Sunday, March 4, 2007

Kişinin otorite ile muhakemesi


Filmi seyrederken bazı davranışlarının, yaşam biçimlerinin ve kabullenişlerin insanda ne denli bir rahatsızlık yaratabileceğini düşündüm.

Nasil bir şeydir otoriteye boyun eğmek? Yoksa zaten bu, her gün yaşadığımız bir durum mu? Toplum içerisindeki süregelen bir hayatta birçok olguya, duruma, kuruma boyun eğmiyor muyuz? Veya özel hayatlarda, diğerine boyun eğmiyor muyuz?

Bahsettiğim Weberien tarzı bir otorite değil elbette. Çok daha sıradan, çok daha etkileyici, çok da içiçe geçmiş bir otorite bu.

Otorite neticede varolan gücün kullanım hali. Hiçbir kurumsal otoritenin kabul görmediği, kişinin ve sosyal toplulukların devlet başlığı olmandan kendi iradesiyle yaşadığı ütopik sayılacak anarşist bir düzende varolmadığımız için de her ânımızda, her hareketimizde bir otoriteye bağlıyız. Evde aileye, okulda öğretmene, işte patrona, hayatta ise çoğu zaman kesinlikle tercih etmediğimiz sisteme.

Türkiye'de son 10 yıldır, herhalde Ecevit'in, son kez aktif şekilde politik hayatta söz sahibi olmasından bu yana gelişen bir "sayın" söylemi var. Sayın başbakan, sayın vali, sayın Çavuşoğlu, Sayın Clinton gibi. Nasıl bir şeydir bu? Nasıl bir otorite baskısı, nasil bir kabulleniştir?

Şahsım, bu konuda pek başarılı sayılmam. İşle ilgili ciddi haberleşmelerde dahi, başlığa sayın sıfatını eklemekte zorlanan bir yapıda olduğum için, filmde gördüğüm ve kendi sisteminin işleyişinde çok olağan sayılabilecek olan otoritenin karşısında boynunu eğmek, önünde diz çökmek, elini öpmek gibi hareketler tüm bu "otorite" algılayışlarını getirdi aklıma.

Toplum hayatında kişinin otorite veya güç ile kurduğu ilişki, yetiştiriliş ve eğitimle ilişkilidir (öğretim de, verdiği sıfatlar nedeniyle toplumda belli bir ayrım gerçekleştirdiğinden buraya sayılabilir). Toplumda öteki olarak kalmış, bunun ağırlığını hissetmiş birey üzerindeki otorite duygusu ile sürekli desteklenmiş, beğenilmiş, özel olduğu hissettirilmiş birey üzerindeki ile aynı değildir. Biri otoriteden çekinir, korkarken diğerinin ilişkisi neredeyse kayıtsızlık derecesindedir.

Ancak otorite sadece kraliçe gibi bir kurumla sınırlı değil. Daha içimizde, daha gündeliğimizde çok daha yoğun şekilde yaşadığımız bir durum aslında otoriteyle olan ilişkimiz.

Kızlar arasında bahsi geçen konudur ilişkilerdeki otorite meselesi. Ne, ne kadar, nereye kadar olmalı. "o" ne kadar söz hakkına sahip olmalı? Nereye kadar karışmalı? Karışmayan sevmiyor mu demek? Yoksa etek boyuna karışan, eski sevgilileri sorgulayan çok mu seviyor demek?

Genelde ortak bir düşünce çıkmaz çünkü hem herkes birbirinden farklıdır, hem de yaşanılan ile anlatılanlar çoğu zaman sosyal yargılardan dolayı birbirini tutmaz.

Sadece, ortaya beraberliğinde "aidiyet" duygusunu yaşamak isteyeceği çıkar. Bu da aslında tüm bireyler için geçerli sayılabilecek bir savdır. Derecesi, şiddeti, yoğunluğu her kişiye ve her ilişkiye göre değişir ama insanoğlu aidiyet duygusu arayışındadır hep, sahip olmak ister.

Pour en finir, benim tercihim ise "davulun dengi dengine olması"dır. Karşıdaki denk olunca her şey daha bir kolaydır, daha bir aynıdır, daha bir özeldir. Kimsenin ne bakıcısı, ne de yaşadığını söylediği zor, acımasız, sorunlu hayatının kurtarıcısı olayım.
Ben ben olayım, o da o olsun, tamamdır.

P.S. Pazartesi sendromunun geldiğini bu yazı ile anladım (yine de seviyorum pazartesilerini). Ancak döneceğim daha fani, eğlenceli konulara.






No comments: