Friday, April 30, 2010

Cuma eğlencesi # 6

Geç oldu belki de olmadı, belki çıkarım belki üşüdüğüm için çıkmam, belki kendimi test sorularına veririm ama cuma eleştirisini yazmadan önce ki o eleştiriye sonra geleceğim cuma eğlencesini yazıp devamı ona göre getirmek istedim. Beğenmediğim, sevmediğim ve feci sahte bulduğum amerikan mucizesi Hollywood prodüktörü ile yine bir Hollywood aktrisinin yeteneksiz kızları makrobiyotik yogi, sürekli şişmanlığından ( ki hangi şişmanlık bu anlayabilmiş değilim). şikayet eden Gwyneth Paltrow ile başlıyorum. Üzerindeki Victoria Beckham'mış bayağı da kötüymüş. Kötü renk, kötü tasarım, kötü boy.
Şaşırtıcı ama yine beğenmediğim insanı bir kez daha koyuyorum kalbim kadar temiz blog sayfama. Gayet taş gibi bir insan olan Kate Hudson ile poz vermiş üzerindeki Yemekteyiz programındakilerin dantelli masa örtülerine benzeyen elbisesi ile Amerikan mucizesi Gwyneth Paltow. Hiçbir zaman giyinmeyi bilememiş bir insan olarak aynı şekilde yaşamaya devam ediyor. Lütfen mümkün olduğunca uzakta ve ortalıklarda gözükmeden olursa daha da şahane olur.
Yetenesizlikte ve sıradanlıkta (ki bence sıradanlık bir insanın şahsiyeti düşünüldüğünde başına gelebilecek en tatsız şey olabilir)Gwyneth Paltrow ile yarışabilecek ama onun gibi zengin ve güçlü Hollywood ailesi ve yalan değil şimdi daha sevimli ve meleksi bir yüz ifadesi olmayan Claire Danes. Kendisini yaşlı mı yaşlı gösteren sarı saçları, ten rengine uymayan Lanvin elbisesi ile kötü değil, sadece sıkıcı. Keşke kötü olsaydı daha çok tepki uyandırabilirdi oysa sıkıcı olmak herhalde kayıtsızlıkla aynı şey.Nihayetinde güzel bir insan. Natalie Portman ve harikulade Lanvin elbisesi. Şu sıralar sıklıkla kırmızı giymek istiyorum sanıyorum ama tahminim aksine düşündüğümden daha az kırmızı elbisem var ki kırmızıyı çok severim, hele kırmızı ruja bayılırım ama kırmızı elbisem sanıyorum yok. Acaba doğum günümde kırmızı bir elbise mi giysem? Uuuu çok heyecanlı. Kırmızıdan gidersek tanımadığım ama deri olduğunu tahmin ettiğim kırmızı bir elbise ile Chanel gecesinde salınan bir insan. Yüzü idare eder ama bacakları tamamdır, yani gideri var. Yani elbisenin! İsmine hayranlığımdan koydum resmini, ayrıca elbise de bir bale galası için -bizim topraklarda değil de NY veya La Scala'dakilerde insanlar böyle giyiniyor- gayet başarılı. İsmi ise Fe Fendi. Müthiş başarılı değil mi? Fendi Ailesi'nden Fe Fendi. Basquiat için belgesel çekilmiş, galası yapılmış NY'da. Katılanlardan. Mankenlerden ama adını bilmiyorum isveçli olsa gerek (!), tarzı güzel ama bence şapka Borsalino olmalıydı.Asla beğenmediğim, itici bulduğum insanlardan ama burada bayağı güzel çıkmış. Üzerindekiler de güzel. Olmuş yani. Yalnız şu bir gerçek ki kollarını kapaması çok iyi olmuş çünkü geçenlerde çıkan resimlerindeki kolları çirkinlik ötesiydi O yüzden kapanmak iyi bir şeydir bazen. Bu resmi sadece kendime koydum. Fab 5 Freddy ve Shepard Fairey. Stencil sevmiyorum. Cidden. Birkaç sanatçı dışında ilgimi çekmiyor ama Shepard Fairey tamamdır. Fab 5 Freddy ve graffiti zaten tamamdır, geçiyorum. O kadar Lanvin, Chanel, people tayfası demişken bir yanımdaki içimdeki streets de sıkıntıdan patlayabiliyor. Yani fani işler bunlar moda vs. Önemli olan tarz ve duruş Hem de forever. Hayatta bir duruşun varsa bu sensindir , senin yansımandır yoksa her sezonun yükselen ve düşen değerleri var gelip geçici. Bir gün sarı, bir gün mavi, bir gün yılan derisi bir gün organik koton. Her gün değişmek mi yoksa her gün zaten engellenemez şekilde değişen hayatta belli ve haysiyetli bir duruşla durabilmek mi ?

Gece # 5




aslında beklenen e. "insan değil " ile yemek iken son anda ona gelen sürpriz ile program değişikliği ile isveçli m.'nin "sevdim bu planı ben, geliyorum akşam" diyerek gelmesi, pöti yemek mönüsü, "özlemişim koltuklarımı"," burnumda tütüyormuşsun meğer", koltuklardan yine uzaklara bakış, dedikodu, cougar maceraları, cougar avları, roma anıları, telefona ses kayıt macerası, love to love you baby, "kesin deli diyecekler", leopar ceketim, kadim dostum sekvotka için dogzstar, fantastik dogzstar merdivenleri, hiç beklenmedik şekilde soul&funk çalan mutlu eden dj, fotoşipşak, pompei mektubu hediyesi, nisbeten geç gelen b. & julius sezar, eğlence, fantastik, müzik, sekvotka 'nın doğum günü kutlaması part 1

Thursday, April 29, 2010

Sabah kool'u...

Bir anda Audrey Hepburn gibi suda olmak, dil çıkartmak istedim. Saçlarım da kısa olabilir kendisi gibi. Sabah kool'udur kendisi. Ruhum zaten sarhoş, dil çıkartmak en sevdiğim şey, havalar da ısınsın kışın, soğuk esen rüzgarların örttüğü örtü kalksın hem şımarıklık hem de koolluk durdukları yerden çıksınlar.

Nihayet

Bu yıl gecikmişlerdi. Artık geldiler. Demek ki bahar da geldi artık. Zaten bahar dediğimiz 3 gün sonrası kabus yaz sıcakları. Ama olsun. Bu yıl kış uzun sürdü, tiril tiril olalım artık, kendimizi çimenlere atalım, denize girelim, her gün "never on sunday" olsun!

Wednesday, April 28, 2010

Yakından gelen "vuvuzela" sesi

Duyduğumda neye uğradığımı şaşırdım. Anlamadım da zaten nereden ve nasıl çıkmış olabileceğini kestiremedim. Önce herhalde yakınlardaki bir yerden mandanın teki böğürüyor sandım. Devamı gelince kafamı pencereden çıkarıp tam "kim bu böğüren sesler çıkaran dallama" diyecektim ki elinde vuvuzela ile İ.D.'yi gördüm. Hemen koştum bire bir vuvuzela görebilmek ve tabii öttürebilmek için. Gelen yabancı bir tasarımcıymış, özel bir gece için özel bir şeyler yapılacakmış vuvuzela ile vs. İşin doğrusu, vuvuzeladan çıkan ses epey iğrenç bir ses. Gerçekten de ilk duyulduğunda böğüren mandayı anımsatıyor ama herhalde maçlarda etkili olabilir. Ancak yine de yanımda ötsün istemem, evime almak hiç istemem, uzağımda olsun haneme girmesin. Kısacası vuvuzela hiçbir şekilde wish list 'imde yer almayacak bir nesne olsa da dünya kupası vesilesi ile özellikle de Türkiye'de herkesin birer tane edineceğine, evinin baş köşesine koyacağına, durup durup böğüren manda sesi çıkaracağına eminim. Ha, eğlenceli mi? Evet, özellikle de üflemeye çalışırken ama sonrasında insan 1,2, 3 yeter diyebilir. Hatta demeli de.

Tuesday, April 27, 2010

Hatırlamak (or not)

Hatırladığımı, hatırlattığını unutmuşum. Oysa çok olmadı. Ya da oldu galiba. Ya da aslında kısaydı da uzun geldi ve sıktı. Kimilerinin hafızaları fil hafızasıdır ki benimkisi onlardan galiba. Ne var ki her konuda her mevzuda her şahısta değil. Bazen kendim bile şaşırıyorum ilgimi çeken-o an için belki de- en ince ayrıntısını bilip de ilgim geçince hatırlamadığıma. Sanıyorum fil hafızalı insanların unutması çok kesin oluyor. Hatta keskin. Garip şey hayat. Belki de garipliğidir onu yaşanır kılan.

Aslında bayılırım, çok severim. Hem de ta çok eski günlerden beri. Ancak unutmuşum. Elbette ne kadar bayıldığımı değil. Bayıldığıma bir şekilde bağlananı unutmuşum. Oysa duyuyorum ara sıra ve hiç farkına varmıyorum sadece SP'den beri bayıldığımın idrakinde oluyorum. Demek ki iyice unutmuşum. Az önce yine duydum, her zamanki gibi tebessüm ettim, düşünmeden hissetmeden sadece bayıldığım ama sanıyorum o anda okuduğum gazetedeki bir alıntı anımsattı ve hatırladığımı unuttuğumu anladım. Çok güldüm. Hatırlamadığıma, unuttuğuma, hayatın döngüsüne . Yapacak bir şey yok, that's life.



Eminem - Sing For The Moment
Uploaded by stiki23. - See the latest featured music videos.

Gidip geldikten sonra


açılışı gattuso ile yapıp totti ile bitirmek güzeldi: roma-yine, yeniden, del piano ve belki de hayatta yediğim en güzel pizza, caprese, prosecco ( forever), peroni, nastro azzuro, p. navona, p. poppolo, gusto, tiramusu, tazza d'oro (belki de içtiğim en lezzetli kahvenin yeri. evet, bunu ben söylüyorum, kahveden anlayan, nescafe'ye, starbucks'a kahve demeyen ben), SPQR, napoli, pompeii, graffiti writer:folle, sunday fiesta:porta portese ve funky sicilian djs, average white band "pick up pieces"-this is for you- maneabrea bira, sette oche, via salumi, "monti ", "trastevere", "yahudi gettosu", kosher bar, borsalino (*2) ve tarifsiz mutluluk keyif, kıymet ettiklerine kıymet göstermek ...

Wednesday, April 21, 2010

23 nisan kutlaması

En sevdiğim bayram 23 nisan. Kutlamalara yukardayım.

R.I.P

ne yazık ki gidenlerden biri daha. Guru of Gang Starr. kaç tane bling bling'e inanmayan hip hopçı kaldı ki şu dünyada.



Monday, April 19, 2010

Geri dönen "sunshine boy"




Roma, Lazio 'yu yemiş bitirmiş, bebeğim Totti coşmuş, yine itliğini yapmış. Seviyoruz kendisini. Biliyorum ihmal ettim ama takipteyim yine de kendisini. Ne var ki kendim itlik peşindeyim; yeşil çimenler üzerinde en az Totti cinsine yakın itlerle beraberdim, ruhum it, görüntüm cougar olarak geçip gidince hayat ihmal oluyor elbette.
whatever...
I love you Totti ...

Sunday, April 18, 2010

Neden olmasın?

Dünden beri aklımda da bir türlü koyamadım, vaktim olmadı, halim olmadı, takatim olmadı. Bari bugün koymuş olayım, "neden olmasın" diyeyim.

Yıl 1967, Jimi Hendrix, Axis: bold as love, Little Wing



well, she's walkin' through the clouds
with a circus mind, that's running wild.
butterflies and zebras and moonbeams, and uh fairy tales.
that's all she ever thinks about.
riding with the wind.
when I'm said, she comes to me
with a thousand smiles, she gives to me free
it's alright she says. it's alright.
take anything you want from me, anything. anything.
fly on, little wing.
yeah yeah yeah.

Friday, April 16, 2010

Cuma eğlencesi # 5

Sabahtan beri süren toplantılar ki bence işyerlerinde bu kadar toplantı yapılıyorsa iş yapmada sorun vardır. Tükendim bittim, karşımdakinin sürekli saçları ile oynayan kız çocuğu gibi konuşan olması daha da tüketti ama yapacak bir şey yok; alınmış işe iyi de, deli gibi de yüksek maaşı ile arabasını da veriyorlar, demek ki ben bir boktan anlamıyorum. Cuma eğlencesi hariç...
Sadece leopar olduğu için koydum. Forever leopar ama nedense adını unuttuğum aktrisin üzerinde tam olmamış. Yani olmuş da olmamış. Herhangi bir falso herhangi uyuşmazlık yok ama sansasyonel leopar etkisi olmamış.Helena Christensen. Kendi güzel elbisesi güzeli. Gençlerin en sık kullandığı tabir ile "her türlü gideri var". Bazen o kadar komik ve garip laflar duyuyorum ki yeni nesil insanlardan ama pumayım, cougar'ım yani dert değil hemen kapıyorum öğreniyorum kelime dağarcığıma da ekliyorum.
Terry Richardson'nın yaptıklarını sevsem de, fotoğraflarını deliler gibi beğensem de ortaya çıktı ki kendisi iğrenç ve tacizci bir adam. Yanında çalışan asistanlarını, resimlerini çektiği modelleri taciz eden, sözleri ve hareketleri ile rahatsız eden bir insan. Şaşırtıcı mı? Değil herhalde yine de garip gelmiyor değil.
Resmi görünce LL Cool J geldi aklıma. Daha doğrusu ismin açılımı yani Ladies Love Cool J. Burada da ladies love Zac Posen. İyi modacı iyi tasarımcı bence bazı elbiseleri fazla fazla. En soldaki Selma Hayek bayağı güzel bir kadın. Saçlarını da yine küt kestirmiş ve yine çok güzel olmuş. Yanındaki çirkinlik abidesi ifadesiz kendini moda ikonu sanıp da giyinip çıkan Claire Danes ve nedense güzel mi çirkin mi tarzı olmayan olduğuna karar veremediğim Maggie Gyllenhall. O yüzden her daim güzel her daim tarz olan forever selma diyoruz.
Off. Beğenmediğim ve nasıl bu kadar hayranı olduğuna, insanların kendisini deliler gibi beğendiğini anlamadığım kadınlar listesinde herhalde bir numaramdır. Kabus bir tip. Zaten ezik görüntülü ve zaten ten rengi beni aşar, ama bir de kırmızı ruj sürmüyor mu? İşte yani, moda açısında ölümcül hatalardan. Koyu ten renginde kırmızı/bordo neyse o renklerdeki rujlar hiç güzel durmuyor. Ama işte kendisi dünya güzeli ilan edilmiş, olmuyor diyemiyordur herhalde kimse kendisine. Üzerindeki Derek Lam elbise olmuş mu? O mürebbiye duruşu ile hiç mi hiç olmamış.
Çirkin sayılabilecek bir surat, taş gibi bir vücut ve muhteşem bir elbise. Şu elbiseyi şöyle taşıyabilecek tüm kadınlar lütfen giyip çıksınlar.Sadece güzel elbiseler güzel pozlar olduğu için koydum. Ve muhtemelen de hayat da güzel. la vie est belle, n'est-ce pas? Elle est dure mais elle peut aussi etre si belle, si délirante. On en sait jamais. Güzeller güzeli Julia Roistein-Roitfeld. Ve tamamdır bu post da gider, gece başlar, herkese, her şekilde, her tercihte, her daim; ne var ki gözükmeyeni, ortalarda dönmeyeni yok sanmamak lazım bu hayatta.

Tuesday, April 13, 2010

....

"her türlü gideri var".

Böyle laflar eden iğrenç insanım.
Böyle laflar eden iğrenç arkadaşlarım var.
Vandalız ve farkındayız.

Sunday, April 11, 2010

Pazar motto'su


margo channing (bette davis) - "I detest cheap sentiment".- all about eve, 1950, dir. joseph l. mankievicz

gerçekten de ucuz duygusallıklardan, dostluk ve aşk ifadelerinden uzak kalayım, hiç almayayım. ama artık tüm duygusal söylemler o kadar ucuz ki ...

ve tüm bu konulardan bağımsız olarak daha şahsi bir motto duydum ki cuma günü ne yapacağımı bilemedim gülmekle hayranlık arasında bakakaldım kendisine.
- şu anda beni deli ediyorsun!
ve elbette bunu söylerken dişlerini sıkıp yanaklarında çene hareketini unutmamak lazım.

fantastik bermuda şeytan üçgeni'mi seviyorum.

Never on sunday: "all about Eve"


Eski Yeşilköy günlerinde ilginç olarak bir rock dergisini karıştırırken ilk kez rastlamıştım "All About Eve" başlığına, ismine. Bir rock grubuymuş (ki dinlemişliğim yok) ama asıl eski bir Hollywood filmiymiş diye o zaman bir şekilde öğrenmiş (ki o zaman da internet yok, sözlük yok, herkesin atıp tuttuğu wikipedia yok) ve bir şekilde aklımda kalmış. Hiçbir zaman baştan sonra seyredememiş olsam da filmin konusunu, Eve isimli o çok iyi, o çok yıpranmış, o çok mütevazi, o çok iyi niyetli karakterin asıl içini biliyorum ve gerçek hayatta da her yerde, herkesin her an karşısına çıkabilecek, onu ve özellikle de etrafındakileri kandırabilecek Eve karakterli insanların mevcutluğunu görebiliyorum. Bugünler de tam da Marilyn Monroe 'nun hayatı üzerine kurgulanmış bir romanı okurken ve hatta bu sabah televizyonda film olarak tekrar karşıma çıktı All About Eve. Eski ama güzel filmlerden. Belki bugünlerde kimse böyle filmler seyretmeyebilir çünkü hareket yok, efekt yok, oyunculuk daha ön planda ama güzel film. Bette Davis zaten müthiş oyuncu. Ama Eve karakteri ne kadar iyi niyetli ve ne kadar sinsi...
Tesadüf demişken bunu da söylemem lazım. Manasız ve samimiyetsiz iş hayatında aramıza yeni katılanların en bombası, en sahtesi, en çocuk gibi konuşanı, en yalan söyleyenine ilk geldiğinde takma isim bulduk . "Havva". Yani Eve. Peki bu kadar mı uyar bu kadar doğru ifade eder ve bu kadar mı düşünmeden yapılan bu kadar güzel bir tesadüf olur da kahkahalar attırır? Seviyorum tesadüfleri. Ara sıra delirtseler de beni seviyorum, yalan değil. İnanıyorum da.
Hadi never on sunday... Sinema günü olur bu never on sunday günü...

Sunday, April 4, 2010

Gece # 4


urban, helvetica a. & s., sekvotka, evliya gibi adam pek sevdiğim n., ilerleyen saatlerde gelenler, eklenenler, yenilen yemekler, doymayan bizler, doymayan helvetica a., önceki gecenin vandalizm anıları, gecenin pazara geçmesine dakikalar kalan gelen şok edici mesaj, "oo bebeğim", heyecanlı dakikalar, kool dakikalar, kalkış, devam, yan, ayrılış, aşağıya iniş, e. insan değil, şefkatli dakikalar ve yine "bermuda şeytan üçgeni" tamamlandı, oluşturuldu. her gün yeni bir gün. hem de fantastik olanından.

p.s. garip şey arkadaşlık. kimi en uzaktayken en yakının oluyor, kimi en yakındayken en uzağın oluyor. forever olma işi ise böyle böyle çiziliyor sanki. forever helvetica!

Saturday, April 3, 2010

Gece # 3


isviçre gibi sıkıcı bir ülkenin zurich gibi sıkıcı bir şehrinden gelen çook sevdiğim deutsche schule insanlarından a. & s., cavit'te yemek, masanın ikiye ayrılmış neredeyse sodom ve gomore kadar farklı iki kısmı, sekvotka, s., ve yine deutsche schule "vandal" sınıf arkadaşları, masada vandalizm, jartiyer, arkadaki masadaki yine bir alman liseli vandala tezahürat, ve nihayet uzaklanış, yıllardır gidilmeyen garip yer mono, kabus müzikler derken yine harikulade fantastik dostlarla geçirilen fantastik bir gece...

p.s. alman liseliler kadar vandal bir topluluk olamaz herhalde. galatasaraylılar kendilerini her daim serserinin kralı ilan etseler de beyoğlu'ndaki yabancı okullar arasındaki en vandal öğrenciler alman'lılardır. seviyoruz.


p.s.(2) her daim fantastik insan olan a.'dan bomba: "ne renk?" . aslında sormak istediği çocuğun cinsiyeti. evet. farkındayım j.a.'nın her daim dediği gibi "deli bir tane olsa baklava börekle besleyeceğim"