Tuesday, May 15, 2012

Haberler kelimesi "sipor"

Spor değil, "sipor". " Sipor da istenmeyen olaylar, sipora yakışmayan hareketler bunlar", vs ... gider de gider. Tamam, cumartesi akşamını yaşadık bitirdik, öldük dirildik, tükendik, küfür ettik, küfür yedik, mutlu ettik ama biz mutlu olmadık da şu telaffuzu hiç halledemedik galiba. Bu gidişle de halledemeyeceğiz gözüküyor. Yöresel şivenin kişinin konuşmasında bıraktığı etkisinde değilim hiç. Aksine. Derdim müktedir olanın gevrek gevrek geniş geniş konuşmasında, konuşurken de kabadayılığı, küstahlığı, Anadoluluğu kendine rant kapısı olarak görmesinde. Olmayan dünyanın tiyatro sahnesine çıkmasında. Her şeyde, her ilişkide. Fair-play olsun denildi de, peki play mı var ki, fair play olsun? Ya da gerçekten demokrasi var mı ki söylenenlerin ağırlığı olsun? Veya saygı? Saygı, sevginin sahiplenilme ile karıştırıldığı bir dünyada yaşıyor iken hangisininki gerçek? "Benimsin" diyenin mi, yoksa "ben senin hep iyiliğini düşünürüm" diyenin mi, ve yahut "benim değilsen kara toprağınsın" diye karabasan gibi çökenin mi?

"benim ülkem, benim vatandaşım, beni halkım" diyen her türlü sahiplenilme söyleminden de, Sırma Su reklamlarında hiçbir inandırıcılığı olmayan ama yine "ben sizin iyiliğiniz için varım" sözü ile beni düşünen Osman Müftüoğlu gibilerinden veya şizofren anneleri düşünüp kameralar önünde ağlayan Gülben Ergen türevi televizyon insanlarından yapaylıklarından o kadar sıkıldım ki ... Sanki play var da fair play olsun deniliyor. O yüzden, bizde spor yok, sipor var, play yok fair play var, özgürlük yok kısıtlı ve bir o kadar gururla sahiplenilmiş özgür hayatlar var.

Ha bir de abuk subuk semtlere dikilen rezidansiyel toplu konut ev satış reklamlarındaki "ebeveyn banyolu rezidans" hadisesine takmış durumdayım. Öncelikle ebeveyn olmaktan, banyo kullanımdan, temizlik anlayışından ve basit bir mahalle apartmanındaki temizlik, komşuya saygı gibi mevhumlardan rezidans anlayışına geçerek başlasak ufak ufak, oradan ebeveyn banyolu rezidansa geçsek daha sağlıklı olmaz mı? Sonuçta üçü bir arada gözükse de ne yazık ki hiçbiri birbirini tutmuyor. En azından bizde.

Haberlerdeki sipordan nereye? Hepsi havanın suçu; tiril tiril uçuşan kıyafetleri giyemeyip, erkenden kuşların sesini, baharın rahat günlerin hafifliği hissemediğim için, laissez-faire yapamıyorum. Ruhum kendince hafifliği hissediyor da artık hava da bir şeyler yapmalı, kemiklerimı ısıtmalı. Ruhumu da kendimi de ben hallederim gerisi doğa zaten. Bunun dışında da mümkünse bir elin 5 parmağını geçmeyecekler hariç kimse benim iyiliğimi düşünmesin. Özellikle de Osman Müftüoğlu gibiler.

No comments: