Thursday, March 21, 2013

Başkalarının hayatı (das leben der anderen), part 2

Başlık onu ifade etse de, hayır, film değil bu seferki. Film olanını 2007'de, hem yine mart ayında yazmışım. İlginç geldi tabii bu tesadüf. Tarih tekerrürü mü yoksa 6 yıl geçmiş olup "başkalarının hayatı" düşüncesinin halen süren varlığı mı bilemedim ama son birkaç gün (belki de biraz daha fazlası) benim için bunun güzel bir hatırlatmasıydı.

İstemedikleri buluşmalara, yemeklere giden; aslında hissetmek istemedikleri duyguları tüm dünyaya sanki gerçekmiş gibi gösteren; aslında hiçbir şey paylaşmak istemedikleri insanları gören, onlarla konuşan, telefonlaşan, vakit geçiren, kadeh tokuşturup "şahaneyiz çok güzeliz, çok mutluyuz iyi ki varız" sirkini oynayan; aslında istemedikleri hanelerde istemedikleri insanlarla yaşayan, istemedikleri yatakları paylaşan, istemedikleri üremeler yapan ve bunu muhteşem bir "ilahi aile komedyası" olarak oynayanlar vs vs .

İnsanın kendisini kandırması, aslında olmayanları varmış gibi görmesi, buna inanması, kendi hayali üzerine kurduğu ve kurduğunun "gerçekliğini" kanıtlama uğruna kendinden geçmesi çok fantastik bir durum. Hemen herkesin bir şekilde içinde olduğu ama işte, kendi kendini kandıma hali kişiden kişiye değişiyor. Neticede herkes toplumsal hayatta bir maskenin içerisinde yaşıyor; sadece kimisininki çok sahte kimisininkisi ise var olan gerçeğe daha yakın. Tek fark bu. Ancak boktan olan sahte olanın diğerine nazaran çok daha fazla olması, toplumda çok daha fazla yer işgal etmesi. Keşke sadece mevzu işgal edilen "yer" olsa da bitip gitse (geride kalıp kesinlikle o sahte hayatın parçası olmak istemeyenler bu "yer" fazlalıktan kurtulsak). İşin doğrusu bu oldukça can sıkıcı olan durum bu çünkü o sahte güzellikteki ve doğruluktaki hayat görüntüsü sadece kendisine zarar vermiyor, ne yazık ki etrafındakilerin de hayatlarını sıkıyor, oksijenini tüketiyor, gündeliğinin neşesini karartıyor, kendince varolan anlamını gereksiz yere zorluyor.

İşte sırf bu yüzden bazen karşıdakinin ısrarlı  "sahte inancını" kırmak gerekiyor ve "hayır, öyle değil, yanlış biliyorsun, yanlış anlamışsın, yoo hiç sandığın sebepten dolayı bunu yapmıyorum" demek gerekiyor. Ve tabii bu dahi karşı tarafa asla yetmediği için illa altını çizmek gerekiyor. Elbette kolay değil, birinin inancını sarsmak, kafasında oluşturduğu korunaklı dışarıya gösterdiği harikulade balonun pembe olmadığını göstermek. Ancak amaç bu olmasa da insanın üstüne çöken sahte hal bunu sanki zamanı geldiğinde zorunlu kılıyor.

Sıkıcı olduğu kesin olsa da böyle bir hayat yaşamak yine de kişinin kendi tercihi. İstemediği hayatı sürmek, istemediği işi yapmak, istemediği insanla beraber olmak, istemediği ilişkiyi sürdürmek, istemediği mekanlara istemediği insanlarla gitmek vakit geçirmek, istemediği sosyal ilişkileri yaşamak tamamen kişiye ait bir yaşam tercihi. Mutlu olmanın, güne mutlu başlamanın, her türlü boktanlığa rağmen kendi mutluluğunu yaşamanın ve "hayır" demenin mutsuzluk/huysuzluk değil de aksine mutluluğa giden bir yolun tercihi olduğu gibi.

Ama resmen yoruluyorum başkalarının hayatını sürenlerden ve başkalarını da bu ürettikleri kendi algılarında yaşayanlardan. O kadar sıkıcı ki ...

P.S. Başkalarının hayatı hatta almancası Das Leben Der Anderen deyince aklıma, başkasının hayatını yaşayan, filmi orijinali dili almancadan yani anadilinden seyredip de anlayacak olan son günlerin moda haftası yıldızı (!) hep adını unuttuğum ama bu sefer doğru yazacağım Wilma Elles geldi. Tipinin, varlığının, sergilediği oyunculuğunun sıradanlığını, "overrate" olmasını geçiyorum da kendisinin şu andaki zengin, sugar daddy jr konumundaki sevgilisini bulmadan, sadece 1-2 yıl yani Türkiye'ye yeni geldiğinde sözde evinin (!) kapılarını açtığı bir röportaj aklıma geldi. Kafamda boya sıkıntıdan patlar vaziyette kuaförde sayfalarını çevirdiğim Instyle home gibi bir dergide evini gösteriyor, poz veriyordu filan. Çok ilginç bir hadise değil, aşıldık üzere evinde melek bibloları, her yerden alınmış kar küreleri, buzdolabı magnetleri, "buradan istanbul'a bakıp şiir yazıyorum" pozları ile süslü sıkıcı şöhretlilerin sıkıcı röportajlarından biri daha. Ancak asıl sıkıcı olmayan bomba sonradan patlıyor ve ortaya çıkıyor ki sözde evi olarak gösterdiği ev kendisinin evi olmayıp bir başkasının ya bir arkadaşının veya o dönem beraber olduğu kişinin evi. O kadar gülmüştüm ki ... Aynı anda kendisine acımakla beraber. Kim bilir ne kadar zor bir şeydir başkasının hayatını kendi hayatı gibi yaşamak bir de üstüne orada burada insanları bunun gerçekliğine inandırmaya çalışmak...Neyse şimdi biraz rahatlamış belli ki, ayrıca manken de oldu daha ne ister ki şöhret basamaklarını tırmanırken ? Sanki kendisiyle, şöhret peşindeki taşralı oyuncunun yıldızlara öykünerek uzanma hikayesinin sinemaya çekilmiş en güzel filmi olan All About Eve 'in köylü alman versiyonunu seyrediyoruz ; daha kaba saba, daha sarışın bir film bu ya da All About Wilma

1 comment:

no-go said...

Yazının sonundaki Wilma Elles detayına çok şaşırdım. Almanlar pek gösteriş meraklısı olmazlar? Gerçi kendisi pek tipik Alman sayılmaz zaten, o ayrı.