Sunday, July 30, 2017

Never On Sunday # 2


(Dış dünyadaki) Her şeyin bok gibi olduğu, eldeki sahip olunan bütün güzelliklerin yok olmasının bir an meselesi olduğu, müthiş sıkıcı ve gerizekalı bir toplumsal hayatta yaşarken bazı duygulara, bazı hafifliklere, bazı keyiflere erişim her daim kolay olmuyor. 
Ama yine de bir şeyler tamamen yok olmuyor, bir yerden bir filiz yeşeriyor ve güldürüyor. 
İlginç bir şekilde bugün öyle bir gün oldu. Sabahtan beri. 


Gerçi dün gece Sabahattin dönüşü sahilde U., Muzo, #8, hep beraber yürürken duyulan ağır iyot kokusu bu hafifliğin, tiril tiril ruh halinin ilk habercisiydi sanki. Öyle olmalı çünkü o kadar taze bir kokuydu ki... Üzerine bir de sabah, şehrin bütün gürültüsüne, betonlaşmasına, her tarafın hafriyat kamyonlarıyla çirkinleşmesine, İstanbul'un tüm cazibesini kaybetmesine rağmen yine de balkondan gelen çiçek kokusu ve -komik ama gerçek- kuş sesleri bir anda her şeyi değiştirdi, günü tam anlamıyla never on sunday haline soktu. 

O kadar şaşırmışım ki kendimi gülerken yakaladım. 

Diyeceğim şu ki; kendi küçük dünyamda her şey gayet iyi gitmesi ne yazık ki toplumsal hayatın her saniye çirkinleşmesi hatta leşleşmesini engellemediği için böyle hisler artık eskiye nazaran daha az daha seyrek varlığını hissettiriyordu. 

Bugün böyle bir şeydi. Onca zaman sonra güzeldi. 

P.S. Borsalino'm kırıldı. Yani kırılmadı da minik yırtıldı. Ara ara buhar tutmak gerekiyormuş gerçi 7 yıllık şapka ama işte yırtığı nasıl hallederim diye ararken youtube'dan öğrenmek ilginç oldu. Bir şekilde etamin kumaş bulmam lazım ama nasıl olacak bilmiyorum. Tam Nice öncesi biraz mutsuzum ama halledeceğiz bir şekilde. En kötüsü Roma 'ya giden olursa siparis vereceğim. 

Viva Never On Sunday ...












Monday, July 24, 2017

Gerçek Summer Breeze Mutluluğu: "Apéro"

Yani un apératif ou familierement un apéro est une boisson servie avant le repas dans certaines cultures afin d'ouvrir l'appétit

Yazın en sevdiğim olayı işte bu "apéro". Gerçekten de son birkaç yıldır yaz demek apéro demek benim için. Yukarda tanımı da var, ne olduğunu da anlatıyor. Neden diğer mevsimlerde de apéro takıntısı geliştirmiyorum bilmiyorum ama yazın nedense her gün apéro ile yaşamak, her günü apéro ile olayı bitirmek istiyorum. 

Belki de son beş yıldır yaz aylarının ilk günlerini Virginie ile geçirmektir bunun sebebi. Neticede onun da, benim de olayımız akşam yemekten önce "apéro" saati, sonra da ailecek gidilen yemek. Oradayken evet, tercihimiz şampanya etrafında şekillenen bir apéro saati. Neticede fiyatı makul kendi halinde Fransızların milli içkisi. Burada ise yalan değil kıyamıyorum şampanyalarıma, o yüzden en sevdiğim ikinci apéro içkisi cin tonik 'e dayanıyorum. Ah, canım cin tonik; ama lütfen Hendricks olmasın, Bombay da kalalım. Tamam şişesi güzel ve tasarım da tadı kötü. Minik krakerler, biraz fıstık, belki biraz -ama her zaman değil- peynir ve artık ne içilecekse. 

Apéro ciddi bir keyif, ciddi bir mutluluk. Yazın tiril tiril haline o kadar uygun ki... Hele bir de bizim bok çukurunda yaşayanlar için apéro resmen mutluluk saati.





Saturday, July 22, 2017

Arada Yaşananlar # 6



Temmuz ezelden beri sevdiğim aylardan değil, keza ağustos da. Aynı şekilde Temmuz ve Ağustos ayında doğup sevdiğim insan sayısı da bir elin beş parmağını geçmez; ki bu harika bir şey, böylece feci sıcak gecelerde boğucu doğumgünü kutlamalarına gitmiyorum. Ayrıca bu yeni yazım kuralları gereği ay isimlerinin özel isimmiş gibi büyük harfle yazılmasından ise hiç hoşlanmıyorum.  

whatever.

Zaten sevmediğim Temmuz ayı geçen seneden beri ise iyice kabus bir ay haline dönüşte. Tedirginlik, mutsuzluk, baskı, korku, hayattan bezginlik hepsi bir arada temmuzda toplanıyor, yükseldikçe yükseliyor. 

Biraz #8 'in Ağustos'a kaydırmayı beklediği planlarını öne aldırmış olsam da  ay ortasında bir anda şehirden, İstanbul'dan gitmek şahane oldu. Sadece birkaç günlüğüne de olsa cidden müthiş oldu, nefes aldırdı, o manasız ama süslü ve boyalı aptallıktan, sahtelikten, kötülükten uzaklaştırdı. 

İşin içine Merso ile biraz da arkeolojiyi ekleyince, yüreğim yaz akşamlarının "apéro saatini" bekler oldu. 

Sabah yolculuğu, araba yolculuğu, heyecanlı ve komik ama yer yer kavgalı gidiş yolculuğu deyip Efes'e, Efes Antik Şehri'ne varış, şehrin güzelliği, müzenin güzelliği, tepede güneş 45 derece olsa da o sıcakta manasız itişmeler, iyice anlamsız didişmeler deyip canım Iassos'a varmak, iyice gece olmuş ve yorulmuş vaziyette denize girmek, suyun güzelliği, suyun hafifliği, suyun keyfi, deniz insanı olmanın mutluluğu ile ertesi gün, Padova'dan beri görmediğim pek bir özlediğim Reyyyy ile artık yeni evi Bodrum'da buluşma, vın vın hareketler, sürekli alkol sürekli patates kızartması ve midye dolma ile günleri geçirme, tantana bitti dönme zamanı dendiğinde ise sağanak gelmesi ile istikametin Foça'ya çevrilmesi ile müthiş bir hale dönüşen müthiş bir yaz kaçamağı..

Monday, July 10, 2017

Duvar




Seçim zor iş. Harekete geçmek ise daha zor. Bazı konularda üşengeçlik insanın üzerine oturuyor, kalakalıyorsun. 

Bu sefer öyle olmadı. Garip bir şekilde hızlıca karar verip, harekete geçip 3 günde bir şekilde halledildi. Bir de üstüne üstlük dinamo etkisi yarattı. 

Uzun zamandır summer breeze hissi hissettiren en büyük etkilerden oldu. 

İlginç. Demek ki hayat ciddi bir şekilde, derinden değişiyor. 

Mavi ise şahane bir renk. Hele Yves Klein mavisi, hele Matisse mavisi... Tavım...

Tuesday, July 4, 2017

Arada Yaşananlar # 5


Hayat her zamanki gibi yaşanıp gidiyor; 10 yıl da geçse 20 yıl da geçse henüz "günü durdurmanın", "güneşin doğuşunun engellemenin" formülünü bulamadı insanoğlu. Ama belli olmaz, içindeki kötülüğe inanan, kötülüğünden beslenen bir varlık olan insanoğlu belki bunun da peşindedir. Neden olmasın; daha fazla azap daha fazla cezalandırmak, daha fazla iktidar adına her şeyi yapabilen bir canlı neticede.

whatever.

Biz güzelliklerden, elimizde kalan, elden alınması-henüz- pek de mümkün olmayan güzelliklerden bahsedelim değil mi? Güneşten, havadan, müzikten, seksten, filmden, edebiyattan, arkadaşlıktan, keyiften, yemekten, alkolden...
Hayatımızın rotası yörüngesi bu olmalı bu saatten sonra çünkü neticede diğer taraf Dante'nin Cehennemi'nin ön provası gibi de içindekiler farkında değil. 

Haziran boyunca ısınmayan havalar, gelmeyen yaz mevsimi, F.A.'nın ameliyatı, bir şekilde dedikodu kazanı olan işyerinin yeni fantastik dedikoduları, trafiksiz sabah yolu, eğlenceli sabah yolu, işyerinin değişen dinamikleri, değişen ilişkileri, değişen duyguları derken biten giden okul yılı, bitmeyecekmiş gibi gelen Ramazan ayı, arada D.'nin doğumgünü ve bayram ve Kıprıs ve mutluluk... #8

#1 Benim kutsal üç aylarım Nisan-Mayıs-Haziran hep bir keyif, hep bir kutlama, hep bir doğumgünü ayları. Havaların güzelleştiği, tiril tirilliğin ön plana çıktığı, hafif ceketlerin, kimonaların giyildiği, elde kadehlerin mutluluk verdiği, tüttürülen sigaraların, dinlenen müziklerin, okunan metinlerin keyifle yaşandığı dönemler. Dili ısırmak lazım deyip ısırsalım o halde. 




# 2  Kimono şahane bir şey... Uzun zamandır giydiğim, hele hele bugünkü gibi varoş seviyede moda değilken, evde/sokakta giyip çıktığım müthiş kıyafet. Evde sabahlık olarak yaşattığı keyif sokağa da taşınınca ne isteyebilirsin ki? Herhalde o kolların geniş anvelop dökümlü hali beni mutlu ediyor. Şimdi hatırladım; M.'nin 2 yıl önceki doğumgünü yemeğine giymiştim kimonomu. Muhtemelen henüz moda olmadığı, Zara piyasaya sürmediği için masadakilere garip gelmiştir de bu gayet önemsiz bir detay. Neticede kalıpların insanı, ehliliğin örneği olmak da böyle şey. 

# 3 Kıbrıs... Ne güzel yer, ne keyifli hayatlar. Yerleşir yaşarım, gözlerimle gördüğüm 43 derece sıcağı yaşarım umrumda olmaz. Ne de olsa deniz var, pıt diye üstündekini çıkar denize gir. O kadar şahane yer. Elbette adanın güzelliği Türkiye'den gidenlerin değil de Kıbrıslı türklerin, Kıbrıs'ın gerçek sahiplerinden geliyor. Biz ise her şeye imzamızı atıyoruz; Kilroy Was Here misali. Adada her şey medeni ve güzelken, nüfusu Sancaktepe'nin nüfusuna ulaşmayan yere uzaydan görülebilecek büyüklükte cami yapmak da tabii bizim marifetimiz. Cemaat yok, camiye o kadar giden yok, cami ihtiyacı ise hiç yok ama yol belli, amaç belli değil mi? Kötülük o kadar sıradan ki elini sallaman kafi. 

# 4 Soulshine ... Bu aralar ciddi ciddi şahane program yapıyorum. Bir de şu mikrofon  olayını halledebilsem... O da olur belki olmuyorsa da salla.