Wednesday, May 15, 2013

Nespresso poşetinin Chanel poşet etkisi

Kahve mühim şey. Hani elbette herkes için değil de sevenleri, güzel ve taze kahve peşinde koşanları için oldukça mühim şey. Nescafé içmeyenler için özellikle daha da mühim bir şey.

Nescafé kahve olarak görülmediği için varlığı kahve lezzetine herhangi bir şey katmıyor. Gereksiz granül üzerine sıcak su dökülüp içilen çamurumsu bir tadı olan bir şey. Bir zamanların Türkiye'sinde hiçbir şey olmadığı için gerçek arzu nesnesiydi Nescafé. İnsanlar evlerine misafir geldiğinde çıkartır havasını bir güzel atardı. Elbette gözleri Nescafé'nin cam kavanozundan ayırmadan "aman üç kaşıktan fazla koymamak lazım" diye ilave ederek. Bunlar eski güzel günlerdi. Sonra olay gelişti, Özal sonrası yerli malı yurdun malı dünyası bitti ve her şeye ulaşılır olundu. Kahve ise hala türk kahvesi ve Nescafé ile sınırlı kaldı. F.A.'nın yine çok çok eskiden yurtdışından filtre kahve makinesi getirmesiyle A. Ailesi'nin Nescafé macerası mutlulukla bitmiş, gerçek kahveye geri dönüş olmuştu.

Bugünlerde espresso'nun da iyice yaygınlaşmasıyla Nespresso furyası var. Her geçen gün daha da büyüyen. Biz eskiden Yeşilköy'de İ.K.'larda içerdik espresso'yu ki onlar bilindik italyan ailesi ev makinesi gibi olan moka ile yaparlardı, şahane olurdu.

Kahvenin mühim şey olmasına rağmen Nespresso hiç ama hiç çekici gelen bir şey değil bana. Bazen bazı arzu nesnelerinin bende bulunmadığına şaşıran insanların "neden Nespresso'n yok ki senin" gibi efsane komiklikte laflar duysam da Nespresso kahvelerini hem kötü, hem de sıradan buluyorum. Tat olarak da yarattığı düşünülen marka değeri olarak da. Açıkcası lezzetli bir espresso içmek için bu kadar büyük paralar verilmesini ve her şeyden öte bu kadar "bağımlı" olunmasını anlamıyorum. Yani kapsül bağımlılığı meselesinden dolayı. Lavazza Qualita Oro veya Roma'daki Tazza d'oro 'dan gelen gerçek espressoları içemedikten sonra ne kadar gereksiz bir şey.

Nespresso kahvecilerin, kahve tutkunlarının değil de ara sıra kahve içenlerin, kahvesini şekerli sütlü alengirli sevenlerin (forever rejimde olanlar hariç) kahvesi. En azından yurtdışında. Géraldine 'den biliyorum kahve sevmedikleri ve bir de lokanta sahibi oldukları için zaten marka tarafından "gönderilmiş" Nespresso makinesi var. İşte onlara gidince sabahları ben içiyorum , onlar da yanımda croissant ile beraber çay içiyor.

Burada ise Nespresso arzu nesnesi olduğu gibi, komik bir şekilde statü göstergesi de. Hele o dükkanı ve o dükkandan taşan kuyruk... Gerçekten insanın içi acıyor; hem o içerdeki insanların altı üstü bir kahve alacakken girdikleri komik hallere, hem de satıcılarının bulunmaz hint kumaşı satar gibi takındıkları tavıra. Ezik ve kendisine güvensiz türk insanın araba, saat, çanta gibi nesnelerle kendisine yarattığı özgüven duygusuna Nespresso poşetlerini de eklemek lazım. Ne de olsa yurtdışında gayet sıradan ve ucuz bir marka iken Türkiye'de İsviçre frangı üzerinden değer gören bir satış fiyatına sahip. Yani "this is not for poor people" algısı hakim. Sırf bu algısı bile Nespresso'yu evden uzak tutan bir şey.

Daha dün G.G. ile konuşuyorduk. Bir de üzerine bizim yaşadığımız "kahve yapma sendromu" eklenince gündemimin konularından oldu. Yoksa # 8 'de görüp de çok dalga geçtiğim ama lezzeti sonrasında gülmekle yanlış ettiğimi hatırladığım fantastik Tchibo var, bir o kadar fantastiklikte farklı tatları var, 40 saniyede yapılan fantastik espresso var. Doğru, benim için değil ama bazen bazı şeyler adına uyum adına olabiliyor, yapılabiliyor. Yoksa ben mokanın içindeki eski kahveyi üfleyerek çöpe atan ve kahveyi güzelce ateş üzerindeki mokada yapan italyan kahvecisiyim. Sabah kahvelerini ve eve yayılan o kokuyu geçiyorum zaten...Ama cidden bir gün kendime Gaggia makine alacağım İtalya'dan üşenmeyip sırtlayıp getireceğim.



No comments: