Saturday, August 31, 2013

(gece) çıkmadan önce


uzun zamandan sonra gelen ilk (gece) çıkmadan önce başlıklı yazı olsa da neredeyse son bir yıl her cumartesi gecesi oturulmayan, çıkmadan durulmayan gece olmuş, özenli geceler olmuş, güzel giyinilen, özellikle giyinilen geceler olmuş, yemekli, içkili geceler, keyifli, mutlu geceler olmuş.

ha 1 hafta önce ha 1 hafta sonra, kırmızı elbise, bir nevi kutlama elbisesi, bir nevi kutlama küpesi, evden çıkmadan müzik, esen hava, bence hala tiril tiril hava, keyifli hava, özlediğim sabahattin, ev gibi sabahattin'nin yolu, hala müzik, hala stevie, hala barry white, hala hazırlık... 

Friday, August 30, 2013

Dream on # 6


30 kratlık yüzük hediyesi (ki herhalde böyle bir yüzük yok; kaşıkçı elması'nın 80 küsür olduğu düşünülürse rüya gerçekliğine gayet uygun bir ölçü 30 krat), "aman dikkat et de düşürme" diyerek takması, takılması, nedense hiç gitme arzusu taşımadığım macaristan hatta budapeşte seyahati, her yer # 8 her yer biz derken bir anda bir yerlerden kennedy 'nin çıkması; şok şok şok yani ismine layık fantastiklikte bir dream on...

Thursday, August 29, 2013

P.S. # 6

Gerçekten de koskoca bir hafta sanki hiçbir şey yokmuşcasına, yaşanmamışcasına geçmiş gitmiş. Farkına dahi varmamış, dikkat etmemişim. Oysa life is life ve bir sürü bir şey oluyor, yaşanıyor. Bizde de başka yerlerde hayatlarda da.

p.s. monica bellucci ile vincent cassell ayrılmış. gerçekten de scoop bu olsa gerek. tam da ben kendisini ne kadar beğendiğimi o ise "artık yaşlı ama olur yine de" demişken...

p.s. (2) çok pek çok özlediğim fuket 'e öncelikle kavuşup, buluşup arka arkaya 3-4 duvel ile erken vakit sarhoş olmam ise resmen bomba. ama artık böyle galiba. kim ile konuşsam bunun çok normal olduğunu söylüyor. ama daha da eğlencelisi 45 derece sıcakta zübeyir 'e gidip de dört duble gelen # 8 ile sarhoş vaziyete buluşmak oldu. bayılıyorum böyle komikliklere, hele hele karşı cinsin iyice oğlan çocuğu hallerine.

p.s. (3) furi ' nin o çok güldüğümüz "e mudo'da var" lafına, fuket ile buluşup da buddha'ma kavuşunca daha bir güldüm. ama olsun bu anavatanından geliyor, daha bir şahane daha bir gerçek.
      

Sunday, August 25, 2013

Never on sunday # 11

bolca yeşilköy mesaisi, mutlu eden mira keyfi, o haftasonu (!), cumadan gelen eğlence, "jobs", komik şekilde varoş akşam yemeği, cumartesi ve yeşilköy mesaisi, gerçekten ilk defa ama ilk defa -zorunluluk seferleri hariç evde cumartesi yemeği, retsinalara kıyamamak ve midyeleri bira ile yemek, nihayet sohbete kavuşmak, pazar uyanışı, never on sunday ve 1, yunanistan'dan gelen cam süsü, un veritable bonheur, kutlama, " sabahattin mi sinema mı" deyip nadiren beraber gidilen kanyon'da bitirmek, asterix vs marvel mi yoksa asterix w/ marvel,  komik ve spastik hareketlerle geçen motor sonrası, ramazan sonrası, bayram -tatil sonrası geçen ilk gerçek never on sunday hem de kutlamalı...

Friday, August 23, 2013

Böyle bir şey (di)

Gerçekten de ama. Daha bir hafta öncesine kadar, tatil dönüşüne kadar, Yunanistan sınırlarından buraya dönüş gününe kadar, cenaze öncesine kadar işte böyle bir şeydi günlerin rengi, akışı, ritmi .

Olur yine...Belki hemen değil ama olur yine, bir şekilde bir zaman içerisinde...O zamana kadar nefes al ver, al ver...

Wednesday, August 21, 2013

Hafıza

Hatırlamak ilginç şey. Keza hafızanın gücü de. Aslında hepimiz bireysel olarak da toplumsal olarak da bellek ile şekilleniyoruz, yoğruluyoruz. Birebir yaşamadığımız, tanık olmadığımız ama -iyi veya kötü - hep anlatıldığını duyduğumuz tarihsel olaylara verdiğimiz tepkinin nedeni de belleğimiz. Maurice Halbwachs 'tan öğrendiğimiz bellek sosyolojisinin, toplumsal bellek kavramlarının ehemmiyeti ise çok büyük. Bugün hala korkularla yönetiliyor, korkuların çizdiği sınırlarda yaşıyor, korkuların sebep olduğu savaşları yapıyorsak ileriye giderken dönüp geçmişe bakmalıyız. Ne de olsa bugün dün, yarın ise bugün.



Toplumsal hayatta da kişisel hayatta da bu böyle.

Herkes bugünlere nasıl gelindiğini düşünüyor? Mısır 'ı anlamaya çalışanlar da, Gezi 'yi çözmeyi deneyenler de, özel hayatın sosyal aktörleri de yaşanan şaşkınlık verici ve beklemedikleri olaylar karşısında "ama neden ki?, ne oldu ki? ne sorun olabilir ki aileyiz biz" gibi soruları akıllarından geçiriyorlar. Çözümün çok basit olmadığı bir gerçek olsa da olaylarını sebebini anlamak onun çözümüne bir anda ulaşmaktan komik bir şekilde çok daha basit. Bu da geçmişe bakmaktan geçiyor. Ancak gerçekten bakmak gerekiyor. Biraz başka bir gözle, biraz anlamayı deneyerek biraz kendine de dönüp bakmak büyük sorulara büyük ipuçları veriyor. Gerek toplumsal içerikli olaylarda, gerek kişisel hayatların sıradan gözüken münakaşalarında kaide bu.

Bugün yaşananlara sadece bu sabah gözümüzü açtığımızda ulaşmadık. Bugüne dünden ve yaşanan onlarca olaydan sonra geldik. Hayat bu; yaşanması gerekiyor ve yaşanıyor. Yerde tepinsen de delirip böğürsen de kendini bir yere kapatıp reddetsen de bir şey değişmiyor; bir gün 24 saat ve güneş her sabah doğup her akşam batıyor. Bu kadar basit! Hayat elbette yarın başka bir şey olacak ama bugünün ve dünün izlerini üzerinde hep taşıyacak.

Son birkaç gündür hayatımda sevdiğim birisinin kaybının üzerine geri kalanının halini gördükçe, dünkü hoyratlığının hiç beklenmedik bir anda gelen ölüm ile bugün onu yalnız bırakması ile bir kez daha emin oldum; seçimlerimden, tercihlerimden, çizmeye çalıştığım yoldan. Her olayda kendisini hatırlatan belleğim ile. Unutup da elimi uzattığımda "geri çek onu" diye hatırlatan, kendimi kaptırıp manasızca çok konuşup çok anlattığımda "sus" diye hissettiren, sahip olduğumu içten geleni coşku ve heyecanla göstermeye giriştiğimde "sakın" diye bağıran belleğim ile beraber hatırlıyorum.

Ama hiç buralara gelmeden başlığın asıl sebebi yine bugün -ve her gün- haberlerde görülen korkak iktidar icraatlarını okuyup da pek çok sevdiğim anneannem ve ettiği bomba laflarını hatırlamamdır. Hakkındaki sevdiğim en eğlenceli hikaye. Bundan yıllar önce başbakan kendisi ve koruma ordusu ile anneannenim semtine bir açılış için gittiğinde elbette öncesinde koruma ordusu gidip her yere yerleşiyor, dünya dönmeyi bırakıyor, ay ve güneş saygı duruşuna geçiyor, kuşlar arılar sinekler filan zaten uçmuyor. Yanında robocopun sevimli kalacağı bir koruma da anneannemin bahçesine -elbette- sormadan veya izin almadan giriyor. Hayır böyle bir şeye gerek yok zaten çünkü -elbette- kendisi kutsal bir görevin bekçisi. Ne yazık ki deliler korkak olmadığı için anneannem de pek korkmuyor kendisinden ve "hayrola evladım" diyor. Robocop bu cürete şaşırsa da karşısında kat kat giyinmiş yaşlı tekerlekli sandalyede oturan bir kadın görünce "deli herhalde" diye düşünüp bir şey yapmıyor sadece "başbakanı koruyoruz teyze" diyor. Bunun üzerine anneannem "evladım sana bir şey diyeyim mi? eğer bir başbakan kendi halkından bu kadar korkuyorsa senin benim bilmediğim ama kendisinin çok iyi bildiği çok kötü şeyler yapmıştır" diye yapıştırıyor. Hikaye de bitiyor. Bitsin de zaten çünkü bu anneanne/çocukluk temalı romantik (!) anıları gibi yazdıkça kendimi Elif Key sıkıcılığında yazıyor gibi hissediyorum ve iyice darlanıyorum. Ama işte bu korumalar, korkakça hareketler, korkaklıktan çıkartılan yasalar, kanunlar, korkaklık sebepli aciz hareketler bana hafızamda önce anneannemin fantastik hareketini canlandırıyor sonra da gündelik fani işlere insanlara kendisini çekiyor.

whatever 
 
Bu arada tabii ki de yok "belgelerle açıklayacağız", "gerizekalılar" gibi gündeliğimizin trajikomik vak'alarını da geçiyorum, geçmek istiyorum.  O kadar sıkıcı çünkü. 

Tuesday, August 20, 2013

Gerginlikler ülkesi Türkiye

Çok sıkıcı. Cidden. Hemen hemen tüm sosyal ilişkilerde gerginlikliğin hakim sürdüğü bir yerde yaşamak çok ama çok sıkıcı. Gülmek hele hele kahkahalarla gülmek, mutluluğu göstermek neredeyse ayıp; trafikte doğru şeritte mümkün olduğunca kurallara uyarak gitmek zaten kerizlik; karşıdaki ile baskın basanındır tarzı ile konuşmamak eziklik; arkadaşlıkta olsun iş ilişkisinde olsun hemen hemen tüm sosyal ilişkilerde karşısındakine bir ayar verme durumunu kişinin kendisinde hak olarak görmek; becerilemeyen bir şey için başkasını (veya başkalarını) suçlamak en büyük farz; gündelik hayatta rahat olmak, keyifli olmak hem gelenek ve göreneklere uygun değil hem de "çoğunluk" için bir gerçek mutsuzluk kaynağı ve her şeyden öte Bekçi Murtaza tarafından otoriteye ihbar edilme, linç edilme sebebi... böyle bir yer burası. Ve burada yaşamak her geçen gün daha da can sıkıcı hale geliyor-ne yazık ki-. İnsanın doğup büyüdüğü, kültürü ile yetiştiği, farklılıkların çizgilerini taşıdığı yere sallaması matah bir durum olmadığı gibi yine aynı şekilde yüce tanımlamalar, büyük anlamlar, kutsal sıfatlar, ulu ifadeler ile süsleyip kendine bir kimlik yaratması de bir o kadar manasız.

Koskoca mevkii makam sahibi insanın (para getirecek ve daha çok inşaat yaptıracak ) olur olmaz bir aktivitenin (muhtemel) başarısız sonucunun faturasını toplumun bir kesimine çıkartmasının gerginliğinden, yolda yürürken yol vermeyenin ve bunu da doğalmış gibi sunanın gerginliğinden, kendini bilmez bilmez tanımadığı insan ile "sen" diye konuşandan, özensizliğin itibar görmesinden özensizin özgüvenli kabul edilmesinden, eğitimle gelen cehaletten, kadınlarda zarafetin fönlü saç ve gözleri döndürerek konuşma olduğunu sananlardan, herkesin akil insan kılığına bürünüp yalakalık yapmasından, en cesur nidaları atanların en korkakça davranmasından,  güzeli İstanbul'u gitgide dünyanın en çirkin, en ruhsuz, en varoş kenti haline dönüştürenlerden ve o uğurda yapılan inşaatlardan, trafiğin içine eden hafriyat kamyonlarından o kadar ama o kadar sıkıldım ki neredeyse bu kadar sıkıldığım için kendimden yoruldum...

Sunday, August 18, 2013

Le retour # 2

gerçekten sabaha karşı saatlerde bile halen bilinmezin tartışması, bir nevi kavgası, karşılıklı incelikler yüzünden yaşanan tartışmalar, "capri de olur, amalfi de olur, positano da olur yol aynı yol" üzerine başkalarınca "kumburgaz"a benzetilen hırvatistan'nın listeden silinmesi, en yakın mutlu edeceği en emin güzergahın yunanistan olduğuna karar verilip haftalardır herhangi bir araştırma yapmayıp gecenin 3'ünde birkaç adres ile 06:30 itibariyle yola çıkmak, hem de kara şimşek ile, silivre, edirne medirne derken birden ipsala, nisbeten az kuyruk, kötü ve zevksiz free shop üzerinden yunanistan, yolların etrafı benzer doğa dokusu ile süslü olsa da yolların benzersiz medeniliği, pürüsüzlüğü sayesinde öğle vakti selanik, güzel ama nedense köhnemiş bir selanik, rahat insanlar, hiçbir şekilde kask takmayan motorize yunanlılar, miami'deki diner'lar gibi retro tarzı otel, smirnoff ice arayışının mythos biraya yöneltmesi, resepsiyondakilerin manasızca turistik selanik lokantılarına yöneltmesi ile asıl yerel yerleri sonradan keşfediş; sonradan büyük hata olmasa da gereksiz bir gaflet olduğu anlaşılan halkidiki'ye gidiş ve hüsranın binbir rengi, sıkıcı ve silivri-kumburgaz-lüleburgaz hattından hallice yerler, kaçsak nasıl kaçsak nasıl gitsek derken 1970lerin sonundan kalma zeus otel'e sığınış, tek yataklardan yapılmış çift yataklı odalar; sabahın köründe güzeller güzeli kavala'ya kaçış, ve mutluluk, ve güzel şehir, her tarafından denize girilebilen şehir kavala, tosca beach, bungalov, deniz deniz deniz, yolda böğürtlen toplayan # 8, her daim yemek, her daim domates, her daim ızgara ahtapot, her daim zeytinyağı, her daim güzel kavala, otelin plajında kendime yarattığım hayal dünyasındaki atlantis gibi kurguladığım şehir anotherstarapolis, taşlar, şehrin gerçek lokantalarında yemek, to araliki, retsina'nın favori içecek haline dönüşmesi ile her gece neredeyse retsina içme sevdası, yer yer gerginlik, incelikler yüzünden gerginlik, belki de yenilen en güzel salatanın komedi bir plajda yenilmesi, yine eski mahallede yine güzel yemek; kavala'dan thassos, oda-ev gibi bir yer, deniz, skala maries, köyün denizi, denizin köyü, kara şimşek'in toprak yoldaki kalma hali, efsane beach'lerin sıkıcılığına karşılık thassos köy plajlarının şahaneliği, rahatlığı, dinginliği, yunanlıların bizden çok daha saygılı araba kullanması, tatilde yaşanabilecek her şeyin yaşanması ve bir de üstüne ders çıkartılması, milat, sadece bikini ve üzerine bez parçası ile geçirilen bir hayatın mümkün olduğu gerçeğinin yunan sınırlarında yunan gündeliğinde yaşanması, kimsenin bakmamaası, karışmaması mutluluğunun sarhoşluğundan elbette ulu türk devletinin sınır kapısı ve bankolarda büyük fontlarda yanıp sönen bekçi murtaza talimatları ile ayılmak ve "pasaportları ruhsatı hazırlayın!", "görevlilerle tartışmayın!" cümlelerine ek olarak yaptığı kontrolle kendisini büyük şef ulu manitu zanneden, kendi vatandaşına "merhaba" demeyi dahi zul gören mallarla - ne yazık ki- döndüğünü anlamak ve tekrardan basıp gitmek için-kim bilir belki de sonsuza kadar- gün saymak... 

p.s. döndük geldik bir de üzerine cenaze kaldırdık haftasonu. artık iyice ayıldık. 

p.s. (2) retsina'dır bundan sonra yaz içkim. hele o bardakları. arayıp da bulamayınca " delizia'nın bardakları bunlar eğer bulamazsak onlardan alır, boşaltır kullanırız" gibi şahane bir formülle geldi.

p.s. (3) ne kadar çok rüya gördüm. hem de her gece. hem de hiç öyle alışageldik vaziyette şöhretli, beautiful people tayfası filan değil, hemen hepsi tanıdığım bildiğim bir şekilde hayatımda olan insanlarla ilgili. hem de fantastik konular hiç değil, gayet her an her şekilde olabilecek sıradanlıkta olaylar. 

p.s. (4) en fantastik olaylardan bir tanesi de gizli saklı plajları bulacağız diye oradan oraya girip de toprak kum çamur içerisinde kalan kara şimşek'in altına #8'in aynen imparator hadrianus gibi taştan yollar yapmasıydı. eh bir 2 saat sürdü tabii, taştan yollar kah işe yaradı kah yetmedi ama kontağı çevirip de gazı veren kurtarıcı ise ben oldum. önde iten dört kişi ile beraber...       




   

Thursday, August 8, 2013

Bir yerlerde (bir işler, bir takım insanlar) , bir yerlere



Herkes bir şekilde, bir yerlerde. Ruhen  veya fiziksel olarak herkes bir yerlerde olmanın peşinde şu içinde bulunduğumuz Şeker Bayramı tatilinde. Haklı olarak. Tükendik, sıkıldık, bıktık ama bitmedik. Gidip geleceğiz. Enerjimizi toplayacağız, gülümseyerek, muzip muzip gülümseyerek geri döneceğiz sahneye...

Nereye? Cidden fikrim yok. Bildiğimi sandığım da değişebilir (miş) yolda. am I fuckin' lucky or what? Ya da get lucky . Tek bildiğim döndüğümde deliler gibi dönüşüne nisbeten az kalmış Fuket'i ve tabii en çok ama en çok Mira 'yı görmek istediğim...

Onun dışında holiday, celebrate mırıldanalım, tiril tiril giyinelim, mümkünse çıplak olalım hiç giyinmeyelim-hadi en fazla bikini ama en fazla...

p.s. şeker bayramının da zorla ramazan bayramı diye dayatılmasına da ayrıca hastayım. şeker bayramı ya çocukluğumuzdan beri, bu kadar basit. nelere takılıyor insanoğlu ya bravo...



Monday, August 5, 2013

İlelebet uzak, müebbet mutluluk


Ya her gün bir yerde birileri sürekli basıp gitmek, arkasına bakmamak, kendisinin yetiştiği toprağın ortalığa saldığı kötülük tohumlarını sonsuza kadar unutma istemi ile güne başlar mı? Veya gün içerisinde gelişen olaylar onu düşünceye getirir mi? Normalite, huzur, sükunet, dinginlik bu kadar mı zor? Ya da insan her gün şiştikçe şişmeye devam eder mi, nefes alamadan yaşadığını hisseder mi? Edermiş. Hayatta bu da varmış. Neye şaşırıyoruz ki? Adaletin olacağını düşündük mü ki güne umutla başladık?

Şiştim. Öyle böyle değil ama şiştim.

Friday, August 2, 2013

Arkadaşım eşek

Başlık çocukluğumuzdaki Barış Manço şarkısı olsa da, ruhum fani ve tiril tiril konularda yazmak, ecnebi arkadaşlarıma özenip kendimi onlar gibi Lüksemburg Dükalığı'nın her şeye verdiği devlet bursu ile yurtdışında master/doktora yapan genç insanlarından biri olarak görmek, küçük ama hedonist dünyamda bir Rothschild, bir Guggenheim gibi yaşamayı istese de, dünya atlasının bu bölgesinde pek mümkün olmuyor. Her gün her saniye olay yaşanıyor, yaşanmasa dahi birbiri ile bağlantılı olaylar sürekli bir çağrışım uyandırıyor, algının dinginliği kayboluyor.

Arkadaş, dost önemli şey şu hayatta. Ama bu konuları buradan 800 kere yazdığımız, 1800 kere de "yaşananlara, yaşatılanlara" her seferinde şaşırıp, afallayıp ağzımız açık şekilde bakakaldığımız için öyle dostluk arkadaşlık konularını börtü böcek duygusal cümlelerle irdelemeyeceğim . Sadece yaşananlar, şahsen tecrübe edilenler çerçevesinde ve hatta neticesinde motto olarak gördüğümü söyleyip bitireceğim.
"Bana arkadaşını şöyle sana kim olduğunu söyleyeyim".
 İş aslında bu kadar basit. Ne var ki bu kadar basit bir hale insan, ancak yaş aldıkça, yaşananları arttıkça gelebiliyor. Belli bir yerden, belli bir yaştan sonra artık her yaşanan kişinin yanına kalıyor, öyle eskisi gibi "istediğime istediğimi yaparım nasıl olsa dünya benim ayaklarım altında" sanrısının gerçek olmadığı anlaşılıyor. Efsane vaziyette yaşanılan o gençlik sarhoşluğu günleri sona erdiğinde, vücuttakiler olduğu kadar ruhtaki fazlalıklar da atıldığında, ağırlık ve yük yapanlar, menfaat peşindekiler tek tek gönderildiğinde, düşlenen o basit yaşam geri geliyor. Genel çoğunluk için bu "güneye bir yere kaçmak" olsa da kimi şanslı azınlık için mutlu çocukluk günlerinin basitliğine geri dönüş şekline oluyor. O yüzden de belli bir yaştan sonra insanın yanında kalanlar, " arkadaşım", "dostum", "sevgilim" diye tanıştırılıp bir de hayatın içinde varolanlar,  kişinin kendisi için seçtiği yaşamın, yaptığı hayat tercihlerinin de gerçek bir göstergesi oluyor. 

" Kiminle berabersin, kiminle arkadaşsın (arkadaş değilsin), kimi yanında taşıyorsun (yanında istemiyorsun), kiminle konuşuyorsun (kiminle konuşmak istemiyorsun), kiminle görüşüyorsun (görüşmüyorsun) kiminle paylaşıyorsun (paylaşmıyorsun), kimi hayatına alıyorsun (almıyorsun), kiminle beraber yaşıyorsun, kiminle evleniyorsun, kimi sen seçiyorsun (yalnız kalmamak için seçmiş gibi yapıyorsun), kiminle çocuk yapıyorsun, kiminle ayrılıyorsun, kiminle boşanıyorsun, kimin peşinden koşuyorsun, kiminle yemeğe çıkıyorsun, kiminle rakı masasına oturuyorsun, kimi evine çağırıyorsun (kapıdan içeri sokmuyorsun), kiminle içki içmeyi seviyorsun (sevmiyorsun), kiminle otururken  "biraz kestirsek mi şöyle kanepede" diyebiliyorsun (diken üzerinde oluyorsun), kimin evine gittiğinde buzdolabını kendi evindeymişcesine açıp kapatabiliyorsun, kiminle saatlerce konuşuyorsun ve her şeyden öte kiminle paylaştığın sessizlik seni rahatsız etmiyor ve kiminle yalnız kaldığında doğan rahatsızlık hissi ile onunla herhangi bir konuda konuşmak zorunda hissediyorsun ..."

Kısacası insanın evini, yaşamını, gecesini, gündüzünü kim ve kimlerle paylaştığı, arkadaşlarının, sevgililerinin kim olduğu bir şekilde önemli gösterge. Arkadaşlık kişinin karakterinin yansıması olduğu gibi, sevgilik (veya resmiyete dökülmüş hali) de aynı şekilde oluyor. Kişinin nasıl bir insan ile beraber olmayı tercih ettiği de aslında kendisinin nasıl biri olduğunun da bir göstergesi aslında. "Kolaya kaçan, yetinen, korkak, tembel, bencil, sıradan, sıradanlığı çoktan kabullenmiş, mutsuz, depresif, toplumsal ve sosyal kaygılarla şekillenen, yanındakinin mutluluğundan rahatsız olan, birey olamayan, bireysel karar veremeyen ancak birisi ile şekillenen" biri mi, yoksa "keyifli, ileriye giden, değişiklikten korkmayan, birbirini besleyen, birbiri ile yalnız kalmaktan korkup da illa sürü halinde hareket etmeyen, yalnız kalınca paylaşan, konuşan, gülen, kahkaha atan, birbirinin bireysel başarılarından mutlu olan, gurur duyan, beraberliklerinde bireysel keyiflere de yer açan, birlikte sahip olunan mutluluğun önce bireysel mutluluktan geçeceğine inanan" mı ? Öyle veya böyle herkes bir şekilde diğerine karşı belli yargılar içerisinde bakıyor ve bu yargıların oluşmasında yanındakinin de payı azınmsanmayacak boyutta.

whatever

Geçtiğimiz günlerde, zamanında buraya arkadaşının oğlunun düğüne gelen Silvio Berlusconi 'nin aldığı hapis cezasına onay geldi. Sebep ise kişisel özgürlükler hak mak değil de bildiğin adli suç olarak görülen vergi yolsuzluğu. Yine geçtiğimiz günlerde çok çok ünlü, bol Oscar ödüllü herkesin bildiği insanlarca yazılmış imzalanmış bir mektup Times'ta yayınlandı haliyle olay koptu. Hemen akabinde de bu mektuba karşı bir karşı mektup yazıldı ve yine altına o kadar ünlü zaten olmayan, Oscar ödülsüz kişilerce imzalar atıldı. Oradaki bir imza zaten çok uzun zamandır düşmüş ama çıkmak için her yolu deneyen herkese gülen, arkadaşım diyen, tanıştıktan iki gün sonra "bff" muamelesi yapan Özlem Gürses 'in arkadaşı. O zaman da bir göstergeydi benim için. Bugün o mektubun altına attığı imzayı gördüğümde de ne kadar doğru bir gösterge olduğunun hatırlamış oldum.

Gerçekten de bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.






Thursday, August 1, 2013

Breathe-Respire, IV




Flamingo gibi olmak istiyorum. Özellikle de bu kadar sıcak ve boğucu bir günde. Ağır bir gün bugün. Her şey üstüste gibi. Fala inanma falsız kalma tayfasından olduğum için hemen baktığımda gördüm ki gezegenler çarpışıyormuş, her şey patlıyormuş, dikkatli konuşulmalı temkinli davranılmalıymış da falan da filan da. Önümde yapmam gerekenler sıralanmış, proposal beni beklerken şu güzel pembe flamingolar gibi suyun yanında, kafamı suya sokmak suyun içinden çıkmamak, çıktığımda da uçabilmek istiyorum. Uçuyormuş da bu flamingolar...

Bir de Flamingo Yolu dizisi vardı biz çocukken, oradaki sarışın kadını çok beğenirdim. Buradan da anlıyorum ki sarışınlık içimde kalmış benim. Ama şöyle beyaz beyaz platin olanlarından, öyle sıkıcı röfleli olanlardan değil.

Gerçekten bir nefes aldım şöyle derinden...

p.s. pembe flamingo demişken elbette aklımdan "müthiş tercümesi" ile gazete sayfalarına geçen, kendisiyle pek gururlandığım big sister e.k.  geçti. şöyle masa etrafında rakı sofrasında veya bir keyifli sofrada proseccoları devirirken sohbet etmeyi, dalga geçerek konuşmayı, manasız şöhretlilere sallamayı, kendi küçük cemaatimizin içinde olmayı özlediğimi farkettim. ve akabinde birkaç saat sonra kendisinden gelen "ilik" mesaj ile tebessüm ettim. yalnız, cidden, ilik gibi ne kadar güzel bir ifade... tabii sadece ilik gibi olanlara kullanılsın mümkünse!!! 

Arada yaşananlar, IV

havanın her geçen gün artan sıcaklığı, arada yaşananların bitmemesi ile yaşananların ne p.s. ne diğer başlıklara sığmaması, yetmemesi, kimi zaman ise nisbeten yüksek ehemmiyeti ; bozcaada'ya gitmek isteyip de gidememek, ramazan'nin bitmeyen hali, yorgunluk hali , bitse de gitsek hali, gidebilme seçenekleri, uyuyana uyku gezene sokaklarda sürtme seçeneği, aylar sonra ilk kez isveçli, tekil-birebir vaziyette, t.d., iyice isveçli hali, bence güzel hali, afallatan şaşırtan haller, anlam verilemeyen durumlar, pazar ile iyice devam eden uyku hali, topaz, kaktüs arayışı, bonzai arayışı, yeşil arayışı, ghost dog misali midnite ride hali(m); çok pek çok özlediğim de göremediğim s. ile pazartesi buluşması; neredeyse afrika kıtası kadar özlediğim kenya ve uganda 'dan incik boncuklarla, yerel uganda gazetesi ile dönen z.ç. ile salı buluşması; buna ek olarak bir de çok ama çok çok özlediğim biricik j.a.'yı görmem, kendisiyle milkshake içip çocukca hareketler yapıp bir de üzerine kendisinin tarçın kız olması, bu çocuk halin   başka çarşama buluşması ile yine z.ç., tahmin edilenlerin hissedilenlerin duyulması, bodrum'daki fuket ile tele-terapi, yakılanlar, baticon ile kurutulanlar, tayt zorunluluğu; sıcak ve daha sıcak geceler, nem, pervane, klima, elektrik kesintisi ile artık bitsin bu ramazan hali ile elbette omniprésent bir # 8 .- kıkırdayarak gülme hali- 

p.s. ha tabii burası lüksemburg olmadığı için, manasız, saçma, ruh hastası müdaheler devam ediyor, taksim ve aptal toma birlikteliğinin devamı, maç öncesi imzalatılan çoktan kontratlı oyunlar, gerzek mektup arkadaşlıkları, sıkıcı söylemler yalanlar devam ediyor... şiştim...ama I heart baroni ...