Friday, January 30, 2015

"Yapay"dan kaçış

" Freud'un, Carl Gustav Jung'la görece kısa süren ve "yapay" olduğu başından beri belli olan dostluğunun bitiminde ortaya çıkan çatışmaların...."(Freud'un aile ve tarihsel romanı s: 217)

Biyografi okumak harika bir şey. Günün sonunda birçok müthiş (veya sadece kendinden emin, güvenli, sağlıklı birey olarak güzel bir hayat yaşamış) işe imza atmış koca koca insanın hepimiz gibi bir şeylerden korkutuğunu, beceremediği bir sürü şey olduğunu, benzer hataları yaptığını, karakterini geçmişi, çocukluğu, ailesi gibi etkenlerin fazlasıyla şekillendirdiğini, yeri geldiğinde beceriksizlikten sıçtığını yani insan olduğunu öğreniyorsun. İşte insanoğlu, mesela Freud gibi, karakter tespitlerinde, gözlemlerinde, algısında müthiş de olsa, öyle tecrübelerde beklendiği, umut edildiği, hayal edildiği gibi "olmayabiliyormuş", kendisinin de  dahil olduğu bir "senaryo" yaşanıp fiyasko gerçekleşebiliyormuş. Kendini kandırabiliyormuş. Herkes gibi. Hepimiz gibi. Yaşasın hata!

Breathe-Respire

Biraz hafiflesin yüreklerimiz. Nedir yahu bu ülkede çektiklerimiz, her gün başka bir manasızlık, her gün başka bir keder? Tüketti resmen, tüketti. Nefes alalım yahu biraz.

whatever.

Güneş var. Hava güzel. Soğuk değil. Korkunç programlı ve uzun ve yoğun bir to do list var ama salla bebeğim, it's soulshine...Belki cuma eğlencesi dahi yazarım o kadar sunshine mutluluğu.


Saturday, January 24, 2015

Kral için yas = Şaka!




Suudi Arabistan'nın 800 karılı binlerce çocuklu sömürü yanlısı yaşlı olup saçı bıyığı siyaha boyayan kralı ölmüş. Çok uzak bir ülkede de yas ilan edilmiş. Ah bebeğim ya, kime bu gereksiz hareketler? Aile görgüsüdür ölünün arkasından konuşulmaz doğru ama biraz bir şeyler de demek lazım. Hele hele yas tutmak...Herhalde delirmiş olmak gerekiyor bu kraldan çok kralcı hareketlere hayran olabilmek için. Tutan tutsun da benden uzakta tutsun ağlasın sonra da ayağa kalkıp yenisine biat etsin. Nasıl olsa orası krallık. Biri ölünce ardından diğeri hemen geliyor. Seçime filan gerek yok. Yeni kral da 90 yaşında ölenden sadece 10 yaş küçük. Sonraki de işte böyle bir yerlerde. Çoktan beyin hücreleri ölmüş, değil düşünüp aklını kullanabilmeyi hareket edebilme yetisi dahi sürüngen konumunda hepsi. Ama işte politik sanrılar, hayaller var işin içinde. Veya it's all about benjamins ki her daim bunun böyle olduğunu biliyoruz.

Sevenlerine taziyeler derken, yenisine biadı ise hayırlı olsun. Nasıl olsa öpülen etek hep aynı, "kafanın iyice eğildiği, yüzün toprağı öptüğü kadar alçakta bir seviyede".

Thursday, January 22, 2015

Ayaklar ve baş sorunu



Sanırım insanoğlu ile temelde yatan en büyük, belki de yegane sorunum "ayaklar ve baş" sorunu. Yani kişinin ayakları ile başının uyumsuzluğu. Geçen hafta da S.S. ile laylaylom konuşurken de bahsi geçmişti. Ardından gelen şu son günlerde arka arkaya duyduğum, tanık olduğum, gördüğüm çirkin insanoğlu örnekleri neticesinde diyeceğim, inandığım şey kişinin düşündüğü, dile getirdiği ile yaptığının birbirini tutması, desteklemesi gerektiği. Ne düşünüyorsa ve neyi dile getiriyorsa onu yapmalı, onu desteklemeli, onun arkasında durmalı, sonucuna katlanmalı. Ya da bunu yapamayacaksa, taşıyamayacaksa o kadar büyük, iddialı laflar etmemeli, büyük sıfatlı tanımlar, benzetmeler yapmamalı. Yapıyorsa da, ki yapabilir neticede insanoğlu söz konusu olan, işte o zaman da bu lafları edenin şahsiyeti veya haysiyetinden bahsedemeyiz. İnsana derler "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu".

Şarkıcı türkücü olduğu kadar siyasetçi örnekleri de var. Sen git o kadar iddialı şekilde mecliste konuş, elinde sayfalarla şovunu yap, milletveli olduğun partiden ayrılıp kendine yeni bir parti kur ama ülke için hayati önem taşıyan bir oylamaya gitme. Cidden bravo! 

Ya da dünün bombası, çoktan çaptan düşmüş hem kötü filmlerde hem de kötü dizilerde oynayan 8 farklı lehçe ile amerikan aksanına hakim (evet, o gülünçlüğü de seyretmek lazım, ibretlik diye) Tamer Karadağlı ve gülünç açıklamaları. İşin doğrusu, pek sevdiğim blogun sayfalarını çirkinliklerin isimleri, resimleri ile kirletmeyi pek sevmesem de yazmadan edemedim, nasıl da 1 gün ara ile dönmüş, ne kadar da korkmuş...Ama insanın ağzından çıkan ile yaptıkları birbiri ile tutarlı olur. Olması gerekir. Bir duruş sergilemek için, şahsiyetli olmak için. 

Bunlar son günlerdeki sıkıcı şarkıcı türkücü şöhretli takımından sıkıcı ayak ve baş sorunu örnekleri. Ha bir de gündelik hayatta, iş hayatında ve özel hayatta karşılaşılanlar var ki, lütfen geçelim, mümkünse sadece sayfayı değil, bütün bölümü atlayalım...

Monday, January 19, 2015

( Kişisel ) 19 Ocak ikilemi

Öldürüldüğü günü de hatırlıyorum, haberi nasıl aldığımı da, öldürülmesinden daha iki gün önce F.A.'nın kendisiyle beraber oturup rakı içtiğini de, cenazenin ne kadar kalabalık olduğunu, kalabalıkların saatlerce nasıl yürüdüğünü, ardından kalabalıkça gidilen Agop'un meyhanesinden nasıl kalkıldığını, insanların gerçekten ne kadar etkilendiklerini, üzüldüklerini, yüreklerin ne kadar acıdığın...

8 yıl geçmiş üzerinden. Koskoca 8 yıl geçip gitmiş. Geçip gitmiş de geçip gitmesiyle kalmış işte, biz de gerizekalılar olarak arkadan baktığımız ile kalmışız. Arada bize gazları vermişler, "yükseliyoruz, gerçek demokrasinin geleceği günler yakın, bizimle devam etmelisiniz, istikrar her şey" lafları yenilmiş, Afyon Savaşları'ndaki Çin'i andırırcasına zekalarda, haysiyetlerde, şahsiyetlerde afyon günleri başlamış, zamanın sözde en azılı muhalifleri şimdinin en azılı savunucusu, bayrağı en önde taşıyanı olmuş, cepleri dolanların cepleri daha da dolmuş, dizilerde duyulan "holdinge gidiyorum" cümlesinin öykünüp kredi kartına 30 taksitle alınan iphone temalı zenginlik gösterisi devam etmiş olsa da "hayaller paris gerçekler eminönü" kendisini iliklere kadar hissettirmiş. Demokrasi rüyası büyük patlamış, daha "ne oluyor, yok canım" diye düşünülürken sahip olunanlar eskisinden de kötü ve zavallı bir duruma dönüşmüş, şişkin entelektüel egolarla yapılan "aman canım, biraz geniş düşünmek lazım. bırakın artık bu Ahmet Rasim'in Falaka'sını andıran ulema masallarından korkmayı" tarzı demokrasi açı söylemlerinin boğazlara tek tek dizildiği günler gelmiş bugünü oluşturmuş...

Kişisel 19 Ocak ikilemine dönecek olursak da "ben yoruldum utanmaktan adamlar yorulmadı öldürmekten". Yıllar geçip gitti, ölen öldüğü ile kaldı, öldürenler yükseldi de yükseldi, yüreğim tıkandıkça tıkandı. Bu kadar basit. Başkası adına utanmaktan yoruldum. İşte budur son iki yıldır yaşadığım 19 ocak ikilemim. 

P.S. Bununla beraber yalan değil, her 19 Ocak'ta herkesin kendini kaybedercesine özgürlük savaşçısı olduğunu görmeye dayanmakta zorlanıyorum. Ancak bu yine de kötü bir şey değil, varsın varlıkları en azından 1 günde bir anlam kazansın. Ama  ailenin yanında su yatağı gövdesi ve elinde sigarası ile bir nevi balkon şov yapan 68li anne-baba kontenjanindan kendisine pay çıkartanlara gerçekten tahammülüm yok.



 

Wednesday, January 14, 2015

"Karma is here", bebeğim !

Hiç farkında değildim. Gayet dışarlarda sürtüyor, kendimce güzel havanın keyfini çıkartıyordum ki Fuket'ten gelen maili gördüm, " Allah" dedim... Önce inanamadım hatta hayatta konduramadım. O kadar ama o kadar tedbirli, korkak ve risk taşıyan herhangi bir atılım yapmayı değil düşünmek telaffuz edememe sıkıcılığındadır ki cidden inanmadım. Ama hayat işte, that's life bebeğim...

Hayatta en çok korktuğu, sakındığı, başına gelmesin diye etrafındakilere terör estirdiği, onların ekmeği ile oynayarak yaptığı her şey ama her şey başına gelmiş, çarşaf çarşaf gazete sayfalarına düşmüş, isminin geçtiği bütün kayıtlar, mahkeme tutanakları vs açıklanmış ve alenen rezil olmuş. 

İşin doğrusu, ortada "rezil olunacak" bir durum yok. Gerçekten. En azından bence yok. Aksine, herkesin başına gelebilecek bir sıradan bir ticari talihsizlik, beceriksizlik kendisinin de başına gelmiş. Gelebilir, olur, hayat bu. İnsan düştüğü yerden kalkar ve gücünü toparlayarak devam eder. ANCAK kendisi "asla hata yapmadığını" savunan biri olarak buna karşılık çevresindekilerin yaptıkları "sıradan ve insani" hataları kendince müthiş şekilde hem dalga geçerek hem de yeri geldiğinde ekmeği ile oynayarak cezalandırmaktan zevk aldığı için şu anda öncelikle kendisinin gözünde kendisini cümle aleme rezil etmiş, aile ismini, adını, ticari itibarını gazetelere çıkacak şekilde rezil etmiştir. 

Hayır, başına gelenlere üzülmedim . "Oley, o da çeksin sürünsün" diye düşünerek de mutlu da olmadım. Başkasının mutsuzluğundan mutluluk medet ummak benlik değil. Ne var ki yine çok büyük konuşmamak, başkalarının kaderine kötülük yapmamak gerektiğini bir kez daha gördüm.

"Karma is a bitch" diyor yeni nesil ecnebiler. Bence işte bu doğru. Dün aslında bugün, bugün de yarın! Ona göre biraz vicdanlıca düşünerek hayatı yaşamak lazım. 

Monday, January 12, 2015

(Erken) Cuma eğlencesi

Yeni yıl, değişimler içerisindeki yeni yıl derken yıla hızlı başlayan beautiful people dünyası sebebiyle hem erken bir cuma eğlencesi hem de uzun zamandır yazmadığım, yazmaya üşendiğim hatta çoğunlukla sıkıldığım cuma eğlencelerinin yeni bir evreye girdiğinin göstergesi olabilir, bu yazı. Yıl yeni, olaylar yeni, ödüller yeni, insanlar yeni, hayatlar yeni, devreler, dönemler yeni. O halde neden bizim dükkan da yenilenmesin? Her şey olur hayatta, iyidir yenilikler, değişiklikler. Özel not: haliyle "yeni ülke, yeni ülke" diye diye eskiyi getirip de üzerine bir de cehalet ve aptallık ekleyip yarını olmayan günler inşaa etme arzusu hariç.   
Uzun zaman sonra gelen eğlencemiz çok güzel bir insan ile başlıyor. Ve o kadar beğeniyorum ki iki resim koyarak torpil geçiyorum... Jessica Chastain ve Atelier Versace elbisesi. Her türlü gecenin kazananı, en güzeli. Mücevherler de Piaget de çok pırlanta meraklısı olmadığımdan pek önemsemiyorum. Pırlanta işte, bütün kadınlar aynı şeyi takıyor, takmak istiyor ya da üzücü olarak bunu bir sınıf meselesi atlama olarak görüyor. Sıkıcı. Sırf bu yüzden cazibesi yok. Belki Diamonds are a girl's best friend bazılarına bir şey ifade ediyordur ama yine bazıları için pırlanta dışında başka kıymetli taşlar da mevcut.


En güzel ile başlayıp en sıradan tipliye gitmek böyle bir şey olsa gerek. Talihsiz! Claire Danes gerek tip gerek oyunculuk olarak müthiş sıradan ve sıkıcı bir haldeyken üzerine giydiği aslında güzel olan ama üzücü bir şekilde parlamayan, sönük Valentino elbisesi. Elbise cidden güzel, renkleri lacivert yoğunluğunda üstünde tüyleri var ve muhtemelen başkasının üzerinde parladıkça parlar da peki bir insan bu kadar mı kötü taşıyabilir üzerindekini? İşte zaten bu kız ile ilgili olarak da sevmediğim bu; sönük, sıradan, varlığı ile yokluğu belirsiz iken bir de üstüne tarz olmaya çalışması büyük bir hiçlik yaratıyor resmen.
 

Ooooo... Bence hiç çekici olmayan ama milyonlarca kadının hayranlıktan geberdiği yılların bekarı George Clooney ile evlenen uzun boylu, Kezban vari uzunluktaki çirkin saçları ile katıldığı ödül töreninde kocasından mütevellit v.i.p. olan insan hakları avukatı. İsveçli de tahammül edemiyormuş kendisine, ki bu konuda sonuna kadar katılıyorum ona. Biliyoruz ki v.i.p olunca, şöhretli olunca markalar zaten insanın önünde diziliyor da bu mudur seçilecek kıyafet? Ha, anladık tamam, Dior Haute Couture de başka hiçbir şey mi yok o elle tek tek özenle yapılan Dior Haute Couture elbiseler arasında?  Sıkıcı derece sıradan. Kollarına geçirdiği, eskiden polislerin giydiklerine benzeyen beyaz eldivenler de ingiliz basınında "çok tarz" bulunan kendisine aitmiş ama değil bu elbisenin üstüne giymek, keşke hiç almasaymış onları. Saçların kezbanlığını, varoşluğunu zaten geçiyorum.


Bilmiyorum beğenen hala beğeniyordur kendisini. Özellikle de erkekler. Özellikle de belli bir yaştaki (gençlerin kendisinin kim olduğunu bile bilmediğinden eminim), bugün artık 40larına yaklaşan, Manhattan'nın Bronx'lu fatihi imajı ile çıkardığı ilk albümü zamanında 20lerinin başlarında olanlar. Hala şarkı söylemeye, bilgisayar programlarından geçirilmiş korkunç kötü şarkılar yapmaya, dans etmeye, sahneye çıkmaya çalışıyor. Bu aslında önemli ve iyi bir şey çünkü hayatı hiç bırakmıyor da ne hayatı ne de feci tarzı da tipi de benlik değil. Zuhair Murad Haute Couture. Elbise de kendisine özel herhalde yoksa haute couture kurallarını dahi aşan bir açıklıkta.
Bugünlerde sarıdayım. Bu aralar sarı giyiyorum ki çok beyaz insanları fazlasıyla soluk göstereceğini düşünür turuncudan şaşmazdım ama nedense bugünlerde sarıdayım. - Sunshine ; Soulshine- Naomi Watts kesinlikle gelişen, yaşlandıkça güzelleşen, güzel giyinen ve bir şekilde kendisiyle barışık gözüken kadınlardan. Önceleri kendisini sıradan bulduğum tipler arasına atmış olsam da gerçekten yanılmışım, hiç değilmiş. Aksine çok güzel yaşlanıyormuş. Gucci elbisesi de gayet güzel olmuş kendisinde. Keza kırmızı ruju da gayet güzel olmuş ki kırmızı ruj+sarı saç genelde fiyasko bir görüntü yaratıyor.
 Gecenin yıldızları kızıllar, onu anladık...Go Reds! Yeni nesil oyunculardan Emma Stone ve nedense pek kimsenin beğenmediği ama bence hem cool, hem de çok güzel taşıdığı Lanvin kıyafeti. Payetler güzel, duruş güzel, bakış güzel, o halde tamamdır.
 Off bilmiyorum ama çok sıkıcı. Ki Marchesa gibi şahane elbiseler yapan bir markayı üzerinde taşıyor. İnsanın ruhu sıkıcıysa dışa vurduğu görüntüsü de değişmiyor herhalde. Çok yazmaya gerek yok, olsa da olur olmasa da olur. Bir de o saçların uzunluğu ve onlaru yandan alışı filan...Şiştim.
 

 Herhalde gecenin sayılı çirkin kadınlarından... Ama gerçekten çirkin, yapacak bir şey yok. Doğru, herhalde insanlara böyle dememek lazım ama kötü bir insanım ben, yapacak bir şey yok. Hem aşırı zayıf hem de o Kardashian ailesine özenilmiş ve gerçekten herkese yakışmayan gel gör ki bir o kadar rövaçta olan hatta bizdeki ulusal kanallardaki korkunç tarz programlarına katılanlara yapılan meşhur "contour" makyajı iyice çirkinleştiriyor.

 Amanda Peet'i beğenenlerdenim. Gerçi karşı cins pek beğenmiyormuş ama bence hoş bir kadın. Elbisesi de gayet güzel özellikle de göğsünün açıklığının gelişi ama bir şekilde rengi filan cazibesiz yapmış kendisini. Ancak J. Mendel elbiseden daha kötüsü makyajı...Resmen yaşlı hatta üzgün yapmış kendisini.

Oooo...(evet, bu "ooo" yeni lafım. konuşurken de çok sık kullandığımı farkettim de yapacak bir şey yok). Girls dizisi pek benlik olmasa da, yönetmeninin yapımcısının, senaristinin bir kadın hem de genç bir kadın olmasını çok sahane buluyorum. Ne var ki Lena Dunham birçok yanı ile özellikle de kadınlar için çok başarılı bir rol model çizse de bir şeyler rahatsızlık veriyor. Belki o sürekli dışarı yansıtmaya çalıştığı "ben kendimle, bedenimle barışığım" imajı daha doğrusu bu imajın sürekli göze sokulma çabası. Kırmızı Zac Posen elbisesini giymeden birkaç saat önce üstsüz vaziyette göğüsler fora resmini instagrama koyması filan, bilmiyorum bir şeyleri fazlasıyla gösteriş için, "umursamıyorum" gösterisi için yapıyormuş gibi geliyor. Ama güzel elbise, güzel ayakkabılar. 
Bir başka herkesin çok beğenip benim ise gayet sıradan ve donuk bulduğum oyuncu; Diane Kruger. Pehh.."Sıkıcılık" tacını diğer arkadaşlarına kaptırmaz diye düşünüyorum.
İnsanın önünde örnek olarak Jane Fonda olduktan sonra yolumuz açık ... Ne kadar güzel. Versace elbisesi de bir o kadar güzel, kendisinin üzerinde ise harikulade.

Beğenilen gel gör ki asla beğenmediğim ingilizlerden, brunette'lerin baş tacı. Hamileymiş o yüzden bu sıkıcı Chanel elbiseyi tercih etmiş. Keşke etmeseymiş.
Kim olduğunu bilmesem de (galiba The Help filminin oyuncularından biri) kırmızı elbisesi, köprücük kemikleri ile güzelliği ile ışıldayanlardan. Donna Karan Atelier imiş elbise.
Hahahaha... Hiçbir zaman beğenmediğim (ki bu kategoride benim için bir başka tahammülü zor isim Gwyneth Paltrow ile yarışır) hatta çirkin bulduğum, hele bu resimde o iğrenç solaryumlu artık siyah olmuş ten rengi ve bir o kadar çirkin saç rengi ve hiçbir şekilde yakışması mümkün olmayan kırmızı ruju ile Heidi Klum ve Atelier Versace. Ya yazık ama birileri söylesin böyle çok kötü olduğunu. Çağla Şikel'in Almanya şubesi...


Gecenin güzel erkeklerinden hip hopcu Common ve şahane Prada takım elbisesi. Zaten kaç erkek bu takım elbisenin içine girebilir ki?
Gecenin yıldızı Atelier Versace ve Kate Hudson. Güzel ama o kadar. Sıradan. Donatella Versace kadar öngürülebilir ve sıradan.
Asla kesmeyeceği düşünülen uzun sarı saçlarını kesen Sienna Miller. Bir anda fazlasıyla yükselen, kendisinin asla içini dolduramayacağı elbiseleri üzerine giyen ve haliyle bir anda balonu patlayan özellikle de Getty hanedanının evli barklı çocuklu aile üyesi ile ilişki yaşayıp kariyerini bitirme noktasına gelse de nihayetinde birinden bir çocuk doğurarak tekrardan kariyerden bahsetmeye devam edebilecek olan Sienna Miller ( çocuk doğurarak kariyerini geri alması kendi sözleri, baby. benim acımasız yorumlarım değil). Demek ki çocuk üzerinden kendisine hem kariyer yaratmak hem de Kutsal Anne kalkanı geçirmek sadece bize mahsus bir durum değilmiş, ben de boşuna yükleniyormuş istisnai toplumumuza. Elbise güzel Miu Miu ama o kadar. Nedense her şey bir sıkıcı, sönük geliyor bana. Kim bilir belki de dünya gitgide kararmıştır.

Hah işte sıkıcılıkta karşı kategorisindeki en iddialı gençlerden. Hem mıyık mıyık bakışlı hem ifadesiz.
Soyadını asla yazamayacağım Matthew M...ve güzel karısı. Elbisesi de çok güzel ya da kendisinde çok güzel durmuş. Monique Lhuillier. Rengi, kesimi çok çok güzel.
Ve tabii en sevdiğim, en beğendiğim insan...Buzzfeed gibi sitelerde kendisinin katıldığı geçen seneki ve bu seneki törenler karşılaştırılmış ve geçen sene yine kendisi kadar geyik iç bayıcı (eski) kocası Coldplay'in solisti ile sıkıntıdan patlar ama mutlu çift imajını verebilmek uğruna katlanılan saatler ve bu yılki single mingle neşeli halleri. Demek ki varolmayanı göstermek için sarfedilen o kadar çaba bir yerde patlıyormuş değil mi? Pek sevdiğim Gwyneth'in üzerindeki Michael Kors ve çok kötü bir elbise. Kendisinin vücudunda bir gram fazla eti olmamasına rağmen elbise fazlasıyla dar, fazlasıyla pembe robot gibi. En kötü tarafı da sütyensiz duran ama çok kötü duran göğüsleri. Benzer bir hatayı yıllar önceki Oscar töreninde giydiği Alexander McQueen elbisesinde yapmıştı. Bir de şimdi göğüsler daha bir büyümüş, bir şey olmuş. Ama olmamış. Zaten pek sevgili Gwyneth için bu kadar satır fazla

Kim olduğu hakkında bir fikrim olmasa da elbiseni fazla yazlık bulsam da sadece ve sadece boynuna/yakasıan tav olduğum için koydum. Keşke başka renk olsaydı. whatever. Olan geçip bitmiş, önümüzdeki maçlara o halde...

Sunday, January 11, 2015

Never on sunday # 2

Her yer kar, her yer buz tutmuş derken sinemalarda doğru düzgün film olmaması, havanın sıkıcı şekilde siyah olması derken pazar günü bir anda yükselen güneş derken, sabah kahvaltısında pek özlediğim, aylardır göremediğim, gördüğümde de deli gibi çok şey anlattığım Big K. Sister ve pek sevdiğim E. ile olup, şahane eggs benedict yiyip, hatta güneşten terleyip hatta hava değişikliğinin şekerimi düşürmesi ile günü kapatacakken bir anda gecenin içine doğan güneş gibi güzel insan Totti ... Ah bebeğim ya, nasıl da güzel nasıl da cool ! Özlemişim futbolu da Totti'yi de, itliği de, serserliği de, biraz rahat olmayı da ...


Saturday, January 10, 2015

Nedense

Nedense günlerdir ruhumun istediği bu. Sadece bunu dinlemek istiyorum. Belki kendime gelirim umuduyla.

P.S. Küçükken Karajan fotoğraflı cdler çok ürkütücü gelirdi. Belki de kendisinin hep çok zor, korkutucu derecede disiplinli bir şef olduğu bilgisi yüzünden. Ama en azından bu korkutucu hali gerçek bir dehayı barındıyor, arkasında saygın bir tarih bırakıyor. En azından bu korkutucu ifade harikulade eserlere imza atıyor. Bizdekiler veya bizim muhatap olmak zorunda kaldığımız çirkin kötüler gibi ortalığın içine edip bir de üstüne korktukları için kendi arkalarından dünyayı batırmaya çalışmıyor. Aradaki fark işte tarihe bıraktığın. Bazıları Beethoven bırakıyor, Karajan bırakıyor, biz ise arka arkaya çirkinlikler ve aptallıklar serisi...

Cidden her şeyiyle çok ama çok çirkin bir coğrafya burası. Evet, her şeyiyle...

Wednesday, January 7, 2015

Charlie Hebdo vs Kalaşnikof

Ulan bir gün de güzel sorunsuz geçsin şu dünyada, bir nefes alalım, keyiflice yaşamaya devam edelim... Ama yok, zaten kendi düzeninde adaletsiz olan dünya iyice batmaya, yaşayanlarına dünyayı zindan etmeye devam edecek. Ayrıca bitmedi bu "din uğruna, namus uğruna, gurur uğruna, inanç uğruna" birilerini öldürme arzusu...

Bunca barbarlığın, katliamın, işkencenin, acımasızlığın, çirkinliğin ardından bir de çıkıp "ama İslam bu değil" denmiyor mu, işte o zaman tepem atıyor. İnsanı, insandan, insanoğlundan soğutan her şeyden, her hareketten, her düşünceden o kadar sıkıldım ki... Ama mesela yalan değil, böylesine bilinçlice işlenmiş korkunç olayların (katliamların, cinayetlerin) ardından sevincini saklamaktan dahi utanmadan çok sevinen insanlar da var. Neymiş "milletin dini duyguları ile dalga geçilmeyecekmiş". Evet, bazı insanların ki bunlar hiç azımsanacak bir sayıda değiller, yeryüzünden silinmeleri hiç kötü bir şey değil. Özellikle de böyle kötülük düşünenlerin. Umarım yitip giderler... 

P.S. Hayır, hiç iyi niyetli düşünmüyorum. Umarım, bunu yapanlar olduğu kadar destek verenler, şakşaklayanlar hepsi yitip gider ve bütün Cennet+bakire huriler beklentilerinin aksine Araf'ta azap çekerek beklerler. 

... Charlie Hedbo, Paris, 11. arrondissement, bu sabah, yayın kurulu toplantısı sırasında, İslam uğruna kullanılan Kalaşnikof, 12 ölü, 8 yaralı...





Tuesday, January 6, 2015

Right here right now




Bekleye bekleye geldi işte Sibirya Soğukları. Fuket ile konuşuyorduk "ee ne zaman yağacak bu kar" diye ve ayrıldığımız gibi yağmaya başladı. Ha, bunun dışında ne Batı Cephesi'nde, ne de memlekette herhangi bir değişiklik yok, her şey hala iğrenç...

P.S. zorlu'dan nefret ettim. alışveriş merkezi seven biri olmadığımdan (ki zaten bir insan normal bir insan neden alışveriş merkezi sevsin ki? ) iyice sıkıcı ve gereksiz bir yer. yeme içme kısmını da geçiyorum. eataly'e varsın italya'da gideyim...bayağı çirkin bir yer.

Sunday, January 4, 2015

Never on sunday


Büyük sanatçı olması Picasso 'nun kadınlara en çok da hayatına giren (hem de çok yetenekli) kadınlara karşı korkunç bir erkek olmasını engellemiyor... Ama resim gerçek bir Never on Sunday rahatlığı, huzuru, keyfinin resmi gibi. O halde neden olmasın? Yeni yılın ilk pazar gününde. Evet, hava soğuk; evet, yağışlı; evet, feci antipatik bir hava ama that's life, yapacak bir şey yok. Mevsim dediğin gelir geçer, aynen yılların, insanların, hayatın gelip geçtiği gibi. 

never on sunday, bebeğim! cheers!

P.S. Yeni yıl kararları, ne alemde?

Friday, January 2, 2015

Yeni yılda her şey yeni (?)

" Yeni takıntılı insanoğlu" ... Çok doğru bir ifade değil mi? Dünyanın her yerinde, insanoğlu denilen yaratık yeniye meraklı. Her şeyin yenisini istiyor, yeni günlere, yeni yarınlara, yeni çözümlere ve tabii yeni problemlere inanıyor. Sanki cümlenin içinde yeni geçiyorsa "tamamdır, oldu bu iş" diye düşünüyor. Yeni olduğu takdirde her sorun çözülecek, savaşlar bitecek, münakaşalar sona erecek ve o yeni dünyada hiçbir şey kötü olmayacak; olsa bile eskisi kadar iğrenç olmayacakmış gibi düşünüyor hatta samimiyetle inanıyor. Sanki 40 kere söylerse eski unutulur her şey yeni yepyeni olurmuş gibi. 

Oysa eskiden ve eskinin izlerinden ilerlemeden yeniye nasıl ulaşılır ki? Gerçek ve kalıcı anlamda ulaşılmaz. Ne zaman ki eski ile tamamen barış yapılır, eski silinmeden kabul edilerek geleceğe bakılır ancak o zaman ilerlenebilinir. 

Ama işte, insanoğlu..."Yeni takıntılı insanoğlu"... Hayatında yenileri seviyor. Yeni bir haftada asla uygulayamayacak dahi olsa rejime başlamayı, gelen yeni bir yılda müthiş kararlar vermeyi, yeni bir sevgili ile daha önceleri yaptığı hataları yapılmamış olarak düşünmeyi, yeni bir hayat ile geçmişine sünger çekip onu yaşanmamış kabul etmeyi, yeni bir ev kurarak öncekinde acılarını silmeyi, yeni bir çocuk yaparak yeni umutlar inşaa etmeyi. Ama en çok da kendisine yeni bir ben yaratmayı seviyor. Oooo, muhtemelen en sevdiği de bu! Her seferinde kendisine yeni bir ben yaratıp yeniden doğmayı. Ve bunu bütün dünyaya ilan etmeyi. Hele gelen tebrikler, alkışlar, beğeniler, like'lar...

Bizim dükkan pek yeni değil galiba. Evet, hiçbir şeyin aynı kalmadığının bilincindeyiz de illa yeni takıntılı halimiz yok. Öncelikle geçmiş ile yüzleşip sorunları çözelim, güzelliklerin değerini arttıralın, gerisi geliyorsa gelir zaten. İlla hayattaki her olay, her başlangıç, her döngü neticesi bir uyanış, bir arınma, bir rönesans, bir milat yaşatacak demek değil. Geçmişe, geçmiş ile barışmış vaziyette bakabiliyorsak ne ala...Yoksa olmuşum her seferinde Buddha olmuşum, Gülben Ergen olmuşum, ne farkeder?