Monday, April 8, 2013

Badem gözlü (ölmüşler)

Badem gözlü, daha doğrusu ölünce badem gözlü olmak. Öyledir ama. Yaşarken korkunç olan insanlar, ölünce bir anda çok iyi insan veya kötülüklerine çok iyi mazeretlerle donanmış olurlar. Bunda tabii ölümden veya ölmüşün arkasından konuşmanın yarattığı tabu da var. Neden? Çünkü ölümden konuşmak insanları rahatsız eder, "tamam tamam" diye kapatmak isterler. Ama gerçek de gerçektir, güneş balçıkla sıvanmaz.

Geçenlerde eskiden İstanbul'un güzel meyhaneleri arasında sayılan Refik 'in yeğeni bir başka meyhanecisi Yakup ölmüş. Refik geçen sene gitti bu dünyadan, kendisi etrafındaki herkese yol yordam, adap, üslup öğreten çok düzgün bir insandı, İstanbul'a büyük değer katmış bir adamdı. Yaşı iyice ilerleyip, karısını kaybedip, iyice hastalanıp dükkana gelmeyi bırakana kadar da meyhanesi en sevilen, en çok gidilen, gittiğinde mutlu kalkılan yerlerdendi, İstanbul'un olmazsa olmaz mekanlarındandı. Sonra işler değişti, genç akrabalar yardıma geldiler, her şey ticari ve turistik olmaya başladı, tabakta "yaprak sarma, acılı ezme, beyaz peynir"in kötü örnekleri gelmeye başladı, devir bitti zaman değişti. Refik, kendisinden sonra Istanbul'a gelen akrabalarını da kendisi gibi meslek, mekan sahibi yaptı ama işte aile denilen şey her zaman istenildiği ilişkileri sağlamıyor. A. Ailesi, uzun zaman Refik'i tercih etti, her gidildiğinde güzel zaman geçirildi, Refik, masaya gelip de J.A.'ya takıldı, latife etti ve gece bitip de kalkıldığında her şeyiyle güzel bir gecenin ardından kalkılmış olundu. Yakup 'a ise neredeyse hiç gidilmedi. Ki o kadar tanıdığın, yazar-çizer takımının gittiği yer olsa da Yakup bize hiçbir zaman o samimi duyguyu vermedi. İnsanına göre davranan esnaflardandır Yakup. Çakaldır. İyiysen, şöhretliysen, paralıysan sana başka muamele yapılır, ayrı yemek çıkar. Yok değilsen, yemekler de kötüdür, servis de, onun o çok bayıldığı "dostluk" da. Bunun en iyi örneğini en tatsız şekilde yaşayan Fuket 'ten bilirim. O büyük sözler, büyük dostluklar, büyük "can"ların nasıl da yalan olduğunu ... O günler geçip gitti ama bugün Yakup da gitti. Ama kim bilir nasıl gitti? Ardından methiyeler düzüldü,  hatta yine bir gün Fuket ile karşısındaki (zamanında yakup'tan kendisine büyük kazık atılan) Cavit 'te otururken kendisine çok seven gazeteci dostlarına da "sevmediğimi" söylediğim dostları da yazılar yazdı. Ama gerçekler başkadır, değil mi? Gerçekler süslenebilir, şirinleştirilebilir, yüceltilebilir ama hiçbir zaman gerçekliğini kaybetmez, her zaman orada durur, günü geldiğinde zamanı geldiğinde ortaya çıkar.

Bugün de bir başka hayran olunan, arkasından methiyeler düzülecek insan Margaret Thatcher ölmüş. Geçen sene yine bu zamanlarda The Iron Lady sonrası uzun uzun yazmış kendisine olan büyük sempatimi (!) sunmuşum. Günün sonunda yüzlerce hatta binlerce insanın ölümümden sorumlu, Kuzey İrlandalı mahkumları açlık grevinde ölüme terkeden, kuzeyli madencilerin aylarca işsiz parasız kalmalarını seyretmiş, Pinochet ile el sıkışmış, oğlunun silah kaçakçılığı yapmasına bundan da çok zengin olmasına göz yummuş bir insandır, bugünlerde kariyeri hayranlıkla dile getirilen ama yatacak yeri olmayan biridir Margaret Thatcher. Her ne kadar bir başka şahsiyetli, haysiyetli insan Ertuğrul Özkök kendisine büyük hayranlık beslese de ...

İnsanların ölümleri kim olursa olsun elbette üzücü durumlar. Ne var ki ölümün kendisine üzülmek veya bunun adaletsiz bir durum olduğunu düşünmek, ölenin özelinde, şahsında üzülmeyi veya herhangi bir duygu hissettirmeyi gerektirmez. Sadece gerçekler gerçektir ve hayat kendi akışında o gerçeği bulur. Neticede her şeyin her hareketin bir sonucu vardır bu dünyada. Yapılacak seçim ise tamemen kişiseldir.
 


No comments: