Friday, October 31, 2008

Hayat denilen şey

Hayat ne garip şey. Ne kadar beklenmedik bir şey.

Daha sabahın erken saatlerinde kıpır kıpır neşe içerisinde konuşurken komiklik yaparken 1 saat sonra gelen kötü haber. Belki beklenendi, belki ailesi kendisini hazırlamıştı, belki "havanın güzel olmasını umuyorlardı", belki artık daha fazla acı çekmesini istemiyorlardı ama yine yitip giden biri daha oldu bu yıl içerisinde.
Bazen korkuyorum sabah çok erken veya gecenin bir yarısı gelen telefonlardan. Hele bekleme hali olunca iyice geriliyorum her an o haberi verecek telefon gelecekmiş gibi bekliyorum. Bu sabah bekledim-garip bir şekilde- az önce de telefonu geldi.

Ne garip şey şu hayat.
Ne acı şey şu hayat. Ya da ne kadar acımasız şey şu hayat.

Thursday, October 30, 2008

"Vah vah" insan kareleri


İşte o çok sıradan çok alışıldık çok tanıdık gelen türk insanı kareleri. Hatta bürokrat kesitleri. Herkes bir yalaka, herkes bir el pençe, herkes bir korkak, herkes bir yavşak, herkes bir mazlum, herkes bir "kimse bizi sevmiyor", herkes bir "ağlak", herkes bir hin, herkes bir fırsatçı, herkes bir "sayın başkanım, sayın valim, sayın bakanım", herkes bir cins.


Ben çok utanıyorum böyle kareler gördüğümde. İnsana, insanın kişiliğine yakıştıramıyorum. Neden bir insan bunu yapar ki? Neden bir insan bunu yaptırtır ki?

Kriz ânı

Feed me! Calm me down with chocolate. Feed me-again and again.


Wednesday, October 29, 2008

Fantastik diyaloglar VI

Geçtiğimiz hafta çeşitli doktor ziyaretlerinden sonra ortaya çıkan tıbbi durumlara dair kadim dostum Sekvotka ile gerçekleşen konuşmadır. O günden beri halen hatırladıkça aklıma geldikçe gülmekten yerlere yatıyorum, tanıdığım herkese de anlatıyorum.

anotherstar- ...... ya işte paşam, durumlar böyle
sekvotka- hmm peki çocuğun ismini ne koyuyorsun?
anotherstar- aahahahaah bilmem istersen seninkini veririm.

Kendime hatırlatma

- Şekeri, reflüsü olan bir insan olarak şekerli içkilerden uzak durulmalı. İçki karıştırılmamalı. Edeplice içilmeli.

Do you remember?

Tuesday, October 28, 2008

Bitti derken yeniden


Bazı şeylere bitti denilir ama bitmez, her daim yeni bir başlangıç ile geri döner. Belki biraz farklı belki biraz uzak belki biraz derin belki biraz soğuk belki biraz güzel belki biraz can belki biraz... olarak geri döner. Biz de öyle döndük. Döndük ama ne zamana kadar? Bu seferki ilişkimiz ne kadar sürecek? Gün içerisinde kaç kere nasıl olduğunu merak edip ilgilendiğimiz, kimi zaman küçük notlarla süslediğimiz, ara ara ihmal ettiğimiz ilişkimiz ne kadar daha devam edecek? Bizim dışımızda gelişen olaylar sebebiyle kesintiye uğrayan ve hatta biten ilişkimizin hali ne olacak?

Bilmiyorum. Bilememek, emin olamamak, muğlakta kalmak ilişkilerde yaşaması belki de en sevimsiz hal. Ama işin gerçeği şu ki bilemiyorum. Bilemiyoruz. Ne ben, ne o. Hiçbirimiz bilmiyoruz. Bize hukuku değil de kanunu dikte edenlerin uygun gördüğü, izin verdiği süre kadar beraberiz.

Çok dedikodu çok olay vardı ama ilişki yeniden başlayınca heyecanlandım söyleyeceklerimi yazacaklarımı unuttum.

Thursday, October 23, 2008

Dream on # 6







Ben, Tricky ve fonda çalan For Real. Evet sabah For Real mırıldanarak uyandım. Ben sever ve beğenirim de kendisini ama ağır çirkin adamlardandır. Öyle böyle değil. Bir de kısa boylu. Ama ... Müziği, sözleri, duruşu, tarzı. Hep sevdim hem seveceğim ayrıca kısık gibi çıkan sesine hastayım.

Ama gerçekten For Real ile uyanmak ilginçti. Daha önce burada sözlerini yazmıştım yinelemeyeceğim gerek yok ama güzeldir.

Tuesday, October 21, 2008

Wish list # 12

Sahip olmak istediğim kız değil, şapka. Brixton Ltd. diye bir marka. Pek bir beğendim. Hatta kış mevsimi için siyah üzerine beyaz bantlı olanlardan istiyorum.

Şapkanın taşıyıcısına gelirsek bence çok hoş bir kız. Poz zaten ayrı bir hoş (ki böyle bir pozda herkes bu kadar seksi ve güzel gözükebilir) ama kız tamamdır. Bazen böyle resimler gördükçe saçlarımı uzatsam mı diye düşünmüyor değilim hani. Uzun saçlı bir şekilde salınırım alemlerde, sokaklarda, mekanlarda, hanelerde, odalarda...

Kız cidden güzel, yineliyorum ve bitiriyorum.

Monday, October 20, 2008

Hmmm


Take me to the café where we used to meet, where the good things happen over coffee, paradise city where the grass is green and the girls are pretty...

Friday, October 17, 2008

Cuma bombası

Gördüğümde inanamadım. Hani anladık güzel kadın hoş kadın zengin kadın sevimsiz kadın ama bu kadar facia bir kıyafetle gördüğüm bir kadın değildi. Bu nasıl bir kıyafet, nasıl bir göğüs patlaması nasıl bir straplez yaka nasıl bir kendini aynada görmezlik nasıl bir ucuz görüntüdür?
Acaba "yaşlanıyorum gençlerden eksik kalmamalı kendimi mutlaka göstermeliyim" düşüncesine mi kapıldı koskoca Elizabeth Hurley? Bilemedim ama kendisi diyarbakır karpuzu şeklinde bombaları ile cuma bombasıdır, onu bilir onu söylerim.

Cuma eğlencesi # 26

Çok komik ve çok eğlenceli bir resim. Hamile bir Naomi Watts ve adını unuttuğum sevgilisi. Yer New York sokakları ve altlarında vespa çok kool bir şekilde dolaşıyorlar. Kesinlikle yapmak istediğim. Evet, şu kare bana gayet uygun. Çalışmalara başlayayım artık.
Yüce şahsiyet Madonna tam da kocasından ayrıldığı haberini doğrulamışken kendi filminin galasına katıldı. Elbisesi güzel de öyle matah değil bence. Ayrıca facelift'i ne yazık ki işe yaramadı bence. Çok gergin çok pürüzsüz duruyor ki değil 50 yaşındaki bir insanın 25 yaşındaki gibi bile durmuyor. Sanki çocuk cildi gibi. Ama garip olmuş yaşı, bedeni, gözlerinin yaşamış ifadesi ile. Ama seviyoruz kendisini o başka.
Filmin galasındaki Madonna dostlarından manken Erin Wasson. Ayakkabıları hariç gayet güzel bence. Uzun ince bir de göğüssüz olunca giyilip klas bir sansasyon yaratacak bir kılık. Saten doku itibariyle zaten hoş bir duygu veriyor insana, bir de sanki üzerinde bir şey yokmuş bir kıyafet daha da eğlenceli.
Kim bilmiyorum ama eteğine bayıldım. Bulup almak istiyorum o kadar dore seven beğenen bir insanım. Ha aldım giydim çıktım nereye gideceğim? Yan'a mı, Roxy'e mi, Şamdan'a mı, Cristal'e mi? Hepsine aynı gece gitsem kaç yazar? Hepsi ehvenişer, hepsi ortalama mekanlar, hiçbiri "aman yarabbim burası nedir böyle" dedirten bir yer değil. O yüzden başka yaşamlar olması lazım, başka şehirler başka mekanlar gerekiyor.
Vogue insanları bir arada. Normal kıyafetler öyle ahım şahım değil ama Anna Wintour'un giydiği nedir? O çizmeler nedir ( bu arada sivri burun ayakkabının geri geldiğini net bir şekilde görüyoruz ki benim için hiç gitmemişti) ? Elbise de pek olmamış ebruli desenler karmakarışık filan. Sıkıcı bence.

Güzeller güzeli Hana Soukupova geri dönmüş (güzeller güzeli de bazen o kadar beğenmiyorum. fazla sıradan fazla bebek yüzlü geliyor ama diz kapakları zaten efsanevi). Elbisesi bacaklarının tüm güzelliğiyle çıkartmış ama elbise o kadar güzel değil. Transparan kumaş olmamış ama Hana'da iyidir, çantası filan tamamdır. Bitti gitti bu eğlence de.

Thursday, October 16, 2008

Sıfat, tanım neyse ne

Bazı sıfatlara, bazı tanımlara ifadeleri müthiş beğeniyorum, söyleyeni ise tebrik etmek istiyorum.

Bugünkü beni benden alan tanım "wine porn".

Gerçekten de son yıllarda herkes bir şarap uzmanı, şaraptan anlayan yüce şahsiyet halinde ortalıklarda dolaşıyor (hatta şarap uzmanı değil de oenologue diyeyim tam olsun). Herkes bir Petrus peşinde, evine minik bir kav kurma düşünde ama işin gerçeği daha çok uzun bir yol önlerinde. O uzun mu uzun degustasyon yolunda da wine porn hali var, arada bir mola verdirten, heyecanlandıran, nefesleri sıklaştıran, petrus petrus diye zirveye çıkartıp inleten. Sonunda ne oluyor merak ediyorum, bildiğimiz porno gibi mi sonuçlanıyor yoksa başka boyutları var mı? Neticede porno da, deniz manzarası da aynı şey; 3 gün sonra aynı duygu yaşanıyor. Sıradanlaşıyor insan baktığı şeye. Wine porn da öyle mi?

Wednesday, October 15, 2008

Konuştuğum ama göremediğim

Kendisine kızgınlığıma "ilişkimiz bir kürk gibi. kimi zaman üzerine bir kuş tüyü düşüyor onu üflemek gerekiyor" deyip sonra kahkahalarla genelde pek söylemediği ifadelerden "seni özlemişim ya ben" diyen kadim dostum Sekvotka'ya...

Benim leopar deseni giymemden nefret etse de buluşacağımız cuma gecesi benzer bir ceket giyeceğimden Kate Moss'a itiraz etmeyeceğini düşündüm. Bir de aslında bu gece üşenmeyip giyinip kalkıp Roxy'e gitsem ne şahane olur, ama ne kadar üşengeç bir insanım ben.

Banyo nasıl bir yerdir, nasıl bilirsiniz?

.1
2.
3.
4.

Gerçek favorim 2. ama 1. de olur. Fakat çirkin ötesi ve steril erkek reklamcı tasarımı gibi duran 3.&4. 'ü almayayım alanın evinde banyo yapmayayım.

Adrese teslim


Crazy P ... live from somewhere...over the rainbow...

Beğendin mi, dear?

Mack the knife

Önce sevdiğimiz şehirlerden Barcelona 'ya gidiyoruz. Plaça del Pi'deki Ganiveteria Roca'dan bıçak alıyoruz.

Sonra tariflere göre steak tartare'ı yapıyoruz. Ki ben muhtemelen o bıçakla elimi kesiyorum ve yaraya üzerinde çizgi roman kahramanlarının olduğu çocuk yarabantlarından yapıştırıyorum ve kendimi yemek yapma işinden azad ediyorum.

Sonra ortaya çıkanı ben yiyorum. Yanında elbette patates kızartması ile ...

Ha, Frankie? Ne dersin? Haftasonu?

Aujourd'hui. Encore?

Hiç öyle bir kaytarma, hastalık vs gibi başka bir niyetim yokken kimi zorunluluklarla böyle bir durum ilan ettim kendime. Etmek durumunda kaldım.
Geçen gün R.'ye anlatıyordum "500. taşınma" halini ve onun "gerçekten inanamıyorum" demesine katılıyordum. Bizi yine taşıdılar, ki bu durumdan zaten mutsuzum ama o dert değil geçer gider ama bizi taşıdıkları yerde bir süre ısıtma olmayacakmış. O halde zaten her dakika hasta olan halimle bu duruma iyi günler ben hastayım derim, kimse kusura bakmasın.

p.s. gittik gördük tate modern'i... çabaları, niyetleri elbette takdir etmek lazım ama bizimki ile ana model olarak görülen tate modern arasında büyük fark var. almayayım alana mani olmayayım.

Tuesday, October 14, 2008

Yayınevinin eski anıları, çocukluk tanıdıkları

Çok ama çok uzun zamandır görmemiştim kendisini.

Herhalde son İletişim yıllarından beri, daha F.A. oradayken hatta kim bilir o maceranın son günlerini yaşarken görmüşümdür, sonra da sadece haberlerini almışımdır.
Kendisi bilir mi bilmem ama ben çok severim kendisini (seveni de ayrı severim).
Çocukluk anılarımdan, en sevdiklerimdendir. Gerçekten tam anlamıyla bacak kadar boyumla F.A. ile İletişim'e gittiğim günlerdeki eğlencem, benimle ilgilenen, hikayeler anlatan hatta "ne güzel, fenerbahçelisin sen" diyen insandır.

Onu en son gördüğümde ben 20 bile değil iken kendisi 30larını geçiyordu. Az önce karşılaştım. Ben 30larımdayken sanıyorum artık o 40larını geçiyor. Yıllar sonra hiç beklenmedik bir şekilde, tesadüfen yan binadaki merdivenlerde karşılaştım; onun yüzünde o muzip çocuk ifadesi, benim de saçlarım at kuyruk toplanmış hali ile aynen Enid Blyton 'nın çocuk kitaplarının kapağına benzeyen halim. Ben haliyle kendisini hemen tanıdım ama o da tanıdı (ki buna çok şaşırdım). Sarıldık öpüştük gülüştük ama nedense fazlasıyla şaşkın ve uzun bakan ifadesinden de "biraz fazla büyümüş" olacağımı düşündüm. Ayrılırken ise en kısa zamanda yani Frankfurt sonrası F.A.'nın bir davet vermesi ve de kendisinin tabiriyle "ulu çınarın gölgesi altında toplanmayı" diledik.

Kıssadan hisse Can Kozanoğlu çok sevdiğim insandır. Olmak istediğim gibi sosyologdur. Fenerbahçelidir. Çocukluk anılarımdandır. Budur.

P.S. Yine ayrılırken, ben nolcak bu FB'nin hali seyretmiyorum artık diye söylenirken teselli eden, güldüren adamdır. Seviyorum kendisini.


Sunday, October 12, 2008

Sabah kahvesinin tasarımı


"angel mug" designed by sami rinne"bat mug" designed by sami rinne
"to be or not to be mug" designed by sami rinne

Deliler gibi istiyorum. Hepsini! Angel'ı da Bat'i de To be or not To Be olanını da. Wish list değil artık bu başka bir şey.

Thursday, October 9, 2008

Wish list: peri kirpikleri



Shu Uemura.
Siparişim olsun. "görünce aklıma sen geldin" hediyesi olsun. Kabul ediyorum.

Wednesday, October 8, 2008

Mantı mı, dim sum mu?



Bence dim sum. Mantı severim ama yani...olursa yerim olmazsa da aramam. Ancak buharda pişen dim sum nedense daha çekici geliyor bana. Ayrıca acı sosu muhteşem. Doğu Türkistan tarafından geleni var mesela lazcan diye mantının kırmızı biberli sosuna benziyor. Benim için tamamdır, zaten dim sum da Doğu Türkistan mantısının (orası da zaten çin'e 10 km gibi bir şey) değişik hali).
Resimler London Calling gezisinden, PingPong Restaurant'dan. Gidilir, deli gibi yenilip içilir üzerine de biralar içilir (lütfen şarap marap almayalım dim sum yanına).

Skandal fotoğrafçı: T.R.

1.
2.

3.


4.
1. & 2. : Terry Richardson'nın Belvedere için çektiği reklam. Piyano altı ise tamamdır.
3. : Chloe Sevigny ve kocası Harmony Korine ile öpüşürken
4. : Kate Moss 1997 Harper's Bazaar çekiminde



Tuesday, October 7, 2008

Wish list # 11

Avant que je sorte pour m'amuser et je retrouve tout le monde juste un p't bout de baiser pétillant. C'est mon wish list.

Okuma listesine devam

Bir arkadaşımın bana gönderdiğinden beri ben gülüyorum, gülmekle kalmayıp herkese gönderiyorum, herkes de gülmeye devam ediyor.
Doğan Kitaplardan çıkmış, yazarı da Enid Blyton (hani afacan beşler vs kitaplarını yazan). Şimdiden alıp çocuğuma mı saklasam yazın okusun diye?




İmparatorun izinde


imparator hadrinaus'un büstü. kendisi sakal bırakan ilk roma imparatoru. sebep olarak eski yunan uygarlığına duyduğu hayranlık gösteriliyor.

*
İmparator Hadrianus 'a ilk ilgim Marguerite Yourcenar'ın romanı ile başladı. Mémoire d'Hadrien. Sonra kurgudan çıkıp gerçeği görünce (mesela pantheon) daha bir bağlandım. Büyük bir şans eseri olarak British Museum'da sergisi vardı, onu görebildim, pek bir beğendim, kendimi Hadrinaus kartpostlarına, kahve fincanlarına boğdum.
Galiba seviyorum ben imparatorluğun şaşalı ve büyük yönünü, yaşantısını...



bu da hadrianus 'un antalya'dan geçerken yaptırdığı "hadrinaus kapısı".


ingiltere'nin kuzeyinden geçerken yerel kavimlerin saldırısından korunmak için yaptırdığı "hadrianus duvarı"