Friday, March 8, 2013

Şiddetin rengi: 8 Mart

*
bianet'in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre erkekler Şubatta 11 kadın ve iki erkek öldürdü, 11 kadına tecavüz etti, 20 kadına ve bir bebeğe şiddet uyguladı, iki kadını taciz etti.
Bir kadın kocası hakkındaki uzaklaştırma kararına, biri karakola şikayette bulunmasına rağmen öldürüldü.
İki kadın çıkarttıkları koruma kararları sürerken, biri kocasını şikayet ettiği karakol çıkışı ağır yaralandı, biri şiddet uyguladığı için dört ay hapisten sonra tahliye olan kocasınca darp edildi.
2013’ün ilk iki ayında 29 kadın, dört erkek ve üç çocuk öldürdü; 22 kadına tecavüz etti; 40 kadına ve iki bebeğe şiddet uyguladı; 17 kadını taciz etti.
2012'de 165 kadın öldürdü; 150 kadına tecavüz etti, 210 kadını yaraladı, 137 kadını taciz etti.
*
Bugün Cuma Eğlencesi 'ni ertelemiş durumdayım. Veya sabah keyfi başlıklı, kahveli, havalı resimli yazıları. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Öyle aktivist ruhlu olmasam da bazı konularda duruş ve tavır sergilemek lazım gerektiğine inanıyorum. Bununla beraber ehemmiyeti herkesce kabul edilen "önemli gün"leri sadece tek bir gün üzerinden kurgulamayı, o gününün önemini bir proje günü haline getirmeyi, o gün üzerinden kendime ve etrafımdakilere güzel hatta entelektüel etiketli bir misyon yaratmak doğru gelmiyor. Aynı şekilde, malum özel gün geçip yoğun ve tutkulu çalışmalar, ulvi düşünceler, anlamlı ve yararlı hareketler ertesi yıla kadaar rafa kalkıyor ve yeni misyon projeler öne çıkıyor. Peki yapılması, yapılmamasından daha iyi değil mi? Elbette. Ama istikrar ve süreklilik ile beraber yanlışları hataları değiştirmedeki gerçek ve köklü istem, anlık veya günlük "havalı" hareketlerden çok daha fazla ihtiyaç duyulan şeyler.

Bianet'teki bilgilerin üzerine daha fazla yazmaya gerek yok, her şey ortada. Durum sadece Türkiye'de böyle olmadığı gibi dünyada da kadına karşı gerçekleşen erkek şiddeti durulmuş değil, sona ermiş hiç değil. Şiddet denilince elbette ilk akla gelen fiziksel şiddet olsa da pasif şiddet, manevi şiddet de söz konusu. Hem belki de fiziksel olandan daha tehlikeli daha can yakan daha aşağılayıcı olan bir şiddet biçimi. Modern hayatlarımızda mutlu mesut yaşarken küçümsediğimiz, eğitimsiz ve cahil çoğunlukla da taşra kökenli erkeklerin kadınlara karşı olan fiziksel şiddetlerine alışkınız. Onları daha kolay etiketleyebiliyor, daha kolay yargılayıp çözümü belli olan sonuca ulaşabiliyoruz. Oysa yine modern hayatlarımızı paylaştığımız iyi okullarda okumuş, iyi aile terbiyesi almış, iyi bir iş sahibi, benzer kültürel ilgi alanlarında benzer zevk sahibi olan erkeklerinkini ise nedense görmezden geliyoruz, yokmuş gibi düşünüyoruz. Elbette bir yumruk, bir tokat neticesinde yüzde veya vücudun başka bir yerinde oluşan morluk kendini belli ettiğinden onu görmemek imkansız olsa da, asıl görmezden gelinen manevi şiddet oluyor. Bir erkeğin beraber olduğu kadına (veya anne kızkardeş, mesai arkadaşı gibi hayatındaki diğer kadın figürlerine) şiddet uygulaması için sadece dövmesi, taciz etmesi, yaralaması gerekmez. Konuşurken onu sövmesi, kadını aşağılaması, iş hayatında "sen yapamazsın zaten beceremezsin duygusalsın ağlarsın zaten" diyerek küçümsemesi,  insanların içerisinde, sokakta ona bağırması, kıyafetlerine "bunu giyip evden çıkamazsın" diyerek karışması ve bunları "ben seni seviyorum o yüzden kıskanıyorum" cümleleri ile sözde sahiplendiğini göstererek yapması, "senin o küçük beynini bu tip konulara yorma ben hallederim"  diyerek özgüvenini sarsması, "çalışabilirsin ama basit bir iş olmalı, aile hayatımızın düzeni bozulmamalı, ben eve gelince sıcak yemeğimi isterim, çocuk olmalı tabii ne de olsa onlar benim spermlerim sayesinde oluyor ama o çocuğa bakmak için ben sabah kalkmam, kalkmama gerek de yok zaten neticede anne sensin senin görevin bu, ben elbette eve istediğim saatte gelirim sen bana karışamazsın ama ben senin nereye gidip kaçta geleceğini kesin olarak bilmek isterim" gibi muhtelif davranış biçimleri ile şiddetini uygulayabilir, yer yer arttırabilir ve tabii en bilindik haline yani fiziksel olana dönüştürebilir.

En kötüsü kadınların, özellikle de okumuş eğitimli hayatta bazı olanaklara sahip olanlarının yaşadıkları fiziksel veya manevi şiddete sessiz kalmaları ve daha da korkuncu bunu bir "sevgi ifadesi" olarak görmeleri. En çok da işte bu tarz eğitimli, kurumsal şirketlerde orta üst düzey yönetici olarak çalışan veya toplumda belli bir mevkiide bulunan kadınların bu durumu yaşamaları, yaşarken de sahiplenmeleri asıl insanın canını acıtan oluyor. Yok mu etrafımızda, çevremizde, arkadaşlarımız arasında, ailemizde, apartmanımızda, pek seçkin iş çevremizde fiziksel/manevi erkek şiddetini yaşayanlar, yaşarken de bunun kendisine yönelik bir sevgi belirtisi olduğunu düşünüp yaşamaya devam edenler? Ne yazık ki onlarca. Ne yazık ki en beklenmedik en umulmadık olanlardır genelde.

Kadın olmak kolay değil. "İşi cinsiyet ayrımcılığına dökmeyelim" diyenlere sistemin zaten varoluşu itibariyle çoktan ayrımcılığını hissettirdiğini, yaşamlarımızı dikte ettiğini söylemek lazım. Ancak bu bir son değil, kader hiç değil. Sadece daha fazla çaba, daha fazla yorgunluk, daha fazla uğraş, daha fazla güven, daha fazla eğitim ve daha fazla kendine saygı gerektiriyor. Kadın erkek farketmez insan önce kendisine saygı duymalı ki karşısındaki de ona saygı duysun. Kendi değerini bilmeyeninkini el hiç bilmez, neden de bilsin ayrıca. Birey başkasıyla, beraber olduğu kişi ile şekillenmeyi bırakıp önce kendisi olmal ki karşısındekine karşı durabilmeli tavır sergileyebilmeli. Bütün baskıcı güçlere, sistemlere karşı bir tavır bu, sadece kadının erkeğe karşı sergilediği değil. O yüzden önce birey olmalı kendimiz olmalıyız sonrası kolay. Nisbeten.

P.S. En ama en çok tahammül edemediğim, bir kadın olarak utanç duyduğum durumlar ise, yine belli olanaklara sahip belli toplumsal yerlerdeki kadınların beraber oldukları erkeklerden ağır şiddet görüp sonra beraber olmaya devam etmeleri ve bunu bir çocuk ile taçlandırma arzuları. Resmen utanç duyuyorum böyle örnekler karşısında. Sevmediğim karşı komşum gibi ne yazık ki; sesi duvarları geçecek şekilde dayağı yedikten sonra çocuğu yaptı, şimdi kutsal anne oldu, merdiven temizliğinde kullanılan deterjanın dayakla öpülerek yapılmış çocuğunun koku alma duyusunu yıprattığından şikayet ediyor. Veya daha da aptal bir örnek olan, bütün dünyanın gördüğü şekilde dayağını yediği eski sevgilisine geri dönüp "ondan çocuklarım olsun istiyorum" açıklamaları yapan Rihanna gibi. Gerçekten de insanın bu lafları edebilmesi için çok başka hesaplar içerisinde olması veya kendine hiç mi hiç saygı duymaması gerekiyor. 

P.S. (2) Ni putes ni soumises ise gerçekten de harika bir reklam serisi yapmış. http://www.npns.fr/

P.S. (3) Ben bile zamanında Bianet'te yazdığım hayran olunan erkek (!) güzel Bertrant Cantat ve öldüresiye dövdüğü sevgilisi hakkındaki yazıyı tamamen unutmuşum. Resmen # 8 'e gönderdiğimde hatırladım. Normal ama 10 yıl olmuş.






1 comment:

no-go said...

ne kadar güzel yazmışsın anotherstar, ellerine sağlık.