Showing posts with label superflu. Show all posts
Showing posts with label superflu. Show all posts

Sunday, September 16, 2018

Gereksiz Yaz Nesneleri # 4

Hasır çanta...

En komiği de hasır çantalara bayılıp takıp yaz biterken bu başlığı atmam. Ama yapacak bir şey yok, şu hasır çanta modeli ve bunun gibi işlemeli kakmalı ve tabii kullanışsız modelleri o kadar çirkin, o kadar herkesin sırtında ve o kadar gereksiz ki... 

Bütün Türk kızları kadınları yok Yunan adalarında yok Alaçatı/Cunda bohemliğinde, İstanbul'un hareketli kent hayatında bu şekilsiz nesneyi takıp kendilerini müthiş Vogue hissetmiyorlar mı..? Allahım işte o an sana geliyorum. 

Yoksa hasır çantalara dev tavım. Herhalde ilk hasır çantamı (J.A.'dan filan gelmeyen) Strasbourg'da pazar çantası olarak aldım; bildiğin klasik Fransızların pazara giderken ucundan dev pırasaların çıktığı çanta. Her yere taşıdım, plaja, pazara, markete, uçağa. Bugün o çanta ada kullanımında, plaja filan giderken alıyorum. En son geçen sene şahane bir tanesini San Remo'dan aldım ve işte diğerleriyle beraber pazara (evet, gerçek pazardan bahsediyorum; Bomonti organik olur, beşiktaş olur), eşe dosta hatta Yunan adalarına giderken gayet keyifle takıyorum, içini dolduruyorum ve her şey güzelce devam ediyor. Yırtılmadan, bozulmadan.


Ama bu çirkin ve fonksiyonsuz çantalar yok mu? Feci sıradan, feci gereksiz feci Instagram.


Monday, April 2, 2018

Çirkin Yaz Nesneleri # 3

Yine yaz geldi ( hadi abartalım da gerçekten de gelmiş olsun çünkü 2 Nisan itibariyle New York kar ile uyandı) ve çirkin moda nesnelerin hakimiyeti başladı. 

Evet, bu yıl çirkinliğini açıklıyorum: şu çirkin ötesi güneş gözlükleri. Aman Yarabbim, korkunç ötesi bir nesne...O kadar çirkin ki... Biliyorum bu yaz herkes bunlardan takacak ve müthiş kool olduğunu düşünecek ama nayn bebeğim, bu çirkinlikle kool olamazsın. Olsa olsa wanabee kool. 



Wednesday, July 30, 2014

Çirkin yaz nesneleri-forever-

Gerçekten bitmiyor. Bitecek gibi de gözükmüyor. Her yaz aynı şey. Nedense kadınlar o beyaz güneş gözlüklerinden, beyaz saatlerden, askılı bluzlerinden çıkan naylon askılı sütyenlerin giymekten, ayak bileği ve diz kapağı arasındaki korkunç pantalonlardan ( hele bir de bunların kot ve üstü taşlı, süslü olanları var ki...) bıkmıyorlar. Hele bir de bunlara çirkinlik göstergesinin yeni temsilcisi Michael Kors marka çantalar eklenince her şey daha da bir fantastik estetik oluyor. Michael Kors çanta türk kadının yeni tutkusu anlaşılan. Hiçbir özelliği olmayan sıradan bir marka hatta Guess ile aynı kategori sayılır ama işte türk kadının en sevdiği en taktığı marka çantaların başında geliyor. whatever. Beyaz gözlük gibi daimi çirkin yaz nesnerlerine bir de taklit veya değil bir de bu yaz Michael Kors çanta eklensin, sahibine hayırlı olsun. Bütün Bodrum, Çeşme, Ayvalık, Antalya sahilleri lokantaları kafeleri dükkanları bu görüntüleri sergileyen kadınlarla dolu. Tekrardan tebrikler. Yaşasın yaz çirkinlikleri!

Thursday, March 27, 2014

Fani İşler Müdürlüğü sunar: "Poor Little Gwyneth"

Hiç uzatmadan- bilen bilir- ilk cümlemden belirteyim; hiç ama hiç sevmem kendisini! Hayranlık uyandıran güzelliğini de, Oscar tasdikli oyunculuğunu da, müthiş mutlu evliliğini de, herkesi kıskandıran vücudunu da...kısacası hiçbir şeyini beğenmiyor, kaale alınacak bir hadise olarak görmüyorum. Haliyle bu durumda biraz bir  "kıskançlık" olduğunu düşünecekler çıkacaktır; ona da "peki" olacaktır cevabım. Kabul ettiğimden ve doğru bir tespit olduğundan değil aksine değiştirmek için uğraşmayacağımdan ve "kim ne istiyorsa öyle düşünsün" halim neticesinde "peki".

Peki Fani İşler Müdürlüğü'nce sunulan Poor Little Gwyneth'e dönersek...Öğreniyoruz ki kendisi yine kendisi kadar sıkıcı bir müzisyen olan kocasından ayrılma kararı vermiş. Ve aman dikkat! Bu durumun tüm dünyadaki fani işler birimlerine duyurulması  "boşanma" filan gibi sıradan, halka  özgün, sıradan insanların dilindeki bir kelime ile değil, "conscious uncoupling" gibi yabancı bloglarda "plain english meaning of divorce " olarak dalga geçilen ama pek afili hatta tipik bir Gwyneth açıklaması ile oldu. Bu komik "conscious uncoupling" ifadesi ile zaten yazının en sonunda söyleyeceğime baştan kendisinin yardımı ile ulaşmış oluyorum. Kendisiyle ilgili rahatsız edici olan işte tam da bu! İster süslü ifadelerle olsun ister hukuki terimlerle, günün sonunda olay boşanma değil mi? Evet. Bugüne kadar sürekli ortalık yerlerde ne kadar mutlu bir evliliğe sahip olduğunu söyleyip söyleyip, bugün biz sıradan insanlar gibi boşanma yaşamıyor mu? Evet. O halde hala neyin küstah ifadesi ile kendini duyurma çabası? Bunlar mutsuz insan çığlıkları. Ya da  Gwyneth'in örneğine özel olarak "pek de akıllı olmayan mutsuz insanın çığlıkları" demek daha doğru olacaktır. 

Mutsuzluk kötü ve üzücü bir şey. Elbette kimse mutsuz olmasın da bu mutsuzluğun sonucu etrafındakilere veya "hayranlarına", her şeyi bilen kanaat önderi, her konu hakkında ahkam kesebilen ve onay veren kişi olarak geri dönmesin mümkünse. 

Yine Poor Little Gwyneth örneğinde rahatsız edici şekilde görüldüğü gibi, varlıklı ve ünlü bir ailenin çocuğu olarak doğup yine kariyer ve yaşam tarzı olarak dünya üzerindeki herhalde % 1lik bir kesimde varolan birisi olarak hem kendisinin çok rahat, sevgi dolu, iletişim gücü yüksek, ayakları yere basan olarak kabul edip hem de bununla tamamen ters düşecek bir yaklaşımla, evlere şenlik web sitesinde "must-have fashion item" olarak 2500 dolarlık kaşmir kazak önerisi, cidden güzel resimlerle süslü ve kendince müthiş sağlıklı ama uzmanlarca " the bible of laughable Hollywood Neuroticism" olarak nitelendirilen yemek kitabında sunduğu harikulade diyetin haftalık maliyetinin-balıklar hariç- 155 dolar civarı tutmasının, her türlü mutfak gereci ile beraber mutfak ve temizlik insanı bulunan, harikulade evlerde yaşayıp çocuklarını da bu yaşam tarzında besleyip diğer taraftan kendisi gibi yaşayamayan (ve zaten buna imkanı olmayan) ama evlatlarını da en az kendisi kadar seven sıradan insanları aşağılarcasına " I would rather die than let my kid a Cup-a-Soup" diyebilen bir insan olabilmek küstahlık, şımarıklık, algı bozukluğu ile beraberinde aslında gerçek bir "mutsuzluğun" varlığını düşündürüyor. 

Kişi eğer kendisi ile bu kadar uğraşıyorsa, sürekli etrafından kendi yaptıklarına dair onay ve takdir görme ihtiyacını giydiği daracık ve incecik kıyafetler üzerindeki skinny vücuda veya porselen bir cilde sahip olmak gibi fiziksel özelliklerle dışa vuruyorsa, beslenme ve yeme-içme gibi hayattan alınan küçük zevkler gibi konular kendisinin ağzından sıklıkla ve neredeyse dini inançlar kadar katı vaziyette ortaya çıkıyor ve bütün bunlar kendisinin toplumsal varoluş söyleminin neredeyse merkezinde yer alıyorsa o kişinin kendi vücudu içerisinde rahat olduğunu, kendisini sevdiğini, beğendiğine inanmak, Nagehan Alçı'nın boyun damarları çatlarcasına savunduğu AKP'ye inanmak gibi bir şey olacaktır. 

 Poor Little Gwyneth binlerce dolarlık psikoterapiyi rahatlıkla karşılayacak durumda olduğundan kendisinin sıkıcı mutsuzluğunu geçmek istiyorum çünkü zaten sıkıcı bir insan olmasının üzerinde bir de bu "iyi beslenme, iyi evlilik, iyi ebeveynlik, iyi yaşam guru"luğu konularındaki ahkam kesen hali eklenince zorlayıcı oluyor. 

Aynen kendi çevremizdeki etrafımızdaki mış gibi insanlar gibi. Aynen çevremizdeki, toplumsal ve sosyal hayatımızda bir şekilde varolan insanlar da olmayan hayatlarını varmış gibi gösterip bunun üzerinden kendilerine bir algı yaratıyorlar. En mutlu insan, en mutlu çift, en mutlu aşk, en mutlu ebeveyn, en mutlu bebişin anne/babası, en ahlaklı insan, en dindar insan, en dürüst insan...Herkes ne oluyorsa olsun kimsenin bir şey dediği yok da yaşadığı da gösterdiği de bir olsun. Yoksa kimsenin kalori hesabı sayıyor diye bir başkasına edecek laf edecek hali yok (aptalca ve saçma bulabilir). Evlilik (veya başka bir şey) mutsuzsa mutsuzdur biter gider yerine başka bir şey olur (veya olmaz) ama "biz cennette yaşıyoruz şahane hayatımız var çok mutluyuz evimizin bahçesinden çikolata deresi akıyor" tadında abartılı mutluluk ifadeleri kullanıp, günü gelip de gerçek ortaya çıktığında netice o muhteşem aşkın sonu olunca başkalarının gülmesine de eleştirmesine de ya da laf etmesine şaşmamak lazım. Hem bu kadar da kasmamak lazım. Kim bilir bu kadar her şeyin dışarıya farklı gösterilme hali için gösterilen çaba, mutluluk için sarfedilse ve ufak eğlenceler olsa herhalde sonuç bu kadar sıkıcı ve mutsuz olmaz. 

İşte bu yüzden Poor Little Gwyneth konusu oldu. Yoksa çok da fifi!  Zaten ülke batmış, yiyen yedikçe daha da çok yemiş, içine etmiş. Arada bir bu fani işlerin balon eğlencesi olmasa, kafaya sıkıp gitmek gerekebilir, o kadar boğucu çünkü her şey.

Bunlar da Poor Little Gwyneth bonusları olsun, eğlencesi olsun. Allah'tan benim gibi kendisinden hazzetmeyen o kadar çok insan var ki, komikliklerine ulaşmak çok kolay. Ama cidden zekası ayrı bir parlak kendisinin, onu da geçmemek lazım!

* On beauty: “You know, I use organic products, but I get lasers. It’s what makes life interesting, finding the balance between cigarettes and tofu.”

I think that women, especially women in my job, come to me because they know I’m very loving and nonjudgmental and I’m not competitive, and I’ve been through a lot.

When asked what her last meal would be: “Oysters and cocktail sauce, and then a baked, stuffed lobster and french fries. I would have a baguette and a cheese course for my dessert, and red wine. I drank like crazy [when the kids were babies]. How else could I get through my day?








Thursday, July 25, 2013

Gereksiz # 9

Gereksiz #9 : şeref listesi 

 Türkiye'deki birçok insan gereksiz bu hayatta. Yalnız Türkiye'deki değil dünya üzerindeki birçok mühim (!) isim her nefes alışlarında bizlerin hayatlarından da çalıyorlar, vaktimizi, gündeliğimizi işgal ediyorlar. Ancak dünya işleri büyük ve kudretli insanların işi olduğu için, kişinin kendi çöplüğünden başlaması herhalde daha anlamlı olur. Güzel bir temizlik için. Şöyle sağlam bir ruh temizliği gibi mesela. Gereksiz ama büyük (!) isimlerin kendi  vicdan temizliklerini ise zaten geçiyorum; yaşlandıklarında içlerindeki çirkinliğin yüzlerine yansıdığı günlerde karşılaşmayı bekliyorum...Muhtemelen bu sefer  gelecek de çok uzun sürmeyebilir, Althusser bizi yanıltabilir bu sefer.


1) Şafak Sezer- Elbette hakkında yazmanın müthiş gereksiz olduğu insanlardan ama işte ne yazık ki kendisi sürekli "bana bakın ilgi gösterin" diye çırpınıyor. Yine benim talihsiz hayatımdan örnek ama ne yazık ki zamanında, sanki buraya da yazmıştım ama hatırlamıyorum, bir televizyon kanal açılışında görmüştüm bunu-yine ne yazık ki-. Servis yapan garsonlardan bir tanesini çağırmış, garson tabağı ona doğru sabit bir şekilde tutarken o da sanki masaya uzanır gibi uzanarak garsonun kendisi için tuttuğu tabaktan yemeğini yemişti. Haliyle bu kadar çirkin bir görüntüyü yakından görmenin ne kadar mide kaldırıcı bir deneyim olduğunu geçip son günlerdeki zavallı haline doğal olarak zerre şaşırmıyorum, sadece varlığının gereksizliğine inancım artıyor.


2) Okan Bayülgen- Seveni, beğeneni, geceleri izleyeni (ki benim için 2006 yazı boyunca etrafımdakilerin hanelerinde gördüğüm şaşırdığım) bol olsa da, yıllar geçtikçe garip bir şekilde artsa da ilk çıktığı günden bugüne değin, değil takdir etmek ilgilenmek takip alanıma dahi girmiş değil. Elbette kendisi ile iletişim kanalları gereği karşılaşıyorum ama bayağı bayağı umrumda değil. . Hal bu olunca da kendisini panpa (biliyorum iğrenç ama son günlerde ağzıma takılan laf bu ne yazık ki. ama evet, kesinlikle feci bir laf, # 8 filan afallayıp bakakalıyor her söylediğimde) olarak görüp "Okan" diye çağıranları geçiyorum ama en çok da onun çok akıllı, çok kool, çok asi, çok bilgili, çok kendine güvenli olduğunu düşünenlere ise yarılarak gülüyorum. Frankofoni gazıyla kurguladığı romantik kısa boylu çirkin ama yetenekli erkek  Serge Gainsbourg hayalini Doğan Apartmanı'nda yine kendisini "kudretli kocam" olarak nitelendiren karısı ile gerçekleştirmeye çalışsa da, kopya olan hep kopya kalırmış, sakilliğe devam edermiş. Yani hayatta gerçekten asi olmak, farklı olmak, tavırda sergilemek, hayatta bir duruş sahibi olmak davet edildiği üniversite konferansında sigara içme yasağını delmek, kendisini uyaran öğrenciyi de uyarmak ile olmuyormuş. Hele hele öyle romantik hallerde parka gidip de bebelere kitap okuyarak hayat dersi vermek ile hiç olmuyormuş. Böyle ele alırmışsın işte. Yok "hava güzelmiş de gençlerin yapacak başka işi yokmuş da,ailemi tehdit ediyorlarmış da...". Ninni gibi geliyor resmen, uzaktan uzaktan bir tını misali... Uyutuyor ama bir yandan da sussa da daha fazla insanlar acımasa kendisine diye düşündürüyor. Evet ya, birine karşı hissedilen duyguların en kötüsü acımak ve kayıtsızlık. Gri bir şey! Ne kırmızı, ne mavi, ne yeşil, ne Johnny Cash koolluğunu yansıtan "siyah" yahut o çok hayran olunan "ak". Sadece gri. Öyle kaykaycı kapüşonlusu grisi filan elbette değil, bildiğin sönük insanlar grisi gri. Bürokrat, devlet memuru, şakşakçı, çanta taşıyan, kurdele kesimlerinde makasın durduğu gümüş tepsiyi tutan, kalabalık açıkhava toplantılarında kabine/gençlik kolları yoklamasından kaçamayan tiplerin giydiği griden. Once a loser, always a loser....

Bu içinde bulunduğumuz yaz günleri, Gezi günleri bizlere hayatlarımızdaki insanların, şirketlerin, tanıdıkların yani beraber vakit geçirdiklerimize dair kimin kim olduğunu göstermedi mi? Peki bu da şahane bir deneyim değil mi? Üzülmeye hiç gerek yok. Aynen biten aşk ilişkileri, arkadaşlıklar, iş bağlantıları, ev kontratları gibi. Gerçek olsun tam olsun benim olsun. Gerisini istiyorsan sen al, benden sana hediye ama benden uzakta. 



Tuesday, May 21, 2013

Gereksiz # 8

* Mehmet Tez'in müzik yazıları. Evet. Gerçekten müzik hakkında yazmasın hele hele hiçbir şekilde Daft Punk 'mış, Nile Rodgers'mış, Stevie Wonder'mış yazmaması gereken başlıklar. Aynen soul-funk-hip hop başlıklarında olduğu gibi. Ona derin gelen sular bu sular. Jack White filan hakkında yazsın, tamam işte. Ha bir de Melis Danışmend hakkında da olur, zaten her yıl kız yeni albüm çıkardığında mutlaka yazıyor. Yemin ediyorum bir nevi Bitmemiş 8. Senfoni gibi bir hadise bu. Off ki off. Hele o Vogue yazıları yok mu, sıkıntıdan damarları açtırır insana ... Yeni nesil tabir ile lifestyle yazıları belki daha uygun kendisine. Fena mı, ekürisi ile konu paslaşırlar, bedavaya seyahat ayarlanıp sonra da her zaman olduğu gibi köşelerinde yazarlar. Hadi oldu bu iş!

* Meltem Cumbul'un sürekli gülen hali. Hayır, gülsün tabii, güldüğünde kahkahaları duvarlarda yankılansın ne güzel de gel gör ki göstermek istediği kadarki "aşırı mutlu, aşırı pozitif, aşırı güleryüzlü" halinin gerçek olmadığı o kadar belli oluyor ki. Hem de kendisiyle tanışılan ilk günlerden beri yani üzerinde Rıfat Özbek imzalı kızılderilli tarzı ceket giyip çıktığı Number one'nın yayınlandığı TRT günlerinden beri yüzüne yapışık bir gülümseme ile tanışmış durumdayız.

* Ah ama asıl Ömür Gedik'ın konu ile hiç ilgisi olmayan manasız şuh pozlar vermesinin ve zincirlerini kırıp kıstığı gözleriyle ufuğa doğru bakarak daktilosunu tıklatan efsane bir kısa film ile kendisini bambaşka bir platforma taşıyan ama gel gör ki Aykırı Sorular'da gelen hiç beklemediği afallayan kişisel gelişim uzmanı (ki insanların toplumsal yaşamda kendi kendilerini koydukları yer ile yine kendilerince kendilerine yükledikleri bu istisnai sıfatlar beni benden alıyor) Aret Vartanyan'nın vak'a olarak irdelenmesini düşünsem yüreğimin ne yazık ki bunu kaldırmayacağını hissederek kendilerini sadece "gereksiz"ler listesine alıyorum. Ama o kısa film.. Ya nasıl desem, nasıl anlatsam ki? Ama herhalde seyredilmeden konuşmak beyhude bir çaba olacaktır. O kadar istisnai bir fantastiklikte...


Tuesday, April 30, 2013

Gereksiz # 7

Beyaz ile ilgili olarak (elbette sevimsiz şovmen olanını değil) her şeyi sevsem de, evimin beyazlığına, tenimin beyazlığına, beyaz gömleğe, beyaz gömlekli erkeklere, beyaz cekete, beyaz elbiselere, beyaz ayakkabılara, beyaz stilettolara, beyaz fedora şapkalara,  tiril tiril işlemeli beyaz bluzlere bayılsam da sınırlarımı zorlayan, tahammülümü zorlayan iki beyaz var. Birini zamanında yazmışım; "beyaz güneş gözlüğü". Of nasıl çirkin bir şey o. Bir diğeri ise, beyaz saat. Aman Allah'ım! Herhalde beyaz güneş gözlüğü kadar çirkin bir nesne. Ve bir o kadar gereksiz. Ne marka, ne tarz olursa olsun beyaz saat, özellikle de beyaz kadın saati gerçekten lüzumsuzlukta bir numaraya oynayan nesnelerden. Gözlemleyince farkediliyor ki beyaz saat takan kadınların hepsi bir şekilde aynı sanki; aynı giyim tarzı, aynı yaşam tarzı, aynı beğeni tarzı,aynı kariyer tarzı, aynı türk dizisi tarzı, aynı "küçük ev" dizisinin şirin çilli iyi aile kızı laura'nınki misali "aile" odaklı mutluluk tarzı, aynı beyaz sıradanlık gibi. Sıradanlık işte, beyazı da altını da siyahı hepsi aynı, hepsi sıkıcı.

Gerçekten bilekteki beyaz (saat) büyük gösterge. Kimilerine. Kimileri için ise, beyaz saat beyaz güneş gözlüğü bir de kısa paçalı kot pantalon neticesinde "açıl dünya, ben geliyorum" hali.Talihsiz tabii bu durum. Şiştim!







Monday, November 28, 2011

Gereksiz # 6

Bazı cümleler, bazı ifadeler, bazı mimikler ve tabii bazı hal ve tavırlar o kadar gereksiz ki bu hayatta insanın gündeliğini meşgul ediyor, yoruyor.

- "çok zarifsiniz hocam." (ve türevleri olarak "çok zarifsiniz sayın müdürüm, sayın bakanım". "sayın meclis başkanım demişliği var ama onu yazmıyorum bile ama tabii yalnızken saydırıyor takkelilere)

- "yolu açık olsun" (nedense bu dizi, tv programı gibi şeyler için söyleniyor ve sahteliği ile beni benden alıyor).

- "canım" ("canıım şu faksı çeker misin? "canım nasılsın, çok zarifsin yine).

- "arkadaşım" (şöyle bir "arkadaşım"lı konuşma durumu var ki...duyduğumda tüylerim ürperiyor. iki gün önce tanıştığı biri ile normal bir telefon konuşması "canım arkadaşım nasılsın" diye başlayıp ""o senin güzelliğin" ile bitiyor. bir de "arkadaşım ne kadar yakışıklı değil mi? cümlesi var ki ara ara söylediği işte o anda gülmemek için tutuyorum kendimi. zaten televizyon anteninin sevgisi genelde erkeklere ve kendisinden çirkin, götü yere yakın ve tabii "muhtaç" kızlara dağılıyor; tehdit olarak gördüğü diğerlerine ise elbette yok)

Daha çok var da işte bu gereksiz laflar gündeliğimin tahammülümü zorluyor. Ne yazık ki saatlerimi NTV, ATV vs gibi ana medya kanallarını çekmek için deliren ama çekemeyen televizyon anteni ile beraber geçirdiğimden televizyon medya dünyasının yapaylığını görmek durumundayım. Gerçekten de televizyon anteni medyadan, bir elin beş parmağı hariç, düzgün doğru düzgün adam çıkmayacağının sanki bir göstergesi gibi.

Az kaldı.

Saturday, June 25, 2011

Çirkin yaz nesneleri # 2

Hani tamam belki insan celebrity olur, Hollywood Bulvarı'nı arşınlar, Rodeo Drive'da alışveriş yapar, peşinde paparazziler dolaşır üzerinde onun için seçilmiş, farkettirmeden marka tanıtımını yaptığı kılık kıyafetlerle dolaşır da -her ne kadar feci çirkin bir şey olsa da - anlarım bu beyaz güneş gözlüğü hadisesini. Ama sade sıradan biri, sıradan bir giyim tarzına sahip olan, sıradan bir işyerinde sıradan bir iş yapan, sıradan bir güzelliğe sahip, evli/nişanlı/çocuklu/çocuksuz "annem, kuzum zuzum" gibi laflarla konuşan, çapı belli sıradan bir hayatı süren kadınlar öyle moda trendi kurbanı olup hiçbir şekilde beyaz güneş gözlüğü gibi fantezilere girmemeliler. Hoş; zorlama şıklık peşinde, moda ikonu olma arzusunda her ay Vogue Türkiye ile Avon kataloğunu karıştıran ve kendisini feci trendy sanıp sokaklara koşan türk kadını da böyle fantezilere yönelmemeli ama işte cehaletin getirdiği bir cesaret var, aynaya bakıp da görmemek var. Biraz ayna biraz algı lütfen. Yaz mevsiminin en gereksiz en çirkin görüntüsü beyaz güneş gözlüklü kadınlar. Özellikle de yüz tipine yakışmayıp Atom Karınca'ya benzeyenleri...

Sunday, June 19, 2011

Gereksiz # 5

Hani bu NLP, yaşam koçluğu gibi şeylere inanlar her günden bir ders çıkartıp sonra da twitter hesaplarında "bugün hayatta ne öğrendim" gibi laflar yazıyorlar ya, ben de öyle mi yapsam diye düşünmedim değil. Biliyorum ki gereksiz iyi niyet, dostane tavır sergileyen ben olduğumdan aslında diyecek bir şeyim yok çünkü zaten bildiğimi bir kez daha öğrenmiş oldum. Biliyorum ki insanlar pek değişmez, hele belli bir yaştan sonra daha da zor. Keşke rüyalarım hep fantastik konulu, müzikli, celebriti dolu olsa ve gereksiz insanların varlığı gecemi ve rüyamı mahvetmese... Ama söylüyorum insanlar değişmez; once a loser always a loser. O yüzden hata bende.

Friday, May 27, 2011

Gereksiz # 4

Ya mümkünse türk televizyon kanalları Behzat Ç. sonrası emmeli gömmeli, sürekli küfreden, alkol tüketen "marazlı" sivil polislerin ne denli kool olduğunu gösteren diziler yapmaktan vazgeçsinler. Zaten bir tane var ve ilk olarak çıktığında da olay yarattı ve de seviliyor beğeniliyor farklılığı ile kendisini diğerlerinden ayırıyor. O halde neden zaten varolan ve beğenilen olanı neredeyse birebir taklit eder ki insanlar? Neden farklılık yaratmayı tercih etmezler ki? Bu kadar mı yaratcılıktan yoksunuz? Herhalde öyle. Milka'yı aynen kopya eden Ülker çikolataları gibi, Behzat Ç.'yi kopyalayan bir başka güzide televizyon kanalı Show TV'deki Karakol dizisi gibi. Bu kadar televizyon izlemiyorum deyip, modern türk kadının akşam yemek sonrası elinde çekirdek ile Tuna Kiremitçi veya İclal Aydın kitaplarına gömülmeden en sevdiği Aşk-ı Memnu, Behlül, Kıvanç, Muhteşem Yüzyıl beğenisinden kaçmış olup böylesine kötü bir diziyi izlemiş olmam asıl bombadır ama işte ne yaparsın basit bir teknik bir sorun diyeyim yorgunluk bittinlik ve telefondaki müşteri hizmetleri görevlisini öldürme hissini ekrana büyülenmiş şekilde bakarak geçirme niyeti diyeyim.

Bu taklit emmeli gömmeli sivil polis dizileri ile tahammülümü zorlayan şey ise "zıtların birlikteliği" tadındaki gerizekalı çift odaklı beyaz eşya reklamları. Neden böylesine sahte böylesine yapmacık bir görüntü çizilmek istenir ki? Cidden yüreğim sıkışıyor bu zeytinyağlı yemek seven kız ile etobur erkek birlikteliğinin mide bulandıran hareketlerini görünce. Ya bir şey de olduğu gibi gözüksün doğal olsun...

(you make me feel like) a natural woman....lütfen....

Saturday, May 14, 2011

Gereksiz # 3

Şu hayatta herkes için gereksiz şeyler, nesneler, hareketler, insanlar, ilişkiler vardır. Gereksizler içerisinde herhalde en gereksiz olanları edilen laflar olsa gerek. Hani tanıdık tanımadık insanların boş laflar etmesi, mallıklarını iyice belli etmesi gibi. Şu son zamanlarda arka arkaya duyduğum belli tematik laflar var ki, herhalde insanların işi gücü yok, küçük zekaları ile kurdukları küçük dünyalarında büyükmüş gibi yaşıyorlar diye düşünüyorum.

# 1 digitürk hadisesi: klasik arayan digitürk müşteri hizmetleri, "siz çok eski müşterimizsiniz, özel indirim yapalım sizlere, hd yayınları şöyle bedava seyredin, şöyle ucuz seyredin, özel kampanyamızdan yararlanın" lafları üzerine "ha iyiymiş, televizyonum hd değil, olunca ararım sağolun" cevabım üzerine call center'da kim bilir hangi şartlarda, hangi maaşla, hangi temelle çalışan müşteri temsilcisinin kısa suskunluğu ve ardından "ama nasıl yani sizin televizyonunuz hd değil mi? ciddi misiniz?" cümlesi. Hey yarabbim! hd yayın yapan kaç kanal kaç program kaç şirket var ki ben mükemmel görüntüye ulaşamamanın hüsranını ve azabını çekeyim? Ama evet doğru, görüntü her şey olduğu için, toplumda statü bu şekilde sağlandığı için 9m2lik kapıcı daireleri de evin neredeyse tüm duvarını kaplayan televizyonlarla dolu. üstlerinde dantel örtüsü ile beraber.

# 2 araba hadisesi: Araba kullanmak benim için yeni ve ayrıca da gereksiz bir şeydir. J.A. da F.A. da bilmez ama gel gör ki beni resmen zorunlu tuttular, 2007'de zorla araba aldılar. Anlamadığım ve zerre ilgilenmediğim bir şey olduğu için de kriterlerim "sağlam olsun ve asla ve asla kız arabası olmasın" idi. İkisine uygun olanı seçtim, gittim aldım, zorunlu olarak da kullanıyorum bir şekilde. Geçenlerde laf oldu konuşuyoruz karşıdan gelen laf: "aaa senin araban a3 değil mi?" "yoo neden?" "hayır seninki çok doktor arabası gibi, senden a3 beklerdim şu andakini kullanacağına" . Peki bu nedir? İltifat mı yoksa, adıma üzülmek mi yoksa beyinsizlik mi?

# 3 ipad hadisesi: Malum ipad patladı, herkes kullanıyor, çok harika çok şahane, çok mükemmel ama benim umrumda değil. İlk ilk çıktığında İ.D. getirtmişti New York'tan, çok eğlenceli tamam da yani, olsa da olur olmasa da olur hayatımda. Sevenleri sevsin, kullananları da kullansın, çok müthiş, peki. Ama ben ilgilenmiyorum. Yine geçenlerde biri kendi ipad'i ile ilgili sorunlarını anlatıyor şöyle oldu böyle takıldı filan "ee sende de oluyor mu bu durumlar" diye sordu. Ben de "ipad'im yok ki benim" deyince karşı taraf yine şokta "aaa nasıl yani senin ipad'in yok mu? ama ama nasıl olur?" Of ki of. Peki anlıyorum görünüşe aldanıp "kesin bu her şeyin en son modeline sahiptir" diye düşünülüyor ama ben trendleri seven uygulayan biri değilim ki. Umrumda değil, ilgilenmiyorum. İlgilensem herhalde edinirim bir tane şu ana kadar ama cidden superflu şeyler bunlar benim için. Yani şu televizyon, telefon, araba, ipad nesneleri o kadar sıradan geliyor ki bana. Öyle reddetmek filan da değil, gayet de seviyorum ama sahip olmak bir şey ifade etmiyor. Ya da bana ettiği ile toplumun geri kalanına ettiği ile aynı değil. Bir de bu lafları duymakla yorulmasam...

Friday, August 27, 2010

Günlerin tükenmişliği

Bitiğim. Resmen. Günlerdir. Geçen perşembeden beri süregelen fransız geceleri tüketti bitirdi beni. Dün gece son yemek yendi, durmaksızın "son bira" içildi, son grup gitti, umuyorum ki bu akşam, yarın gündüz dinleneceğim, uzun uzun uyuyacağım. "Allez hop, une derniere biere avant qu'on rentre". Bunların bir sonraki sefer İstanbul'a geldiklerinde sanıyorum ben de izin almalıyım. Her gece alem, her gece sabaha kadar eğlence, her gece sabaha karşı dönüş ve ertesi sabah işe gidiş resmen tüketti beni. Önce şekerim, sonra reflüm azdı. Nefesim kesilmeye başladı, sesim zaten kısıldı ve nefesim kesiliyor ki bu iyiye işaret değil. En kötüsü bu; bir anda nefesin kesiliyor, nefes alamadığın için paniğe kapılıyorsun, öksürmeye başlıyorsun, suya ulaşmaya çalışıyorsun kıpkırmızı oluyorsun vs. Bugünden sonra epey uzunca bir süre içmem ben.
Yine de çok güzeldi, çok eğlenceliydi, çok dostaneydi, çok "ecnebiden arkadaş olmaz" diyenlere kapak olacak vaziyetteydi. Bir evlenip düğün yapsam cidden çok fantastik olacak. Avrupa'nın muhtelif şehirlerinden gelecek yine epey seviyesiz insanlar, buradaki seviyesizler, yine muhtemelen izdivacın diğer tarafı olan "seviyesiz" bir karşı cins. Zaten güzellik de burada değil mi? İnsanın kendine benzeyen ile beraber olması, onlarla beraber hayatını geçirmesi. Hiç mi hiç karşı cinsler birbirini çeker fikrine inanmam. Doğru belki çeker de işte ilk 6 ay, 1 yıl vs sonra senden farklı bir insan ile beraber yaşamak epey sıkıcı olmalı.
whatever...
Sokaklar bizimdi, geceler bizimdi, dostluk bizimdi. Şahaneydi. On se revoit ds 2 semaines, je crois!

Bu arada bira için bahsettiğim mekan Parantez'miş, Pasifik değil.
*
Hiç ilgisi olmasa da 1 haftadır televizyonu açmış değilim ama radyolardaki reklamlardan çok sıkıldım. Digitürk kumandası bozuldu, bir türlü evde olamadım, alamadım, eksikliğini de pek duymuyorum ama ola ki bir şey seyretmek istedğinde zorluyor. Yerinden kalkıp kutudan kanalı seçmelisin filan, yorucu yani. Yorulacağıma seyretmiyorum. Plazma lcd hd vs gibi durumlarım da yok, olması ile de ilgilenmiyorum. F.A. geçenlerde "kızım alalım sana da bir tane hd " demişti. Aman derim. Hiç gerek yok. Lütfen, benden uzakta olsun bu kadar televizyon hayranlığı, hd olacakmış, lcd, plazma olacakmış, duvara yapışacakmış. Hiç mi hiç umrumda değil. Benimkisi bozulur, tüplü olanlar kalmamıştır piyasada, o zaman evet zorunluluk belki. Yoksa umrumda değil. Baksana kumanda bozuk, o da umrumda değil.

Thursday, June 17, 2010

Çirkin yaz nesneleri

Yaz açıkları ortaya çıkaran bir mevsim. Deniz kıyısındakileri söylemiyorum çünkü onlarda değiştirilemeyen fiziki özellikler olabilir ve değiştirelemeyen ile dalga geçilmez. Ancak bilinçli şekilde alınıp giyilen nesnelere kıçımla gülebilirim. Saymakla bitmez ama bugünlerde sürekli gözüme takılan bir şey var ki, aman yarabbim, buraya koymak dahi yüreğimi acıtıyor ama daha az önce gördüm ve neden diye düşünmeden edemiyorum. Zaten her gün birilerinin üzerinde görüyorum, bir keresinde de top modelde görüp "şahane bir zevk örneği"ne tanık olmuştum. Kısa paçalı kot pantalon. Böylesine çirkin bir şey herhalde sayılıdır moda nesneleri içerisinde. Bunun bir sürü çeşidi var; kumaş olanları da feci gözükse de istisnai şekilde güzel olabilenler çıkabiliyor (misal madonna'nın klipte giydiği). Ama o kot olanı, şöyle ayak bileğine kadar inmeden, diz kapağı ve bilek arasında bir yerde biten iğrenç bir şey. Kimse giymemeli böyle bir şey. Ne kadınlar ne erkekler ama özellikle kadınlar (boyfriend jeans'ten bahsetmiyorum).

P.S. erkekler de mümkünse ya safari şort, bol şort giysin ama asla ve asla bunun erkek modelini giymemeli. ne kumaşını ne de kot olanını. aynen kısa kollu gömlek giymemeleri gerektiği gibi.

Monday, February 8, 2010

Gereksiz # 2


İşte feci gereksiz bir alet. En azından benim hayatım için. Hani tamam Star Wars seviyoruz, heyecanla B.'nin alacağı ışın kılıcı ile oynamayı heyecanla bekliyoruz ama play station hiç mi hiç çekici gelen bir oyuncak değil. Küçükken Commodor 64 vardı belki biraz heyecanlıydı ama yani bilgisayar oyunu, bilmiyorum feci sıkıcı. Hele erkeklerin saatlerce bunun başında vakit geçiriyor olması ayrıyetten sıkıcı. Ama unuttum pardon, bazı spor yorumcusu insanların bloglarında "vazgeçilmezlerim" adı altında geçen bir nesne play station (neyse sonra çok üzülmesin diye üstüne gitmeyeceğim. sonra duyuyorum ağlayıp şikayet filan ediyormuş ona buna). Şayze.

Peki her şey bir yana, gereksiz başlıklı ilk yazının üzerinden tam 1 yıl geçmesi ve yine 1 yıl sonra aynı günlerde aynı başlığın altına yazı yazmak nedir? Tesadüf mü tarihin tekerrürü mü? Her ikisi herhalde. Bir de bazı tesadüflerin artık kabak tadı vermesi de olabilir. Iykkkk.

Thursday, February 5, 2009

Gereksiz # 1


Benim için gereksiz nesneler listesinde üst sıralardakilerden. Evet herkes gibi benim de televizyonum var ama lcd/plazma veya 500 ekran filan değil. Olmadığı gibi böyle bir şeye sahip olmak umrumda değil. Benimki bozulunca artık dünya üzerinde başka televizyon modeki kalmayıp sadece bunlar kalınca alacağım. O zamana kadar "neden lcd almıyorsun?" gibi soruları hem gereksiz hem de manasız buluyorum. Alan alır, malikanesinin orta yerine koyar, yemeğini pişirip ütüyü yapıp pencereden eve dönüş saatini beklerken de fonda açık tutar. Dizisini, filmini, maçını seyreder. Ha, bir de unutmadan kitap da okumak lazım. Ya evet! Mutlaka her gün, belirli saatlerde belirli işleri yaptıktan sonra mutlaka ama mutlaka kitap okumak lazım. Türkçe ingilizce fransızca italyanca ispanyolca portekizce rusça çekce fince... Keşke böyle bir hayatım olsa. Şayze!