Monday, December 7, 2009

P.S. 4

Bence Ece Hanım- Ece Vahapoğlu- kendisini çok şanslı hissetmeli. Neden mi? Bu kadar kool bir blogda adının geçmesine, kendisinden bahsedilmesine ve tabii güzeller güzeli fiziğine yer verildiği için (bir nevi ikinci bir şirin sever vakası kendisi).
Kendisinin bombası dün gece olmuş ama ben televizyondaki bazı programlardan dizilerden uzak durduğum için ancak bugün youtube'da seyrettim. Ve - pardonnez-moi- kıçımla güldüm. Zamanında yazmışım mesajların yeşil ışıkla bildirildiği yerde kendisi hakkında, öngörülerimin doğru çıkmış olmasından ayrıca keyif aldım, ne yalan söyleyeyim.

Güzeller güzeli esmer neredeyse zenci teninin üzerine saçlarını sapsarı boyayıp diplerindeki siyahları bırakan 5 dil bilen, 5,5 yaşında okula başlayan her daim birincilikle sınıflarını geçen, kendini pazarlama ustası Ece Vahapoğlu meğer o 5 dili sadece kağıt üzerinde konuşup, sohbet anında da "bebek gibi konuşan" kız gibi sesler çıkartıyormuş. Hani insan bazen başkası adına utanır ya, resmen seyrederken hissiyatım utanma oldu. Elbette konuşmak zorunda bilmek zorunda değil, kime ne. Ancak sen varlığını bunun üzerine kurarsan senin de foyanı çıkartırlar.

Ben hiçbir zaman iyi öğrenci olmadım, hep haylazdım, hep ikmale kaldım, J.A. veli toplantısına gelmekten 2eme'den sonra vazgeçti çünkü hep "kızınız çok akıllı ama çok yaramaz hiç ders çalışmıyor hep arkada oturup arkadaşları ile konuşuyor" cümlesini duydu, hiç 1.likle bitirdiğim okulum olmadı aksine Saint Benoit'dan disiplin kredisi ile mezun oldum yoksa yaz okuluna kalmak zorundaydım. Ama yine de gittiğim üniversite Amerikan Roma, Paris, Girne Üniversitesi olmadı (buradan söylerdim havalı okulumu ama her şey ortaya çıkar diye yazmıyorum, bir de sen üzülürsün ece!), abuk subuk kitaplar yazıp özgeçmişimi içine yapıştrmıyorum. Hadi bütün bunların hepsini geçtim; 5 dilmiş, üniversiteymiş, peki hepsi palavra geçtim onları. En azından yalan söylemiyorum. Yalan üzerine bir hayat kurmuyorum. Seçtiğim beautiful loser hayatımı yaşıyorum.

Hadi Ececiğim, geçmiş olsun sana (tu veux que je dise en français?). Ama çok dert etme, Türkiye'desin, benim için, benim dile getirdiğim kavram olarak belki varoşsun (gerçek alt kültüre saygılıyız ama, lütfen) ama Türk milleti umursamaz bunları, sever seni yine. Sen de affetmek fiilinin pardonner olduğunu artık öğrenirsin, türk milleti ile karşılıklı pardonner ederdesiniz birbirinizi. Hani réciproque olarak. Hoş Nazlı Ilıcak Ablan bile teessüf etmiş twitter'da sana "pardonner" mevzusunda ama yapacak bir şey yok, yorgunmuşsun. Ben de bazen üniversitede aldığım yunancayı sonrasında da ispanyolcayı söylüyorum ama yani, o kadar, işi büyütmüyorum. Peki tamam kazandın, benim de bir yalanım var cv'imde. Muhteşem photoshop kullandığımı söylüyorum ve tabii beni bilenlerin yakinen bildiği (hatta bunu öğrendiklerinde kıçlarıyla güldüğü) gibi bu doğru değil. Yapacak bir şey yok, je suis fleur de mal.

Şu kadar satırı sana yazdım, beyaz pamuk ellerim yoruldu yani bayağı şanslısın ama kötü haberim var. Meğer benden bir yaş küçükmüşsün, '78liymişsin ama ben 18 yaş büyük gibi duruyorsun. Koyu renk saçlarınla bir nebze olsun daha zarif durmuşsun. Sarışın hallerin ne yazık ki Napoli'li Donatelle Versace'den hallice demek durumundayım.

1 comment:

d. said...

hahahahaha hakikaten üşenmemişsin, oturup döktürmüşsün...değer mi bence değmez, ama biliyorsun bende yufka yüreklilik var niyeyse, üzülüyorum bunlara ama nasil bir şuursuzluktur, cesarettir ki tam başına cahili koyacağımız türden böyle gözüne soka soka yalan söylersin ben en çok ona şaşırıyorum.. Pes valla :)