Sunday, January 29, 2012

Korkunç bir insanın hastalık üzerinden sevimlileştirilmesi: The Iron Lady

Geçen haftaki köşesinde Ertuğrul Özkök, Margaret Thatcher 'in kendisini en çok etkileyen siyasetçi olduğunu yazdı. Dört yıllık temel bilim eğitimi olarak sosyoloji okumadan, Mülkiye'nin Basın Yayın Yüksekokulu'dan mezun olup iletişim doktorası üzerinden kendisinin sürekli "sosyolog" olduğunu sürekli dile getiren biri olarak, söz konusu kendisi yani Ertuğrul Özkök yani kişiliği, haysiyeti, şahsiyeti, bilgi düzeyi belli (!) olan biri olsa dahi, yine de Margaret Thatcher gibi korkunç bir insandan bu denli etkilenmesi şaşırtıcı. Doğru, bahsi geçenin Ertuğrul Özkök olduğu gerçeği inkar edilemese de yine de toplum bilimi, insan bilimi yani beşeri bilimlerle bir nebze olsun haşır neşir olmuş birinden daha insancıl bir algı bekliyor.

Margaret Thatcher 'in gözle görülür derecede olmasa da- en azından 20. yüzyılda- keskin sınıf ayrımlarının yaşandığı İngiltere'de yüzyıllardır süregelen geleneksel ve özellikle de kadınlara kapalı politik dünyasında bir kadın olarak geldiği mevkii, sahip olduğu güç tartışılmaz şekilde önemli olsa da, Margaret Thatcher'nin etrafında çoğunlukla erkekleri istemesi, kadınların önünü açmak için hiçbir çaba sarfetmemesi de aynı şekilde onun gücünün oluşmasında etkilidir. Erkekler üzerinden kadınları neredeyse dışlayarak kurduğu dünyası belki de demir zırhlı karakterinin göstergesidir. Erkeklerin bugün dahi iş hayatında kadına karşı bakışının yer yer aşağılayıcı ve seksist olduğu düşünülürse 20. yüzyılın ilk yarısında zaten sadece erkeklere açık toplumsal alanlarda kadınlara karşı tavırları tahmin edilebilir. Ha böyle olunca Margaret Thatcher'nin sarsılmaz konumu elbette dikkat çekici.

Ne var ki bir kadının hayatında, yakın kız arkadaşlarının olmaması büyük kayıptır. Kadınlar birbirleri ile anlaşmakta zorlanabilirler, özellikle de iş hayatında karşısıan çıkanlar en büyük adiliği yapanlardan olabilirler. Ancak yine de ne olursa olsun fazla değil, birkaç iyi kız arkadaş hayatta çok şey değiştirir. Bazı kadın tipleri var; "ben erkekleri severim, onlarla anlaşırım kız arkadaşım hiç yoktur " gibi sözlerle konuşan. Açıkcası böyle söylemlerle varoluşlarını çizen şekillendiren kadınların hayatlarının bir yönünün hep eksik, hep"erkeğe odaklı flörtif hareketlerle süslü farklı bir ilişki geliştirme çabası içerisinde" ve en önemlisi hep "kendine güvensiz" olduğu gerçeği de yadsınabilecek gibi değildir. Doğru, kızlar kendi aralarında her zaman iyi anlaşamaz, birbirleri ile kavga edebilirler, en iyi dost bildiği kimi zaman öyle kötü lafı öyle büyük bir fütursuzluk içerisinde söyler ki içindeki dostluk o anda biter ama mutlaka bir başkası yine bir kız arkadaş önünü açar, hayatındaki önemli anlarda yardımını esirgemez, kötü gününde göstermelik değil sadece içinden geldiği için yanında olur. Eğer Margaret Thatcher 'ın çocukluğundan beri tanıdığı yakın kız arkadaşları olsaydı, eğer kendisi de, kendisi hariç diğer kadınları küçümseyici erkeksi tavırları sergilemeseydi bambaşka ve belki de bu sefer gerçekten hayranlık uyandırıcı bir politikacı, lider olabilirdi.

Oysa bugün kendisi, The Iron Lady filminde bunamış, düşkün durumdaki yaşlı kadın görüntüsü altında sevimlileştirme çabalarına rağmen, yatacak yeri olmayan politikacılardandır. Yüzlerce madencinin ölümünden, ailelerinin dağılmasından, binlerce ingiliz işçisinin fakirliğinden, yaşam şartlarının en alt seviyeye inmesinden ve zenginlerin her zaman daha da zenginleşmesinden sorumlu, hala ingiliz sömürgeciliğine inanan insan, kadın sevmeyen kadındır. Gerçekten de Ertuğrul Özkök'ün tam da hayranlık besleyeceği türde biri, Margaret Thatcher.
Aynı zamanda Kuzey İngiltere'deki maden ocakları işçilerinin 1984-1985 tarihleri arasındaki grevinde yaşananlar, madenci ailelerinin neredeyse açlıktan kırılması, ağır fiziksel şiddete maruz kalmaları veya Kuzey İrlanda meselesini yine sömürgeci kralcı anlayışı ile çözmeye çalıştığından irlandalıları cezalandırma yoluna gidip 1981'deki Bobby Sands 'in de ölümüyle sonuçlanan açlık grevlerinde geri adım atmayan ya da 1982'deki Falkland Adaları çıkartmasında yüzlerce insanın ölümünün altına imza atan bir politikacıdır. Demir Leydi 'nin bir de silah ticareti yapan oğlu vardır, Mark Thatcher. Filmde nedense hep uzaklarda gözüküyor ama Mark Thatcher de en az annesi kadar utanç verici başka bir hikaye. Annesinin başta olduğu zamanlarda diktatörlükle yönetilen Afrika ülkelerinde silah ticareti yapmış bundan kişisel hesabını doldurdukça doldurmuş ve sonrasında Güney Afrika'da tutuklanıp hapse atılmış filan. Bu arada Margaret'in Güney Afrika'daki apartheid yanlısı olduğunu geçiyorum artık. Gerçekten de hayranlık duyulacak, saygı ile hatırlanacak bir insan Margaret Thatcher. Ertuğrul Özkök haksız değil tabii. Congrats Ertuğrul.

Unutmadan, o sevimli Billy Elliot filmi meşhur madenci grevlerinden, Hunger , Some Mother's Son ise Kuzey İrlanda açlık grevlerinden en önemlisi Bobby Sands 'ten bahseder. Bobby Sands'in kendi güncesi vardır ki okurken insanın içi kalkar. Hepsini Margaret Thatcher 'a borçluyuz. Ha, Margaret'in kendisi kadar korkunç politikalara imza atmış meslekdaşı var ki o da alzheimer olarak öldü; Ronald Reagan. Reagan'ı da seviyor mu acaba medya dünyasının yüce ismi Ertuğrul Özkök diye düşünmeden edemiyorum.

No comments: