar uzun zamandır Cuma Eğlencesi yazmıyorum ki bu Oscar törenin sümsüklüğü ve kötülüğü karşısında artık dayanamadım, girişiyorum. 

Taşıyanın adını bilmediğim ama tasarımcısını bildiğim elbise. Gianbattista Valli Haute Couture. Rengi hariç bayağı güzel ama renk büyük ofsayt. 
 


Hah işte, hiçbir şey ifade etmeyen sıradanlıktan patlayacak derecede sıkıcı bir insan ama bir yandan o kadar da şanslı ki şu hayatta hala Oscar'lara davet edilebiliyor, insanlar buna giysin elbise veriyorlar. Allah'ım Atelier Versace giymiş bir de. Karşınızda gerizekalı ötesi kocasıyla yaşayan vasatların prensesi Jennifer Garner




 Adını bilmediğim tipini bildiğim I, Tonya 'daki rolüyle canım Mary J Blige'ın heykelciğini kapan aktris. Boklayacak hiçbir şey yok, gayet güzel gayet çekici. Yeni nesil tasarımcılardan Reem Acra giymiş, elinde de nal gibi logosu ile Roger Vivier çantası ile.

Valla ne Maya Rudolph'a ne de elbisenin tasarımcısı Valentino hayranlığımdan değil de sadece Maya'nın annesi, pek şahane ve çok erken yaşta hayata veda etmiş Soulshine'da sıklıkla çaldığım Minnie Riperton 'a olan sevgimden koydum. Ha elbise güzel, fazla kapalı ama dikkat çekici. Tabii bunların yanında Mayacığım pek değil ama yapacak bir şey yok, hayat bu. Bir de bu kıyafet ile fazlasıyla Marina Abramovic'e benzemiş. O da iyice delirdi botoksla filan belki deşerim o konuyu da bir gün. 

 İşte hem marjinal hem prenses havalarındaki sıkıcı ama eminim bir o kadar bitchy olan kızlardan. Adını bilmiyorum da aileden varlıklı NY'lu kızlardan, Girls'te oynuyor. Armani Privé Couture. Bilmem, elbette çok güzel elbise de yani işte fazla derli toplu fazla güzel. 

Valla geçen senelerin yıldızı, Oscarlı oyuncusu Emma Stone bu yıl sanki  küsmüş gibi, biraz suratsız, biraz özensiz olmuş. Üzerindeki Louis Vuitton nedir ayol? Ben bunu işe giyerim o kdar sır? Kesin bir şey var. Louis Vuitton da fransızların epey burun kıvırdıkları bir markaları. Michel 'in Emmanuel Macron'nun karısı Brigitte'in cumhurbaşkanı eşi olarak Dior değil de Louis Vuitton giymesini eleştirdiğini hatırlıyorum da...Evet, gayet varoş bulunuyor LV. Futbolcu karıları filan giyiyor.  Ben mi? Eve sokmam...

Evet, Harvey Weinstein ayısının kendisiyle yatmadığı için yasaklılar listesine soktuğu oyuncular yavaş yavaş lige döndüğü gibi Oscar'a da gitmişler. İkisi de gayet güzel, diyecek bir şey yok.


Belki de en güzel elbiselerden biri Kelly Ripa'nın elbisesi.


Evet herkes Emily Blunt'un bu 19.yy elbisesini beğenmiş, zarafet ile etiketlemiş. Ben nefret ettim. Acayip zorlama ve gereksiz. Ayrıca saçların rengi filan facia.  



Ve kaderde bu dükkanda Oscar yazısını bu kadar facia bir elbise ile bitirmek varmış... Selma Hayek ve Gucci Custom elbisesi. Aman yarabbim...Kocası Kering grubunun sahibi yani Gucci gibi onlarca lüks markanın sahibi olan Selma Hayek için özel dikilen elbise. Evlerden uzak, herkesten uzak. Cidden avize gibi olmuş. Ben en azından avizeyi kulaklarıma takıyorum, giymiyorum....







Wednesday, February 7, 2018

Arada Yaşananlar: Şili ...



Yalan değil, fantastik hatta şahane geçen Şili macerasının üzerinden tam 1 ay geçmiş de ben daha burada bahsetmemişim bile. Eskiden böyle şeyler düşünülemezken bugün değil düşünmek, aklıma dahi gelmiyor. Neymiş bir kez daha görüyoruz ki, her şey değişiyor şu hayatta. 

Peki Şili'ye geri dönersek ... Öyle böyle değil, 25 saatlik uzun bir gidiş dönüş yolculuğunun hedefi. Bir de tabii asıl arkadaş ziyareti. Aynen. İnsanın üniversitede beraber okuduğu, sonrasında da farklı milletlerden olunmasına, farklı coğrafyalara yaşamalara rağmen koparmadığı arkadaşları varsa işte ya vaftiz anne filan olunuyor ya da gidip ziyaret ediliyor. İlk olasılık Carlo ile zaten bir ömür boyu sürecek gerçeğe dönüştüğü düşünülürse geriye ziyaretler kalıyor. 
Aynen Jules ile Elisa 'yı Santiago'da ziyaret gibi. 

Sıra ile madde madde gidersek bebeğim;

- Santiago, Şili cidden çok ama çok uzak. Bunu yaptıktan sonra ben artık dünyanın her yerine uçarım. Şimdi üşenmedim baktım; Melbourne 20 saat, Cape Town 11 saatmiş. Hadi Melbourne, Santiago ile aynı fantastiklikte ama Cape Town, bildiğin çerez patlamış mısır tadında. Direkt uçuş olmadığı için İstanbul-Amsterdam-Buenos Aires-Santiago güzergahı evlere şenlik in, bin, dur, kalk, kemer bağla, kemer çöz, uyu, uyuma, yemek ye, su iç, tuvalete git, kulağına tıkaç tak, film seyret, çinlilerin susmasını dile derken geçip gidiyor işte. Zaten geçip gitmeyip ne olacak ki? Ama uçaktan korkan birisi için akıl karı bir iş değil. Kesin her seferinde panik atak geçirir, ortaya bir yere atar kendisini. Uçak korkusu olmayan ve adımımı attığım anda uyuyabilen biri olarak çok önemsemesem de dönüş yolunda Çinliler yüzünden uçağın deli gibi yüklenmesi ve Çinlilerin bir türlü koltuklarını oturmaması sebebiyle kalkışın gecikmesi aklıma Aaliyah'ın overloaded uçağın düşmesi sebebiyle ölmesi ve Uruguay rugby takımının meşhur And Dağlarına çakılması ve yolcuların hayatta kalabilmek için ölüleri yemesi gelmedi değil ama işte olmadı. 

- THY uçmadığı için KLM ile gidip neden ben KLM ile uçmuyorum diye düşünmedim de değil. Evet, yemekler matah değil de yani THY insanda antipatik duygular uyandırıyor. Her şeyi ile.  

- İstanbul buz gibi kışı yaşarken orada havanın 30 derecenin üzerinde olması şahaneydi. 

- Yemekler gayet güzel ama fazla et ve mısır. Deniz mahsülleri ise harika olmakla beraber çiğ yenmiyor. Nedense üzerine peynir meynir gibi şeyler ekleniyor ki bence gerek yok. Ohhh çiğ istiridye filan nasıl da yerim ( gerçi sünniler sevmiyor hatta sevmemekle kalmayıp bunu dinen yasaklıyor filan. gerizekalılar). Ama burada tanesi 8 liraya kadar çıkan avokadonun orada kilosu o kadar. Veya canım yaban mersinleri...burada 100 gr 15 lira, orada kilosu 2 dolar. Ve o kadar lezzetliler ki...

- Evet, şaraplar gerçekten çok güzel. Bir de sevenler için tatlılar. 

- Julien ile günler boyu aynen üniversite öğrencisi gerzekliği ve salaklığında saatler geçirdik. Bayağı Strasbourg'daki gibiydik. Asıl bomba: Petrus'un çocuğunun olması. Şok şok şok. Acayip dalga geçtik.

- Ayrıca çok acayip rüyalar gördüm. Çok fazla geldi her yerde Petrus.  

- Valparaiso ve o kıyı şeridi insanı gayet Güney Amerika'da hissettiriyor. Santiago büyük şehir, her şey var, çok kozmopolit, çok hareketli. Ama ufak yerleşimler muhtemelen daha çekici daha cezbedici. 

- Hayat güzel. Belli ki travmalar yaşanmış atlatılmış ama hafif ve güzel bir hayatın peşindeler. Elbette Güney Amerika denilen yer koskoca bir kıta ve farklı onlarca toplum ve etnisiteden oluşuyor ve genellemek manasız. Ancak bu tarafta yani Şili, Arjantin vs tarafından her şey başka bir denklemde. 

- Meşhur stadyuma yani Pinochet'in darbe yapıp solcuları, solcu öğrencilerin, sendikacıları vs işkenceden geçirdiği stadyuma gittim. Biraz J.A. & F.A.'nın zorlamasıyla desem yalan olmaz çünkü onların hissettiği ile benimkisi çok farklı. Julien de gitmemişti, beraber gittik. Garipti. Çünkü gündelik hayatın devam ettiği, hala milli stadyum olarak kabul edilen, maçların, çeşitli sportif müsabakaların yapıldığı ve şehrin ülkenin akışında gayet önemli yer tutan bir stadyum. Ama bir tribün hala o günlerin anısına dokunulmamış vaziyette duruyor. İçinde fotoğraflarla, mermi izleriyle, kırık dökük hali ile. 

- Pinochet, Evren filan tamam bunlar bir şekilde yargılandı, itibarları zedelendi de yani noldu? Hepsi 90'nına kadar yaşadı bir bok da olmadan öldüler. 90'nında hapse atsan ne olur, atmasan ne olur? Olan sadece genç, pırıl pırıl beyinleriyle sadece daha iyisini daha eşitlikçisini isteyen filizlere oldu. 
Bilmiyorum, bazı kötülükler çok uzun sürüyor ve hiçbir şekilde kötüye bir şey olmuyor. Eeee adalet neresinde bunun? Burada, bu dünyada olmadığını biliyoruz da ilahi adalet gerçekten var mı?

- Ama her şey bir yana, I heart my friends ve iyi ki de gitmişim. 






Wednesday, January 31, 2018

Cool in the air ...


Bir şeyler hafif olmalı değil mi? 

Hafifliğe, keyife, mutluluğa, sevinçlere ihtiyacımız var. 

Müzik... Evet, kesinlikle.
Edebiyat...Net, kesinlikle. 

Ha evet, gerzek "All You Need Is Love" durumu değil belki ama yine de biraz kıymet, biraz saygı, biraz özen her şeyi daha kolaylaştırabilir. 

Monday, January 1, 2018

31 Aralık

Güzellikler, mutlu, sağlıklı günler dileyelim mi? Neden olmasın? Zaten bok çukurundayız belki şans güler bize. 

P.S. Bir tane sığır var (tabii ülke o kadar zengin ki, sayıları binlerle ifade edilir de bu yine biraz ilginç), çıkmış evin damına Noel Baba'yı bekliyormuş. Beklemek yetmiyormuş, gelince de "imana gel" diyecekmiş... Benim bir dileğim daha var; oksijen israfı olan bazı insanlar mümkünse en kısa zamanda dünya üzerinden silinsinler, ölüp gitsinler. 

P.S. (2) Yine bu sığırlara inat gayet güzel eğlendim. Hem de beklenmedik şekilde. Güzel de içtim. Ohhh. Daha ne?