Sunday, November 23, 2008

İsim, film vs

Bu hafta 2. kere şu sıralar sinemalarda gösterimde olan ve "kent yaşamında modern zamanlarda geçen (karşılıksız) aşk filmi"ni ( "ıssız adam") seyretmem gerektiğini duyuyorum.

Yani, olabilir, bilmiyorum, gidebilirim ama açıkcası sinema salonunda ağlak kızlar, romantik kızlar yani chick flick denilen hadisenin kız kısmında yarattığı fiziksel ve ruhsal hallerden hoşlanmadığım için gitmeye üşenebilirim. Hiç sevmediğim şey kızların aşk filmi karakterlerine bürünüp ağlaması, garip duygusallıklara girmesi. Ya da daha doğru bir deyişle bana göre değil böyle haller ( bu da öküz olmak demek değildir. biz de seviyoruz aşık oluyoruz yerlerde sürünüyoruz ama bir adap var, haysiyet var, gurur var; her şey öyle kurgu senaryoda yaşandığı, mükemmelleştirildiği gibi olmuyor ki gerçek hayatta. bıçak bir kere kesince keskin kesiyor, acıtıyor, o acı da kolay geçmiyor).

whatever ...

Ayrı ve uzak programlardan sonra buluşan A. ailesi istisnai bir şekilde pazar günü earl grey buluşması yaşarken soru J.A.'dan geldi.
j.a.- çocuğum gittin mi ıssız adam'a?
anotherstar- yok
j.a.- git bence. yeni erkek tipini görürsün. bencil olanlarını.
anotherstar- hmm olabilir belki giderim bu hafta ama ben zaten görüyorum onlardan her gün.
j.a. - biliyor musun sana ada ismini koymayı düşünmüştüm.
anotherstar- amann derim. zaten yeterince fantastik bir ismim var, bir ada olması eksikti.

Sinema salonuna gidip de ağlak kızların yanında 2 saat oturup seyredebileceğimi pek sanmıyorum ama bilmiyorum, adam kim, ada kim, bencil ilişki neymiş, "olay neymiş" diye de gidebilirim. Ama gerçekten bilmiyorum. Acaba öncesinde kendimi şaraba mı versem?

J.A. için "ada" ismi fantezisi dışında never on sunday; feci yağmurlu cumartesi gecesi, feci yağmura yakalanmadan taksi bulabilme ve ıslanmadan rocker boy'un evine (rezidans mı desem?) varabilme, sabaha kadar rock n' roll konuşma, dinleme, söyleme (evet, 13 yaşındayım ya, elimde şarap flatline'da 14 years söylüyorum), iğrenç bir misafir olarak hiçbir şeyi toplamayıp kanepede "ben biraz gözlerimi dinlendireyim" halim, gecenin üçünde sekvotka'nın gelip de "hadi çıkıyoruz" diye iteklemesi, yağmurun dinmesi, yan'da yanmak, m. & b. ile buluşmak, roxy'e sanki evin diğer odasına gidercesine uğramak, kalmak, kapatmak ... frankie. love me two times, people are strange, black (herhalde 500 farklı konser yorumunu rocker boy'da dinlemek), until the end of the world...ve sabah 6.

love me one time
I could not speak
love me one time, baby
yeah, my knees got weak
but love me two times, girl
last me all through the week

"love me two times", the doors, strange days, 1967

P.S. unutuyordum. filmde bahsi geçen, havalı erkeği sahibi olduğu lokantanın gerçek hayattaki sahibi de arkadaşım olur. çocuk bin kere çağırdı, bin kere bozuldu ve hala gitmedim ama şimdi filmden sonra deli gibi rezervasyon patlaması yapmış, yer yokmuş haftalarca. vah vah romantik insanlar demek zorundayım. beni resmen benden alıyorlar. bu neyin açlığı anlamadım ki? ha arda da iyidir, severim ve ne yazik ki o da feci gs'lıdır (çok şaşırtıcı olmayan bir şekilde).

No comments: