Monday, January 31, 2011

İç ısıtan insan




Dün Fenerbahçem bizi mutlu etti, Roma da kupada taraftarını mutlu etmiş, Juventus'u devirmiş. Biz de havanın iyice soğuduğu, çok kuru bir soğuğun neredeyse yüzümüzü yaktığı bugünde tek bir isim ile ısınmak, ısıtıcı olarak da tek bir kişiyi kullanmak istedik. Sunshine boy . Elbette. Seviyoruz kendisini. Özlemiştik de. Kim derdi ki Allahın Egemen'i bize onu anımsatsın ama işte oldu. İsveçli, bugün senin günün sanki. Herkes sana çalışıyor. Bomonti 'n de var. Daha ne istersin ki? Sana soru: alttaki resimde adonis kasını gördün mü? Miyopsun ama büyütürsen resmi olur.


Özel bir mesaj: bir mesaj, bir gol

Dünkü sonuçtan mutluyum. Elbette Egemen'nin ilk 10 dakika içerisinde sakatlanıp çıkmasına üzülsem de Fenerbahçem mutlu etti beni. Ama en güzeli, adi bir Galatasaraylı olan İsveçli M.'ye mesaj attığım her ânın akabine gol atmamızdı. Bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Müthiş terbiyeli ve bir o kadar yüksek seviyeli bir insan olduğum için kendisinin gönderdiği, asil sarı lepiska saçlarını mahçup edercesine gönderdiği "çok ayıp" mesajlarını buradan yazamıyorum ama yüreğimden geçenleri, söyleyeceklerimi o iyi biliyor. Yineliyorum; bir mesaj bir gol ! Ayrıca bana söylemediğini bırakmadın Egemen yüzünden. E noldu? Canlısını görüp de "olmuş bu!" diye mesaj atan ben değilim herhalde. Öperim seni İsveçli!

L'avenir/ gelecek

L'avenir dure longtemps. Gelecek uzun sürer. Doğru değil mi ama?

Sunday, January 30, 2011

Mısır ocak 2011





Devrim 3. dünyadan geliyor. Dünyanın geleceği 3. dünyadan geliyor.

Hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğinin bir başka göstergesi dahadır bu olaylar. Gelecek uzun sürer, oysa binlerce yıllık geçmişi olan dünya tarihi için 10, 20, 50 hatta 100 yılların önemi yoktur. Nasıl olsa bir gün biter. Bireyin durumu bu kadar kolay değil, neticede ömrü en fazla 90 yıl. Ama ya o ömür akıp giderken kendi zamanı gelmiş olan gelecek gelip de tarihi değiştirecek anını gerçekleştirirse?

The revolution will not be televised but will be tweeted.

gece # 2


aslında her şey başkaydı, planlar bambaşkaydı, eski sevgilim b. & julius sezar 'da yemekti ama pııır 'ın durumu, biraz amerikan, biraz ziyaret, biraz "saçların güzelmiş böyle uzun", biraz gece çıkmamak için giyinilmiş kalın kış elbisesi, biraz tuborg, biraz iyis, biraz t.d., biraz koridor, bolca "biz", bolca "sekvotka" ve yine "ya hiç niyetim yoktu çıkmaya" cümlesi ile başlayan bir gece ... gecenin en fantastik bombası ise sekvotka'nın "şu yanımdaki var ya sana hasta aslında. sevgilisinden ayrıldı bu yüzden" demesi oldu. fantastik olan şu ki ben daha "ne kim hangisi ne" derken kendisinin uyumaya başlaması. barda. kim olduğunu bilmiyorum, olayı zaten bilmiyorum, sekvotka'nın nasıl bildiği hakkında en ufak bir fikrim yok (hoş, bence sallıyor ya, hadi neyse) ama bazı konularda gayet kör olduğumu bilen bir insanım. en azından bunun bilincindeyim.

Nedir bu A A B ?

A A B

Kadınlar evlenince genelde evlendiği adamın soyadını tamamen almaktansa kendi soyadlarını alıyorlar. Ki "elbette" çünkü eğer soyadı çok uzun çok garip değilse bir insanın bence tamamen bırakmamalı. Cuma günü fark ettim a a b 'yi. Benimkisi eklenecek soyadından ziyade notların sonucudur. Gerçi halen yapmadığım bir tane var ama o da tamamdır akşam yazacağım. Tamamdır. Bombayı telefonda İ.K. patlattı: "ee peki o not tutan diğerleri kaç aldı ki sen not tutmadan bunları aldın? yani onlar da en fazla a almışlardır değil mi? kesin çok bozulmuşlardır". Muhtemelen.

Ha, evet, bir hamle ile de iniyasllerimi (zi) birleştirirsem de ortaya A A B çıkıyor. Her ikisiyle de. Bomba değil mi?

Thursday, January 27, 2011

Günün anlam ve ehemmiyetine

Aslında büyük insan Marvin Gaye'i 1976 tarihli şarkısı (ve albümü). Madonna ise bu haline elbette kendisi tek başına değil, Massive Attack ile beraber getiriyor. Hepimiz bayılıyoruz, kendisine de buradaki haline de, üzerindekine de, saçlarına da, şarkının bu yorumuna, su dolu bardağın içine düşen takma kirpiğe de... Günün anlam ve ehemmiyetine gelsin lütfen.

I want you,
the right way
I want you want me too

Tuesday, January 25, 2011

to whom it may concern # 6

Sakal. Erkekler sakallı olmalı. Bayağı bayağı sakallı hem de. Dövmeli de olabilirler ama asıl sakallı olmalılar. Kısa kollu gömlek giymemeli, giyeceklerse uzun kolluyu sıyırmalı veya tişört olmalı. Saat elbette en altından en büyüğünden.

Sunday, January 23, 2011

Never on sunday # 3

a. ailesi ile beraber sirkeci, konyalı'da yemek, f.a.'nın babasının kalp krizi geçirip öldüğü şapkacı dükkanının önünden geçmek, çoğu insanın artık satın almadığı bir şeyin peşinde geçen cumartesi sabahı, yamaha 497'nin mutluluğu, dans müzik eğlence, the man 1978, live at montreux, the streets, galata'dan gelen haberler, " break break kartal 2. kez görüldü break break", artık kendisini "tek yumruk" olarak nitelendiren f.a. 'nın "keşke gitseydim yürüyüşe, gelir miydin ? sorusuna "kesinlikle gelirdim" cevabım.

let the music play...497...

gece

yakın zamanda tayland'a gidecek olmaları sebebiyle uzun süre ayrı kalacağım e.k. , "kiminle urban'da buluşup dedikodu keyfi yapacağım" korkularım, yiyemediklerimi yiyebileceğim düşüncemin e.k. ve f.'nin ettikleri ultra mega kahvaltı sonrası yalan olması, e.k.'nın yalan olan bir başka insan b.b. yerine pek sevdiğim her daim dostum olan e.a.'yı sürpriz olarak getirmesi, sürprizi getirdiğinde ise benden "aaa sürprizin erkek değilmiş" gibi bir cümlenin çıkmış olması, süper kalite skoçunu içen f., elindeki kağıtta "hiçbir şekilde hp almamalısın" yazmasına rağmen eve hp ile gelen, televizyonun tüpünü patlatan, "puket" yerine "fuket" diyen, tatlı yemeyen biricik arkadaşına tatlı getiren bir, bizim düzenleme kategorilerimizle dalga geçen e.k., "nur gibi ışık gibi arkadaşın valla" yorumlarına inandıramayan çabalarım, "genç" taklitleri, dinmeyen hıçkırığım, keyifle tüketilen peynirler, ben&jerry, bowmore, macallan ve "biz" keyfi ...

Friday, January 21, 2011

"getir, kralini getir"




Bende bulunmayan Nick Cave & The Bad Seeds albümlerinden. 2000 sonrasını almıyorum, dinlemiyorum. 2000'den sonra ruhum payetlerde, altın rolekslerde, kaykaycı dövmelerinde, Axl'dan, Nick'ten, Noel'dan çok uzakta. Ama dedikleri bir şey de çok doğru; you can take the girl out of country but you can't take the country out of the girl. Yani istesen de bazı şeyler baki kalıyor. Klip 2003'de yayınlandığında depresif melankolik hayranları nefret etmişti ama ben zaten payetlere zenci müziğine geçtiğimden bayılmıştım. Müzik zaten güzel, sözleri desen bana fazla romantik de ama zaten güzel, klip ise efsane...Ama en büyük efsane Nick Cave değil de Blixa Bargeld'dir. Duruşuna hayranım! I luv you Blixa... Gercekten de gelecekse de kralı gelsin ya...

this garden that I built for you
that you sit in now and yearn
I will never leave it, dear
I could not bear to return
and find it all untended
with the trees all bended low
this garden is our home, dear
and I got nowhere else to go

so bring it on
bring it on
every little tear
bring it on
every useless fear
bring it on
all your shattered dreams
and I’ll scatter them into the sea
into the sea

the geraniums on your window sill
the carnations, dear, and the daffodil
well, they’re ordinary flowers
but they long for the light of your touch
and of your trembling will
ah, you’re trembling still
and I am trembling too
to be perfectly honest i don’t know
quite what else to do

so bring it on
bring it on
every neglected dream
bring it on
every little scheme
bring it on
every little fear
and I’ll make them disappear

so bring it on, bring it on
bring it on
every little thing
bring it on
every tiny fear
bring it on
every shattered dream
and I’ll scatter them into the sea

Wednesday, January 19, 2011

21.yy ifadesi


Budur. Her şey harika muhteşem ama hiçkimse mutlu değil. Herkesin söylemi o kadar "çook güzel", "çook şirin", "çoook ciiciii", "çook harika" ki hiçkimse işin içini de bilmiyor, daha derinlemesine de bilmek, inmek istemiyor. Klişelerde ve sadece etikletlerde yaşamak mutlu gibi geliyor gel gör ki mutluluğu ise bilmiyor.
Budur; everything is amazing and nobody is happy. Ama her şey muhteşem.

Siyah gün

Siyah bir gün, bugün.
Hepimiz için. "hepimiz için" diyoruz ama belli ki hepimiz için değil ki her şey bu kadar siyah, her şeyin bu kadar siyah olması isteniyor.
Elbette gitmek, orada olmak lazım. Ama ya utançtan gidemiyorsak? Ya utancımız bize sorgulatıyorsa?
Siyah bir gün, bugün. Hem de 4 yılın utancı ile kapkara olan bir gün.

Sunday, January 16, 2011

Never on sunday # 2


Kendime gülüyorum. Tebessüm de değil, bildiğin gülüyorum. Dedikleri doğruymuş; Allah'ın elinde sopası yokmuş. Öyle ki gün gelecekmiş, sevgisizliğimin herkesce bilindiği, daha dün Touchdown 'da karşılaştığım ve bana üzerlerindeki sarı-kırmızı forma ile sarılmaya çalışan zibidi Galatasaraylılardan kaçmışken şurada onları destekleyen satırlar yazacağımı düşünmezdim. İşte o yüzden kendime yayılarak gülüyorum. Kadere bak, kime niyet kime kısmet! Hem de never on sunday yazısında.

never on sunday

gündüz düşlerinin komikliği, zorlayıcılığı, korkutuculuğu, beklemeyen kahramanları, woody allen new york'u arzusu, woody allen londra'sı, hala ve hala yapılması gereken ödevler, dün gece eski sevgilim b. ve çetesine hazırladığım harikulade "tatlı" sürprizlerin yapılamaması, yollarda onlarca karşılaşma, bazı karşılaşmaların yüreğimi yorması, never on sunday başlangıcı, keyfi, kahvesi ile başlanması gereken paper # 1


* Dün F.A.'nın da gittiği "aslanlı statlarının" açılışlarında olay olmuş, taraftar "sayın" başbakanı yuhalamış, "sayın" toki başkanını konuşturtmamış ve bugün de kulübün "sayın" başkanı Maçka Palas'ın arkasındaki tenis kortlarını yıkıp da otopark yaptırtan müteahhitin oğlu Polat da ıslıklayanları, protesto edenleri bulup stada bir daha aldırmayacakmış, bunu da "sayın" lafını 150 kere kullandığı basın toplantısında beyan etmiş. Bravo "sayın" başkan (ah, bu "sayın" lafının midemi ne kadar bulandırdığını bir anlatabilsem. iykkk!)! Hem de emniyet ile işbirliği yapıp kasetleri çözecek sonra da sayın başbakandan aferini alacakmışsınız. Mükemmel. Gerçekten de futbolu da futbol ruhunu da taraftarlık duygusunu da bayağı iyi biliyormuşsunuz. Ama herhalde en iyi bildiğiniz Galatasaraylılık ruhu, anlaşılan. Başarınıza başarılar katıyor taraftarınızin duyduğu saygıyı -sevgiyi geçtim zaten- arttırdıkça arttırıyorsunuz. Bence şimdilik saygın bir 7'yi aldınız 10 üzerinden, yıldızlı pekiyi de işlem tamamlanınca gelecek. merak etmeyin, elbette "sayın" başbakan imzalı olacak. Taraftar mı? Onlar ise bir şeyden anlamadıkları için adınıza güzel, saygın bir opera yazarlar, hani bizimkisine benzeyen, yıllarca da unutulmadan söylerler.. Unutmadan, benim gibi GS'dan biti kadar hoşlanmayan bir Fenerli de bunları yazarsa demek ki gerçekten "yanlış hayat doğru yaşanmaz". Son olarak Galatasaraylılar nezdinde "yatacak yerin yok" derdim ama bu zevki taraftara bırakıyorum. Saygılar sayın başkan.

Saturday, January 15, 2011

Tasfiye

Hayatta zaman zaman tasfiye yapmak gerekiyor. Hem de en derinden, en sevilenden başlayarak. Kimi zaman en sevilen, en yakışmayan kötü alışkanlıkları, kötü kıyafetleri, kötü müzikleri hayattan tasfiye etmek gerekiyor. Rahatlamak, nefes almak ve daha iyi olmak için.
Son zamanlarda yaptığım en can acıtıcı tasfiyeydi benim için. Elde yıkamaya üşenip de çamaşır makinesine attığım tüm La Perla, Victoria's Secret ve türevlerine veda ettim, çöpe attım. Atmadan önce bir kez daha "belki de hala güzel durur" diye denesem de lastikleri gevşemiş, elastisitesinden artık neredeyse hiçbir şey kalmamış ama hala görüntüde çok güzel olsalar da çim acıyarak attım.

Ama cidden en acı tasfiye bu olsun değil mi, insanın hayatında? Ayrıca rahatlatıcı bir şey insanın sırtındakilerden kurtulması. Hele insan tasfiyesi. Belli bir yaştan sonra tanışılmış ve sözde pek yakın olunmuşlara yapıldığında gayet doğru bir hareket oluyor. Her türlü tasfiye iyidir, elden çıkartmak, işe yaramayanları, yük yapanları, ağır gelenleri, sömürenleri tek tek atmak gerekiyor.


Friday, January 14, 2011

to whom it may concern # 5


cuma bugün. cıstak cıstak. 1 tanesini verdim geriye kaldı 3 ama daha 1 hafta var önümde yapabilmek için. rahat yani. üzerimdeki paper stress'i kalktı, hafifledim, söndüm, parladım, sevindim. ve o yüzden to whom it may concern ve lacivert ve lacivert etkisi. bende. beyazda. üşenmezsem cuma eğlencesini bile yapabilirim. üşenmezsem. ama muhtemelen üşenirim. peh! cuma bugün. happinesssssss.....




Wednesday, January 12, 2011

Bizimkinden başka bir asalet




Ben çok beğendim filmi. Muhtemelen bir kez daha seyrederim. Beğenmeyeni çok ama beğeneni de fazla. Fark etmez, bayıldım. Paper stressinin başlangıcında, 3500 kelimelik ödevleri yazmamak için her türlü maskaralığı denediğim günlerin başlarında Carlos ile arka arkaya seyrettim. I Am Love. Tilda Swinton hiçbir yerde olmadığı kadar güzel, oğlu ayrı güzel, sevgilisi şu sakallı olan her türlü gideri olur. Kıyafetleri, Milano'lu kadınların muhteşem tarzınlarını, evin doğal zarafetini, büyük servet de olsa doğuştan gelen asil mütevaziliği kısacası markanın logosunun kurtaramayacağı görgüsüzlüğün olmadığı bir film. Hala ve yine bakıp da görüyoruz ki en zenginlerin en asillerin çantaları da kafalarına taktıkları taçlar da giydikleri babetler de boyunlarına sardıkları kaşmir de etiketli değil; hiçbir şeyin etiketi bağırmıyor hatta böğürmüyor. Filmde de, gerçeğini gördüğümüz Milano, Roma, Paris Londra sokaklarında da... (dikkat los angeles demedim, miami demedim).

P.S.


by escif

yapılamayan ödevler, yazılamayan paper'lar, çıkmayan ses, iyice kalınlaşan kısılan ses, bağırılan yönetim, tavır almak, seçim yapmak, dostluk göstermek, dostun yanında olmak, inandığını savunmak, arkadaşını savunmak, savunduğunu göstermek, sonuçlarına katlanmak, e1, vcd, sallanan ayaklar, üfürülen düdükler, beklenmeyen insanlardan beklenmeyen tepkiler, inançlar ve hayat devam ediyor, sevdiğimiz desteklediğimiz yönetmen ama her şeyden önce arkadaşımız i.b. ile m. 'nin doğum günü kutlaması, gece ayazında benim zibidi vaziyette sokağa çıkmam, eski sevgilim b.'nin yeni ev dekorasyonu, isveçli ile beraber bana verdikleri "tam senlik" hediyesi (ama cidden tam benlik! en kısa zamanda yemek pişireceğim bir fantastik 4'lü yemeği yapmalıyım evde) ve sadece üzerimdeki teslim baskısı yoksa hayat güzel. güneş de var. free as the morning sun beybi!

p.s. gerçekten de bazılarımız para için yapmıyor. çoğunluğumuz belki para için yapıyor ama bazılarımız değil. ayrıca i.b. bana "bak bir sen" diye gönderdiği sayfadandır bu sokak resmi. bayılıyorum bana beni bilenlerin böyle şeyler göndermesine, almasına, akıllarına gelmeme.

p.s. (2) bir p.s. anısı vereyim de vcd'ye dair tam olsun. bundan herhalde 2 yıl önce daha iphone türkiye'ye gelmeden önce yine vcd'nin fazladan birkaç tane getirmiş olan çocuklarından satın almış, kendilerine bir güzel aleti kırdırtmış, paşa paşa kullanıyordum. her şeyi çok bildiği, ve herkesin kendisine hayran sanrısı ile ona buna sallayan ağır abi tadında konuşan da bir arkadaşla konuşuyorduk o da benim iphone'a bakıyor "bu mudur yani? nasıl kırdırttın peki ?" gibi laflarına da "işte bizim vcd'de çocuklar var, onlardan aldım zaten onlar da bayağı çözmüşler, oyuncak gibi oynuyorlar" diye cevaplar veriyordum. elbette kendisi, kendisinde olmayana "olumlu"yu geçtim "nötr" laf edecek biri olmadığından bütün o çocuklar için "hah işte alayından adam olmaz o bölümün, zengin piçleri nolcak" diye bir cümle patlatmıştı. zaman geçti, alayından adam olmaz bölümün (!) kendini göstermesi gerekti, savunması gereken davası oldu ve de zengin piçleri (!) eyleme geçti. hem de gümbür gümbür. "alayından adam olmaz" lafını eden abi ise elbette kendisine iphone aldı, bütün aplikasyonları ekledi, foto albümleri oluşturdu ve yine ona buna sallamaya devam etti. that's life baby!

Sunday, January 9, 2011

Never on sunday # 2

eskiler "can çıkar huy çıkmaz" derler de biz faniler örneklerini yaşamadıkça, birebir görmedikçe bunun doğruluğunu inanmayız, gerçekliğini kabul etmeyiz, değil mi? benim durumumda ise şunu diyebilirim ki once a lazy student, always a lazy student. yani kötü öğrenci her daim kötü yaramaz öğrencidir. üzerinden kaç yıl geçmiş olursa olsun bir kere tembelliğe alışmış öğrenci hep tembel olacaktır. ve tabii bunun zeka ve bilgi birikimi ile de hiç ilgisi olmadığından her daim böyle gidecektir. . bir keresinde yemek masasında meşhur lise tembellikleri konu olduğunda eski sevgilim b. "ya sen bayağı tembelmişsin, nasıl gittin peki o okullara" demişti kah dalga geçerek kah belki de biraz şaşırarak. oysa çok basit; hayat ile ilgisi yoktur bu durumun. okul ile ilgisi vardır. okulda başarı hayatta başarıyı getirmez. hele hele zeka ile hiç ilgisi yoktur zeka veya bilgi birikiminin, okumayı sevmenin, bilgiye hayranlığı hiç ilgisi yok, okul sistemi denilen şeyin başarısızlığı vardır. işte bu yüzden de günlerdir yapmam gereken hiçbir ödevi yapmayıp aylaklık, alemcilik ediyorum. hem de hem de "hayır ama cidden çıkamam bu akşam, ödev teslim etmem " deyip "tamam sen kapa telefonu ben oradayım yarım saate" diye de bitiriyorum. yani iki şekilde de "can huydan çıkmıyor"; hem tembellik hem de alemcilik söz konusu olduğunda. yapacak bir şey yok, that's life.

ödev yapma hayali ile kendini kandırma çabaları, fantastik cuma gecesi, kirli saç at kuyruğu + chanel new york red, zurich'ten gelen a.e. & s. , sekvotka, touchdown, evlere şenlik hareketler, koridor, yine evlere şenlik hareketler, fabrikatör takımı, evlere şenlik hareketlerin devamı and the beat goes on... cumartesi gündüz de dışarda, gecesi de evde "sözde çalışmaya mahkum" vaziyette film peşinde, pazar da çengelköy'de a. ailesi'nin edebiyatın büyük çınarı y.k. 'ya aile ziyareti ile geçtikten sonra kim bilir belki bugün bu gece yazabilirim bir şeyler. qui sait? ben umutsuzum ama neyse. olur. en kötüsü teslim öncesi yazarım.

never on sunday...


unutmadan yarın sabah epey şenlikli geçeceğe benziyor bizim oralarda...10:10'da büyük olay var. deniz misin, liman mı? iyi misin kötü mü? şahsiyetli misin, kaypak mı?

Thursday, January 6, 2011

"Çakal" şehre inmiş



Çocukluğumuzda haberlerde duyduğumuz insanlardandı, sonra da Black Grape'in albüm kapağındaki haliydi. Son dönemlerde ise kendine aşık ettiği kadınları duymuş, avukatı ile evlenmesinden sonra ise iyice merak uyandırmıştı.
6 saat. Açıkcası biraz uzun geçti bir film için 6 saat ama Olivier Assayens zaten mini serie olarak çekmiş, hem zaten megaloman aşığın bol bol aşk sahnesi mevcut, gideri var vaziyette seyrettiriyor.
Olivier Assayens imzalı Carlos The Jackal-bizim için Çakal Carlos- rolü Edgar Ramirez'de olunca biz de guilty pleasure vaziyette kendisindeyiz, hatta kapalıyız. oy oy oy !

Wednesday, January 5, 2011

" sanik olarak kal, 10 yıl yat, serbest kal, kapılarda karşılan"

İnsan yaşadıkça yaşlandıkça dünyanın adaletli olmadığını görüyor. Görmek ne kelime, bire bir yaşıyor o adaletsizliği. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle sanıklar serbest bırakılmış. Elbette sistemde bir sorun var, elbette insanların yıllarca hüküm almadan hapishanelerde yatması doğru değil, adaletli hiç değil ve çözüm gerektiren bir durum.

Ama sistem o kadar yanlış ki çıkmayı hak edenler içerde, davaların devam ettiği "hüküm giymemiş" gerçek katiller ise dışarda. Kısacası yine yasaların yanlış uygulanması sonucu her şey bize patlayabilir çünkü ne yazık ki hoşgörünün ve ötekine saygının var olduğu toprakların insanları değiliz. Saçımızın rengi, boynumuzdaki kolye, kulağımızdaki küpe, cinsel tercihimiz, dini yaşamı benimseme tercihimiz, hayat görüşümüz yüzünden öldürebilir, katilimiz de 10 yıl süren davası boyunca hüküm yemeden hapis yattığı için serbest kalabilir. Dediğim gibi, hüküm yemeden hapis yatmak doğru değil ama o halde bu duruma çözüm bulunsun, katillerin cadı avına sebebiyet vermeye değil. Yapamayan tek medeni (!) ülke biziz; hayran olduklarımız zaten burayı geçmiş durumda. Sabah sabah yüreğim tükeniyor bu haberleri okudukça, seyrettikçe. Oysa rüyamdan "you got the love" mırıldanarak uyanmıştım.

*
TUTUKLULUKTA GEÇECEK SÜRE
(1) (Değişik fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.18.md) Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.

(2) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.

(3) Bu Maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir.


Monday, January 3, 2011

Özgür topraklar buralar!

Çok özgür, özgürlüklere saygının her daim var olduğu, aksinin düşünülemediği toprakların çocuklarıyız. Haliyle de o kadar şanslıyız ki istediğimizi düşünüp, inandığımızı savunabiliyoruz. Kimse de tepki vermiyor, aynı düşüncede olmasa da saygı ile bakışını üzerimizde hissedebiliyoruz. Hele hele akademik alanlarda, bilimsel çalışmalarda asıl hissediyoruz bu saygıyı özgür düşüncenin gücünü. Ya da hayal gücünü; çünkü bunlar sadece hayal gücünün ürünleri.

15 dakikalık şöhret uğruna her şeyi yapmaya hazır kısa boylu erkeklerin hırslarının sonuçları günümü mahvetti. Olayın bana dair sonuçları yok ama sevdiğim beğendiğim insanlara etkisi büyük. Aslında belki bana dair de sonuçları olabilir çünkü ne olursa olsun bir şekilde bir yerde başlayan sansür baskısı mutlaka yayıla yayıla her bireye ulaşacak, onun her şekilde hareketlerini etkileyecektir. Hiç kimse olduğu gibi olamayacak, düşündüğünü dile getiremeyecektir.

Doğru, bugünkü olaydan sonra o röportajda zevzek zevzek konuşup, sonra işler boka sarınca korkudan altına edecek vaziyetteyken "ama benim haberlerim az çıkıyordu" diye ağlayan kısa boylu erkeklik halinden muzdarip embesilin benim gözümde yatacak yeri yok! Aynen müthiş bir yöneticilik becerisi gösterip harikulade işlere imza atanlar gibi. Asıl üzücü olan ise insanların ne dostluk ne takdir ne de saygı gibi mevhumlardan haberi olmadığı gibi, puştluğu racon saymaları. Öğrensinler bence; itlik ile puştluk bir değildir; puştluk arkadan vurma, bilerek kötülük yapmadır. Ya da benim için. Ayrıca porno çekmek kim sen kim? Gerçekten sinirleniyorum bu tip moronluklara, bencilliklere, hayvanlıklara...

*
KÜÇÜKLERİ MUZIR NEŞRİYATTAN KORUMA KANUNU

Kanun numarası: 1117

Kabul Tarihi: 21/06/1927

Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 07/07/1927

Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 627

Madde 1 - (Değişik madde: 06/03/1986 - 3266/1 md.)

18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacağı anlaşılan mevkute ve mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eserler aşağıdaki maddelerde gösterilen sınırlamalara tabi tutulur.

Madde 2 - (Değişik madde: 06/03/1986 - 3266/2 md.)

Mevkute veya mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eserlerin 1 inci maddede belirtilen sınırlamaya tabi tutulabilmesi için Başbakanlık bünyesinde oluşturulan yetkili kurulun, söz konusu eserlerin 18 yaşından küçükler için muzır olduğu hakkında bir karar vermesi gereklidir.

Madde 6 - Fikri, içtimai, ilmi ve bedii kıymeti haiz olan eserler bu kanunun şumulünden hariçtir.

***

Sunday, January 2, 2011

Never on sunday


Madem her şey sıfırlandı, o halde bizde de bütün never on sunday/cuma eğlenceler sıfırlanıp, yeni yılın yeni seferlerine hazırlansın. Yani bugünkü temiz ve yeni never on sunday sayfasıdır.

Seyredilecek filmler (black swan- forever natalie-, carlos, I am love,... ve dvd playerım bozuldu ve bilgisayardan seyretmek kadar sıkıcı bir şey olamaz), okunması, yazılması, teslim edilmesi gereken ödevler, sabah ilk iş olarak halledilmesi gereken iş mevzuları derken yeni yıl derken, yeni yıl kararları derken, "değişen ne" diye sorarken "liman mısın deniz misin"? ve tabii hiçbir şey aynı kalmaz aynı suda iki kere yıkanılmaz. ha bir de bu yıl boğaların yılıymış, koçlarla beraber. oh beybi!

Saturday, January 1, 2011

ilk gün, ilk heyecan (!) ve ilk soru

Her şey değişti mi? Bambaşka oldu mu? Kötülükleri yenip iyilerin kazanmasına yardım ettik mi (biz galiba vampir iken halkı yendik, halk iken vampirleri öldürdük). Sevdiklerimizi daha çok sevip üzmemeye karar verip ileriyi gördük mü? 1 ocak sabahı yatakta uyanınca "artık her şey bambaşka olacak" dedik mi?


01.01.11'in ilk sorusu sabahın ilk ışıklarında taksinin penceresinden bakarken duvarın betonunda gördüğümdür: "deniz misin, liman mı ?". Öncelikle kendime, ardından ardımdan gelenlere. Ayrıca öyle sıkıcı bir ciddiyetle, melankoli ile değil, gayet keyifle ve hafiflikle veuve-clicquot tadında sorulmalı. Ama sorulmalı. Kim bilir, belki de cevabını vermiş olmak geleceği bugünden hafifleterek yaşatır.